Söyleşi – “SAHADA: Cumhuriyetin Harcında Bilim ve Kadınlar”

“SAHADA: Cumhuriyetin Harcında Bilim ve Kadınlar” Ekim 2023’te yaklaşık bir yıl süren bir araştırma süreci sonunda Bilim Akademisi Yayınları’ndan çıktı.  Cumhuriyetin ilk yıllarında saha araştırmaları yapmış 12 kadını konu alan kitap bu kadınların öğrencileri, aile üyeleri ve alanlarındaki uzmanlarla yapılan söyleşilerden oluşuyor. Kitapta yer alan isimler şöyle: Fahire Battalgazi (zooloji), Leman Cevat Tomsu (mimarlık), Atıfe Dizer (paleontoloji), Asuman Baytop (botanik), Halet Çambel (arkeoloji), Saadet Ergene Bayramoğlu (zooloji), Cazibe Sayar (paleontoloji), Behice Boran (sosyoloji), Mübeccel Kıray (sosyoloji), Fatma Başaran (sosyal psikoloji), Jale İnan (arkeoloji) ve Nuriye Pınar Erdem (jeoloji).

Kitabın araştırma süreci Ekol Vakfı tarafından desteklendi. Kitabı Müsemma Sabancıoğlu yayına hazırladı, Maral Yağyazan projenin koordinasyonunu üstlendi ve Seher Yeğin arşiv araştırmalarından sorumluydu. Araştırma sürecini yürüten ve kitabı yayına hazırlayan ekiple kitabın perde arkasını konuştuk.

“SAHADA: Cumhuriyetin Harcında Bilim ve Kadınlar” hakkında daha fazla bilgi için tıklayınız.
Satın almak için tıklayınız.


Nasıl başladığınızı, projeye nasıl dahil olduğunuzu anlatır mısınız?

Müsemma Sabancıoğlu: Cumhuriyetin 100. yılı için bir iş yapmak istedik, bu projeyi kurguladık ve uzun zaman da destek aradık. Sonunda Bilim Akademisine bu işin gerçekleşmesi için destek olan Ekol Vakfı oldu. Üç kişilik, yani küçük bir ekip kurduk Ağustos 2022’de. Önce bir ön araştırma yaptık. Cumhuriyetin ilk yıllarında bilim yapmış kadınların isimlerine ulaştık, yüzeyde bir literatür taramasıydı bu, fakat sonra sadece Bilim Akademisinde yapılabilecek, orada mümkün olabilecek başka bir çerçeve çizdik. Sayısı 200’e yakın üyemize alanlarında önemli gördükleri, yetişmelerine emek vermiş kadınları sorduk, belki biraz dağınık, ama uzun, kapsamlı bir listeye ulaştık. Bu kıymetli bir liste şimdi. Tüm proje boyunca sürekli bir telaş halindeydik, şimdi ben bazı yaptığımız işlerin, zaman baskısı olmadan yeniden yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bu liste başı çekiyor bu işlerin içinde bence. Bilim Akademisinin üyeleri çok çeşit alanlarda, kendi uzmanlıklarında çok ileri aşamalara gelmiş, etki alanı büyük araştırmalara imza atmış kişiler, onların yetişmelerinde rol oynayan tüm isimlerin kayıt altına alınması mühim. Burada yer alan isimler bilim tarihimizde yer almıyor yeterince, haklarında yapılmış kapsamlı çalışmalar yok. Bizim yaptığımız türden işlerin bir kıymeti de budur, çok duyulmayan ama memleketin harcına karışmış insanların, onların emeklerinin ortaya çıkarılması önemli. 

Maral Yağyazan: Bilim Akademisi Genel Koordinatörlüğünden ayrıldığım bir dönemde farklı bir iş yapmak istiyordum ve bu proje de daha önce içinde bulunmadığım türden bir işti. Pek çok şey öğrenme olanağı vardı, Müsemma beni ikna etti işin doğrusu ve böylelikle dahil oldum projeye. Koordinasyon kısmına uzak değildim ama araştırma ve araştırma sonuçlarının kitap haline dönüşü süreçlerini bilmiyordum. Heyecan vericiydi çok, hayır diyemedim açıkçası. Formasyonum tarih olmadığı için korkutucu yanları da yok değildi, arşivlerde, kütüphanelerde çalışacağımız belliydi. Merak ettim işin nasıl olacağını ama bu kadar zevkli olacağını düşünmemiştim. Tarih okumayı keşke zamanında düşünseydim demedim değil yani özetle. Peşinde koştuğumuz bazı bilgiler dedektiflik yapmayı da gerektirdi çünkü, sürekli akıl yürüttük, ilginç bir şey bulmak çok heyecan verici oldu. 

Ekol Lojistik Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Musul, Maral Yağyazan, Bilim Akademisi 2021-2024 Dönem Başkanı Canan Atılgan, Müsemma Sabancıoğlu, Seher Yeğin, Ekol Vakfı Başkanı Erdal Yıldırım (SAHADA tanıtım toplantısı, Pera Müzesi, 23 Ekim 2023)

Seher Yeğin: Üniversiteden mezun olmama birkaç ay kala İstanbul Üniversitesi Bilim Tarihi bölümünden hocam Meltem Kocaman’ın vesilesiyle Bilim Akademisiyle tanıştım. Bir akşam üzeri bir mail aldım Müsemma’dan. Muhtemelen bunu daha önce ona da söylememişimdir, “ufak bir araştırma işi” diye bahsettiği şeyin beni inanılmaz heyecanlandırdığını. Daha doğrusu havaya uçurduğunu… İki bilim kadınının adını veriyor ve onlarla ilgili bir internet taraması işinden bahsediyordu. Gerçekten bilim tarihi yapmak isteyen yeni bir mezundum tabii o sıralar, bu yüzden çok heyecanlandım. Onun önerdiği ve benim bildiğim arşivler üzerinden İnternet’te tarama yaptım ve çok az bilgiye ulaşabildim. Bu kadınlardan biri Atıfe Dizer’di. Adını aratınca hiçbir bilgi çıkmıyordu zaten. Kendisiyle ilgili bulabildiğim tek şey vardı. O da bir gazetenin eşi Muammer Dizer’le yaptıkları röportajda Atıfe Hanım’a ayrılan birkaç satırdı. O sıralar benim proje fikrinden haberim yoktu. Birkaç ay sonra Müsemma ile görüştük, projeden bahsetti ve çalışmak isteyip istemediğimi sordu. Tabii ki çok istiyordum. 

Saha çalışmalarına odaklanma fikri nasıl şekillendi?

Müsemma Sabancıoğlu: En başta biraz savrulmuş görünüyordu proje, bir türlü ayakları sağlam basmıyordu yere, fakat danışmanlarımız vardı, sorularla gittiğimizde deneyimlerini, bilgilerini, bakış açılarını bizimle paylaşan. Bilim Akademisi üyesi Yeşim Arat ve Feza Günergun’dan her kritik aşamada destek aldık. Unutulan isimlerin hatırlanması bir amaçtı, bilinmeyen işlerin ortaya çıkması bir başka amaç. İlerledikçe, bu kuşağın yaptığı işlerde, hayatlarının denk geldiği dönemlerdeki ortak paydanın bize Türkiye’nin tarihiyle ilgili çok ilginç bir bakış açısı sunduğunu gördük. Projenin yarısına geldiğimiz bir aşamada oldu bu, sonra taşlar yerine oturdu. Saha çalışmalarına odaklanmak fikri tam bu zamanlarda ortaya çıktı. 

İçindekiler sayfası – SAHADA: Cumhuriyetin Harcında Bilim ve Kadınlar
Arşiv araştırma süreci nasıl oldu? Nasıl yönettiniz süreci?

Maral Yağyazan: Ekip çalışmasına uygun bir uygulama seçtik ve burada her isim için kart açtık. Önce çevrim içi kaynaklara baktık, araştırma sonucunda kayda değer bilgi bulan, ilgili bağlantıları bu kartlara ekledi. Birbirimizin bulduklarını da böylelikle takip edebildik, zaman içinde birikti burada toplanan bilgiler. Bazı arşivlerde epey geniş çaplı aramalar yaptık, Başbakanlık Arşivinde Seher Yeğin çalıştı mesela, oradaki belgelerde pek çok isim de çıktı, bize bir biçimde ulaşmayan. Aslında projenin takvimine dair söylemek gereken bir şey var: Zamanlamada bizi en çok yoran, uzun zaman belirsiz kalan işlerden biri, söyleşi yapılacak isimleri kesinleştirmek oldu, bunlar kesinleşince daha hızlı ilerledik. Bu ayrıntılar netleştiğinde bile proje takvimini etkileyen üç büyük olay oldu. Aralık ayında Covid-19’a yakalandı bazılarımız, 6 Şubat’ta deprem oldu ve mayıs ayında seçimler vardı. Bu üç ay verimimiz düşüktü, bir sene değil dokuz ayda yapmış olduğumuzu söyleyebiliriz kitabı. Şunu da söylemek lazım, üç kişiyle bu kadar kısa zamanda böyle işlerin mümkün olabileceğini düşünmek yanıltıcı olabilir. Çok daha fazla sayıda insan ve kaynak gerekiyor bu türden projeler için aslında.

Seher Yeğin: Başbakanlık Cumhuriyet arşivinde bazı isimlerin yanında “tayin” gibi genel bir kelime altında arama yapınca, adını duymadığımız, asistan olarak atanan pek çok kadının adına da ulaştık. Atanma belgelerinde, maaş bilgisi de oluyordu. Fakülte ismini kullanarak, Edebiyat Fakültesi, tayin gibi kelimeler altında yapılmış aramalardı bunlar. İstanbul ve Ankara Üniversitesi en eski üniversiteler tabii, onlar için yaptık bu aramaları. Anahtar kelimelerle epey bir vakit geçirdik, çok yaratıcı olmamız gerekti çevrim içi kaynaklar için.

Müsemma Sabancıoğlu: Kitabın ilk bölümünde, diğer bölümler için de geçerli olan bir dipnot var. İstanbul Üniversitesinde doğa bilimi çalışmış, bir Alman Hoca’nın adının yazılışıyla ilgili, o dipnot okuyucuya, ama daha çok araştırmacılara fikir vermesi için düzenlendi. Bu kişinin adı Curt Kosswig. Fakat onun hakkında araştırma hakkında yapan herkesin hem adını, hem soyadını çeşitli şekillerde yazarak araştırma yapması lazım, bu çevrim içi kaynaklar için önemli bir bilgi aslında. Kosswig soyadı, Kozvig, Kosvit, Cosvik olarak da yazılabiliyor, artık orada tahminler işin içine giriyor, şansınız yaver giderse buluyorsunuz yeni bilgileri.

Önce çok genel arama motorları aramalarından, bu genel aramalarda hemen de ulaşılamayan PDF dosyalarına çeşitli yollarla ulaşarak, veri tabanlarını, Türkiye’de araştırmaya açık olan, yurt dışında da Türkiye ile kaynakları barındıran arşivleri taradık. Örneğin Taha Toros Arşivini zaten biliyor ve kullanıyorduk, çok rasgele, muhtelif konular hakkında gazete, dergi kupürleriyle dolu ilginç bir arşivdir bu. Şehir Üniversitesine bağışlandıktan sonra, orada dijital hale getirildi kısmen, Şehir Üniversitesi kapatılınca Marmara Üniversitesine devredildi bu arşiv de. Bir süre kullanıldı Marmara’ya devrildikten sonra ama sonra yine, başka bir nedenden kapatıldı. Şimdi ulaşılamaz halde, hukuki bir süreç olduğu belirtildi, ne zaman açılacağı da belli değil gibi görünüyor. Bu türden zorluklar oldu hep, oluyor yani, bir belge bulunduğu zaman adresi, kaydı kuydu ile her zaman bir kenara not alınmalı, biz bunu yaptık çoğunlukla, ama kitaba Taha Toros Arşivinden sadece bir belge girmiş oldu. Türkiye dışında en çok kullandığımız, San Francisco’da olan Internet Archive oldu. Onlar bizi de ilgilendiren pek çok kaynağı da, (Türkçeleri de) sayısal ortama aktaran, bir yandan da interneti arşivlemek gibi bir işin peşinde olan kayda değer bir yer.

Müsemma Sabancıoğlu, Maral Yağyazan ve Seher Yeğin (2023 – İstanbul)

Seher Yeğin: Anahtar kelimelerle ilgili şunu eklemek lazım bir de. Leman Cevat Tomsu’nun kendisini eğitimini anlattığı bir gazete haberi buldum ben.  Leman Hanım hakkında Bilim Akademisi üyesi Zeynep Çelik ile yaptığımız söyleşiye hazırlanıyorduk. İstanbul Üniversitesi gazete arşivinde çalışıyordum, çevrim içi olarak. Anahtar kelimeler belirlemiştim, ama bu anahtar kelimeler konusunda daha yaratıcı olmak gerektiğini zaman içinde anlamıştık. Leman Hanım’ın önce adını, sonra babasının adını, ve bu isimlerin değişik biçimlerde yazılış hallerini aradım. Bazı haberlerde Leman Hanım ya da Bayan Leman olarak geçtiğini anladım, tanımadığım pek çok Leman Hanım arasından biri de bizim aradığımız kişi çıktı ve Leman Hanım’ın kendisini, eğitimini anlattığı bir gazete haberi buldum. 

Müsemma Sabancıoğlu: Soyadları tabii, en büyük zorluk oldu. Soyadı Kanunu 1934 tarihlidir. Bu tarihten evvel babalarının adlarını kullanıyorlar. Bunun en çarpıcı örneği, Saadet Ergene sanırım. Önce Saadet Ferhat (ya da Ferhad) olarak, soyadı kanunundan sonra Saadet Ferhat Akad, ilk evliliğinden sonra Saadet Ergene, ikinci evliliğinden sonra da Saadet Ergene Bayramoğlu olarak geçiyor kayıtlarda, tüm bunları akılda tutmak gerekiyor. Benzer bir durum, kitabın ilk bölümünde yer verilen Fahire Hanım ile ilgili olarak da var, ama onun hikâyesi daha ilginç, evlilikler değil onun soyadındaki karmaşa, daha başka bir mesele var orada.

Maral Yağyazan: Özellikle İnternet’te bilgiler konusunda bir karmaşa vardı, onları da ayıklamak ve doğrulamak zaman aldı. Kopyala yapıştır şeklinde üretilmiş çok sayıda yazı vardı ve bir kişi hata yaptı mı, bu hata her kaynağa giriyordu. 

Müsemma Sabancıoğlu: Maral’ın bu dediği çok önemli, doğruyu yanlıştan nasıl ayıracağız, bilgiden nasıl emin olacağız? Özellikle fotoğraflar konusunda tam bir kaos hakimdi internette, doktorlar söz konusu olduğunda birinin fotoğrafı yanlış biçimde dolaşıma girmiş olabiliyordu. Gördüğümüz bir fotoğrafın, adı geçen kişiye ait olduğundan bile emin olmak mümkün değildi. Personel Daire Başkanlığında dosyalara bakmak için izin istedik, İstanbul Üniversitesi izin verdi bize. Çok soğuk günlerde, binanın en alt katında, üstümüzde kat kat kıyafetler burada çalıştık günlerce. Fotoğrafları orada gördük, yazışmalardan kronolojiyi, bağlamları anladık. Burada çalışabilmek büyük şans oldu, orada bize destek olan arşiv görevlilerine teşekkür borçluyuz, bize sıcak çay ikram ettiler, yanımıza elektrikli soba getirdiler.

Seher Yeğin: Araştırma işinde bizi en zorlayan kısım, arşivlerin kendisiydi. Çevrim içi katalog taramalarda gördüğümüz kaynakları kütüphaneye gidince “bunlar şu an burada değil” cevabını aldığımız çok oldu. Birçok arşivin ortak problemi yersizlik ve bina yetersizliği. Yetkililer bazı eserlerin başka bir binaya taşınması kararını alıyor, kaynaklar kolilenip taşınmaya hazır hale getiriliyor -tabii o esnada katalogda rafta görünmeye devam ediyor- ancak o taşınma işlemi bir türlü gerçekleşmiyor. Yıllardır kolilerdeymiş bazı arşivlerin kitapları. Haliyle çıkarılıp okuyucuya da verilemiyor. Bir üniversite kütüphanesi, deprem, bina yetersizliği ve türlü bahanelerle sürekli oradan oraya taşındığı için fakülte öğrencileri bile nerede olduğunu bilmiyordu. “Sora sora bulamamak” desem ancak ifade eder yaşadığımız durumu. Bütün bu problemlere rağmen dijitalleşme maalesef çok az. Bina problemi varsa kaynakları dijitale aktarmak mantıklı olan çözüm olurdu, kitapları raflardan depolardan kaldırıp okuyucuyu ve araştırmacıyı geri çevirmek değil. Araştırmacıyı zora sokan durumlardan biri de tek seferde sınırlı sayıda kaynak isteyebildiğimiz kütüphaneler ve buralarda depodan belli aralıklarda kaynak talebinde bulunulabiliyor olması. Bir kütüphanede yalnızca saat başına kadar talep alınıyor ve depodan kaynağın gelmesi yarım saati buluyor. Kalan yarım saatte talep ettiğiniz kaynakların tümüne bakamayacağınız için -alınanları teslim etmeden yeni talepte  de bulunulamıyor- sonraki saat başına yetişemiyorsunuz ve bir sonraki saat başını beklemek durumunda kalıyorsunuz. Bu da araştırmacı için ciddi bir zaman kaybına neden oluyor. Örneğin altı kitaba bakacaksanız bu dört, beş saatinizi alabiliyor. Online kaynak sağlayan kütüphanelerin de durumu iyi değil. E-postanıza dönüş yapmaları üç haftayı bulabiliyor. Az zamana çok iş sığdırmak durumunda olan araştırmacılar için büyük bir problem. Bunlar zorlukların çok küçük bir kısmı. Arşiv araştırmacılığı, sorun çözme kabiliyeti gerektiriyormuş, bu işte öğrendiğim şeylerden biri bu. Gerek online tarama, gerek fiziksel arşiv taraması sürekli yeni yöntemler öğrenebileceğin/geliştirebileceğin bir dünya bence. Bir yıllık araştırma projemizin 11. ayında hala yeni yöntemler, yeni yerler, yeni alanlar keşfederken buluyordum kendimi ki en keyif aldığım da bu oldu. Artık hayatta olmayan bu kadınların elinden geçen, onların imzalarını taşıyan o kağıtlara yıllar sonra bir araştırmacı olarak dokunmak, en heyecanlı yönlerinden biriydi bu işin. Belgeleri birbirine tutturmak için zımba niyetine kullanılan çivimsi iğnelerin pasını “ya elime batarsa” diye düşündüren o tatlı kaygıyı unutamayacağım sanırım. 

Peşinde koşmazken rasgeldiğiniz ver kitapta kullandığınız bilgiler oldu mu?
The Quarterly, Nisan 1935

Maral Yağyazan: Halet Çambel’in Arnavutköy Amerikan Kız Koleji yıllıklarında yayımlanan bir tiyatro oyununu bulduk. Bunu bulmak çok güzel oldu. Bir edebiyat dergisinde yayımlanmıştı bu, oyunun yazarı Mina Urgan aslında ve oyunda Çambel Gobi Çölünden yeni dönmüş bir arkeoloğu canlandırıyor. Bu oyuna, Halet Çambel bölümünün önsözünde yer verdik. İngilizce, bilim kurgu bir tiyatro oyunu. Biraz araştırdık başka bir yerde söz konusu oldu mu diye, bilinmeyen bir oyun bu anladığımız kadarıyla. Biz o gün Atatürk Kitaplığına İngilizce ve Fransızca dergileri taramak için gittik, asıl derdimiz dergilerdi yani. Çeşitli alanlarla, bizim araştırmak istediğimiz kadınların çalışmalarına yer vermek ihtimali yüksek dergilerin adları vardı elimizde. Arnavutköy Amerikan Kız Kolejiyle ilgili yayınlara da bakmaya karar verdik, hangi liselerden mezun olduklarını biliyorduk. Erenköy Kız Lisesi, Kandilli Kız Lisesi, Arnavutköy Koleji ile ilgili de arama yaptık. Pek ummuyorduk aslında, ama atlamamış olmak için kaynak taraması yapıyorduk. Öyle bir anda karşımıza çıktı bu tiyatro oyunu. 

Müsemma Sabancıoğlu: Bu tiyatro oyunu çok ilginç, Sarkaç için ayrıca değerlendirmek istiyoruz, uzun uzadıya bir değerlendirmeyi hak ediyor çünkü.

Liselerden bahsetmişken, liseler konusunda neler biliyoruz, hangi liseler öne çıkıyor? Görüştüğünüz belli başlı okullar oldu mu?

Maral Yağyazan: Erenköy Kız Lisesi ile görüştük, 1945 yılında okul binası tamamen yanıyor.  Bizim projede yer alan isimler ile ilgili yıllıklar, kayıtlar yok olmuş. Erenköy Kız Lisesi Derneği’nin okulun 100. Yılı için hazırladığı kitap ilgilenenler için iyi bir kaynak olabilir.  “Genç Fidanlar Bahçesi, Erenköy İnas Sultanisi’nden Erenköy Kız Lisesi’ne, 1916-2016” 

Robert Kolejin arşivinden de faydalandık, kitapta yer almayan başka bir isim için, orada kayıtlar ulaşılabilir durumda.  Bizim derinlemesine araştırmak istediğimiz isimlerin çoğu Erenköy ve İzmir Kız Lisesinden mezundu. İzmir Kız Lisesi bizim ele almak istediğimiz isimlerin en çok sayıda mezun olduğu yerdi. 

Müsemma Sabancıoğlu: Kandilli Kız Lisesi ile ben konuştum, onların da 1986’da başlarından geçen büyük bir yangın var, okulda araştırma yapmak için özel izin gerekiyordu, bizim derinlemesine araştırma yapmak istediğimiz isimler Kandilli’den mezun değildi, dolayısıyla Maral’ın dediği gibi oraya gitmemiş olduk, çünkü çok kısıtlı bir zaman takviminde hareket etmek zorundaydık. Okulda bazı kayıtların olduğunu ama yıllıkların bulunmadığını öğrendim bir telefon konuşmasında. Yangın meselesi ilginç, tüm araştırma sırasında karşımıza en çok çıkan olay yangın oldu. İstanbul konusunda yangın ve şehrin tarihinin iç içe geçmiş olduğunu biliyordum ben mesela, fakat eğitim kurumlarının da yangınlardan bu denli zarar gördüğünü fark etmemişim. Özel olarak bakılmadıkça fark edilmez bu ayrıntılar tabii, liselerin başına gelen İstanbul Üniversitesinin de başına geliyor, bir Zeynep Hanım Konağı yangını var (1942), üniversitesinin tüm jeoloji koleksiyonlarının kaybına yol açan mesela. Ahşap yapılar bunlar tabii, korumalı değiller. 

Kullanamadığınız belgeler, bilgiler oldu mu?

Müsemma Sabancıoğlu: Bazı malzemeyi kullanamadık tabii, Taha Toros arşivinde Fahire Hanım hakkında bir haber bulduk mesela, o kıymetli bir haberdi, fakat kitabın bir hat üzerinde ilerlemesi gerekiyordu, her beğendiğimizi koyamazdık, bir karmaşa çıkardı ortaya. Bu bahsettiğim haber Tan gazetesinde yer almıştı, ama onun Tan’da yayınlandığını nereden bildiğimizi unutmuşuz. Taha Toros Arşivi, bahsettiğim gibi rasgeledir, dağınıktır, her belgenin tarihi yoktur. 

Tan gazetesi 20 İlkteşrin 1937. Kaynak

Seher Yeğin: Müsemma, gazete fontlarından, başlıklardan haberin adresinin Tan olduğundan emin oldu bir noktada. Haberde Fahire Hanım tanıtılırken kullanılan ifadelerden hayatının neresine denk geldiğini anladık, tarih aralığını daralttık bu şekilde. Böyle bir filtreleme yapınca haliyle daha kısa sürdü bulmam. Ama o haberin kitapta yer almasını o kadar istiyordum ki Tan gazetesinin çıkan tüm sayılarını tek tek tarayabilirdim bunun için, öyle bir motivasyonum vardı yani. Kitapta yer almadı, ama burada yayımlayalım. Haberde Fahire Hanım’ın yanı sıra dönemin önemli kadınları, meslek seçimlerinde rehberlik ediyor. Başlıksa bence çok çarpıcı: “Kızlarımız Kendilerine Hangi Meslekleri Seçmeli?” ve alt başlık; “Meslek Kadınları ile Konuştuk.” Süreyya Ağaoğlu, Pakize İzzet (Tarzı) gibi öne çıkan isimlerle konuşulmuş bu haberde. O dönemde yaşayan ve gazetede bu haberi okuyan 17 yaşında bir Seher hayal ettirdi bu haber bana hep. Şöyle diyordu Fahire Akif: “Yalnız kendi­lerinde büyük bir feragat ve daimî çalışmak kuvvetini bulan kızlarımıza ilim hayatını tavsiye ederim.” Çok şey anlatıyor bu cümle.

Bölüm girişlerinde bir fotoğraf ve bir de alıntı yer alıyor. Bu editöryel bir karar, fotoğrafları, alıntıları neye göre seçtiniz? 

Müsemma Sabancıoğlu: Gülümseyen fotoğraflarını kullanmak istedik, gülümseyen, kendi dünyalarını yansıtan fotoğraflar olsun istedik. Fahire Hanım bölümünde ana fotoğraf bizim seçtiğimiz olmadı mesela, tasarımda değişti bu. Öncelikle onların kendi sesini duymak, duyurmak istedik, ama hiç kolay bir iş değilmiş bu. Fahire Hanım ile ilgili çok fazla sayıda gazete haberi bulduk, biraz sıradışı biçimde çıktu ve bunun da ilginç olabailecek bir nedeni varnış, bölümde anlatılıyor. Leman Hanım’ın kullandığımız alıntısını Seher nasıl bulduğunu anlattı az evvel. Fakat Atıfe Dizer söz konusu olduğunda onun söylediği, genele hitap edebilecek, kişiliğine dair izler taşıyacak bir alıntı bulmak çok zor bir iş haline geldi. Makalelerini taradık, kitaplarına baktık, jeoloji dergilerini taradık. Ses kaydı, metin hiçbir şey yoktu.

Seher Yeğin: Fosil dergisinde bulduk sonunda, Jeolojiye Emeği Geçenler kitabında yer alıyordu bu alıntı, Fosil dergisinde orijinali de bulduk. Üniversiteli Kadınlar Derneğinin başkanlığını yapmış biriydi Atıfe Dizer. Başkanlığı döneminden kalan bir konuşması mutlaka bir yerde vardır diye düşünüyordum. Yalnız onun dönemi 12 Eylül’den hemen sonra. O dönem derneğin toplantıları iptal edilmiş, karışık bir döneme denk geldiği için pek bir faaliyette bulunmamış olabilir. Sonunda sadece kitaba aldığımız kısa anket ile yetinmek zorunda kaldık. Kadın Eserleri Kütüphanesinde üniversiteli kadınları derneği ile ilgili arşiv malzemesi vardı mesela, hepsini taradım ben, hiçbir yerde yoktu onun kendi ağzından çıkmış ifadeler. 

Maral Yağyazan: Atıfe Hanım ile ilgili biz bir şeyler bulamamış olabiliriz tabii, ama o da kendisiyle ilgili pek konuşmayan, işiyle öne çıkmak isteyen biriydi belki, herkes ile ilgili bulabildiğimiz alıntılar vardı, onunla ilgili özellikle çok zor oldu bu, belki bu onun kişiliğine dair de bir fikir veriyordur.

Nuriye Pınar Erdem, Anadolu’nun depremleri, SAHADA: Cumhuriyetin Harcında Bilim ve Kadınlar, sayfa 269.

Müsemma Sabancıoğlu: Halet Çambel ile ilgili çok fazla malzeme vardı tabii, belki bu isimler arasında hakkında en fazla yazılmış kişi kendisi. Yaşamında da pek çok söyleşi vermiş. Cazibe Sayar çok zor oldu, en sonunda emeklilik dosyasında da yer almış bir belgeden, kendi kişisel arşivinden bir belgeden alıntı yaptık. Kendi emekliliğinden sonra koleksiyonunun nasıl değerlendirilmesini istediğini belirten bir belgeydi bu. Emekli de olsa sorumluluğu devam ediyor, bunu gösteriyordu. Kişisel hayatlarına ait, kendilerinin bilime katkısını aktaran alıntıların önemi vardı, fakat bilim yaptıkları dönemin koşullarını yansıtan alıntılara da yer verdik.

Nuriye Pınar Erdem bölümünde verdiğimiz alıntı bunun en çarpıcı örneklerinden biri oldu. Bir deprem haberinin geldiği yerde deprem olduğunu sanırdık, ama depremin olduğu yer orası olmayabiliyordu diyor özetle, aslında bilim tarihinde bir an’a işaret ediyor bu alıntı. 

Söz konusu isimlerin kişisel arşivlerine ne olduğuna dair kısa bilgiler yer alıyor kitapta, bu konuda ne söylemek istersiniz?

Müsemma Sabancıoğlu: Yeri geldikçe ve bu bilgiler önümüze çıktıkça yer verdik bu ayrıntılara. Fahire Battalgazi’nin ani ölümünden sonra hocası tarafından sahip çıkılan ama sonra sahipsiz kalan bir balık arşivi söz konusuydu, bu arşivle ilgili, ilk bölümde bilgiler yer alıyor. Fahire Hanım’ın üstünde çalıştığı bir monografi var mesela, kayıp bu. Türkiye Tatlı Su balıkları monografisi hazırlıyormuş vefat ettiği sırada. Atıfe Dizer’in arşivine, söyleşi yaptığımız İzver Hoca sahip çıkıyor,  onun nummulit koleksiyonu müzeye gidiyor, fakat müze İÜ çatısı altında sürekli yer değiştiriyor, şu an ulaşılabilir değil mesela bu koleksiyon. Mübeccel Kıray’ın ailesinden kimse yok, onun belgelerine ne olmuş olabileceğine dair çok uzun boylu değil ama bir araştırma yaptım ben, yaşamının son yıllarında ona yakın olan öğrencileri de bilmiyordu. Behice Boran’ın arşivinin de bir sahaftan çıktığını, sonra TÜSTAV’a gittiğini biliyoruz. Cazibe Sayar’ın, müzeye benzeyen evi onun ölümünden sonra kentsel dönüşüme girdiğinden boşaltılıyor, ona ait pek çok sayıda belge ve fosil örneklerinin dijital ortama aktarılması için, bölümün yazarı Gönenç Göçmengil’in fikirleri vardı. Jale İnan’ın arşivi kısmen Boğaziçi Üniversitesinde, Halet Çambel için de aynısı geçerli. Bu insanların arkada bıraktıkları Türkiye’nin tarihi aynı zamanda. Hayatını akademide geçirmiş bir insan, yaptığı araştırmalarla değil, hayatı boyunca kurumlarla, öğrencilerle çalıştığı için çok sayıda insana değer, dolayısıyla önemlidir onların arşivleri. Kimi korunabilmiş, kimi yok olmuş. Bu ayrı bir iş, buna ayrıca bakılması lazım. Kimin arşivine ne oldu, sorusu zaten genel olarak sorulduğundan altından bile değil, hemen ülkemize has koşulları açığa çıkaran çok sayıda hikâyeyi de içerir. 

En çok aklınızda kalan isim kim oldu?

Maral Yağyazan: Hepsinin yeri ayrı açıkçası. Yaptıkları işleri iş olarak değil görev olarak yapıyorlar, sorgulamıyorlar bile, çocuklarını bırakıp sahaya gidiyorlar, kimse de onlara “ne kadar işkolik!” demiyor, dediyse de biz bilmiyoruz ama şimdi olsa bunun rahatlıkla denebileceğini biliyoruz. Kariyer olarak değil memlekete katkı olarak görüyorlar yaptıklarını. İş olarak görseler bu kadar verici olamazlardı gibi geliyor bana. Çok sıra dışı bir durumdalar, yaşanan onca şeyden sonra yeni bir ülke kurulmuş sonuçta, canla başla çalışıyorlar. Çok fazla vakit geçirdik hepsiyle, kendi aile büyüğümüz kadınları bu kadar iyi tanımıyoruz tabii, artık sorabileceğimiz bir durum da yok, araştırma yapsak ancak dolaylı yollardan gitmek zorundayız kendi ailelerimizle ilgili.

Müsemma Sabancıoğlu: Ailemizdeki kadınların arkalarında belge bırakmış olma ihtimalleri yok tabii, sıradan bir kadınla ilgili bilgi bulmak imkânsız neredeyse. Fotoğraflar belki, resmi evrak kaldıysa, ama mektuplar, kişisel belgeler… O belgelerin arkaya kalması için mutlaka toplumla ilişkili olmak gerekiyor. Çoğu kadın kendi anılarının kayda değer olduğunu düşünmüyor bile, değil evrakını saklamak.

Seher Yeğin: Bu soruya cevap vermek zor. Atıfe eğitimci yönünde aşırı verici, özel hayatını ve duygularını paylaşmada ketum oluşuyla aklımda kalırken Fahire kısacık ömrünü tanıyabileceğimiz kadar aktarmayı sevmesiyle aklımda kalacak. Mesela Nuriye Pınar, kitaba yansımadı bu tabii ama mizahı çok seven, sürekli şakalar yapan biri oluşuyla aklımda kalacak muhtemelen. Saadet Ergene en çok, kendisiyle ilgili yayımlanmış bir fotoğraf bulmakta zorlanışımızla… Behice Boran mücadeleci ruhun ve boyun eğmemenin en bariz örneği oluşuyla, Jale İnan tek başına kalmasına rağmen çalışmaktan vazgeçmeyişiyle…. Her biri farklı bir yönüyle aklıma kazındı. Onlar gerçekten de varoluşlarında günümüz nesline örnek oluşturacak, ilham verecek manidarlığı barındırıyor.


23 Ekim 2023’te yapılan tanıtım toplantısında SAHADA’yı yayına hazırlayan Müsemma Sabancıoğlu’nun konuşma kaydı: