Klinik araştırmada araştırmacı olmak

Paul Klee

Editörün notu: Covid-19 ile pek çok tıbbi kavram ve terim hayatımıza girdi. Antikor üretmek, faz çalışması, bedenimizdeki T-hücreleri, bağışıklık yanıtı gibi ifadeler günlük konuşmalarımızda yer alıyor, bu terimleri uzmanlardan da sürekli duyuyor, aşıların geliştirilme süreçlerini de değişik ölçülerde artık bilebiliyoruz. Süreçlerin bilim insanları açısından nasıl işlediğinin geniş kesimlerce öğrenilmesinin her zamankinden daha fazla önemi var. Klinik ilaç araştırmalarının nasıl yapıldığını öğrenmek, bilimsel bilginin nasıl üretildiğini anlamak ve klinik bir araştırmada karşılaşılabilecek engelleri, denetim mekanizmalarını, etik sınırları ve tartışmaları Sarkaç okuyucusu ile paylaşmayı önemsiyoruz.

Bilim Akademisi ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Murat Akova’nın, Kasım 2021’de Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırma Topluluğunda (HÜTBAT) verdiği konuşmadan bazı kısımları okuyucularımız için derledik. Bir nevi meslek içi eğitim olarak görülebilecek bu konuşmada, klinik araştırmalar açısından araştırmacı olmanın ne anlama geldiğine, ülkemizde geçerli olan kurallar yönetmeliklere, evrensel anlamda klinik araştırmada araştırmacı olmanın ne gibi yükümlülükler getirdiğine, bir klinik araştırma yürütülürken hangi sorumlulukların taşındığına yer verilirken, tıp doktorlarının günlük hayatlarına ve bilimin nasıl ilerlediğine dair de değerli bilgiler var.

Kimler klinik araştırma yapar?

Klinik araştırma yapan kişilerin tamamı klinikte hasta gören, bakan, muayene eden kişiler, klinisyenlerdir. Eğiticilik rolleri de vardır. “Sorumlu araştırmacı” klinik araştırmada, en sorumlu ve kıdemli kişidir ve onun altında çok sayıda yardımcı araştırmacı olabilir. Bazen de tek başına araştırmacıdır. Kısaca bir yandan eğiticiyken, bir yandan sorumlu araştırmacı olmak söz konusudur. Aynı zamanda hasta bakan hekimdir. Günlük çalışma süresini önemli ölçüde harcadığı işlerden biridir hasta bakmak. Bazen yönetici fonksiyonu da vardır, idari görevleri de olabilir. Türkiye koşullarında hiçbir zaman, “Ben sadece araştırma yapacağım, başka bir işle uğraşmayacağım.” deme şansı yoktur. Bizler pek çok şapkası olan kişiler durumundayız, gerektiğinde bir şapkayı çıkartıp yerine bir başkasını takıyoruz. Özetle eğitici, sorumlu araştırmacı, bazen hasta bakan hekim oluyoruz, bazen de yöneticiyiz; ama çoğu zaman da bu şapkaların hepsini aynı anda kullanıyoruz.

Klinik bir araştırma ekibinde kimler olur?

Araştırma sekreteri iletişimi sağlayan kişidir. Bu, Batı ülkelerinde çok önemli bir görevdir ama bizde ne yazık ki çoğu zaman ekip içinde bir araştırma sekreteri bulunmaz. Dolayısıyla siz sorumlu araştırmacı olarak tüm yazı çizi işlerini halletmek zorundasınız. Araştırma hemşiresi vardır, bir ya da daha fazla. Hasta takibi, hastayla ilgili günlük işlemlerin yapılması gibi görevleri vardır. Araştırma hemşireniz yoksa siz o görevleri de üstlenmek zorundasınız. Hastalardan kanları almalı, kanların naklini sağlamalısınız. Bir eczacı bulunması da amaçlanır ekipte. Klinik araştırmada bir ilaç kullanılıyorsa o ilacın dağıtımından, uygun şekilde hastalara iletilmesinden, gerektiğinde çalışma ilaçlarının geri toplanmasından sorumludur. Ama her zaman araştırmada bir eczacıya sahip olmak da mümkün değil, o zaman sorumlu araştırmacı olarak bu görevi yine sizin üstlenmeniz gerekir. Hastaları klinik araştırma sırasında takip ederken günlük muayene bilgileri, laboratuvar, radyoloji bulguları gibi standart formlara kaydedilmesi gereken bilgiler olur. Bu formları doldurmak bazen tam zamanlı çalışmayı gerektirir.

Günlük hasta bakımı ve klinik araştırma arasındaki farklar nedir?

RawPixel.

Servislerde ve polikliniklerde günlük hasta bakımında temel amacımız, hastaya yarar sağlayacak bir tedavi hizmeti sunmaktır. Bu hizmetten beklediğimiz hastayı iyi edebilmek, klinik araştırmada ise temel amaç bilimsel bir soruya yanıt aramaktır.

Diyelim iki ilacınız var. Bunlardan biri bir hastalığın tedavisinde standart bir ilaç, ama elinizde etkisini sorguladığınız bir ilacınız daha var ve bu ikisini karşılaştırıyorsunuz. Burada amaç, o deneysel ilacın karşılaştırma ilacı kadar etkili ya da ondan daha etkili olduğunu bulmak. Bunun tam tersi de söz konusu olabilir. Bu bilimsel soru size negatif bir sonuç olarak da dönebilir. Deneysel ilacınızın hastalara yararı olmayabilir, hastayı klasik, kabul edilmiş tedavi yöntemi kadar başarılı tedavi edemeyebilir. Ama sonuçta bilimsel bir sorunun yanıtını arıyorsunuz. Yanıt her zaman hasta için yararlı olmayabilir, bu önemli bir farklılık.

İkinci önemli farklılık şu: Biz günlük hasta bakımında tıbbi kurallara bağlıyız. Güncel, klasik bir ders kitabındaki bilgiler ya da yakın zamanda ciddi tıp dergilerinde yayınlanmış olan kılavuzlara bağlı olarak hastalarımızı tedavi ediyoruz. Bu tedaviler bazen kılavuzdan kılavuza farklılık gösterebilir; bazen yeni çıkmış bir makaledeki sonuçları biz kendimize kural olarak kabul eder, bu kuralları hastaya uygulamaya çalışırız. Bazen de tedavi sırasında farklı bilgilere dayanarak tedaviyi değiştirebiliriz. Bu, günlük hasta bakımında kabul edilebilir bir şey, ama klinik araştırmada bunu yapamazsınız.

Klinik araştırmada daha önceden belirlenmiş kurallara bağlısınızdır. A ilacından günde 2 miligram, B ilacından da günde 5 miligramı herkese uygulamak zorundasınız. İki katına çıkartamazsınız ya da azaltamazsınız, ya da “Bu dozu atlayalım bakalım ne olacak?” diyemezsiniz. Bunu yaptığınız zaman hastanın çalışma dışında kalmasına neden olursunuz. Bu çalışmayı uygunsuz hale getirir.

Kısaca klinik araştırma bizim bilimsel bir soruya yanıt aradığımız ve daha önceden kuralları belirlenmiş, o çalışma yürütülürken  kuralların hiç bir şekilde değiştirilemeyeceği bir organizasyondur.

Klinik çalışmanın değişik fazları nedir?

Klinik araştırmalarda dört tip araştırma söz konusu. Faz 1 ve faz 2 araştırmalar çok küçük hasta gruplarında, denekler ve gönüllülerde yapılır. Faz 1’de ilacın kullanılabilir dozunu bulmayı amaçlarız. Hayvan deneylerinden gelen ilacı insanda denemeye kalkıştığınız zaman doz hakkında bir fikriniz olur fakat belli bir sınır içinde farklı dozları karşılaştırıp en güvenli ve etkili doz bulunmaya çalışılır. Hangi dozun ne kadar yan etkisi var ona bakılır, karar verilir, Faz 1 budur.

Faz 2’de, Faz 1’de saptanan güvenli doz biraz daha geniş bir grup üzerinde denenir ve gene ilacın güvenliğine ve bu dozun hastalık üzerine etkililiğine bakılır. Faz 1 genelde onlu rakamlarla 50-60 hasta ya da gönüllü üzerinde yapılırken, Faz 2, 200-300’lü rakamlarda yapılır. Bu sadece ilaç için değil, aşı için de böyle. Faz 2’de de eğer bir dozun etkili ve güvenli olduğunu saptanırsa, o zaman Faz 3 aşamasına gelinir.

Faz 3’te karşılaştırma ilacı olarak kullanılabilecek, etkinliği daha önceden kanıtlanmış bir ilaç varsa o ilaçla, hiçbir şey yok ise plasebo kontrollü olarak yapılır. Burada önemli olan eğer o hastalık için önceden bilinen ve etkinliği gösterilmiş bir ilaç varsa, etik olarak yeni ilaç çalışmasını plasebo kontrollü olarak yapamazsınız, yeni ilacı bilinen ilaçla karşılaştırmanız gerekir.

Faz 3’te binler, hatta on binler düzeyinde gönüllüyle çalışma yürütülür. Covid-19 aşılarının çalışmaları 30 binli, 40 binli rakamlarla yapıldı. Biz Türkiye’deki çalışmamızı 12 bin civarındaki gönüllü ile yaptık. Bunlar geniş kapsamlı, etkinlik belirleme çalışmalarıdır. Bir ilaç Faz 3 aşamasında da başarılı olursa sağlık otoritesine başvurup bu ilaç için ruhsat ya da kullanım izni almak söz konusu oluyor.

Faz 3 aşamasını geçip ruhsat almış ilaçlarla yapılmış çalışmalara da Faz 4 çalışmalar denir. Bunlar genellikle çok büyük hasta gruplarında 50 bin, 100 bin ve belki daha büyük hasta gruplarında ilacın gene etkililiğinin ve yan etki sıklığının araştırıldığı çalışmalar.

Örnekler

Diyelim iki yıl önce antihipertansif olarak ruhsat almış bir ilaç var. Bu ilacın hekimler tarafından kullanım oranlarını, hastaların kullanım sırasında karşılaştıkları yan etkileri ve hasta uyumunu değerlendirmek amacıyla bir çalışma yapılıyor. Dikkat edilirse bu çalışmada herhangi bir girişim söz konusu değil, çünkü başkalarının kullandığı oranlar ve kullanım sırasında hastaların maruz kaldıkları yan etkiler ve hastaların bu ilaçları uyumlu kullanıp kullanmadıklarını değerlendirmek amacıyla yapılıyor çalışma, yani başkalarının yaptığı işi gözlüyorsunuz. Bunlara “girişimsel olmayan, gözlemsel çalışmalar” diyoruz.

Bir diğer örnek: Diyelim elinizde ruhsat almış A ilacı var. Bunu daha önce ruhsatlanmış bir başka antihipertansif ile etkililik ve yan etki farkılılığı açısından kıyaslıyorsunuz. Etkililik ve yan etki sıklığı açısında bir karşılaştırma var mı? İlaçların her ikisi de ruhsatlı olduğu için bu, faz 4 çalışmasıdır. A ilacının, henüz ülkemizde ruhsatlanmamış, ancak yurt dışında onaylı bir başka antihipertansif ile etkililik ve yan etki sıklığı açısından karşılaştırılması Türkiye açısından Faz 3 çalışması olur, ilaçlardan biri ruhsat aşamasını geçmemiş olduğu için.

İki ruhsatsız ilacı hiçbir zaman kıyaslayamazsınız, çünkü izin alamazsınız. İkisinin de etkinliği bilinmediği için bu karşılaştırma söz konusu olamaz. Dolayısıyla ya bir tarafta plasebo olacak. Plasebo olabilmesi için de o hastalığın bilinen bir tedavisinin olmaması lazım. O zaman ruhsatlanmamış ilaçla plaseboyu karşılaştırabilirsiniz. Bu bilimsel çalışma anlamında en ideal koşuldur. Plasebo kontrollü çalışmalar bilimsel veri üretmek açısından en üst düzeyde bilginin elde edildiği çalışmalardır. Ama bir hastalığın bilinen bir tedavisi varsa ilk olarak plasebo kullanamazsınız, plasebo kullanamayacağınız için de bilinen tedaviyle henüz etkisi bilinmeyen ruhsatlanmamış ilacı karşılaştırırsınız, bu da tipik bir Faz 3 çalışması olur.

Klinik Araştırmada sorumlu araştırmacı neleri bilmeli?

Klinik ilaç çalışmalarında sorumlu araştırmacının çalışmaya girmeden önce araştırma ilacıyla ilgili mutlaka ayrıntılı bilgi sahibi olması lazım. Bu tür çalışmalar şöyle yapılıyor.

Bu ilacı üreten firma bu konuyu çalıştığı bilinen uzmanlara ilacı getiriyor. “Bizim hayvan deneylerimizde bu ilaçla ilgili şu etkiler saptandı. Faz 1 ve Faz 2’de denendi ve şu etkiler bulundu. Şimdi Faz 3 çalışma yapmak istiyoruz, şimdi bununla, şu standart ilacı kıyaslamak istiyoruz.” deniyor. Neyi kullanacağınızı bilmeden araştırma yapamazsınız, bilmek zorundasınız.

Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarafından klinik araştırmaların yürütülmesine ilişkin önceden belirlenmiş  kurallar var. Bunu sağlayan birim Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK). Klinik araştırmanın yürütülmesi sırasında uygulanması gereken kurallar dizisi TİTCK tatarfından yayınlanan kılavuz ve  yönetmelikte yazar. Türkiye’de klinik araştırmaların yaygınlaştırılması, uygun şekilde uygulanması için çalışan Klinik Araştırmalar Derneği adıyla bir dernek de var. Bu derneğin web sitesinde de bu kuralların ayrıntılarını bulabilirsiniz.

Klinik bir araştırmacı bu kuralları mutlaka bilmek zorundadır, kuralları bilmek yetmez, uymak da zorundadır. Araştırmacı bu kurallar çerçevesinde çalıştığı kuruluşun etik kurulundan ve TİTCK’dan gerekli izinleri almakla da yükümlüdür. Bu izinler alınmadan hiçbir biçimde çalışmaya başlamak söz konusu olamaz.

İzlenme ve denetlenme

RawPixel

Sorumlu araştırmacı izleme, yoklama ve denetlemeye izin vermek zorunda. Size çalışmayı getiren, destekleyiciniz olan kurum[1]Destekleyici kuruluş genellikle ilacı geliştiren ticari kurum. Böyle bir destekleyici olmadığı durumda TÜBİTAK, TÜSEB gibi kuruluşlar bu desteği sağlayabilir. Ya da araştırıcı çalıştığı kurumdan destek alabilir. Yurtdışı kuruluşlar da destekleyici olabilirler (NIH, Avrupa Birliği vb gibi.) belli aşamalarda çalışmanın nasıl gittiğine dair sizi denetleyebilir, “monitörizasyon” denir buna. Bu kişiler sizin hasta dosyalarınıza, kayıtlarınıza, hastalardan alınan “Bilgilendirilmiş Onam Formları”na bakabilirler.

Bunun üzerine sağlık otoritesi, TİTCK de gelip sizi denetleyebilir. Çalışma usulüne uygun olarak gidiyor mu, hastalar usulüne uygun olarak alınıyor mu, tedaviler uygun şekilde yapılıyor mu? Bütün bunlara baştan izin vermek zorundasınız.

Uluslararası çalışmalara katılıyorsanız, bu kuruluşlar da sizi denetleyebilir. Mesela ABD’de İlaç ve Gıda Dairesi adı verilen (FDA) bir kuruluş var. Bu, ABD’deki tüm ilaç ruhsatlarını veren kuruluştur. Bunun Avrupa Birliği içindeki eşleniği European Medicine Agency’dir (EMA). Bu kuruluşlardan kişiler uluslararası çalışmalara katılan merkezleri belli zamanlarda gidip denetlerler.

Kimler sorumlu araştırmacı olur?

Türkiye’deki kurallara göre sorumlu araştırmacı konunun uzmanı olmalı. Hepatit B ile ilgili bir çalışma yapacaksanız, hepatolog, gastroenterolog ya da enfeksiyon hastalıkları uzmanı olmalısınız. Örneğin bir ortopedi uzmanı, Hepatit B ile ilgili bir klinik araştırmada ancak yardımcı araştırmacı olabilir.

Sorumlu araştırmacı, çalışmanın yürütülmesi ve bitirilmesi için gerekli zamanı harcayacağını, personel ve laboratuvar olanaklarının olduğunu ve ilgili çalışmanın yürütülmesini zorlaştıracak başka araştırmaların yapılmadığını da garanti etmek zorundadır. Bu, şu sebepten koyulmuş: Diyelim ki belli bir konuda çalışan popüler bir kişi var ve bütün araştırmalar ona geliyor. Bu durumda bir yarışma oluyor. Hele de protokoller birbirine yakınsa taraf tutma söz konusu olabilir. Gelen hastalar içinde genel durumu daha iyi olan hastaları şu çalışmaya, biraz daha ağır hastaları diğer çalışmaya alayım denmesi araştırmanın sonuçlarını etkileyebilir. Çalışma destekleyicilerinin işin başında sordukları ilk sorulardan biridir: “Buna benzer bir çalışmayı yapıyor musunuz?” Yapıyorsanız çalışmayı size vermek istemezler, çünkü bilirler ki diğer çalışma yüzünden hasta almak zorlaşacak.

Sorumlu araştırmacının esas işlerinden biri de hastalardan olur belgelerini almak. Klinik çalışmaya almadan önce gönüllü oluru dediğimiz bir olur formunu imzalamalarını istiyoruz hastalardan. Ekipte bir eczacı yoksa, araştırma ilacını uygun şekilde saklamak, kullanmak, iade etmek bunlarla ilgili bilgileri doldurmayı sağlamak da sorumlu araştırmacının görevlerinden.

Kod kırmak nedir?

Randomize yani rasgelleme, örneğin plasebo kontrolü bir çalışmada, bir grup ilaç, bir grup plasebo olacak. Hastaları randomize ederken kimse ne aldığını bilmemeli; siz de bilmemelisiniz kime ne verdiğinizi. İlaç kodlarının belli olmamasını sağlayacak sistemi işletmek de sorumlu araştırmacının görevi. Bazen şu olabiliyor: İlaç ya da plasebo yüzünden ciddi bir yan etki, örneğin ciddi bir allerjik yan etki (anafilaksi gibi) ortaya çıkıyor. Bu olduğu zaman bu hastaya ilaç mı verildi, plasebo mu verildi bilinmesi lazım ki ona göre müdahale edilsin, yan etkiye neyin neden olduğu anlaşılsın. Buna “kod kırmak” deniyor. Siz, hastalardan hangisinin, hangi ilacı aldığının bilinmemesini sağlayan şifreyi açıyorsunuz, yani “kodu” kırıyorsunuz. Kodu kırdığınız zaman diğer gönüllülerin aldığı ilaçların da açığa çıkmaması lazım, yani bir tek o hasta için kodun kırılması lazım. Bunun protokolde yazıldığı şekilde yapılmasını sağlamak da sorumlu araştırmacının işidir.

Verileri uygun şekilde toplayıp, kaydetmek, ciddi bir yan etki ortaya çıktığı zaman destekleyiciye hemen bildirmek de sorumlu araştırmacının yükümlülüğüdür. Bu durumda etik kurulu ya da Sağlık Bakanlığını bilgilendirmek destekleyiciye aittir. Klinik araştırmalarda böyle bir hiyerarşi var. Bir hastada anaflaksi ortaya çıktığında derhal destekleyiciyi bilgilendiriyorsunuz, destekleyici de etik kurulları ve Sağlık Bakanlığını bilgilendiriyor.  Sorumlu araştırmacının görevlerinden biri, istendiğinde gerekli verileri bilgileri destekleyiciye, monitöre ve diğer sağlık otoritelerine vermek.

Sorumlu araştırmacının önemli sorumluluklardan biri de gizlilik. Bu tür klinik çalışmalarda kullanılan ilaçlar genellikle henüz pazarlanma aşamasına gelmediği için o moleküllerin gizliliği söz konusudur. Bir yandan da benzer bir gizlilik hasta hakkında da sağlanmalı. Kişisel Verileri Koruma Kanunu’na dayanarak kimlik bilgilerini açıklayabilmek söz konusu değil. Bu bilgiler ancak klinik çalışmaya katılan kişiler ve sağlık otoriteleri tarafından bilinebilir nitelikte olmalı.

Kavramsal olarak var olan ama uygulaması zor olan önemli noktalardan biri şu: Diyelim ki deneysel bir ilaç veriyorsunuz ve bu hastaya çok iyi geliyor. Çalışma sonlandığında, henüz Faz 3 aşamasında olan bu ilaç ruhsat almamış aslında. Peki ne olacak? Piyasaya çıkıncaya kadar, yarar görmüş hastalara ilacın sağlanmasını istiyor Sağlık Bakanlığı. Bunu temin etmek her zaman mümkün olmuyor. Dolayısıyla bunun, klinik çalışmaya girerken sorgulanması lazım. “Biz bu çalışmayı bitirdik, hasta da yarar gördü, nasıl sağlayacağız hastaya bu ilacı?” diye, destekleyiciyle baştan bunun pazarlığının yapılması lazım.

Türkiye’de yapılan klinik araştırmalarla ilgili Sağlık Bakanlığının en katı kurallarından biri şu: Eğer siz bir ilacı araştırma amacıyla faz çalışmalarından birinde kullanıyorsanız bununla ilgili tüm masrafları karşılamakla yükümlüsünüz. Bir destekleyiciniz yoksa bunu sağlamak zorundasınız. Bir klinik araştırmanın masrafı hiçbir şekilde sosyal güvenlik kuruluşlarına ya da hastaya ödetilemez. Bunların ciddi cezai yükümlülükleri var. Hem araştırmacı olarak siz sorumlu olursunuz, hem de bir destekleyici varsa o da ciddi şekilde yükümlülük altına girer. Çalışmada, rutin dışında yapılması gereken ilave tetkikler, (hastaya CT çekilmesi, ultrasonografi yapılması) varsa onların da mutlaka klinik çalışma bütçesinde değerlendirilmesi gerekiyor.

Araştırmacının en önemli görevlerinden biri:

RawPixel

“Bilgilendirilmiş gönüllü olur formu,” klinik çalışmayla ilgili ayrıntıları açıklayan, bir bilgilendirme formu. Siz, gönüllüye bunun bir araştırma olduğunu, bir tedavi protokolü olmadığını söylüyorsunuz. Kullanacağımız ilaçları, bir standart tedavi bir de deneysel kolun olduğunu, deneysel koldaki ilacın geçmişini, görünen yan etkileri açıklıyorsunuz. Hasta, gönüllü olmaya özgür iradesiyle karar veriyor ve formu imzalıyor. Bunu imza olmadan bu kişiyi çalışmaya almak mümkün değil.

Karar vermede bağımsız olmak ne demek?

Gönüllülerin çalışmaya katılmasını sağlayan zorlayıcı hiçbir unsur olmaması lazım. Öğrenci, hoca, askerlik ast üst ilişkisi, bir iş yeri sahibi ve onunla beraber çalışanlar gibi bir ilişkinin olmaması lazım. Bu tür gönüllüler çalışmaya alınamazlar, çünkü çalışmanın teklif edildiği hasta öneriyi reddedebilir ve bu durumda hastalığın mevcut tedavisinden mahrum bırakılamaz. Halbuki üstte sayılan durumlardan birisinde gönüllü kendini çalışmaya katılmaya zorunlu hissedebilir. Aksi halde çıkarlarının zarar göreceğini düşünebilir. Bu nedenle bilgilendirilmiş onam formu içinde şu ibareler yazar: Çalışmaya katılmayı baştan reddedebilirsiniz ya da katılsanız bile çalışmanın herhangi bir aşamasında devam etmek istememinizi söyleyerek hiçbir gerekçe göstermeden çıkabilirsiniz.

Bunun için size, cezbedici bir maddi imkân sağlanamaz, uzaktan geliyorsanız yol paranız karşılanır. Bütün gün boyunca hastaneden zaman harcayacaksanız size yemek ihtiyacınızı gidermek için cüzi bir miktar ödenir. Bunun bir istisnası faz 1 çalışmalardır. Faz 1 çalışmalar genellikle sağlıklı gönüllülerde yapılır, onların da bu türden bir çalışmaya girmek için nedeni olmaz. Sırf bilim uğruna çalışmalara katılacak da çok insan olmaz. Onlara belli maddi katkıların yapılması kabul edilebilir, ama faz 1 dışında herhangi bir aşamada bu tür bir maddi katkı olması söz konusu değildir.

Bilgilendirilmiş onam formu için üç temel unsur var. Hastanın karar verebilmesi için yeterince bilgilendirilmesi, hastanın bağımsız, dış etkilerden uzak olarak karar vermesi ve belki de en önemlisi hastanın anlama kapasitesi. Neyi onaylıyor, ne yapıyor, neye karar veriyor? Hastanın bunu anlama yetisine sahip olması lazım.

Doğal olarak düşünebilirsiniz ki burada, okuması yazması olmayan veya eğitim düzeyi düşük olan insanlar nasıl anlayacak? İşte bilgilendirmiş onam, bu kişilerin bile anlayabileceği nitelikte çok basit bir dille hazırlanacak, içinde hiçbir zaman bilimsel terimler, ayrıntılı, sadece tıp uzmanlarının anlayabileceği nitelikte ifadeler olmayacak. Sıradan insanın da anlayabileceği düzeyde olacak.

Klinik çalışmalara yeterince hasta bulanamadığı durumlar

Bunun nedenleri arasında seçilen merkezin uygunsuzluğu ya da araştırmacının yetersiz öngörüsü sayılabilir. “Bizde çok hasta var, ben istediğiniz kadar bulurum.” Sonra çalışma başlıyor bir bakıyorsunuz ortada hasta yok. Hasta alım kriterlerine uygun hasta bulamıyorsunuz, bazen hastalar onay vermiyorlar. Bazen de hastalardan istenen işler çok fazla oluyor. Hastaya diyorsunuz ki, “Günde dört defa tansiyonunu, beş defa da ateşini ölçeceksin.” Hasta bununla uğraşmak istemiyor. Plasebo kontrollü bir çalışmaysa, bazı hastalar da plasebo koluna düşerim, korkusuyla katılmak istemiyorlar. Buna sızdıran boru teorisi deniyor (leaking pipe). Yani siz başlangıçta öngördüğünüz hasta sayısını  diyelim ki 276 hesaplamışsınız, günün sonunda bir bakıyorsunuz aslında sadece 39 hastanız var.

Bir de kobay olacağım, benim üzerimde deney yapacaklar bende ilaç, aşı deneyecekler, gibi korkularla gönüllü olmamak söz konusu. Bu, özellikle basın tarafından, bazen de kendi meslektaşlarımız tarafından körüklenen bir durum. Bazen öyle bir hava yaratılıyor ki, sanki bütün ilaç firmaları, ilaçlarını Türkiye ve benzeri ülkelerde deniyorlar, Batı ülkelerinde hiç yapılmıyor. Halbuki biliyoruz ki yapılan klinik çalışmaların çok büyük bir kısmı gelişmiş, Batı ülkelerinde yapılıyor, o yüzden de ilaçlar oralarda geliştiriliyor.

Gönüllülere erişim yöntemleri:

Klinik çalışmalarda gönüllülere değişik yöntemlerle erişebilirsiniz. Bir veri tabanınız varsa ona ya da tıbbi kayıtlarınıza bakabilirsiniz. Meslektaşlarınıza başka hastanelere bilgi gönderebilirsiniz. Özellikle nadir hastalıklarda karşılaşılan hasta bilgilendirme grupları var onlarla yazışmalar yapabilirsiniz.

Klinik bir çalışmaya katılmak aslında gönüllüler açısından bir hasta hakkıdır. Piyasada olmayan, yeni geliştirilen ilaçlara erken erişebiliyorlar, ücretsiz hizmet sağlanıyor ve genellikle de daha iyi hizmet alıyorlar, poliklinik dışındaki yerlerde hizmete tabi oluyorlar.

Kinik araştırmacı olmak günlük bütün diğer faaliyetlerinizin yanı sıra önemli ölçüde zaman harcamayı, gerek hastalarınızla gerek meslektaşlarınızla iyi iletişim kurmayı ve çalışma prosedürlerinde yönetmeliklerde kurallardaki değişiklikleri ve var olan kuralları hem yakından izlemeyi hem de ayrıntılı olarak bilmeyi gerektiren aslında tam zamanlı bir aktivitedir.  Araştırmacı olmak demek aslında aşka hiçbir işle uğraşmadan tam zamanlı olarak bu işle uğraşabiliyor olmak demek, ama Türkiye koşullarında bunu sağlamak mümkün değil. Dolayısıyla siz araştırma yapmak istiyorsanız başka zamanlarınızdan da fedakârlık ederek bu işe zaman ve enerjinizi harcamak durumundasınız.

Murat Akova, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Bilim Akademisi üyesi

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
1 Destekleyici kuruluş genellikle ilacı geliştiren ticari kurum. Böyle bir destekleyici olmadığı durumda TÜBİTAK, TÜSEB gibi kuruluşlar bu desteği sağlayabilir. Ya da araştırıcı çalıştığı kurumdan destek alabilir. Yurtdışı kuruluşlar da destekleyici olabilirler (NIH, Avrupa Birliği vb gibi.)
Önceki İçerikPolimerler: 100 yıllık serüven
Sonraki İçerik“Merkez Bankasının işini yapmadığı yerde her şey olabilir”
Murat Akova

Bilim Akademisi üyesi Murat Akova 1982 yılında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. İç Hastalıkları uzmanlık eğitimini 1984-1989 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamladı. 1988-1989 yılları arasında “London Hospital Medical College, Department of Medical Microbiology”, Londra, İngiltere’de çalışarak “Diploma in Clinical Microbiology” derecesini aldı. 2002-2003 yılları arasında Boston, ABD’de, “Tufts University  School of Medicine, Center for Adaptive Resistance and Microbiology” bölümünde “postdoc” araştırıcı olarak çalıştı. Halen Hacettepe Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’nda öğretim üyesidir.

Dr. Akova’nın bilimsel ilgi alanları arasında tıp eğitimi, iyi klinik uygulamalar ve klinik araştırmalar, kanserli hastalarda enfeksiyonlar ve antimikrobiyal direnç gelmektedir.

Dr. Akova, 2002-2006 yılları arasında Sağlık Bakanlığı Merkezi Etik Kurulu’nda Türk Tabipleri Birliği temsilcisi olarak yer aldı. 2002-2005 arasında “International Antimicrobial Treatment Group (IATG) of the European Organization for Research and Treatment of Cancer” (EORTC)” yönetim kurulu üyeliği, 2007- Nisan 2018 arasında “European Society for Clinical Microbiology and Infectious Diseases” (ESCMID) yönetim kurulu üyeliği (2014-2016 arasında Dernek Başkanı) yapmış olup, halen ESCMID içinde ‘ESCMID member counsellor’ olarak çalışmaktadır. International Immunocompromised Host Society (ICHS) yönetim kurulu üyesidir. 2022-2024 yılları arasında “Seçilmiş Dernek Başkanı” olarak görev yapacaktır.