Kitap: “Marie Curie’nin elementleri”

Varşova'da Madam Curie heykeli (Shuuterstock)

“Marie Curie’nin hayatında o kadar çok büyük anlar vardır ki, insan onun hikâyesini bir efsane gibi anlatmak ister” diye yazmıştı Ève Curie annesinin yaşam öyküsünü kaleme aldığı kitapta.[1]È. Curie, Marie Curie: Bir Bilimkadınının Olağanüstü Yaşamöyküsü, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 2017.

Atlantic Monthly Press, Ekim 2024.

Marie Curie’nin yaşamı ve çalışmaları, geçtiğimiz on yıllarda yayımlanan birçok biyografiye konu olmuştur. Kısa süre önce yazar Dava Sobel, The Elements of Marie Curie—Marie Curie’nin Elementleri[2]D. Sobel, The Elements of Marie Curie, How the Glow of Radium Lit a Path for Women in Science, 4th Estate, Ekim 2024. isimli kitabıyla, bu eserler dizisine bir yenisini ekledi. Sobel’in kitabı, 20. yüzyılın ilk on yıllarında bilimin erkek egemenliğinden kademeli olarak sıyrılışını gözler önüne sermesi ve Marie Curie’nin yaşamı etrafında şekillenen bilim kadınlarına geniş bir yer ayırmasıyla dikkat çekiyor. Zaten kitabın: Radyumun ışıltısı, bilimde kadınların yolunu nasıl aydınlattı şeklindeki alt başlığı, anlatının bu temalar üzerine kurulduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Dava Sobel’in Marie Curie biyografisinde, üç ana eksen öne çıkıyor.

Özel yaşamından kesitler

Marya (“Manya”) Salomea Sklodowska 1867 yılında doğdu. Matematik ve fizik öğretmeni olan babası, koyu bir Polonya milliyetçisiydi; Marya’ya hem bilim, hem de vatan sevgisini aşıladı. Marya’nın on beş yaşında liseyi tamamladığı dönemde, Rus yönetimi altındaki Polonya’da kadınların bilimsel alanda yüksek eğitim almalarına olanak tanınmıyordu. Hâl böyle olunca, Marya, kız öğrenci kabul eden Paris Üniversitesi’nde (Sorbonne) matematik ve fizik okuma hayalleri kurmuştu. Acaba bu ünlü kurumda bir gün profesörlüğe yükseleceğini hiç düşünmüş müydü?

Bronya (sağda) ve Marya. 1880’ler. (Wikipedia)

Marya’nın kendisinden iki yaş büyük olan ablası Bronislawa (‘Bronya’) aynı hayali paylaşıyordu. İki kız kardeş, geleceğe dair bir anlaşma yaptılar: Önce Bronya, Paris’te tıp eğitimini tamamlayacak; bu süreçte Marya ona maddi destek sağlayacaktı. Bronya mezun olduktan sonra ise Marya’yı Paris’e getirecek ve onun eğitimine destek olacaktı. Her şey tam da planladıkları gibi ilerledi: Bronya Paris’e taşınınca, Marya farklı mürebbiyelik işleri yaparak para kazandı ve ablasına maddi yardımda bulundu. Ancak öğrenimini de ihmal etmedi. Milliyetçi bir müfredat benimseyen ve “Seyyar Üniversite” adıyla anılan yeraltı eğitim örgütünün derslerine katıldı (Varşova’nın dört bir yanına yayılan bu gizli örgüt, Rus yetkililerin yerini tespit edip öğretmen ve öğrencileri tutuklamasını önlemek için sürekli olarak yer değiştiriyordu). Ayrıca Marya bu dönemde, bir akrabası aracılığıyla gerçek bir laboratuvara erişim sağlayarak ilk kimya deneylerini gerçekleştirme fırsatı buldu. Bronya, tıp eğitimini tamamlayıp doktor olarak çalışmaya başlayınca (bu arada evlenmişti), bu sefer Kasım 1891’de, 24 yaşındaki Marya Paris’e taşınarak Sorbonne’daki öğrenimine başlayabildi. Artık Matmazel Marie Sklodowska olmuştu.

Marie, 1893 yılında fizik, 1894 yılında ise matematik alanında lisansını tamamladı. Akademik başarısıyla öne çıkan parlak bir öğrenciydi. Kısa süre içinde, bir hocasının temin ettiği burs sayesinde çelik alaşımlarının manyetik özellikleri üzerine çalışmaya başladı. İşte tam da bu çalışma vesilesiyle, benzer konularda araştırmalar yürüten Pierre Curie ile tanıştı.

Marie ile Pierre’in arasındaki bağ sadece bir gönül bağıyla sınırlı kalmadı; paylaştıkları bilimsel tutku, ilişkilerinin temel taşlarından biri hâline geldi. Bir süre sonra, çocukluk arkadaşına yazdığı bir mektupta Marie, duygularını şu sözlerle dile getirdi: “Bu mektubu aldığında, Manya’cığın artık farklı bir soyadı taşıyor olacak. Sana geçen yıl Varşova’da bahsettiğim adamla evleniyorum. Sonsuza dek Paris’te kalmak zorunda olmanın hüznünü yaşıyorum, ama ne yapabilirim ki? Kader bizi birbirimize derinden bağladı ve ayrılma fikrine tahammül edemiyoruz.” İkili, Temmuz 1895’te evlendi. Bu tarihten itibaren Marya Sklodowska, resmen Madam Marie Curie adını aldı—her ne kadar evlilik öncesi soyadını sıkça kullanmaya devam etse de.

Irene, anne ve babası ile. 1902. (Wikipedia)

Çiftin Irène (d. 1897) ve Ève (d. 1904) adında iki kızı oldu. Ancak kader, beklenmedik ve trajik bir dönemece sapacaktı. 19 Nisan 1906 günü, Pierre bir toplantıdan çıkmış, yoğun bir kavşakta yağmur altında aceleyle ilerliyordu. Tam o sırada bir at arabasına çarptı; dengesini kaybederek yere düştü ve arabanın arka tekerleği kafatasını ezdi. 46 yaşındaki Pierre Curie, olay yerinde hayatını kaybetti. Yıllar sonra Marie, yitirdiği eşi hakkında şu satırları kaleme alacaktı: “Birlikte geçen yıllar boyunca, onu daha yakından tanıma ve düşüncelerine derinlemesine nüfuz etme şansına sahip oldum. O, evliliğimizin başında hayalini kurduğumdan çok daha fazlasıydı. Sıra dışı niteliklerine duyduğum hayranlık her geçen gün arttı; öylesine yüce ve nadir bir düzeyde yaşıyordu ki, bazen bana, tüm kibirden ve insanın kendinde ve başkalarında keşfettiği—daha mükemmel bir ideale özlem duymasına rağmen hoşgörüyle karşıladığı—küçüklüklerden arınmış oluşuyla, eşsiz bir varlık gibi görünürdü.”

Madam Curie, laboratuvarının dört duvarı arasına sıkışıp kalmadı: Diğer araştırma kurumları ve sanayi sektörüyle yakın iş birliği içinde çalıştı, ayrıca radyoaktivitenin doğru amaçlarla kullanılması ve kadın hakları gibi konularda siyasi arenada da etkili bir rol oynadı. Böylece uluslararası bilim dünyasında merkezî bir figür hâline geldi. Yaşamı boyunca kızlarına yakın kaldı; onlara Lehçe öğretti, sık sık Polonya’ya akraba ziyaretleri düzenleyerek köklerine bağlılıklarını diri tuttu, gelişim süreçlerinde ve daha sonraki yaşamlarında hep destekleyici ve yol gösterici bir anne oldu. 1. Dünya Savaşı sırasında, ikinci vatanı saydığı Fransa’ya bir bilim insanı olarak hizmet etti. Ancak öte yandan, keşfettiği ilk kimyasal elemente “Polonyum” adını vererek, doğduğu topraklara olan bağlılığını gelecek kuşaklara ilan etti.

Paris, Radyum Enstitiüsünde Marie Curie’nin laboratuvarı. Mayıs 2023. (Shutterstock)

Özel hayatından bir diğer önemli olayı anmadan geçmeyelim:

Marie, Pierre’in ölümüyle söndüğünü düşündüğü romantik duygularının yeniden canladığını hissetti. Bu duygular, Paris’te hem dostu hem de meslektaşı olan, Pierre’in eski doktora öğrencisi, kendisinden beş yaş küçük fizikçi Paul Langevin’e karşı yoğunlaşmıştı. 20. yüzyıl fiziğinin önemli isimlerinden biri olan Langevin, o sıralar mutsuz bir evlilik yaşıyordu. Temmuz 1910’un ortalarında, Irène ve Ève, teyzeleriyle birlikte Britanya’da bir sahil tatiline çıkınca, Marie, Paul’ü kiraladığı iki odalı dairede ziyaret etti. Orada, gizlice sevgili oldular. Marie, daha sonra Paul’e yazdığı bir mektupta, hislerini şöyle ifade edecekti: “Sevgili Paul, dün akşamı ve geceyi seni, birlikte geçirdiğimiz ve tatlı bir anı olarak sakladığım saatleri düşünerek geçirdim. Hâlâ o iyilik dolu ve şefkatli gözlerini, o büyüleyici gülümsemeni görüyorum ve sadece yeniden buluşacağımız anı, varlığının tüm o tatlılığını tekrar hissedeceğim anı düşünüyorum.” Ancak Jeanne Langevin, kocasından şüphelenmeye başladı ve onun sadakatsizliğine dair kanıt arayışına girdi. Ağustos 1910’un sonlarına doğru, kocasının Marie’ye yazdığı bir notu ele geçirdiğinde, Marie’yi sokakta yakalayıp sıkıştırarak şiddet uygulamakla tehdit etti ve ülkeyi terk etmesini istedi. Skandal meraklısı bulvar gazetelerine gün doğmuştu. Skandal haberleri Marie Curie’nin ikinci Nobel ödülünü kazanmasından birkaç gün önce yayılmıştı. Üstelik Nobel Ödül Töreni de Jeanne Langevin’in kocasına açtığı davanın duruşma tarihine denk geliyordu. Bazı meslektaşlarının ödül törenine ve sonrasında İsveç Kralının davetlisi olarak katılacağı yemeğe gitmemesi için ikna etmeye çalışmasına rağmen, Curie törene ve yemeğe katıldı ve sorunsuz bir şekilde ödülünü aldı.

Marie Curie’nin sosyal sorumluluk bilinci oldukça yüksekti. 1914’te patlak veren 1. Dünya Savaşı sırasında, yeni gelişen röntgen teknolojisi, kırıklar ve iç yaralanmaların görüntülenmesinde kullanılmaya başlanmıştı. Ancak, hastanelerde bulunan röntgen cihazları cepheye uzak kalıyordu. Marie Curie, bu sorunu çözmek amacıyla ilk “radyoloji aracı”nı icat etti. İçinde röntgen cihazı ve karanlık oda ekipmanları bulunan ve kısa süre sonra “Küçük Curie” olarak anılmaya başlanan bu araçlar, savaş alanlarındaki askerî cerrahların ameliyatlarına yardımcı olabilmek için cephelere sürülebiliyordu. Ayrıca, Marie Curie savaş cephesinin gerisinde kalan sahra hastanelerinde 200’e yakın radyoloji odasının inşasını da yönetti. “Çabaları sayesinde, savaş sırasında röntgen muayenesi yapılan yaralı askerlerin sayısının bir milyonu geçtiği tahmin edilmektedir.”[3]https://www.smithsonianmag.com/history/how-marie-curie-brought-x-ray-machines-to-battlefield-180965240

Radyoloji araçlarından birinde. 1915 (Wikipedia)

Bilimde sıra dışı bir yolculuk

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın ilk onyılları, fiziğin bir altın çağı niteliğindedir: radyoaktivitenin keşfi, özel ve genel görelilik kuramlarının ortaya çıkışı, ayrıca kuantum mekaniğinin doğuşu… Zamanının en büyük fizikçileri ile birlikte çalışma fırsatı bulan Marie Curie, bu devrimci dönemin en faal ve etkili katılımcılarından biri oldu.

1895 yılında (Marie’nin Pierre ile evlendiği yıl), Alman fizikçi Wilhelm Röntgen X-ışınlarını keşfetmiş, bir sonraki yıl ise Fransa’da Henri Becquerel, Röntgen’in bazı deneylerini tekrarlamaya çalışırken uranyum ışınlarını keşfetmişti. Yine 1896’da, Cambridge’deki Cavendish Laboratuvarı’nda J. J. Thomson ve öğrencisi Ernest Rutherford, X-ışınlarının havayı elektrik yüklü iyonlara ayırarak elektrik akımının geçişine izin verdiğini göstermişlerdi. Becquerel’in şaşırtıcı buluşuna rağmen, bilim camiası dikkatini Röntgen’in X-ışınlarına odaklamaya devam etmiş ve X-ışınlarından çok daha zayıf olan Becquerel ışınlarını bir şekilde göz ardı etmişti.

Ancak Becquerel/uranyum ışınları, Marie Curie’nin ilgisini çekti; bu konu, doktora tezi için ilginç bir araştırma alanı olabilirdi! Uranyum maddesinin “fotoğraf plakaları üzerine etkisini incelemek yerine, ışınlarının etkisine maruz kalan havanın iletkenliğini ölçerek radyasyonların yoğunluğunu belirlemeyi tercih ettim,” diye yazacaktı.[4]https://history.aip.org/exhibits/curie/resbr1.htm

Bu iş için, eşi Pierre’in geliştirdiği elektrometre cihazını kullanmayı akıl etti.

Bu arada Pierre Curie, Marie’nin çalışmalarına giderek daha fazla ilgi duymaya başlamıştı. O kadar ki, kristaller üzerindeki araştırmalarını bir kenara bırakıp Marie’ye katılmaya karar verdi. Temmuz 1898’de Curie’ler, “polonyum” adını verdikleri bir elementin varlığını duyuran ortak bir makale yayımladılar. Aynı yılın aralık ayında ise, “radyum” adını verdikleri ikinci bir elementin keşfini açıkladılar. Araştırmaları sırasında “radyoaktivite” (radyoetkinlik) terimini icat ettiler. Böylece, Curie’ler ve diğer bilim insanlarının çalışmaları sayesinde, Mendeleyev’in 1869 yılında ilk kez yayımladığı elementlerin periyodik tablosu, bir yapboz görseli gibi yeni elementlerin keşfiyle adım adım tamamlanıyordu.

Bu süreçte Marie, fizikte sarsıcı sonuçlar doğuracak bir hipotez ortaya attı: Bu hipoteze göre, radyasyon olayı moleküller arasındaki etkileşimlerden değil, doğrudan doğruya atoma özgü fiziksel parçalanma süreçlerinden kaynaklanıyordu. Atomun bölünmez olduğu görüşünü çürüttüğü için bu varsayım, devrim niteliğinde olacaktı.

Marie Curie pek çok ödüle layık görüldü kariyeri boyunca. Bunlardan en prestijlileri; 1903 yılında, “Profesör Henri Becquerel tarafından keşfedilen radyasyon fenomenleri üzerine yaptıkları ortak araştırmalarla sundukları olağanüstü hizmetlerin takdiri olarak,” eşi Pierre ile Henri Becquerel ile birlikte aldığı Nobel Fizik ödülüdür (bir Nobel Ödülü alan ilk kadındır); bir diğeriyse, 1911 yılında, “Radyum ve polonyum elementlerini keşfedişi, radyumu izole edişi ve bu olağanüstü elementin doğası ve bileşikleri üzerine yaptığı çalışmalarla kimyanın ilerlemesine sunduğu katkıların takdiri olarak,” tek başına aldığı Nobel Kimya Ödülü’dür. Böylece Marie Curie, iki Nobel Ödülü kazanan ilk kişi oldu; daha sonra, iki Nobel Ödülü kazanan dört bilim insanı daha olacaktı: Fred Sanger (1958 ve 1980: Kimya), Linus Pauling, (1954: Kimya, 1962: Barış), John Bardeen (1956 ve 1972: Fizik) ve Karl Barry Sharpless (2001 ve 2022: Kimya).[5]https://www.nobelprize.org/prizes/lists/all-nobel-prizes

Kadınların bilim dünyasındaki varoluş mücadeleleri

Kadınların erkek egemen bilim dünyasında yer edinmesi, büyük mücadeleler pahasına mümkün olabilmiştir. Asırlar boyu yerleşmiş toplumsal önyargılara karşı çıkarak, birçok bilim kadını 20. yüzyılın ilk on yıllarında bu harekete artan bir kararlılıkla öncülük etti. Örneğin: Florence Sabin, 1917 yılında Johns Hopkins Tıp Fakültesi’nde tam profesörlük unvanını alan ilk kadın oldu ve 1925’te ABD Ulusal Bilimler Akademisi’ne seçilen ilk kadın olarak tarihe geçti. Lise Meitner, 1926 yılında Almanya’da fizik profesörü unvanını kazanan ilk kadındı. Alman matematikçi Emmy Noether, soyut cebir ve matematiksel fizik alanlarına önemli katkılarda bulundu; 1935’te hayatını kaybettiğinde, Albert Einstein tarafından matematik tarihindeki en önemli kadın olarak nitelendirildi.[6]A. Einstein, The Late Emmy Noether: Professor Einstein Writes in Appreciation of a Fellow-Mathematician, The New York Times, 4 Mayıs 1935.

Amerikalı gökbilimci Henrietta Leavitt, uzak galaksilere olan muazzam mesafeleri etkili bir şekilde ölçme yöntemini geliştirerek, modern astronomi biliminin temel taşlarından birini attı. Ancak Leavitt’in Nobel Ödülü’ne aday gösterilme süreci, 1921’deki ölümü nedeniyle ne yazık ki yarım kaldı.

Dava Sobel’in anlatısında ilerlerken, kadınların bilim dünyasına kademeli girişine başka örneklerle tanıklık ediyoruz.

1906 yılında Paris Üniversitesi Fizik Bölümü, hayatını kaybeden Pierre Curie için kurulan kürsüyü sürdürme kararı alıp bu pozisyonu Marie Curie’ye teklif etti. Böylece Marie, Paris Üniversitesi’nin ilk kadın profesörü oldu. Ancak, bazı geleneklerin hâlâ inatla devam etmek gibi bir huyu vardı: Kadınlar, 1979 yılına dek Académie des Sciences’a üye olamadılar, bu nedenle Marie Curie’nin bu kurumdaki tüm sunumları, erkek meslektaşları tarafından yapılmak zorunda kaldı…

Marie Curie’nin 1903 yılı Nobel Ödülü’nü kazanması aslında gerçekleşmeyebilirdi. O yılın başlarında, Nobel Komitesi üyesi ve kadın bilim insanlarının savunucusu olan İsveçli matematikçi Gustaf Mittag-Leffler, Pierre Curie’ye radyoaktivitenin keşfi nedeniyle fizik ödülünün muhtemelen—Marie olmaksızın—kendisine ve Henri Becquerel’e verileceği bilgisini sızdırdı. Pierre, “Bu benim için büyük bir onur olur,” diye yanıt verdi, “ancak bu onuru Madame Curie ile paylaşmayı ve birlikte yaptığımız çalışmaların birlikte değerlendirilmesini çok isterim,” dedi. Marie’nin kritik rolünü netleştirmek için çalışmalarının ayrıntılı dökümünü fizik komitesine bir kez daha sundu ve sonunda Marie verilecek ödüle dahil edildi.

Marie Curie, Irene ve Eve, 1921!de yaptıkları ABD ziyaretinde. (Wikipedia).

Marie Curie, ikonik bilim kadını imajını günümüze dek sürdürmüştür. Sobel’in kitabında, okur, Marie Curie’nin yaşamı etrafında yer alan birçok kadını tanıma olanağını buluyor: İlk başta elbette kendi kızları Irène ve Ève, fakat onların yanı sıra kadın asistanları, laboratuvarını ziyaret eden diğer kadın bilim insanları ve akademisyenler, üniversite ve ders verdiği lisedeki kız öğrenciler… Marie Curie’nin, hem özel hem de profesyonel yaşamı boyunca hemcinslerini desteklemeye, cesaretlendirmeye ve onların kariyerlerinin önünü açmaya büyük önem verdiği dikkat çekiyor.

Irène Curie, annesinin izinden giderek bir kimyacı ve fizikçi oldu ve 1935’te, eşi Frédéric Joliot ile birlikte, indüklenmiş radyoaktifliği (alfa parçacıkları ile çeşitli hafif elementlere bombardıman yaparak yeni radyoaktif elementlerin yapay olarak oluşturulması) buluşlarından dolayı Nobel Kimya Ödülü’nü kazandı. Marie’nin hekim ablası Bronya ise, Varşova’da Maria Sklodowska-Curie Onkoloji Enstitüsü’nün kurucu ortağı ve ilk müdürü oldu.

Marie’nin laboratuvarında çalışan kadın meslektaşlarından birçoğu, önemli başarılar elde etti. Bunlar arasında, Leeds Üniversitesi’nde toryum ve patlayıcılar üzerine yaptığı çalışmalarla 1918 yılında doktor unvanını kazanan ilk kadın olmakla birlikte daha sonra öğretim üyeliğine yükselen May Sybil Leslie; 1911’de Curie laboratuvarına Budapeşte’den gelen ve daha sonra bir Macar üniversitesinde ilk kadın profesör olan Irén Götz; veya 1917’de Norveç Bilim ve Edebiyat Akademisi’ne seçilen ve kendi ülkesinde akademisyen olarak onurlandırılan ikinci kadın olan Ellen Gleditsch bulunuyordu.

Marie Curie, 1906 yılında Ernest Rutherford’un (1908 Nobel Kimya Ödülü sahibi) asistanı olarak çalışan Harriet Brooks’u laboratuvarına kabul etti. Brooks, 1901 yılında McGill Üniversitesi’nde fizik alanında yüksek lisans derecesini alan ilk kadın olmuş, sonrasında New York’taki Barnard College’a geçmişti. Harriet, yaklaşan düğününden sonra kolejdeki fakülte üyeliğini sürdürmeyi düşünüyordu, ancak dekan bu planına karşı çıkmış, istifasını istemişti. İstifa etmek şöyle dursun, Harriet bu haksız karara var gücüyle itiraz etmişti: “Bir kadının mesleğini icra etmeye hakkı olduğunu ve sadece evlendiği için mesleğini bırakmaya mahkûm edilemeyeceğini göstermenin, mesleğime ve cinsiyetime borçlu olduğum bir görevdir diye düşünüyorum,” demişti. Ne var ki Harriet, pes etmek zorunda kalmış, nişanını bozmuş ve sonunda Paris’te Marie Curie’nin laboratuvarına kabul edilmişti. Rutherford ile birlikte araştırmaları ve Paris’teki çalışmaları sayesinde, Kanada’nın ilk kadın nükleer fizikçisi oldu. Ayrıca, radon elementini keşfeden ve onun atom kütlesini belirlemeye çalışan ilk kişilerden biriydi.

Hertha Ayrton, bir diğer önemli figürdür. Britanya kökenli elektrik mühendisi, matematikçi, fizikçi ve mucit olan Ayrton, aynı zamanda Marie Curie’nin yakın dostuydu. Elektrik alanında özellikle elektrik arkları üzerinde yaptığı öncü çalışmalarla tanınmış ve birçok mesleki ödül kazanmıştı. O dönemde üç binden fazla erkek üyesi olan Elektrik Mühendisleri Enstitüsü’ne kabul edilen tek kadın olarak tarihe geçmiştir. Ayrıca, militan bir kadın hakları savunucusu olarak da biliniyordu Ayrton. Mart 1909’da, Britanya basını Curie’lerin başarılarının çoğunu yalnızca Pierre’e atfettiğinde, Hertha Ayrton, Marie’yi savunmayı görev bildi. Westminster Gazette‘in editörüne yazdığı bir mektupta, “Hataların kökünü kazımanın ne kadar zor olduğu bilinir,” diyerek şu şekilde devam etti: “Aslında bir kadının eseri olan bir şeyi bir erkeğe atfeden bir hatanın, bir kediden çok daha fazla canı vardır.” Gazete, iki gün sonra yaptığı hatayı kabul etti ve Hertha Ayrton’a teşekkür ederek radyumun gerçek kâşifi olarak Marie Curie’yi gösterdi.

Marie Curie’nin yaşam hikâyesi, sonunda ölümüne yol açan radyoaktif elementlerin keşfinden çok daha fazlasını barındırıyor. Marie’nin çok yönlü kişiliğini, hem özel hem de mesleki hayatını; bilim kadınlarının karşılarına dikilen engelleri aşmak ve toplumsal ön yargıları yıkmak adına verdikleri mücadeleyi keşfetmek veya yeniden gözden geçirmek için bu yeni kitabı kesinlikle tavsiye ederim. Kitap, 30 kısa bölümden oluşması nedeniyle kolayca okunabiliyor (her bölüm başlığının belirli bir kimyasal elemente atıfta bulunması, Primo Levi’nin Periyodik Tablo adlı eserini anımsatmaktadır). Bilim okurları, daha önce Lauren Redniss[7]L. Redniss, Radioactive: Marie & Pierre Curie: A Tale of Love and Fallout, It Books, 2010. ve Susan Quinn[8]S. Quinn, Marie Curie: A Life, Da Capo Press, 1996. tarafından kaleme alınan iki önemli Marie Curie biyografisini de ilgiyle okuyabilirler.

Yazar hakkında

Dava Sobel (d. 1947), New York Times’ın Bilim Haberleri bölümünde çalışmış ve hâlen Scientific American dergisinde editörlük yapan Amerikalı bir yazardır. Bilimsel konuları popüler bir biçimde ele alan Sobel, birçok kitaba imza atmıştır. Bunlar arasında Türkçeye de çevrilmiş olan Boylam (Longitude) ve Galileo’nun Kızı (Galileo’s Daughter), yazarın özellikle okumaya değer iki eseridir.

Sedat Ölçer,
Bilim Akademisi üyesi

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
1 È. Curie, Marie Curie: Bir Bilimkadınının Olağanüstü Yaşamöyküsü, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 2017.
2 D. Sobel, The Elements of Marie Curie, How the Glow of Radium Lit a Path for Women in Science, 4th Estate, Ekim 2024.
3 https://www.smithsonianmag.com/history/how-marie-curie-brought-x-ray-machines-to-battlefield-180965240
4 https://history.aip.org/exhibits/curie/resbr1.htm
5 https://www.nobelprize.org/prizes/lists/all-nobel-prizes
6 A. Einstein, The Late Emmy Noether: Professor Einstein Writes in Appreciation of a Fellow-Mathematician, The New York Times, 4 Mayıs 1935.
7 L. Redniss, Radioactive: Marie & Pierre Curie: A Tale of Love and Fallout, It Books, 2010.
8 S. Quinn, Marie Curie: A Life, Da Capo Press, 1996.
Önceki İçerikMeraklısına Bilim: İnsanı anlamanın bilimi – Antropoloji
Sonraki İçerikBilime Giriş 101 – Kişisel bir perspektif
Sedat Ölçer

Bilim Akademisi üyesi Sedat Ölçer lisans ve doktora derecelerini Elektronik Mühendisliği alanında İsviçre Lozan Politeknik Üniversitesi’nden aldıktan sonra, 1981-1984 arasında Stanford ve Yale Üniversitelerinde araştırmacı olarak çalıştı. 1984-2012 arasında IBM’in Zürih Araştırma Laboratuvarı’nda farklı projelerde araştırmacı ve yönetici olarak yer aldı. Sonrasında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği, Bilgisayar Bilimleri ve Bilgisayar Mühendisliği bölümlerinin başkanlığını ve Fen Bilimleri Enstitüsü’nün direktörlüğünü yaptı. Uzmanlık alanı enformasyon kuramı, veri iletimi, veri saklama, sinyal işleme ve algoritmik sistemlerdir. Diğer uzmanlık alanı bilim ve teknoloji tarihi, bilim felsefesi ve evrim kuramıdır.