Türkiye’nin yeni bir bilim ve teknoloji politikasına ihtiyacı var – I

Wave Background. Abstract Vector Illustration. 3D Technology Style. Network Design with Particle.

Yaklaşık 5 yıl önce Türkiye’nin bilim, teknoloji ve yenilik politikasını değerlendirdiğim Sarkaç yazısını şöyle bitirmiştim:

Türkiye özgün bir ekonomik büyüme öyküsü yaratmak istiyorsa, Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal yapısını da teknolojiyle birlikte dönüştürecek politikalar tasarlamalı. Bu minvalde Türkiye hukukun üstünlüğü ilkesinin benimsendiği, demokrasinin temel unsurlarının süratle tesis edildiği bir iktisadi güven ve düşünce özgürlüğü ortamında devletin aktif olarak teknolojinin yönünü ve yayılma hızını belirlediği, çeşitliliği artıran ve devletin rolünün değişim karşısında sürekli yeniden tanımlandığı, çevreye duyarlı, misyon odaklı yeni bir sanayileşme anlayışı gütmeye çalışmalı.”

Beş yıl önce bıraktığımız yerden devam edelim: Türkiye nasıl bir bilim ve teknoloji politikası kurgulamalı?

Bu sorunun 5 yıl önceki yazıda yer alan “yenilik” ifadesini içermemesinin bir nedeni var. Mevcut teknolojik paradigmanın (yarı iletkenlere dayanan yenilikler) sönümlendiğini düşünüyorum. Bir teknolojik paradigma sönümlenirken yenilikler azalabilir ve kalitesi düşebilir. Önceki radikal ürün ve süreç yeniliklerinin küçük adımlarla geliştirildiği bir dönem yaşarız (örneğin, ilk akıllı telefon bir radikal ürün yeniliği, ama sonraki versiyonların her biri bir adımsal yenilik). Bu aslında bir sonraki paradigmanın hazırlığıdır. Yeni bir teknolojik paradigma, toplumun benimseyebileceği (ahlaki, kültürel değerler vb.) ve piyasanın kabul edebildiği ölçüde (iktisadi kararlar) yeni teknolojik bilginin bilim ve teknoloji altyapısından çıkmasıyla belirir.[1]Dosi, G. (1982). Technological paradigms and technological trajectories: A suggested interpretation of the determinants and directions of technical change, Research Policy, Volume 11, Issue 3, Pages 147-162, Daha sonraki bir tartışma için bkz. von Tunzelmann vd. (2008). Technological paradigms: past, present and future.

Industrial and Corporate Change, Volume 17, Issue 3, Pages 467–484, https://bit.ly/3owhw3P

Bu nedenle önümüzdeki 10 yılda “yenilik politikasından” ve üründen öte “bilim” ve “teknoloji” politikası konuşmanın daha doğru olacağını düşünüyorum; eğer amacımız yarınları kurtarmaksa.

Bilim ve teknoloji faaliyetlerindeki konumumuzu ne kadar ilerlettik? 

5 yıl önceki yazı Türkiye’nin bilim, teknoloji ve yenilik üretiminde konumunu belirleyerek başlıyor.

“Türkiye, yeni bir teknolojik dönüşüm evresinde, göreceli zayıf ulusal yenilik (inovasyon)[2]Her ne kadar yenilik ve inovasyon kelimeleri Türkçe’ye yerleşmiş olsa da ben “yenilik” kelimesini tercih ediyorum. sistemi ile kuvvetli küresel değer zincirleri arasına sıkışmış, katma değeri yüksek ürün ve hizmet üretmekte zorlanan, yüksek teknolojili ürün ve hizmet ihracatı yapamayan, katma değeri düşük teknolojilerde sıkışmış, bir diğer ifadeyle orta-teknoloji tuzağında bir ülke görüntüsü veriyor.”

Gelin bu tespitin ne kadar değiştiğine veriler eşliğinde bakalım. Tablo 1 seçili bilim, teknoloji ve yenilik göstergelerinde Türkiye’yi AB 27 ortalaması, Çin ve Güney Kore ile karşılaştırıyor. Tüm göstergelerde bir gelişme kaydettiğimiz görülüyor; özellikle mutlak rakamlar büyüyor (Ar-Ge harcaması, patentler, tam zamanlı Ar-Ge çalışanları vb.). Ancak bu rakamları diğer ülkelerle karşılaştırabilmek için ortak bir ölçekte buluşturunca gelişmenin sıradan olduğunu görüyoruz.

Tablo 1: Seçilmiş göstergelerde Türkiye’nin konumu

Kaynak: OECD Main Science and Technology Indicators, 2022, Issue 1.
*Yakın zamanda Ar-Ge harcamaları istatistikleri revizyon geçirdi. TUİK 2015 yılına kadar Ar-Ge harcama / GSYİH oranını güncelledi ancak bu güncelleme henüz burada kullandığımız kaynağa yansımamış. Güncellenen rakamlar 2015 yılı için %0,97 ve 2020 için %1,37’dir.
**Aynı patentin Avrupa, Amerika ve Japonya Patent Ofislerinde tescil edilmesi.

Türkiye %1,09’luk Ar-Ge harcamasının milli gelirdeki payı ve kişi başı Ar-Ge harcaması rakamlarında AB ortalamasının çok gerisinde kalıyor. Hatta Çin ve Güney Kore gibi son yıllarda hızla gelişen ekonomilerle karşılaştırdığımızda bile bu ülkeleri geriden yakalamaya çalıştığımız görülüyor. Türkiye’nin kimi benzer göstergelerdeki artış oranı (2015-2020 arası) AB27, Çin ve Güney Kore’den çok farklı değil (hatta kimi zaman daha düşük). Oysa, teknolojik bilgi sınırını yakalamak isteyen bir ülke diğerlerine kıyasla daha hızlı koşmalı. Örneğin, Tablo 1 sağ alt panelde Türkiye’nin triadic patentler (aynı patentin Avrupa, Amerika ve Japonya Patent Ofislerinde tescil edilmesi) içindeki payının oldukça düşük olduğunu (binde 1), ama daha önemlisi son beş yılda bir ivme yakalayamadığımızı görüyoruz. Çin ve Güney Kore çok hızlı koşarak daha gelişkin AB’yi yakalamaya çalışırken biz yerimizde sayıyoruz.

Tablo 2 ise Tablo 1’de örnekleri olan pek çok göstergeyi bir arada değerlendiren çeşitli endekslerde (rekabetçilik, yenilik ve girişimcilik ölçen endeksler) Türkiye’nin 2015 ve 2020’deki konumunu gösteriyor. Kimi endekslerde yerimizde saydığımızı kimilerinde de gerilediğimizi görüyoruz.

Tablo 2: Yenilik ile ilgili endekslerde Türkiye’nin konumu

Global Competitiveness Index, Global Innovation Index, Global Enterepreneurship Index, European Innovation Index

Sonuçta teknoloji geliştirme ve yenilik konusunda bazı alanlarda yakalanan ivmenin (örneğin, savunma sanayi, oyun sektörü vb.) genele ve ortalamaya pek yansımadığını ve beş yıl önceki yazıda Türkiye’nin konumunu özetlediğim ifadenin son beş yılda çok da fazla değişmediğini söyleyebiliriz. Sıçrayamıyoruz; yavaş yavaş ilerliyoruz. Peki ne yapabiliriz?

Türkiye yıllardır bir çeşit “aktör yaratma” stratejisi uyguluyor. Yenilik sistemindeki aktörlerin eksik olduğunu düşündüğümüz için sürekli yeni aktörler yarattık (teknoparklar, tekno-girişimler, teknoloji merkezleri, hızlandırıcılar, inkübatörler, TTO’lar vb.). Fiziksel aktörler üzerine kurulu bir yenilik ortamı yaratmak istedik. Yenilik sistemi olgunlaştıkça aktörler arası ilişkilerin kendiliğinden kurulacağını varsaydık. Ancak böyle olmadı ve sonuçta çok aktörlü ama az işbirlikli bir yenilik ortamı oluştu ki bu ortam devlet desteğine rağmen beklenen sıçramayı yaratamıyor.

Dünyadaki eğilimler

Bilim ve teknoloji politikasında beş eğilim görülüyor: 

  • Daha genel, çok aktöre uygulanabilir politika araçlarından, daha odaklı, yararlanacak aktörlerin belirli kriterler ile seçildiği politika tasarımlarına bir kayış var. Örneğin Ar-Ge harcamalarına vergi muafiyeti getirilmesi ya da Ar-Ge teşvikleri daha genel bir yararlanıcı grubuna hitap ederken, güneş paneli hücresi geliştirmek için teşvik programı tasarlamak belli firmaları ve Ar-Ge laboratuvarlarını baştan seçen bir politika tasarımıdır.
  • Karmaşıklaşan teknolojik sorunlar karşısında tek amaç tek araç politika tasarımlardan öte ve pek çok farklı politika aracının konuştuğu politika sepetleri öne çıkıyor. Yukarıdaki örnekten devam edersek, iklim teknolojileri geliştirmek farklı teknolojik alanların ve sektörlerin birbirlerini tamamlayan bir şekilde hareket etmesini gerektirdiği için pek çok farklı politika aracının (Ar-Ge teşvikleri, talep yönlü destekler, regülasyon, nitelikli insan sermayesi çekilmesi vb.) tek bir ulvi amaca hizmet ettiği politika sepetleri tasarlanıyor.
  • Devletin daha aktif rol oynadığı bir politika çerçevesi oluşuyor. Devlet, neo-klasik politika anlayışındaki pasif ve piyasa müdahalelerinden kaçınan yapıdan sıyrılarak teknoloji geliştirirken oldukça müdahaleci hatta kimi zaman bizzat piyasa yaratan bir yapıya evriliyor. Regülasyonla piyasayı şekillendirmeye çalışmak ve mümkün olduğunca piyasa işleyişine karışmayan bir anlayışın terk edilmeye başlandığını görüyoruz. Örneğin Çin’de elektrikli araç teknolojileri geliştirmek için devlet 1990’lardan beri aktif olarak piyasa yaratıyor (kalkınma bankaları aracılığıyla sektöre muazzam devlet desteği verilmesi, kamu alımları, birbiriyle rekabet eden KİT’lerin yaratılması, yabancı şirketler-devlet ortaklığıyla üretim yapılarının oluşturulması vb.)
  • Yeniliği destekleyen kamu alımları, bir talep odaklı politika olarak her geçen gün daha fazla benimseniyor. Devlet yenilikçi ürünlere satın alım garantisi vererek, satın alacağı ürün ve hizmetlerde spesifikasyon belirlerken yenilik şartı getirerek yenilik süreçlerini destekleyebilir. Örneğin Türkiye’de TOGG ve Devlet Malzeme Ofisi arasındaki protokole göre devlet önümüzdeki üç yıl içinde 30.000 kadar farklı modelde araca satın alma garantisi verdi.
  • Özellikle iklim ve sürdürülebilirlik temalı büyük sorunların bilim ve teknoloji ile çözülmesi için misyon odaklı politikalar yükseliyor. Ar-Ge ve yenilik faaliyetleri kısa, net, açık, akılda kalıcı ve cesur hedefleri gerçekleştirecek şekilde tekrar koordine ediliyor. Örneğin, “2030 yılında Avrupa’da 100 sıfır-karbon şehir” misyonunu gerçekleştirmek için politika araçları, aktörler ve sektörler arasındaki ilişkiler ve iş birlikleri yeniden kurgulanıyor.[3]Avrupa Birliği yeni Çerçeve Programı Horizon Europe’da misyon-odaklı bir anlayışa kayıyor. Daha fazla bilgi için: https://research-and-innovation.ec.europa.eu/funding/funding-opportunities/funding-programmes-and-open-calls/horizon-europe/eu-missions-horizon-europe_en   Ar-Ge ve yenilik faaliyetleri somut bir hedefe yönelik destekleniyor.

Yukarıda özetlediğim eğilimlerin hemen hepsi etkileşim, iş birliği ve yetkinlik inşası gerektiriyor. Biz bunların kendiliğinden oluşacağını ya da kişisel gayretlerle gelişeceğini varsayıyoruz. Etkileşim kurmak, etkileşimi yönetmek ve farklı alanlarda birbirini tamamlayan yetkinlikler kazanmak için devletin aktif şekilde müdahalesine dayanan yeni bir bilim ve teknoloji politikası anlayışına ihtiyacımız var.

Bu yazıda teknoloji ve yenilik yaratımında Türkiye’nin mevcut konumunu değerlendirdim ve genel hatlarıyla yeni bir bilim ve teknoloji politikası çerçevesi çizmeye çalıştım. Bundan sonraki yazılarda yukarıdaki beş eğilimi Türkiye açısından irdeleyeceğim. İkinci yazıda politikada devletin yaptığı politika “seçimleri” ile politika araç sepeti oluşturmanın önemine değineceğim. Son yazıda ise daha “aktif” bir devlet müdahalesi üzerinden yeni bir bilim ve teknoloji politikası çerçevesi çizmenin vaktinin geldiğini savunacağım.

Yazı dizisinin devamı 2. yazı, 3. yazı 

Semih Akçomak
Bilim ve Teknoloji Politikası Araştırma Merkezi, ODTÜ, BAGEP 2016

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
1 Dosi, G. (1982). Technological paradigms and technological trajectories: A suggested interpretation of the determinants and directions of technical change, Research Policy, Volume 11, Issue 3, Pages 147-162, Daha sonraki bir tartışma için bkz. von Tunzelmann vd. (2008). Technological paradigms: past, present and future.

Industrial and Corporate Change, Volume 17, Issue 3, Pages 467–484, https://bit.ly/3owhw3P

2 Her ne kadar yenilik ve inovasyon kelimeleri Türkçe’ye yerleşmiş olsa da ben “yenilik” kelimesini tercih ediyorum.
3 Avrupa Birliği yeni Çerçeve Programı Horizon Europe’da misyon-odaklı bir anlayışa kayıyor. Daha fazla bilgi için: https://research-and-innovation.ec.europa.eu/funding/funding-opportunities/funding-programmes-and-open-calls/horizon-europe/eu-missions-horizon-europe_en  
Önceki İçerikÜniversitede matematik okumak
Sonraki İçerikAntakya’nın deprem sonrası kent planlaması için bir strateji önerisi
Semih Akçomak
İbrahim Semih Akçomak lisans ve yüksek lisans derecelerini ODTÜ İktisat Bölümü’nden aldıktan sonra doktora çalışmasını sosyal sermaye, yenilik ve ekonomik büyüme üzerine Maastricht Üniversitesi’nde 2009 yılında tamamladı.
Hollanda Planlama Teşkilatı Uluslararası İktisat Bölümü’nde iki yıl süreyle görev yaptı.  2012 yılından beri ODTÜ Bilim ve Teknoloji Politikası Çalışmaları Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olarak çalışmaktadır ve 2016 yılında doçentliğini almıştır. Semih Akçomak, 2016 yılında Bilim Akademisi BAGEP ödülünü kazanmıştır.
2017 yılından beri ODTÜ Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi Müdürlüğü görevini yürütmektedir.
Semih Akçomak’ın websitesi