Osmanlı ülkesinde yaklaşık yarımşar asır aralarla matbaanın (1727), Deniz Mühendishanesi’nin (1775) ve Tıbbiye’nin (1827) kurulmaları, Osmanlı modernleşmesinin en önemli dönüm noktaları arasındadır. Bu kurumlar, başlangıç etkileri zayıf olmakla beraber, daha sonraki yıllarda yol açtıkları yeni açılımlar ve yarattıkları sosyal sonuçlar bakımından büyük bir tarihsel öneme sahiptir.
Ülkemizdeki modern tıp eğitimi, 1827’de Tıphane-i Amire’nin açılmasıyla başladı. Bu okula sadece Müslüman öğrenciler alınıyordu. Eğitimin düzeyi düşüktü. Kadavra üzerinde diseksiyon yapmak yasak olduğu için anatomi dersleri modeller üzerinden yapılıyordu. Öğrencilerin genel kültür düzeyi zayıftı ve okuldaki öğrenim araç ve gereçleri de yetersizdi. Bu yüzden okul, ülkenin hekim ve sağlık personeli ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalıyordu.
İşte bu koşullarda bu okul, kuruluşundan 12 yıl sonra, daha yüksek düzeyde bir tıp okulu olarak hizmet vermek üzere geliştirildi ve yenileştirildi. Galatasaray’daki yeni binasına taşındı, Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane (Galatasaray Tıbbiyesi) adını aldı ve 11 Mart 1839 tarihinde öğretime başladı.
Galatasaray Tıbbiyesi, 11 Ekim 1848 tarihinde çıkan yangında kül oluncaya kadar yaklaşık 10 yıl burada faaliyet gösterdi. Yangından sonra Tıbbiye, Humbarahane Kışlası’na taşındı ve eğitim çalışmalarını kesintiye uğratmaksızın sürdürdü.
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tıp tarihi ve etik öğretim üyesi olan Prof. Dr. Yeşim Işıl Ülman, Galatasaray Tıbbiyesi üzerine, Galatasaray Tıbbiyesi, Tıbbiye’de Modernleşmenin Başlangıcı başlıklı çok kapsamlı bir kitap yayınladı (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2017, 347 sayfa).
Prof. Dr. Yeşim Işıl Ülman kitabında Galatasaray Tıbbiyesi’ni deyim yerindeyse tam bir mercek altına alıyor ve çok zengin arşiv bilgilerine ve birinci el kaynaklara dayanarak bu okulu tüm yönleriyle bize tanıtıyor. Üstelik bunu yaparken hem Osmanlılardaki geleneksel tıbba ve Galatasaray Tıbbiyesi öncesi dönemdeki modern tıbba ait bilgiler de veriyor hem de sadece tıbbi tarihle yetinmeyerek tıbbiye mensuplarının ve mezunlarının sosyal yaşamdaki ve modernleşmedeki öncü ve önemli rollerine de işaret ediyor. Bu ikinci yönüyle de çok önemli bir sosyal tarih araştırması özelliği de kazanmaktadır.
Prof. Ülman’ın eserinden, Galatasaray Tıbbiyesi’yle ilgili önemli bilgiler ediniyoruz. Bu okul, daha öncekinden farklı olarak sadece Müslüman öğrencilere değil, bütün dinlere ve mezheplere mensup öğrencilere açıktı. Öğretimin Fransızca yapıldığı Tıp Bilimleri Bölümü’nde fizyoloji, anatomi, botanik, iç hastalıkları, cerrahi bilimler dersleri veriliyordu. Öğretim süresi önce yedi yıldı, sonra öğrencilerin temel kültürel yetersizliklerinin giderilmesi için hazırlık ve idadi sınıflarının eklenmesiyle 11 yıla çıkartıldı.
Eğitim kadrosunda Avrupalı hekimlerin önemli katkıları vardı. Avusturyalı hekim Dr. Bernard, dekan ve ders koordinatörü konumundaydı. Eğitim müfredatının Batı’daki örneklerine benzer biçimde hazırlanmasını sağlamıştı. Ayrıca yardımcısı Avusturyalı hekim Dr. Spitzer’in de Tıbbiye’nin tüm çalışmalarında hem yönetici hem de hoca olarak çok önemli bir role sahip olduğunu görüyoruz. Nitekim Dr. Bernard (1808-1844)’ın genç yaşta ölmesi üzerine Dr. Sigmund Spitzer (1913-1894) onun sorumluluklarını devralmıştır.
Galatasaray Tıbbiyesi’nde sadece eczacılık eğitimi verilmekle kalınmıyor, botanik bahçesinden de yararlanılarak ilaç da yapılıyordu. Eczacı A. Calleja ve F. Dellasudda yıllarca bu okulda hocalık yaptılar.
Ebelik eğitiminde de Galatasaray Tıbbiyesi öncü olmuştur. İlk kez bu okulda iki yıl eğitim görerek mezun olan ebeler, serbest çalışma izni kazanmış oluyorlardı. Öte yandan Galatasaray Tıbbiyesi’nde önceki tıp okullarından farklı olarak kadavra üzerinde diseksiyon yapılabiliyordu. (Osmanlılarda diseksiyon yasağı 1841 yılında kaldırıldı).
Ayrıca bir anestezik madde olarak kloroform, Batı’da uygulamaya girişinden yaklaşık bir yıl sonra 1848’de okul kliniğinde yapılan ameliyatlarda kullanılmaya başlandı. Bu da Galatasaray Tıbbiyesi’nin Avrupa tıbbını çok yakından izlediğini göstermektedir.
Yeni bilimsel yayınların bulunabildiği kütüphanesi, hasta başında eğitimi mümkün kılan kliniği, anatomik diseksiyon, otopsi uygulamaları, modern laboratuvar imkanları ve birçoğu Batı tıp okullarında yetişmiş eğitim kadrosuyla Galatasaray Tıbbiyesi, Osmanlı ülkesinde yenileşmenin ve modernleşmenin öncü kurumlarından biri haline dönüşmüş bulunuyordu. Bu okuldaki eğitimin kalitesini gösteren ilginç bir olay da, okulun dört mezununun, 1848 sonbaharında Viyana Tıp Okulu mezuniyet sınavlarını çok parlak derecelerde vermeleri olmuştur.
Galatasaray Tıbbiyesi, sadece bir eğitim kurumu olarak kalmamış, halka ücretsiz sağlık hizmeti veren, ilaç sağlayan ve koruyucu sağlık hizmetleri sunan bir kurum işlevi de görmüştür. Bu yönüyle de Galatasaray Tıbbiyesi, toplumsal modernleşmenin, uluslaşmanın, aydınlanmanın ve sekülerleşmenin önemli bir kaynağı olmuştur.
Prof. Ülman, bu önemli eserinde Galatasaray Tıbbiyesi’ni tıbbi, kültürel, sosyal yönleriyle çok kapsamlı bir biçimde ele alıyor ve tıp tarihimizin çok özel bir evresi konusunda bizi aydınlatıyor. Ama o sadece bu evrenin aydınlatılmasıyla yetinmiyor, Galatasaray Tıbbiyesi’ni tarihsel süreç içindeki yerine yerleştirmek için gerçekte bütün bir son dönem Osmanlı tıp tarihini gözlerimizin önüne seriyor. Bunu yaparken ülkemizin bütün tıp, bilim, siyasi ve sosyal tarihçilerinin birikimlerinden yararlanarak (595 atıf, 322 kaynak) kapsamlı bir senteze ulaşıyor.
Osman Bahadır