Ana Sayfa Blog

Covid-19 Karşılaştırmalı grafikler

Sağlık Bakanlığı’nın açıklanmış tüm verilerine ve hem Türkiye hem dünya verilerinin kapsamlı bir analizine turcovid19.com adresinden ulaşabilirsiniz.  Bu sayfadaki grafik de Turcovid19 ekibi tarafından Sarkaç için hazırlandı.  

Grafiğin yüklenmesi gerçek zamanlı veri akışı nedeniyle 15-20 saniye kadar sürebilir.  

Günlük Türkiye verilerini buradan indirebilirsiniz: .xlsx / .csv

Yukarıdaki grafikte Türkiye‘deki günlük vaka/hasta* ve günlük vefat sayıları görülüyor. Kalın çizgiler 7 günlük ortalamayı ince çizgiler günlük değerleri gösteriyor.

  • Grafiğin üzerinde gezinerek belli bir gündeki değerler görüntülenebilir.
  • 7 günlük ortalama, bakılan gün ile öncesindeki 6 günün ortalama değeridir.
  • Vaka ve hasta sayıları sol dikey eksende, vefat sayıları sağ diken eksende gösteriliyor. Vaka sayıları 25 Kasım’da açıklanmaya başladı.

*Günlük vaka/hasta ne demek?

28 Temmuz 2020’ye kadar vaka sayısı olarak adlandırılan bu sayılar 29 Temmuz’dan itibaren hasta sayısı olarak adlandırılmaya başlandı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 30 Eylül 2020’de yaptığı basın açıklamasında “hasta sayısının PCR testi pozitif çıkmasına rağmen belirti göstermeyen kişileri kapsamadığını” belirtti. Tam metin için tıklayınız

Düşünmenin iki yüzü: Analitik düşünme ve sezgi arasındaki denge

İnsan zihninin ikilemi

Düşünme, insan zihninin en temel işlevlerinden biridir ancak basit bir mantık yürütme mekanizmasına indirgenemez çünkü zaman zaman farklı işlevlere sahip olabilmektedir. Her gün aslında farkında olmadan iki temel düşünme biçimi arasında gidip geliriz: analitik (reflektif) düşünme ve sezgisel düşünme. Kabaca özetlersek, analitik düşünme, bilinçli çaba ve üst düzey dikkat gerektirirken, sezgisel düşünme hızlı, otomatik ve çaba gerektirmeyen bir süreçtir.

2025’in ilk aylarında yayınlanan kitabımız Reflection and Intuition in a Crisis-Ridden World: Thinking Hard or Hardly Thinking (Krizlerle Dolu Bir Dünyada Derin Düşünme ve Sezgi: Çok Düşünmek mi, Hiç Düşünmemek mi?), bu düşünce sistemlerinin nasıl çalıştığını, nerelerde işlevsel olduklarını ve nerelerde tökezlediklerini inceleyen temel ve güncel bir kaynaktır. Kitapta, analitik ve sezgisel düşüncenin evrimsel, sosyal ve bireysel boyutları ele alınarak, her iki düşünme biçiminin toplumsal krizlerle başa çıkma kapasitesi tartışılmaktadır. Daniel Kahneman’ın Hızlı ve Yavaş Düşünme[1]Kahneman, D. (2011) Hızlı ve Yavaş Düşünme, çev. Osman Çetin Deniztekin – Filiz Deniztekin, Varlık Yayınları kitabı, sezgisel ve analitik düşünce arasındaki ilişkiyi geniş bir kitleye tanıtmıştır. Kahneman, iki düşünme biçimini “Sistem 1” (hızlı, sezgisel) ve “Sistem 2” (yavaş, analitik) olarak tanımlar. Bu bağlamda, sezgisel düşünme, daha hızlı ve otomatik bir biçimde işlerken, analitik düşünme daha yavaş ve dikkatli bir değerlendirme gerektirir. Kitabımızda da benzer bir bakış açısı benimsenmiş, ancak bu iki sistemin modern toplumda nasıl çatıştığı, bazen birbirlerini nasıl tamamladığı ve analitik düşüncenin modern dünyanın sorunlarına nasıl çözüm getirebileceği, güncel bulgulara dayalı olarak ele alınmıştır.

Kitapta sorduğumuz temel soru, modern dünyanın krizleriyle başa çıkmak için yalnızca analitik düşünceye mi ihtiyacımız var, yoksa hem analitik hem de sezgisel düşünceyi farklı bir perspektiften mi değerlendirmeliyiz? Gelin, bu soruyu daha derinlemesine tartışalım.

Sezgisel düşünce: Evrimsel bir miras

Sezgisel düşünme, insan zihninin evrimsel geçmişinden miras kalan bir mekanizmadır. Hızlı karar alma yeteneği, atalarımız için hayati önem taşımıştı. Bir tehdit anında derinlemesine düşünmek yerine hızlı bir tepki vermek, yaşamla ölüm arasındaki farkı yaratabilir. Hayatın çoğu aşamasında bu sezgisel tarafa yaslanarak otomatik pilotta yaşamımızı sürdürüyoruz. Örneğin, ormanda yürürken yılan gördüğümüzde analitik bir analiz yapmayı beklemek yerine, hızlıca kaçmamız hayatta kalmamızı sağlar. Sezgisel düşünce, bu tür durumlarda kurtarıcıdır. Aynı şekilde, sosyal bağlamda sezgisel düşünce, grup içi dayanışmayı ve iş birliğini destekler. İnsanlar, tarih boyunca kendi gruplarını koruma ve diğer gruplara karşı rekabet etme eğilimi göstermiştir. Bu, “biz ve onlar” ayrımı dahi temel bir sezgisel mekanizmanın eseridir.

Ancak sezgisel düşüncenin bu hızı ve otomatikliği, modern toplumun karmaşıklığında dezavantajlara da yol açabilir. Günümüzün karmaşık sosyal ve politik meselelerinde, sezgisel düşünme çoğu zaman ön yargıları güçlendirebilir. Örneğin, sosyal medyada yanlış bilgilere dayalı paylaşımlar sezgisel tepkilerle hızla yayılır ve kutuplaşmayı derinleştirir. Çünkü olumsuz ve kendi dünya görüşümüzle uyumlu uyaranları görmeye ve hatırlamaya dair zihinsel bir motivasyona sahibiz. Politik görüşlerinizi sorgulamadan benimsemek, doğruluğu tartışmalı bir haberi hemen paylaşmak ya da farklı bir fikre sahip birine empati kuramamak gibi örneklerde, sezgi bizi hatalara sürükleyebilir. İşte tam da bu noktada analitik düşüncenin devreye girmesi avantaj sağlayabilir.

Analitik düşünce sadece akılcı değil ön yargılı sonuçlara da yol açabilir

Analitik düşünce, sorunları derinlemesine analiz etmeyi ve dikkatli kararlar almayı gerektirir. Bu düşünme biçimi, sezginin aksine zaman ve çaba ister.  Modern dünyada analitik düşünce, karmaşık problemleri çözmede ve uzun vadeli stratejik planlar yapmada vazgeçilmezdir. Örneğin, iklim değişikliği gibi küresel bir sorunu ele alalım. Bu sorun, hızlı ve sezgisel tepkilerle çözülemez. İklim değişikliğiyle başa çıkmak için analitik düşünceye,  yani bilimsel verilerle desteklenen neden-sonuç ilişkilerine dayanarak stratejiler geliştirmeye ihtiyaç vardır.

Ancak zihnimiz çok iyi bir sebep olmadıkça bu ekstra çabayı göstermeye gönüllü değildir. Mümkün olan her durumda enerji tasarrufu sağlamaya çalışır. Dolayısıyla zihnimiz için bu sorunlar psikolojik açıdan uzak ve doğrudan bizi ilgilendirmeyen sorunlar olduğunda, analitik zihinsel süreçleri bu konuda harekete geçmeye yönlendirmek o kadar kolay olmamaktadır.

Ayrıca analitik düşüncenin de sınırları vardır. Bazen aşırı analitik bir yaklaşım, karar alma sürecini yavaşlatabilir veya gereksiz detaylarda boğulmamıza yol açabilir. Bunun yanı sıra, analitik düşünce, bireylerin kendi ön yargılarını rasyonalize etmesi için kullanılabilir. Bu olgu, “güdülenmiş muhakeme” (motivated reasoning) olarak bilinir ve günlük dildeki “kılıf uydurma” terimiyle örtüşür. Yani, birey analitik bir süreç içinde bile kendi inançlarını doğrulamak için seçici bir biçimde bilgi toplar ve analiz eder. Bu, analitik düşüncenin yalnızca daha iyi değil, bazen daha kötü kararlar almamıza neden olabileceğini göstermektedir. Bundan dolayı analitik düşünmeyi rasyonellik ya da optimal karar vermeyle eşitlemek çoğu zaman doğru değildir ve önemli kararlar verirken analitik düşünme birazdan bahsedeceğimiz gibi başka unsurlarla desteklenmelidir.

Analitik ve sezgisel düşüncenin dengesini bulmak

Kitabın genelinde sezgisel ve analitik düşüncenin insanların sosyal tutum (inançlar, ideolojiler) ve davranışlarıyla (iş birliği, kutuplaşma) ilişkilerini incelesek de, son bölümlerinde analitik ve sezgisel düşüncenin birbiriyle nasıl dengede kalabileceğini ele aldık. Çoğu durumda, bu iki düşünce biçimi birbirini tamamlar. Ancak bağlam, hangi düşünme biçiminin daha uygun olduğunu belirlemektedir.

Bir spor müsabakasını düşünün. Basketbol oyuncusu serbest atış yaparken analitik düşünceye fazla odaklanırsa, başarı şansını düşürebilir. Çünkü burada gerekli olan, sezgiyle hareket etmektir; yıllarca süren antrenmanlarla artık otomatikleşmiş bir becerinin ortaya konması an be an bilinçli çaba gerektirmez.  Yani analitik düşüncenin bağlama uyumsuz olarak ve aşırı bir seviyede kullanımının psikolojik ve davranışsal bazı dezavantajları olduğu söylenebilir.

Öte yandan, politik tartışmalarda analitik düşünce baskın olmalıdır. Örneğin, bir politikacının popülist bir söylemi sezgisel olarak çekici gelebilir, ancak analitik bir yaklaşım, bu söyleme kapılmanın uzun vadeli sonuçlarını anlamamızı sağlar. Bu tür bağlamlarda analitik düşünce, bireylerin manipülasyona karşı direnç geliştirmesini sağlar. Analitik düşüncenin bazı insanlarda güdülenmiş muhakemeye yol açması ve var olan kanıtları görmezden gelmelerine neden olmasına karşı ise panzehir bütüncül ve sistemsel yaklaşım olabilir.

Bütüncül yaklaşımın gücü: Parçaları detaylı görürken bütünü kaçırmamak 

Kitabın temel iddialarından birisi analitik düşüncenin, bütüncül bir bakış açısıyla desteklenmesinin gerekliliğidir.  Olguları parçalarına ayırmak, bu olgulara dair veri toplama, neden-sonuç ilişkilerini tanımlama, mantık ve matematik gibi analitik düşünceye dayanan sistemleri uygulamayı kolaylaştırır.  Bu nedenle analitik düşünce sıklıkla detaylara odaklanır ve dolayısıyla bütünü kaçırma tehlikesine maruz kalır. Bütüncül düşünme ise, parçalardan ziyade bütüne odaklanır. Örneğin, çevre politikalarını düşünürken, yalnızca meselenin bir parçası olan ekonomik maliyetlere odaklanmak kısa vadeli veya kısmi çözümler sunabilir. Ancak bu süreçte sosyal adalet, kültürel değerler gibi işin diğer parçaları ve bunların birbirleriyle uzun vadedeki etkileşimleri de hesaba katıldığında, daha bütüncül bir karar alma mekanizması oluşur.

Öte yandan bütüncül yaklaşım, çoğunlukla sezgisel düşünce tarafından desteklenir.  Çünkü sezgisel düşünce, bilinçli analitik düşüncenin bazı kapasite sınırlılıklarından muaftır; karmaşık örüntüleri işleme koyabilir.  Örneğin bir satranç ustası, yıllar boyu karmaşık satranç tahtası örüntülerini öğrendikten sonra taşları tek tek dikkatle analiz etmeye olan ihtiyacı azalır ve bu örüntüleri sezgisel olarak tanıyıp hızlıca strateji geliştirebilir.  Bu yüzden sezgiler, uzmanlık için vazgeçilmezdir.  Ne var ki bütüncül düşünceyi sadece sezgilere bırakırsak da, onu rasyonel bir zeminden uzaklaştırma tehlikesi yaşarız.

Modern çağda ihtiyacımız olan şey, bu farklı yaklaşımları bir arada kullanabilmek, örneğin analitik yaklaşırken bütünü de kapsayabilmektir.  Ekoloji, biyoloji ve bazı mühendislik alanlarında başarıyla kullanılan sistemsel düşünce, tam olarak da analitik ve bütünsel düşüncenin bir harmanıdır:  Parçaları net tanımladıktan sonra, bununla sınırlı kalmayıp, parçaların birbirleriyle ve bütünle olan dinamik ilişkilerini de hesaba katar.  Bu açıdan olguların karmaşıklıklarına layık, daha gerçekçi, kapsamlı ve derin bir anlayış yaratır.

Başka bir ifadeyle, tıpkı bir hekimin hastasına bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşıp alt alanların kısıtlı bakış açısının yaratabileceği tuzaklara düşmemesi gibi, bir insan da karar verirken yalnızca kendisine belirgin olan sezgisel ipuçlarına odaklanmak yerine çevredeki daha kapsamlı uyaranları gözlemleyip onlar arasındaki dinamik etkileşimleri hesaba katmayı öğrenmelidir. Dolayısıyla bütüncül bir yaklaşım, analitik düşüncenin etkisini arttıracaktır (ve analitik süreçler, sistemsel düşünce gibi sağlam bir bütüncül yaklaşımı tesis etmekte vazgeçilmezdir). İklim değişikliği, yoksulluk veya politik kutuplaşma gibi sorunlarla başa çıkarken, analitik düşüncenin bütüncül düşünceyle birleşmesinin, daha sürdürülebilir çözümler yaratacağı bu bakımdan ortadadır.

Özetleyecek olursak, örneğin şiddetli politik kutuplaşma dönemlerinde sezgisel düşünce, bireyleri daha fazla kapalı görüşlü hale getirebilir. Sosyal medyada sürekli aynı görüşleri tekrar eden “yankı odaları” (echo chambers), bireylerin kendi doğrularını sorgulamadan kabul etmesine yol açar. Analitik düşünce ise bu döngüyü kırabilir; bireylerin alternatif perspektifleri değerlendirmesine ve manipülasyona karşı direnç geliştirmesine olanak tanır. Ancak analitik düşünce de doğru şekilde yönlendirilmezse, bu manipülasyonlara katkıda bulunabilir. Güdülenmiş akıl yürütme, analitik düşüncenin mevcut ön yargıları pekiştirmek için kullanılmasına yol açabilir. Bu nedenle analitik düşüncenin iklim değişikliği ya da kutuplaşma gibi farklı konulara çözüm olabilmesi adına açık fikirlilik, entelektüel alçakgönüllülük ve bütüncül bir bakış açısıyla desteklenmesi gerekir.

Sonuç: İnsan zihninin geleceği

Düşünce biçimlerimizi anlamak ve geliştirmek, yalnızca bireysel başarı değil, toplumsal ilerleme için de kritik öneme sahiptir. Analitik ve sezgisel düşünce, doğru bağlamda ve doğru dengede kullanıldığında insanlığın karşılaştığı en büyük zorluklara çözüm sunabilir. Kitap boyunca, analitik düşüncenin nasıl eğitilebileceğini, hangi koşullarda sağlıklı yürütülebildiğini, sezgisel düşüncenin ne zaman güvenilir olduğunu ve bu iki yaklaşımın nasıl dengelenebileceğini ele aldık. Bütüncül düşünme pratiklerinin eğitim sistemine entegre edilmesinin gerekliliğini savunduk. Ancak temel mesajımız şuydu: Düşünme biçimlerinizi sorgulamak, iyileştirmek ve çeşitlendirmek, bireyler ve toplumlar için daha aydınlık bir gelecek yaratmanın anahtarıdır.

Bu bağlamda bir sonraki kararınızı verirken, kendinize şu soruyu sormayı unutmayın: “Bu bağlamda hangi düşünme biçimi daha uygun?” Çünkü düşünmenin sırrı, yalnızca hızlı ya da derinlemesine düşünmekte değil, ikisi arasında ustalıkla geçiş yapabilmek ve analitik düşünceyi gerektiğinde, konulara daha geniş bir perspektiften bakacak şekilde kullanabilmektir.

Adil Sarıbay, Onurcan Yılmaz
Kadir Has Üniversitesi, Psikoloji Bölümü

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
1 Kahneman, D. (2011) Hızlı ve Yavaş Düşünme, çev. Osman Çetin Deniztekin – Filiz Deniztekin, Varlık Yayınları

Bilim Sohbetleri: Medya, Bilimsel Okuryazarlık, Afet Bilinci

Bilim Sohbetlerinin 6 Mayıs 2025 tarihli programına konuklar Sarkaç editörü Defne Üçer Şaylan ve Bilim Akademisi üyesi Mehmet Ali Alpar oldu. Programda bilim okuryazarlığını, medyaya düşen görevler ve afet bilinci ile bilimsel bilgi arasındaki ilişki ele alındı.

Moderatör: Müsemma Sabancıoğlu

Programı buradan dinleyebilirsiniz.
Apaçık Radyo Bilim Sohbetleri arşivine buradan ulaşabilirsiniz.

 

Deprem dirençli bir Türkiye’yi nasıl inşa edebiliriz? – Bilim Akademisi Yayınlarından iki kitap

5Bilim Akademisi Yayınlarından Kasım 2024’te çıkan kitaplarımız birçok uzmanın katkısıyla hazırlandı; bu uzmanların gözlemlerini, analizlerini, önerilerini içeriyor ve “Türkiye’de bir daha 6 Şubat’taki gibi bir yıkım olmamasını nasıl sağlarız?” sorusuna yanıt arıyor.

Bilgiye herkesin ulaşabilmesini istiyoruz dolayısıyla kitapların dijital versiyonlarını indirip okuyabilirsiniz. Basılı kitapların satışı ise sürüyor; elde edilen gelir, benzer çalışmaların yapılabilmesini mümkün kılıyor. Kitapları satın alarak bu çabaya destek olabilirsiniz.

Bilim Akademisi Deprem Tartışmaları: Çok Daha İyisini Yapabiliriz!

Deprem Dirençli Kentler: Bir Yol Haritası - Editör: Naci Görür

Basılı kitapları satın almak istiyorum

 


 

Bilim Akademisi Deprem Tartışmaları: Çok Daha İyisini Yapabiliriz! başlıklı kitap Bilim Akademisinin 6 Şubat 2023’ten sonra BankABC desteğiyle gerçekleştirdiği etkinliklerdeki tartışmaları ve deneyimi temel alırken, içinde bulunduğumuz durumu akılcı bir şekilde değerlendirmeyi, nasıl çok daha iyisini yapabileceğimiz konusunda bilimin yol göstericiliğinden faydalanmayı amaçlıyor. Kitap, afet yönetimini etkileyen tehdit ve fırsatları değerlendirirken, üzerinde durulması gereken kritik kavramları öne çıkarıyor. Depremi odağına almasına rağmen, gelecekte karşılaşabileceğimiz tüm afet türlerine karşı toplumsal dayanıklılığımızı artıracak değerli ipuçları sunuyor.

Bilim Akademisi kurucu üyesi Naci Görür’ün editörlüğü ve Vehbi Koç Vakfı’nın desteğiyle yayımlanan Deprem Dirençli Kentler: Bir Yol Haritası başlıklı kitabımız ise kentlerimizde deprem risklerini azaltmak ve kentlerimizi depremlere dayanıklı hale getirmek için bilimsel ve somut bir yol haritası sunuyor.  Bir kentin depreme dirençli olması, yönetiminden halkına, altyapısından yapı stokuna, ekosisteminden ekonomisine ve iş dünyasına kadar tüm bileşenlerinin dirençli olması anlamına gelir. Görür’ün ortaya koyduğu yol haritasında, kent bileşenlerinin her birinin güçlendirilmesi konusu, ilgili uzmanlar tarafından kapsamlı olarak ele alınıyor ve somut öneriler sunuluyor. Kent yönetimlerine rehber olması, ilham vermesi amacıyla derlediğimiz bu kitabın geniş kesimlerce okunmasını ve bireylerin kendi hazırlıklarını yaparken, yöneticileri de gerekli adımları atmaya teşvik etmesini diliyoruz.

İnsanları böyle hayatı bir konuda harekete geçirmeyi amaçlayan bu kitapları hazırlarken herkesin anlayabileceği, okumak isteyeceği kaynaklar oluşturmaya çalıştık ve bunun için bilgi tasarımının gücünden de faydalandık. Deniz Cem Önduygu’nun tasarladığı kitaplarda bazı mesajları öne çıkaran alıntılar ve özgün bilgi grafiklerinin yanında farklı kaynaklardan verilerin görselleştirildiği haritalar Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu, ancak dünyada yalnız olmadığımızı ve depremlere dirençli olmayı başarmış deprem ülkeleri olduğunu gösteriyor.  

Bilim Akademisi Deprem Tartışmaları: Çok Daha İyisini Yapabiliriz!

Deprem Dirençli Siyaset – Ersin Kalaycıoğlu
Deprem Dönüşümü Ranta Gerekçe Olamaz – Erinç Yeldan
Yönetişim Kavramı: Neyse ki Sıfırdan Başlamıyoruz! – Korel Göymen
Afetlere Karşı Nasıl Dayanıklı Bir Toplum Oluruz? – Nebi Sümer
Afetlere Hazırlıkta “Sistem” Yaklaşımı – Burcu Balçık
Afetler ve Halk Sağlığı: Çok Daha İyisini Yapabiliriz! – Sibel Sakarya
Transdisipliner Araştırmalar Toplumsal Sorunlardaki Kilitleri Açabilir Mi? – Canan Atılgan, Defne Üçer-Şaylan
Deprem Odaklı Transdisipliner Proje Çağrıları Biçimlendirme Çalıştayı Deneyimi ve Çıktılar

Deprem Dirençli Kentler: Bir Yol Haritası – Editör: Naci Görür

Türkiye’nin Depremselliği – Naci Görür
Deprem Dirençli Kentler için Bir Yol Haritası – Naci Görür

Hukuk Gözünden Afetlere Hazırlık ve Afetlerin Önlenmesi – Elvin Evrim Dalkılıç, Zülfiye Yılmaz
Deprem Riskini Azaltmanın İlk Aşaması: Sismik Mikrobölgeleme – Atilla Ansal
Deprem Fonu ve Depreme Dirençli Ekonomi – Erol Taymaz, Ebru Voyvoda, Erinç Yeldan, Kamil Yılmaz
Deprem Dirençli Halk: Kurumlar ve Halk Birlikte Neler Yapabilir? – Nuray Karancı, Canay Doğulu, Gözde İkizer
Deprem Dirençli Altyapı – Selçuk Toprak
Deprem Dirençli Yapı Stoku – Fatih Sütcü
Deprem Dirençli Binanın Ne Olduğunu Anlamak – İdris Bedirhanoğlu
Çevresel Altyapı ve Atık Yönetiminde Dirençlilik – Seval Sözen
Deprem Dirençli İş Dünyası – Orhan Turan

Kitapları yayına hazırlayan: Defne Üçer-Şaylan
Proje koordinasyon ve araştırma: Elif Canseza Kaplan
Kitap tasarımı ve bilgi tasarımı: Deniz Cem Önduygu
Baskı: A4 Ofset

Bu Ay Gökyüzü: Mayıs 2025

1 Mayıs saat 22.00, 15 Mayıs saat 21.00, 31 Mayıs saat 20.00’de gökyüzünün genel görünümü

Mayıs ayında kış mevsiminde görmeye alışkın olduğumuz Orion, Büyük Köpek, Küçük Köpek, İkizler ve Boğa takımyıldızlarını batı ufku üzerinde görebiliriz. Erkenden batsalar da çoğu gözlemciye göre gökyüzünün en güzel takımyıldızları olarak kabul edilen bu takımyıldızları ufkun üzerinde görmek etkileyicidir. Bu takımyıldızlardan Orion ve Boğa alacakaranlıkta ufukta oldukları için takımyıldızların bazı bölümleri ufkun altında kalabilir. Ancak İkizler ve Arabacı Takımyıldızları ile Kış Üçgeni kolaylıkla görülebilir. Akşam gökyüzünün iki parlak gezegeni Jüpiter ve Mars da bu bölgenin zenginliğine zenginlik katıyor.

Güneyde, ilkbaharı simgeleyen Aslan, Çoban ve Başak takımyıldızları gökyüzünde iyice yükselmiş durumda. Aslan’ın en parlak yıldızı Regulus, Başak’ın en parlak yıldızı Spika ve Çoban’ın en parlak yıldızı Arkturus güney yönünde göreceğimiz en parlak yıldızlar. Sirius’un batmasıyla, Arkturus gökyüzünün en parlak yıldızı olur. Arkturus tüm gökyüzünün dördüncü, yaz gökyüzününse en parlak yıldızıdır. (Yine yaz gökyüzündeki en parlak yıldızlardan biri olan ve kuzeydoğu ufku üzerinden yükselmekte olan Vega’yla parlaklıkları çok yakındır.) Hava karardıktan bir süre sonra, özellikle de ayın sonlarına doğru yaz gökyüzünün belirgin takımyıldızlarından olan ve Akrep Takımyıldızı’nın turuncu yıldızı Antares de güneydoğu ufku üzerinde parlamaya başlar.

Batı ufku üzerindeki kış takımyıldızları havanın kararmasından kısa bir süre sonra gökyüzünden ayrılır. Bu sırada yaz gökyüzünün en belirgin şekli olan Yaz Üçgeni’ni oluşturan yıldızlardan ikisi Vega ve Deneb kuzeydoğu ufku üzerinde belirir. Gece yarısına doğru üçgenin köşelerinden bir diğerini oluşturan Altair de doğar ve Yaz Üçgeni tümüyle ufkun üzerine çıkmış olur. Doğuda, Vega’nın üzerinde, yaz aylarında gökyüzünde en yüksek konumlarına ulaşan Herkül ve Kuzey Tacı Takımyıldızlarını görürüz.

Kuzeye doğru döndüğümüzde Büyük Ayı Takımyıldızı’nın neredeyse tam tepede olduğunu görebiliriz. Yıl boyunca Kutupyıldızı’nın çevresinde dolanıyor görünen Büyük Ayı, Mayıs ayında akşamları gökyüzündeki en yüksek konumuna ulaşır. Büyük Ayı’nın aksine, gökyüzünün dikkat çekici takımyıldızlarından biri olan Kraliçe’yse gökyüzündeki en alçak konumunda, ufkun hemen üzerinde yer alır. Kraliçe’yi W harfine benzeyen şekli sayesinde tanımak kolaydır.

 

Eta Kova Göktaşı Yağmuru

Her yıl 15 Nisan – 27 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşen Eta Kova Göktaşı yağmuru, 4 Mayıs’ı 5 Mayıs’a bağlayan gece en yüksek etkinliğine ulaşacak. Bu sırada ideal gözlem koşullarında saatte ortalama 30 kadar meteor gözlemlenebilir. Göktaşının en yüksek etkinliğe ulaştığı tarihte Ay geceyarısından kısa süre sonra batıyor. Bu da geceyarısından sonra yapılacak gözlemlerin Ay ışığından etkilenmeyeceği anlamına gelir.

Mayıs’ta Gezegenler

Merkür ayın son günlerine kadar sabah gökyüzünde, doğuda yer alacak. Gezegen ayın ilk günleri Güneş’ten yaklaşık bir saat önce doğuyor. Bu da en iyi koşullarda gezegeni görebilmek için çok kısa bir gözlem süresi tanıyor. Bu süre ayın ilk günlerinden itibaren giderek kısalacak. Özetle bu ayın Merkür’ü gözlemlemek için iyi bir dönem olduğu söylenemez.

Venüs ve Satürn bu ay sabah gökyüzünde bir aradalar. Venüs ay boyunca konumunu yaklaşık olarak korurken Satürn yükselmeyi sürdürecek. Böylece, ayın ilk günleri birbirine yakın konumda olan iki gezegen günler ilerledikçe birbirlerinden uzaklaşacak. Ayın 22, 23 ve 24’ünde Ay da bu bölgede yer alacak.

Mars, ay boyunca akşam gökyüzünde. Gezegen, Güneş battıktan sonra gökyüzündeki en yüksek konumunu geçmiş, güneybatı yönünde alçalmaya başlamış oluyor. Birkaç aydır İkizler Takımyıldızı’nın en parlak yıldızı Polluks’un yakınlarında gördüğümüz gezegen bu ay boyunca Aslan Takımyıldızı’nın en parlak yıldızı Regulus’a doğru ilerleyecek ve önümüzdeki Ay Regulus’la çok yakın konuma gelecek. 3 Mayıs’ta Ay ve Mars yakın konumda olacaklar.

Jüpiter, akşam gökyüzünde yer alıyor ve ayın ilk günleri günbatımından yaklaşık iki saat sonra batıyor. Gezegen Boğa’nın boynuzlarının arasında yer alıyor. Akşam gökyüzünün Ay’dan sonra en parlak gökcismi olduğundan gökyüzünde bulunması çok kolay. Jüpiter günler ilerledikçe daha erken batacak. Ay sonunda artık hava kararmadan batıyor olacak ve Haziran’da gezegen sabah gökyüzüne geçecek. 28 Mayıs’ta çok ince hilal evresindeki Ay ile Jüpiter yakın konumda olacaklar.

 Alp Akoğlu


Creative Commons LisansıBu eser Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır. İçerik kullanım koşulları için tıklayınız.

Aziz Sancar ve CRISPR’in bilinmeyen kesişimi

Bilim tarihinde bazı keşifler, tıpkı zincirleme reaksiyonlar gibi, birbirini tetikler. Her keşif, sadece sorulara verilen cevaplar değil, aynı zamanda yeni soruların da doğuşudur. Bu yazıda, DNA onarımı üzerine çalışmalarıyla Nobel Kimya Ödülü’nü kazanmış olan Aziz Sancar’ın, aslında hiç farkında olmadan genetik biliminin önemli devrimlerinden biri olan CRISPR teknolojisinin ilk izlerine nasıl zemin hazırladığını keşfedeceğiz.

CRISPR: Genetikte kes-yapıştır devrimi

CRISPR, bakterilerin virüslere karşı geliştirdiği doğal bir savunma sistemidir. Bakteri, daha önce karşılaştığı virüslerin genetik bilgisini DNA’sında özel bir bölgede saklar. Bu bölge, kısa, tekrar eden ve palindromik[1]Tersi de aynı olan dizilere palindromik denir. Örn. 484, küçük gibi. DNA dizileriyle doludur. Aralara ise geçmiş virüslerden alınan genetik parçalar yerleştirilir — adeta bir genetik “hafıza arşivi” gibi çalışır. Bakteri yeniden saldırıya uğradığında bu hafıza sayesinde virüs DNA’sını tanır ve bir enzim aracılığıyla onu keserek etkisiz hale getirir.[2]Sarkaç’ta CRISPR ile ilgili içeriklere bu yazı altında ulaşabilirsiniz: Korkmaz, G. (2022) CRISPR: Genom terziliği, https://sarkac.org/2022/09/crispr-genom-terziligi/

Bilim insanları bu sistemi laboratuvar ortamına uyarlayarak, canlıların DNA’sını istenilen noktadan kesip düzenlemeyi mümkün kılan hassas bir gen düzenleme teknolojisi geliştirdiler. Bugün CRISPR sayesinde “hatalı” genler düzeltilebiliyor, genetik hastalıkların tedavisi olarak mümkün hale geliyor,[3]FDA approves first gene therapies to treat patients with sickle cell disease (Aralık 2023) https://www.fda.gov/news-events/press-announcements/fda-approves-first-gene-therapies-treat-patients-sickle-cell-disease tarım ürünleri zor koşulllara daha dayanıklı hale getirilebiliyor. CRISPR’ın önemi, 2020’de Emmanuelle Charpentier ve Jennifer Doudna’ya Nobel Kimya Ödülü kazandırarak bilim dünyasında da tescillenmiş oldu.[4]Nobel Prize in Chemistry 2020, https://www.nobelprize.org/prizes/chemistry/2020/summary/

CRISPR, genetik mühendisliğinin günümüzdeki en keskin neşteri olarak düşünülebilir.

Maxicell: Bir laboratuvar tekniği

1970’lerin sonlarında Aziz Sancar, doktora sonrası çalışmalarına Yale Üniversitesi’nde başlarken klonlama tekniklerine dair bir strateji ile meşguldü. O dönem birlikte çalıştığı DNA onarımı laboratuvarının hocası, Dean Rupp, Sancar’a boş zamanlarında kendi projeleri üzerinde çalışması için izin vermişti. Sancar bu fırsatı değerlendirerek yeni bir klonlama stratejisi geliştirmeye koyuldu.

Geliştirdiği yöntemin adı “maxicell” idi.[5]Sancar, A., Hack, A. M., & Rupp, W. D. (1979). Simple method for identification of plasmid-coded proteins. Journal of Bacteriology (Vol. 137, Issue 1, pp. 692–693) https://doi.org/10.1128/jb.137.1.692-693.1979

Bakteri, morötesi (UV) ışığa maruz bırakıldığında DNA hasarı oluşur. Normalde onarımdan sorumlu olan belirli genler sayesinde bu hasar giderilir. Sancar, maxicell ile DNA onarım genlerini de işlevsiz hale  getirerek, bakterinin kromozom DNA’sını UV ışığıyla parçalamayı hedeflemişti.  Bakterilerde kromozom DNA’sı yani bildiğimiz DNA’nın yanı sıra hücre içinde küçük, halkasal DNA molekülleri olan plazmidler bulunur. Sancar’ın deneylerinde UV maruziyeti sırasında bu plazmidlerden bazıları sağlam kalabiliyordu. Küçüklüğü sayesinde UV ışığından etkilenmemiş plazmidler hücre içerisindeki aktif proteinler sayesinde çoğaltılmaya devam edilebiliyordu. Bakteri, kendi kromozomunu kaybettiği için artık kendi proteinlerini üretemiyor, ancak plazmiddeki geni okuyarak sadece araştırmacının hedeflediği proteini sentezliyordu. Böylelikle o döneme göre oldukça yüksek saflıkta protein üretimi elde edilebildi.

Bu teknik kısa sürede yaygınlaştı ve başka araştırmacılar tarafından da kullanılmaya başlandı. İnternet’in olmadıgı o dönemde Sancar’ın hocası diğer bilim insanlarından onlarca mektup alıyor, bu mektupta DNA onarım genlerinin işlevsiz hale getirildiği hücre hatlarının paylaşılması rica ediliyordu. Bugün Sancar’ın en fazla alıntı yapılan araştırma makalesi maxicell yöntemini tanıttığı çalışmasıdır. Bu yöntem Sancar’ın Nobel ödülü almasına dolaylı katkı yapmış olsa da,[6]Sancar, A., Wharton, R. P., Seltzer, S., Kacinski, B. M., Clarke, N. D., & Rupp, W. D. (1981). Identification of the uvrA gene product. Journal of Molecular Biology (Vol. 148, Issue 1, pp. 45–62) https://doi.org/10.1016/0022-2836(81)90234-5 Nobel Ödülü’ne değer bulunan DNA onarımı alanındaki çalışmaları bu makalesini kapsamamaktadır.[7]Nobel Prize in Chemistry 2015, https://www.nobelprize.org/prizes/chemistry/2015/summary/

Maxicell, CRISPR’a kapı aralıyor

1987’de Japon araştırmacı Atsuo Nakata ve ekibi, bir bakteriyel proteini saflaştırmak için Aziz Sancar’ın maxicell yöntemini kullanarak bir deney gerçekleştirdiler.[8]Ishino, Y., Shinagawa, H., Makino, K., Amemura, M., & Nakata, A. (1987) Nucleotide sequence of the iap gene, responsible for alkaline phosphatase isozyme conversion in Escherichia coli, and identification of the gene product. Journal of Bacteriology (Vol. 169, Issue 12, pp. 5429–5433) https://doi.org/10.1128/jb.169.12.5429-5433.1987 Bu proteini kodlayan geni klonladıklarında, gen dizisinin hemen yanında anlam veremedikleri bazı tekrarlayan DNA dizileri buldular. Bugün bu dizilere CRISPR (Clustered Regularly Interspaced Short Palindromic Repeats) diyoruz.

Ancak o zamanlar CRISPR’ın işlevi bilinmiyordu; sadece “ilginç bir tekrar dizisi” olarak not edildi. Yani CRISPR sisteminin ilk gözlemlenmesi bu deneyle oldu. Ve bu deneyin arkasındaki temel teknik ise Aziz Sancar’ın geliştirdiği maxicell yöntemiydi.

Nakata ve ekibinin bu makalesi 2010 öncesinde yılda ortalama iki kez alıntılanıyordu. 1987-2010 yılları arasında pek de ilgi çekmeyen bu çalışma, yayımlandıktan 23 yıl sonra hak ettiği değeri bulmaya başlıyor ve CRISPR ile ilgili ilk bulgu olarak tarihteki yerini alıyordu. Son zamanlarda bu makale her sene yüzün üzerinde çalışma tarafından alıntılanıyor.

Bilimde yöntemlerin etkisi

Bu hikâye bize bilimde önemli bir unsuru hatırlatıyor: Bilim sadece “ne bulduğumuz” değil, aynı zamanda “nasıl bulduğumuz”la da ilgilidir. Bilimcilerin bir soruya cevap ararken geliştirdikleri yöntemler, yıllar sonra bambaşka sorulara ışık tutabiliyor.

Aziz Sancar’ın amacı CRISPR gibi bir yöntemi geliştirmek değildi. Ancak geliştirdiği maxicell tekniği, CRISPR keşfine giden yolda ilk adımlardan birine vesile oldu. Bugün CRISPR teknolojisi genetik mühendisliğinde çığır açtı. Genom düzenleme, hastalık tedavileri, tarım ve daha birçok alanda devrimsel uygulamaları mümkün kıldı. Bu teknolojinin yolculuğu, Aziz Sancar’ın bilimsel merakı ve protein saflaştırmayı verimli hale getirme çabası ile başladı.

Aziz Sancar DNA onarımı ve sirkadiyen ritim üzerine yaptığı çığır açıcı çalışmalarla bilinir. DNA onarımı çalışmaları Nobel ile takdir edilmiş,[9]Sancar, A. (2015). Mechanisms of DNA repair by photolyase and excision nuclease [Nobel lecture]. NobelPrize.org. https://www.nobelprize.org/uploads/2018/06/sancar-lecture.pdf sirkadiyen ritim çalışmaları ile ikinci Nobel’in kıyısından dönmüştür.[10]Rosbash, M. (2017). Circadian rhythms and the transcriptional feedback loop [Nobel lecture]. NobelPrize.org. https://www.nobelprize.org/uploads/2017/12/rosbash-lecture.pdf  Ancak bu hikâye, onun etkisinin daha geniş olduğunu gösteriyor. Bilimde sadece sonuçlar değil, yöntemler de geleceğin anahtarlarını taşır.

Bilim tarihinde bazı yöntemler, yalnızca bir problemi çözmekle kalmayıp onlarca yıl boyunca yeni keşiflerin önünü açmıştır — bu nedenle de Nobel Ödülü’ne layık görülmüşlerdir. 1915’te Nobel ile ödüllendirilen X-ışını kristalografisi, moleküllerin atomik yapısını belirleme imkânı sunarak 1953’te DNA’nın çift sarmal yapısının keşfi gibi çığır açıcı keşiflere zemin hazırlamıştır. 1993’te ödül alan PCR (Polimeraz Zincir Reaksiyonu), bir DNA parçasını milyarlarca kez çoğaltarak genetik analizlerinin gerçekleştirilebilmesini ve Covid-19 dahil birçok genetik tanı testinin geliştirilmesini mümkün kılmıştır. 

Brainbow. Farenin genlerinde yapılan bir değişiklikle, sinir sistemine üç farklı renkte floresan molekül entegre ediliyor. Üç rengin karışımının farklı oranlarda gerçekleşmesi sonucu görüntülenen nöronlar ayrı ayrı seçilebiliyor. (CC-BY-NC-ND – Jean Livet/ 2007 Olympus BioScapes Digital Imaging Competition)

Hücre içindeki proteinleri ve yapılarını ışıldayan işaretleyicilere dönüştüren Yeşil Floresan Protein (Green Fluorescent Protein – GFP) yöntemi, 2008’de Nobel ile onurlandırılmıştır ve canlı hücrelerin içini adeta görünür kılmıştır. Örneğin 2007’de Harvard Üniversitesi’nden Jeff Lichtman ve Joshua Sanes, GFP’nin farklı renk türevlerini kullanarak her nöronu farklı bir renkte boyamayı başardı (brainbrow). Son olarak, biyolojik molekülleri doğal halleriyle ve yüksek çözünürlükte görüntülemeyi sağlayan kriyojenik elektron mikroskobu (Cryo-EM) yöntemi, 2017’de Nobel kazanarak yapısal biyolojide yeni bir çağ başlatıp, protein yapılarının çok daha etkin bir şekilde ortaya çıkarılmasını sağlayarak moleküler düzeyde yaşamı anlamamıza büyük katkılar sunmuştur.

Sancar’ın 1979 tarihli maxicell makalesinin başlığında “basit bir yöntem” tanımlaması geçiyor. Kim bilir, belki bugün laboratuvarda geliştirdiğiniz küçük bir yöntem, yarının büyük keşfine kapı aralar.

Ogün Adebali
Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, BAGEP 2019

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
1 Tersi de aynı olan dizilere palindromik denir. Örn. 484, küçük gibi.
2 Sarkaç’ta CRISPR ile ilgili içeriklere bu yazı altında ulaşabilirsiniz: Korkmaz, G. (2022) CRISPR: Genom terziliği, https://sarkac.org/2022/09/crispr-genom-terziligi/
3 FDA approves first gene therapies to treat patients with sickle cell disease (Aralık 2023) https://www.fda.gov/news-events/press-announcements/fda-approves-first-gene-therapies-treat-patients-sickle-cell-disease
4 Nobel Prize in Chemistry 2020, https://www.nobelprize.org/prizes/chemistry/2020/summary/
5 Sancar, A., Hack, A. M., & Rupp, W. D. (1979). Simple method for identification of plasmid-coded proteins. Journal of Bacteriology (Vol. 137, Issue 1, pp. 692–693) https://doi.org/10.1128/jb.137.1.692-693.1979
6 Sancar, A., Wharton, R. P., Seltzer, S., Kacinski, B. M., Clarke, N. D., & Rupp, W. D. (1981). Identification of the uvrA gene product. Journal of Molecular Biology (Vol. 148, Issue 1, pp. 45–62) https://doi.org/10.1016/0022-2836(81)90234-5
7 Nobel Prize in Chemistry 2015, https://www.nobelprize.org/prizes/chemistry/2015/summary/
8 Ishino, Y., Shinagawa, H., Makino, K., Amemura, M., & Nakata, A. (1987) Nucleotide sequence of the iap gene, responsible for alkaline phosphatase isozyme conversion in Escherichia coli, and identification of the gene product. Journal of Bacteriology (Vol. 169, Issue 12, pp. 5429–5433) https://doi.org/10.1128/jb.169.12.5429-5433.1987
9 Sancar, A. (2015). Mechanisms of DNA repair by photolyase and excision nuclease [Nobel lecture]. NobelPrize.org. https://www.nobelprize.org/uploads/2018/06/sancar-lecture.pdf
10 Rosbash, M. (2017). Circadian rhythms and the transcriptional feedback loop [Nobel lecture]. NobelPrize.org. https://www.nobelprize.org/uploads/2017/12/rosbash-lecture.pdf

Bilim Sohbetleri: Türkiye Enfeksiyon Hastalıkları Raporu

Bilim Sohbetleri’nde enfeksiyon hastalıkları uzmanı Önder Ergönül’le Türkiye’de ve dünyada virüs ve bakterilerin yol açtığı hastalıklarla ilgili öncelikli konuları ve Türkiye’de 100 kadar hekimin katılımıyla gerçekleştirilen Enfeksiyon Hastalıkları Raporu’nu ve bu tür oluşumların Türkiye için değerini konuştuk.

Rapora bu adresten ulaşılabiliyor.

Bilim Akademisi üyesi Önder Ergönül, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi ve aynı zamanda Koç Üniversitesi İş Bankası Enfeksiyon Hastalıkları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KUISCID) direktörü. 

Moderatör: Defne Üçer Şaylan

Programı buradan dinleyebilirsiniz.
Apaçık Radyo Bilim Sohbetleri arşivine buradan ulaşabilirsiniz.

Teo Grünberg’in Anısına 

Teo Grünberg, 1927-2025. Kaynak

Ülkemizin, uluslararası üne sahip, en seçkin ve üretken mantıkçısı ve felsefecisi, Bilim Akademisinin onursal üyesi Teo Grünberg’i 2025 yılının 13 Nisan akşamı kaybettik. Teo Bey bir çok insan için olduğu gibi benim hayatımda da müstesna bir yere sahipti. Böyle kısa bir yazıda onun başarılarını, matematiksel mantık ve felsefeye katkılarını hakkıyla özetlememin imkânı yok. Merak edenler için Teo Bey’in oğlu, kendisi gibi felsefeci olan değerli meslektaşım Prof. Dr. David Grünberg’in değerlendirme yazısını, onunla yapılan söyleşileri, Teo Bey’in öğrencisi olmuş ve tezini onun yönetiminde yazmış değerli meslektaşım Prof. Dr. Zekiye Kutlusoy’un derlediği Teo Grünberg’e Armağan kitabını öneririm.[1]D. Grünberg, “Teo Grünberg ve Felsefe”, 100 Felsefecimiz, Cilt 1 (der. N. Durmaz ve M. Pilgir) içinde, Nobel Yayınları, 2023, s. 573-582; A. İnam, Teo Grünberg ile söyleşi Kutadgubilig 2011; Tutarsızlığın İz Sürücüsü, (der.) Z. Kutlusoy. İmge Yayınevi, 2013.

Yazımda, bu kaynaklardan da yararlanarak Teo Bey’in kimya mühendisiyken nasıl olup da felsefeye ömrünü adadığından, insan hayatında yetenek kadar, merak, tutku, azim ve tesadüflerin de önemli bir rol oynadığından söz edeceğim. Ama bu yazı aynı zamanda kişisel bir yazı olacak. Zira, esas olarak, beraber yaptığımız çalışmalardan tanıdığım Teo Grünberg’den, onun nasıl bir felsefeci ve insan olduğundan bahsetmek istiyorum.

Teo Bey 1927 yılında İstanbul’da doğmuş, erken sayılabilecek yaşta Fransızca, Almanca ve İngilizce öğrenmiş. Liseyi Şişli Terakki lisesinde okumuş. Fen kolundan mezun olduğu için hiç felsefe dersi alamamış ama mantık dersi almış. Bu ders o kadar ilgisini çekmiş ki kütüphane kütüphane dolaşarak mantık kitapları aramaya başlamış, matematiksel mantığın klasikleşmiş iki kitabını (Alfred Whitehead ile Bertrand Russell’ın Principia Mathematica’sı ile David Hilbert ile Wilhelm Ackermann’ın Grundzüge der theoretischen Logik’ini) böyle keşfedip orijinal dillerinden okumuş ve büyülenmiş. Bununla birlikte, fen dersleri iyi olan her parlak öğrenci gibi, ailesinin de etkisiyle felsefe değil, mühendisliğe yönelmiş ve İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesinde kimya mühendisliği okumuş, Cahit Arf ve Ratip Berker gibi hocalardan aldığı derslerle kuvvetli bir matematik temeli oluşturmuş. Mezun olduktan sonra Rahel Hanımla evlenmiş, bir süre mühendislik yapsa da mesleğini sevememiş ve bırakmış. Mantık ve felsefeye olan merak ve tutkusu ağır bastığından tüm boş vaktini bu alanda kendi geliştirmeye ayırmış.

Bir gün Teo Bey’in dayısı, o dönem İstanbul Üniversitesi Felsefe Kürsüsünde öğretim üyesi olan Hüseyin Batuhan’ı evinde ziyarete gitmiş. Çalışma odasındaki kitapları görünce, yeğeni Teo’nun de böyle kitaplar okuduğunu söylemiş. Hüseyin Batuhan büyük bir heyecanla Teo Bey’le tanışmak istemiş. Teo Bey böylece onun sayesinde kendini İstanbul Üniversitesi Felsefe Kürsüsünde bulmuş. Kısa sürede “Anlam Kavramı Üzerine Bir Deneme” başlıklı doktora tezini başarıyla savunmuş. Önce İstanbul Üniversitesinde, daha sonra 1966 yılından itibaren emekli olana dek ODTÜ’de hocalığıyla, araştırmalarıyla efsanevi bir felsefeci olmuş.

Teo Bey, analitik felsefe geleneğinin ülkemizdeki en parlak temsilcilerindendir. Felsefeye tarihsel değil, problem merkezli bir bakış açısıyla yaklaşır. Kavramsal ve mantıksal çözümleme, açık-seçiklik ve titizlik felsefi pratiğinin temel ilkelerini oluşturur. Çalışmaları beş ana grupta toplanabilir: matematiksel ve epistemik mantık; mantık felsefesi; bilim felsefesi ve epistemoloji, analitik ontoloji, dil felsefesi ve özellikle anlam kuramı. Ona göre, bunlar birbirinden ayrılması imkânsız uğraşlardır.

Teo Bey’le felsefi bir ortamda karşılaşıp da keskin ve kıvrak zekâsından etkilenmemek mümkün değildir. Tanıma ayrıcalığına sahip olduğum diğer iki seçkin felsefeci de – biri Ali Karatay, diğeri artık hayatta olmayan Hüseyin Batuhan – Teo Bey’den ne zaman söz etseler onun bir tür dahi olduğunu vurgulamışlardır. Teo Bey’le çalışmaya başlayınca o dehanın kıvılcımlarına şahsen şahit oldum.

Teo Bey’in adını daha 1970’li yıllarda Boğaziçi Üniversitesinde bilim felsefesine meraklı bir mühendislik öğrencisiyken duymuştum, ama kendisiyle ancak 1989 yılında ülkemiz felsefesinin bir başka efsane ismi İoanna Kuçuradi’nin Ankara’da düzenlediği “Bilgi Kavramı” başlıklı konferansta tanıştım. Teo Bey ile tanışıklığımız kısa sürede uzun bir dostluğa ve işbirliğine dönüştü. 90’lı yılların başından itibaren, henüz eposta ortada olmadığı için kâh mektupla, kâh faks yardımıyla yazıştık ve 20. yüzyıl bilim felsefesine damgasını vurmuş ve farklı bilim anlayışlarıyla birbirinin rakibi gibi algılanan Rudolf Carnap ile Thomas Kuhn üzerine ikimizi de mutlu eden ve epey ilgi gören ortak iki makale yayınladık.[2]“Carnap and Kuhn: Arch Enemies or Close Allies?”, The British Journal for the Philosophy of Science, cilt 46,1995, s. 285-307; “Whorfian Variations on Kantian Themes: Kuhn’s Linguistic Turn”, Studies in History and Philosophy of Science, cilt 29, 1998, s. 207-221. Burada zikrettiğim ilk makale Doç. Dr. Ümit Öztürk tarafından Türkçeye çevrilerek 1 no.lu dipnotta künyesini verdiğim Kutlusoy’un derlemesinde (s. 453-479) yayımlanmıştır.

Teo Bey’le çalışırken onun ele aldığı felsefi meseleyi kavrayış ve sezgisinin derinliğini hemen görüyordunuz. Bunu bir örnekle şöyle somutlayabilirim. 20. yüzyılın ikinci yarısında bilim felsefesinde adeta bir devrim yaratmış olan Thomas Kuhn’un 1962 yılında yayımlanan Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabı birçokları tarafından bilime, bilimsel ilerleme ve akla karşı çıkan, bilimi iktidar mücadelesine indirgeyen bir yapıt olarak yorumlanmış, dolayısıyla da şiddetli eleştirilere maruz kalmıştır. Bu yorumun haksızlığı, Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabında ele aldığı sorunlara geri döndüğü 1980 sonrası makalelerinde açıkça görülür. Oysa, Teo Bey ile çalışırken anladım ki o Kuhn’un ne yapmak istediğini en baştan kavramıştı. Nitekim ilk kez 1982-1984 yılları arasında yayımladığı üç Türkçe makale bunu net bir biçimde ortaya koyuyordu.[3]“Bilimsel Akılcılık Anlayışının Evrimi”, Felsefe ve Felsefi Mantık Yazıları, Yapı Kredi Yayınları, 2005, s. 225-230; “Thomas S. Kuhn ve Bilimsel Akılcılık”, a.g.y, s. 276-296; “Neopozitivizmin Bilim Anlayışının Eleştirisi”, a.g.y., s. 333-343. Teo Bey, Kuhn’un 80 öncesi yayınlarına dayanarak onun bilimsel akılcılığa karşı olmadığını, tersine yeni bir bilimsel akılcılık geliştirdiğini, Bilimsel Devrimlerin Yapısı’nı bu çerçeve içinde yorumlamak gerektiğini büyük bir açıklıkla göstermişti. Bana öyle geliyor ki eğer Teo Bey üç makaleye dağılan bu Kuhn yorumunu, ayrıca uluslararası dergilerde vakit geçirmeden yayınlasaydı Kuhn’un bilim anlayışı üzerine yapılan çalışmalar çok daha erken bir tarihte rayına oturabilirdi.

Teo Bey ile Carnap ve Kuhn üzerine iki makale daha yazmaya giriştik ama o günün akademik koşullarında bir türlü bitiremedik. Bunun için hâlâ hayıflanırım. Yine de yıllar sonra bu konularda üç-dört makale daha yazabildim. Bunların hepsinin temelinde Teo Bey ile yaptığımız çalışmalar vardır.

Teo Bey’in çok önemli bir özelliği de alçak gönüllüğü ve sizinle kurduğu eşit ilişkidir. Aramızdaki büyük yaş ve bilgi farkına rağmen her zaman eşiti gibi davranmış, hiçbir zaman tepeden bakmamış, kendi görüşünü dayatmaya çalışmamıştır. Eleştiriye hep açık olmuş, esas olanın üzerinde çalışılan probleme hakkını vermek, çözene kadar gece gündüz uğraşmak olduğunu daima hissettirmiştir. Kendisine bu açıdan da müteşekkirim. Onunla çalışmanın benim için ufuk açıcı olduğu kadar büyük bir onur olduğunu da bilmem belirtmeye gerek var mı?

Teo Bey son ana kadar derin bir tutku ve azimle çalıştı, üretmeye devam etti. Vefatını öğrenir öğrenmez oğlu David’i aradığımda kısa bir süre önce epey hacimli üç çalışmayı bitirdiklerini söylediğinde hiç şaşırmadım. Anısı hepimize örnek olsun.[4]Editörün notu: Yazının girişinde kullanılan fotoğraf, Teo Grünberg’i hayatının konu edildiği şu videodan alınmıştır. Bu kayıtta Grünberg’in çocukluğuna, gençliğine, meselk hayatına, ailesine dair pek çok fotoğraf kullanılıyor.

Gürol Irzık
Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi; Bilim Akademisi Üyesi

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
1 D. Grünberg, “Teo Grünberg ve Felsefe”, 100 Felsefecimiz, Cilt 1 (der. N. Durmaz ve M. Pilgir) içinde, Nobel Yayınları, 2023, s. 573-582; A. İnam, Teo Grünberg ile söyleşi Kutadgubilig 2011; Tutarsızlığın İz Sürücüsü, (der.) Z. Kutlusoy. İmge Yayınevi, 2013.
2 “Carnap and Kuhn: Arch Enemies or Close Allies?”, The British Journal for the Philosophy of Science, cilt 46,1995, s. 285-307; “Whorfian Variations on Kantian Themes: Kuhn’s Linguistic Turn”, Studies in History and Philosophy of Science, cilt 29, 1998, s. 207-221. Burada zikrettiğim ilk makale Doç. Dr. Ümit Öztürk tarafından Türkçeye çevrilerek 1 no.lu dipnotta künyesini verdiğim Kutlusoy’un derlemesinde (s. 453-479) yayımlanmıştır.
3 “Bilimsel Akılcılık Anlayışının Evrimi”, Felsefe ve Felsefi Mantık Yazıları, Yapı Kredi Yayınları, 2005, s. 225-230; “Thomas S. Kuhn ve Bilimsel Akılcılık”, a.g.y, s. 276-296; “Neopozitivizmin Bilim Anlayışının Eleştirisi”, a.g.y., s. 333-343.
4 Editörün notu: Yazının girişinde kullanılan fotoğraf, Teo Grünberg’i hayatının konu edildiği şu videodan alınmıştır. Bu kayıtta Grünberg’in çocukluğuna, gençliğine, meselk hayatına, ailesine dair pek çok fotoğraf kullanılıyor.

Meraklısına Bilim – Sosyal medyada davranışlar, tutumlar nasıl çalışılır?

Meraklısına Bilim‘de Nisan 2025 konuğumuz, Bilkent Üniversitesi iletişim ve Tasarım bölümünden, Bilim Akademisi BAGEP ödüllü araştırmacı Özen Baş oldu. İletişim bilimi alanında uzmanlaşmış bir sosyal bilim araştırmacısı olan Baş, özellikle yeni medya, siyasi iletişim, medya kullanımının etkileri ve medya psikolojisi konularında çalışmaktadır. Bu programda sosyal medya kullanan bireylerin davranışlarına yönelik araştırmaların nasıl yapıldığını, kuramları, yöntemleri, alandaki gelişmeleri konuştuk.

Moderatör: Müsemma Sabancıoğlu

Gizli açlık: Dünya, Türkiye ve çözüm önerileri

Sabancı Üniversitesi’nin yürüttüğü HarvestZinc projesi ülkelerinden Pakistan’daki bir buğday deneme tarlası (Fotoğraf: İsmail Çakmak)

Mutlak açlık ve gizli açlık nedir?

İnsanlar, mutlak (kronik) açlık ve gizli açlık olarak bilinen iki farklı açlık sorunu yaşayabilir. Günümüzde açlık problemi genellikle mutlak açlık üzerinden ele alınmaktadır. Mutlak açlık, karın doyurmak için yeterli gıdaya erişememekle ilgili bir sorundur.

Gizli açlık ise, genellikle sıklıkla tüketilen gıdaların besleyici değerinin yetersizliğiyle ilgilidir. Gizli açlık, yoksulluk, hayat pahalılığı, işsizlik ve gelir eşitsizliği gibi sosyoekonomik faktörler nedeniyle hayvansal (ve benzeri) kaynaklardan protein tüketimi sınırlı olan (ya da hiç olmayan) bireylerde yaygındır. Bu durumda, karbonhidrat eksikliği değil, çinko, demir, iyot, selenyum gibi mikro besin elementleri ve A vitamini ile folik asit gibi vitaminlerin eksikliği söz konusudur.

Gizli açlık neden küresel bir sorun?

Mutlak açlık problemi, tipik olarak az gelişmiş ve fakir ülkelerde, özellikle yoksul ailelerde yaşanan bir sorun ve bu sorundan yaklaşık 800 milyon insan etkileniyor. Gizli açlık ise çok daha yaygın bir beslenme problemi olup, günümüzde en az üç milyar insanın bu durumdan etkilendiği tahmin ediliyor. Bilimsel literatürde gizli açlık, özellikle çinko, demir, iyot, selenyum gibi mikro besin elementlerinin eksikliği açısından ele alınıyor.

Tıp dünyasının en prestijli bilimsel dergilerinden biri olan The Lancet dergisinde geçtiğimiz eylül ayında yayınlanan bir makaleye[1]Passarelli, S., Free, C. M., Shepon, A., Beal, T., Batis, C., & Golden, C. D. (2024). Global estimation of dietary micronutrient inadequacies: a modelling analysis. In The Lancet Global Health (Vol. 12, Issue 10, pp. e1590–e1599). https://doi.org/10.1016/s2214-109x(24)00276-6  göre, dünyada 5,1 milyar birey iyot, 4,9 milyar birey demir, 3,5 milyar birey çinko ve 2,8 milyar insan selenyum açısından yeterli olmayan gıdalar tüketmekte. Bu veri, gizli açlığın gerçekten büyük bir küresel sorun olduğuna işaret ediyor. Söz konusu çalışmaya göre Türkiye’nin, anılan mikro besin elementlerinin gıdalar yoluyla en az alındığı ülkelerden biri olması dikkat çekici.

Gizli açlık problemini küresel ölçekte azaltmaya yönelik en yoğun ve başarılı faaliyetleri gösteren uluslararası organizasyonlardan biri, HarvestPlus konsorsiyumudur. Bu konsorsiyum, hangi ülkelerde hangi bitkisel ürünlerin, hangi mikro besin elementleri bakımından öncelikli olarak zenginleştirilmesi gerektiğini araştırıp bir rapor yayımladı. Yayınlanan raporda, Türkiye’nin, yetiştirdiği buğdayı çinko açısından öncelikli olarak zenginleştirmesi gereken beş ülkeden biri olduğu vurgulanıyor.

Harita, ülkelerin yetersiz çinko alımı oranını gösteriyor. Dünya nüfusunda gıdalar yoluyla yetersiz çinko alan bireylerin oranı %46 iken Türkiye’de bu oranın %75in üzerinde olduğunu görüyoruz. (Harita CC-ND-NC lisanslı bir makaleden[2]Passarelli, S., Free, C. M., Shepon, A., Beal, T., Batis, C., & Golden, C. D. (2024). Global estimation of dietary micronutrient inadequacies: a modelling analysis. In The Lancet Global Health (Vol. 12, Issue 10, pp. e1590–e1599). https://doi.org/10.1016/s2214-109x(24)00276-6 alınmış, lisans koşulları dolayısıyla Türkçeleştirilememiştir. )

Tahıllı gıdaların yoğun tüketimi problemi şiddetlendiriyor

Türkiye’de topraklar, mikro elementler bakımından oldukça fakirdir ve dünyada en düşük seviyede bitkiye yarayışlı çinko içerdiği biliniyor.  Çinko miktarı zaten düşük olan günümüzün modern buğdayları, Türkiye’de çinko açısından fakir olan topraklarda yetiştirildiğinde, tanesindeki çinko miktarı daha da azalmaya uğrar. Yıllardır Türkiye’de özellikle kırsal bölgelerde ve yoksul ailelerde çinko ve diğer mikro besin elementleri bakımından fakir buğday ürünleri çok yüksek oranlarda tüketiliyor.  Afrika ve Asya’nın birçok ülkesinde, kırsal bölgelerde, tahıl kökenli gıdaların günlük kalori tüketimindeki payının %75’i geçtiği rapor edilirken Türkiye’de sadece buğdayın günlük kalori ihtiyacını karşılama oranı %40-45 civarında. Bu oran Türkiye geneli için geçerli olup, kırsal kesimlerde bu oranın %60’lara kadar yükseldiği tahmin ediliyor.[3]Kearney, J. (2010). Food consumption trends and drivers. Philosophical Transactions of the Royal Society B: Biological Sciences (Vol. 365, Issue 1554, pp. 2793–2807). https://doi.org/10.1098/rstb.2010.0149 [4]Cakmak, I. (2008). Enrichment of cereal grains with zinc: Agronomic or genetic biofortification? Plant and Soil (Vol. 302, Issues 1–2, pp. 1–17) https://doi.org/10.1007/s11104-007-9466-3

Türkiye’de insanlar  çok yüksek oranlarda ekmek, makarna, bisküvi, bulgur gibi buğday ürünleri  tüketmekte. Örneğin, 2010–2020 döneminde kişi başı yıllık buğday ürünleri tüketimin 220 kg ile 280 kg aralığında değişkenlik gösterdiği raporlanmıştır.[5]Yılmaz, A.M. ve Tomar, O. (2022). Türkiye’de Buğdayın Kendi Kendine Yeterlilik ve İthalata Bağımlılık Açısından Değerlendirilmesi. Avrupa Bilim ve Teknoloji Dergisi, (41: 449-456) https://doi.org/10.31590/ejosat.1192874 Türkiye, dünyada  kişi başına en çok ekmek tüketen ülkeler arasında birinci sırada yer alıyor.   2023 yılı “World of Statistics”  kaynağına göre Türkiye kişi başına yılda yaklaşık 200 kg ekmek tüketimiyle dünyada birinci sırada yer alırken, bir başka kaynağa göre Türkiye’de kişi başı  ekmek tüketimi  150 kg olup, bu miktarın  Avrupa Birliği ülkeleri ortalamasından  (39,3 kg) 3,8 kat daha fazladır.[6]Sadowski, A., Dobrowolska, B., Dziugan, P., Motyl, I., Liszkowska, W., Rydlewska‐Liszkowska, I., & Berłowska, J. (2024). Bread consumption trends in Poland: A socio‐economic perspective and factors affecting current intake. Food Science Nutrition (Vol. 12, Issue 10, pp. 7776–7787) https://doi.org/10.1002/fsn3.4383

Özetle, dünyanın birçok az gelişmiş ülkesinde ve yoksul ailelerde bireyler, mikro besin elementlerince fakir olan tahıl bazlı gıdaları tüketerek hayatta kalıyor. Ayrıca, vegan ve vejetaryen beslenme tarzı gizli açlık sorununu daha da hızlandırıyor. Deniz ürünlerinden sonra en fazla iyot içeren gıda kaynağı hayvansal süt olduğundan hayvansal süt yerine soya ve yulaf gibi bitkisel sütlerin tüketimi, örneğin iyot eksikliğinin artmasına yol açmakta.[7]Bath, S. C. (2024): Thyroid function and iodine intake: global recommendations and relevant dietary trends. Nat. Rev. Endocrinol. 20: 474–486.

Bunun yanı sıra aşırı alkol tüketiminin de insanlarda  çinko eksikliğinin yaygınlaşmasında rol oynadığını gösteren raporlar var. Aşırı alkol tüketimiyle vücutta çinko emilimi ve taşınmasında rol oynayan çinko taşıyıcı (transporter) proteinlerin aktivitelerinin değişime uğradığı ve vücudun akciğer ve beyin gibi önemli organlarında çinko azalmasına yol açtığı bilinmekte. Çinko eksikliği aynı zamanda vücuttaki alkol zararını şiddetlendiriyor.[8]McClain, C., Vatsalya, V., & Cave, M. (2017). Role of Zinc in the Development/Progression of Alcoholic Liver Disease. Current Treatment Options in Gastroenterology (Vol. 15, Issue 2, pp. 285–295). https://doi.org/10.1007/s11938-017-0132-4[9]Skalny, A. V. ve diğ. (2017). Zinc deficiency as a mediator of toxic effects of alcohol abuse. European Journal of Nutrition (Vol. 57, Issue 7, pp. 2313–2322) https://doi.org/10.1007/s00394-017-1584-y

Vücutta en yüksek çinko konsantrasyonunun  yer aldığı yerlerden biri   içinde sperm hücrelerinin de bulunduğu erkek menisidir (ejakülat). Kimi raporlara göre menideki çinko konsantrasyonu kandaki çinkodan 70 ile 100 kez daha fazladır.[10]Osadchuk, L., Kleshchev, M., Danilenko, A., & Osadchuk, A. (2021). Impact of seminal and serum zinc on semen quality and hormonal status: A population-based cohort study of Russian young men. Journal of Trace Elements in Medicine and Biology (Vol. 68, p. 126855).  https://doi.org/10.1016/j.jtemb.2021.126855 [11]Malm, J., Jonsson, M., Frohm, B., & Linse, S. (2007). Structural properties of semenogelin. The FEBS Journal (Vol. 274, Issue 17, pp. 4503–4510) https://doi.org/10.1111/j.1742-4658.2007.05979.x O nedenle cinsel aktivitesi yüksek olan erkeklerde çinko eksikliği riski yüksektir.

Beyaz ekmek mi, tam buğday ekmek mi?

Tam buğday ekmeğinin, beyaz ekmekten daha besleyici olduğu artık iyi biliniyor. Nedenine gelince, bir buğday tanesinin en büyük kısmını (yaklaşık %80-85’ini) oluşturan endosperm, beyaz unun yapıldığı kısımdır ve bu bölüm, mikro besin elementleri (özellikle çinko, demir ve iyot) bakımından diğer kısımlara göre oldukça düşüktür. Aşağıdaki resimden de görülebileceği gibi, çinko, tohumun embriyosunda ve kepek olarak bilinen tohum kabuğu ve alöron kısımlarında çok yüksek miktarda bulunur. Çinko miktarı bu kısımlarda 75-100 mg/kg seviyelerine ulaşabilir. Buna karşılık, beyaz unun elde edildiği ve beyaz ekmeğin yapıldığı endosperm kısmı çinko bakımından oldukça fakirdir ve çinko miktarı çoğunlukla 10 mg/kg civarındadır.

Kaynak[12]Cakmak, I., Pfeiffer, W. H., & McClafferty, B. (2010). REVIEW: Biofortification of Durum Wheat with Zinc and Iron. In Cereal Chemistry (Vol. 87, Issue 1, pp. 10–20) https://doi.org/10.1094/cchem-87-1-0010

Beyaz ekmeğin, diğer ekmek türlerine göre çok daha ucuz olması ve yaygın şekilde tüketilmesi, insanlarda çinko eksikliğinin yaygınlaşmasında önemli bir faktör olarak öne çıktığını ve bu konunun sıkça tartışıldığını da söylemeden geçmeyelim.     

Gizli açlık ve olası sağlık sorunları

Mikro besin elementlerinin insan vücudunda, özellikle çocuklar için, çok değerli ve kritik fonksiyonlara sahip olduğu biliniyor. Literatürde, aşağıda belirtilen sağlık sorunlarının gizli açlık problemiyle güçlü bir ilişki gösterdiğine dair birçok bulgu ve rapor var:[13]Prasad, A. S. (2013). Discovery of Human Zinc Deficiency: Its Impact on Human Health and Disease. Advances in Nutrition (Vol. 4, Issue 2, pp. 176–190).  https://doi.org/10.3945/an.112.003210 [14]He, L., Zhang, L., Peng, Y., & He, Z. (2025). Selenium in cancer management: exploring the therapeutic potential. Frontiers in Oncology (Vol. 14). Frontiers Media SA. https://doi.org/10.3389/fonc.2024.1490740 [15]Harding, K. L., Aguayo, V. M., & Webb, P. (2017). Hidden hunger in South Asia: a review of recent trends and persistent challenges. Public Health Nutrition (Vol. 21, Issue 4, pp. 785–795).  https://doi.org/10.1017/s1368980017003202[16]Bailey, R. L., West Jr., K. P., & Black, R. E. (2015). The Epidemiology of Global Micronutrient Deficiencies. Annals of Nutrition and Metabolism (Vol. 66, Issue Suppl. 2, pp. 22–33) https://doi.org/10.1159/000371618

  • Vücut direncinin ve bağışıklık sisteminin zayıflaması, viral ve bakteriyel hastalıklara karşı duyarlılığın artması (özellikle çinko ve selenyum eksikliğinde),
  • Çocuklarda zekâ ve zihinsel gelişimde yetersizliklerin ortaya çıkması, bilişsel fonksiyonların azalması (özellikle iyot, çinko ve demir eksikliğinde),
  • Fiziksel gelişim ve boy uzunluğunun sınırlı kalması (özellikle çinko eksikliğinde),
  • Tiroid hormonlarının seviyesinde azalmalar, tiroid bezinde büyüme (özellikle iyot eksikliğinde).

*Bu konuda daha detaylı bilgi almak için konu uzmanlarından görüş alınması önerilmektedir.

Gizli açlık aynı zamanda ciddi bir ekonomik sorundur

Dünya Bankası raporları ve bazı makalelere göre, gizli açlık ve yetersiz beslenmenin yaygın olduğu ülkelerde gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) üzerinde %5’e kadar kayıplar yaşanıyor. Birleşmiş Milletler’in bünyesindeki bazı kurumların yürüttüğü “COHA – The Cost of Hunger in Africa” projesi, açlık probleminin bazı Afrika ülkelerindeki ekonomik maliyetinin gayrisafi yurtiçi hasılayı %10 oranında aşabileceğini rapor ediyor.

Yeşil Devrim mutlak açlığı azaltırken, gizli açlığı artırdı

Besleyici nitelikleri, özellikle mineral içeriği, açısından eski buğdaylar ve atalık buğdaylar olarak da bilinen yerel buğdaylar, günümüzde yaygın olarak üretilen modern buğdaylara göre çok daha üst düzeydedir. Örneğin, siyez, karakılçık, emmer (gernik), gibi yerel (atalık) buğdayların çoğunda, çinko miktarı bir kilogramda 60 mg’a kadar çıkabilir ve hatta emmer (gernik) buğdayında bu değer 75-80 mg’ı aşabilir. Buna karşın, günümüzde tüketilen yüksek verimli modern buğdayların tanesinde çinko değerleri genellikle 1 kilogramda 20 ile 30 mg arasında, diğer mikro besin elementlerinde de benzer bir durum söz konusu.

Artan nüfusa bağlı olarak daha fazla gıdaya ihtiyaç duyulması sonucu, ıslah programlarıyla yüksek verimli yeni çeşitlerin geliştirilmesine ve endüstriyel bitkisel üretim programlarına geçilmiştir. Bu durum, aşağıda tartışıldığı gibi, besleyici özellikleri kuvvetli biçimde azalan bitkisel gıda üretimine yol açmıştır. Hep söylenir: “Geçmişte bir ekmekle vücudumuza aldığımız besinleri ve mineralleri, bugün belki ancak iki ekmek yiyerek alabiliyoruz.”

Yeşil Devrim, mutlak açlığı azaltırken, gizli açlığı artırdı. Burada şunu vurgulamak gerekir: Eski buğdayların verimleri, günümüzün modern buğdaylarına göre çok daha düşük. 1950’li ve 1960’lı yıllarda dünyada yaşanan mutlak açlık problemini azaltmada başarılı olan Yeşil Devrim ile buğday veriminde çarpıcı artışlar sağlandı. Verimi artırmaya odaklı bu devrim sayesinde mutlak açlık dünyada önemli ölçüde azaldı ve bu devrimin gerçekleşmesinde belirleyici bir rol oynayan Norman Borlaug, Barış Nobel Ödülü’nü kazandı. Ancak, “istenmeden de olsa” Yeşil Devrim gizli açlık sorununu artırdı. Tane verimindeki artış, aslında tanede karbonhidrat/nişasta miktarının artışı olarak görülebilir. Tahıl verimindeki artışlarla birlikte, tanede mikro besin elementlerinin miktarında “seyrelme” dediğimiz olayla ciddi azalmalar meydana gelmiştir. Bu durum aşağıdaki grafikte gösteriliyor.

Bir kilogram buğdaydaki çinko miktarı (mg). Şekilde kırmızı, yeşil ve siyah noktalar farklı NPK gübreleme uygulamalarını göstermektedir.[17]Scientific Panel on Responsible Plant Nutrition. 2023. Plant nutrients are essential for the alleviation of chronic and hidden hunger. Issue Brief 05. https://sprpn.org/wp-content/uploads/2023/11/2023-SPRPN-Chronic-and-hidden-hunger.pdf

Bitkisel verimi artırmak iki probleme davetiye çıkarıyor

Artan dünya nüfusu, ekstrem iklim değişiklikleri ve topraklardaki mevcut fiziksel ve kimyasal sorunlar gibi faktörler, insanları daha yüksek verimli çeşitler geliştirmeye yönlendiriyor. Birim alandan mümkün olabilecek en yüksek verim almak büyük bir hedef haline gelmiş durumda. Ancak, bu süreçte üretilen gıdanın besleyici özelliği hep göz ardı ediliyor ve takip edilmiyor. Dahası, toprak sağlığı ve toprak verimliliğinin bu süreçten nasıl etkilendiği de pek sorgulanmıyor.

Oysa bitkisel verimi artırma hedefleri ve  bu bağlamdaki  bitkisel üretim faaliyetleri iki önemli sorunu gündeme getirmekte:

Birinci problem, toprakların mineraller, özellikle de mikro besin elementleri bakımından fakirleşmesiyle ilgili. Verim kapasitesi arttırılmış yeni çeşitler, her yıl topraktan yüksek miktarlarda mineral besin elementi kaldırıyor. Bu durum özellikle çinko, selenyum ve iyot gibi mikro besin elementleri açısından ciddi bir sorun; çünkü, toprakta azalan bu mikro besin elementleri, çiftçilerin yaptıkları gübreleme yoluyla geri kazandırılamıyor. Örneğin, bir hektarlık (10 dönümlük) alanda yetiştirilen yüksek verimli mısır çeşitleri her yıl topraktan 500-600 gram saf çinko kaldırır. Bu durum her yıl tekrar ettiğinden belli bir süre sonra topraklarda bu mikro besin elementlerinin miktarlarında ciddi boyutlarda azalmalar ortaya çıkar. Bu durum, o topraklarda yetiştirilen bitkilerin de kötü beslenmesi anlamına gelir.

İkinci problem: bitkisel gıdalarda mineral oranının azalması (seyrelmesi). Bitkisel verim ne kadar artarsa, hasat edilen organlardaki besin elementleri de o kadar seyrelmeye uğrar. Yukarıda da belirtildiği gibi, verimi düşük ve taneleri genelde küçük olan eski buğdaylar (örneğin siyez buğdayı), günümüzün verimi çok yüksek ve taneleri büyük olan modern buğdaylarına göre daha besleyicidir ve daha fazla mikro besin elementi içerir. Kısacası, tahıllarda verim artışı ile tanede karbonhidrat artışı arasında sıkı bir ilişki vardır ve yüksek verimli çeşitlerin besleyici özelliğinin çok düşük olduğunu söyleyebiliriz.

Gizli açlık problemi nasıl azaltılabilir? – Tarımın rolü

Vücudumuz mineral besin elementlerini sentezleyemez; bu nedenle bu mineralleri mutlaka gıdalar yoluyla almamız gerekir. Bu ihtiyaç, özellikle düzenli ve dengeli bir şekilde kırmızı ve beyaz et gibi hayvansal kaynaklı gıdalarla karşılanabilir. Ancak, yukarıda belirtildiği gibi, ekmek, makarna, bulgur gibi tahıl ürünleri, yoksul ailelerin (hatta öğrencilerin) temel kalori kaynağını oluşturur.  Bu bireyler ekonomik nedenlerle et ve benzeri ürünleri ya hiç tüketemiyor ya da çok sınırlı miktarlarda tüketiyor. Türkiye’de buğday kökenli gıdaların yoğun tüketimi göz önünde bulundurulduğunda, sofralarımıza sıklıkla gelen tahıl ürünlerinin mikro elementler açısından zenginleştirilmesi öncelikli bir konu haline geliyor. Bu konu sağlıklı nesiller yetiştirmek açısından büyük bir öneme sahip.

HarvestZinc Projesi partnerlerinden Tayland Chiang Mai Üniversitesi öğrencileriyle bir pirinç tarlasında fide dikimi (Fotograf: İsmail Çakmak)

Gizli açlık problemini azaltmak için mikro element takviyeleri ve gıdaların hazırlanışı sırasında mikro elementlerin doğrudan gıdaya eklenmesi gibi çeşitli stratejiler önerilebilir. Ancak bu yaklaşımların, gizli açlık sorununu çözmede etkili olamadığını görüyoruz. Bahsedilen stratejiler sürdürülebilir değil. Sorunun en yoğun yaşandığı ve ekonomik zorlukların egemen olduğu ailelere ve kırsal bölgelere sürekli olarak mikro element takviyeleri sunmak veya gıdaların hazırlanışı sırasında mikro element kimyasallarıyla yapay olarak zenginleştirilmiş gıda dağıtmak hem pahalı hem de sürdürülebilirliği oldukça zor bir strateji.

Buna karşın tarım, doğal ve sürdürülebilir olan çözümler sunmakta. Bunlardan biri bitki ıslahı; yani mikro besin elementlerince zengin yeni çeşitlerin ıslahının yapılması. Ancak, bitki ıslahı stratejisi, uzun yıllar süren ve başarılı olup olmayacağı kestirilemeyen bir stratejidir. Bitkilerin mikro besin elementleriyle zenginleştirilmesinde tarımın sunduğu en hızlı ve pratik çözüm, mikro element gübreleme stratejisidir. Gübreleme, doğal bir yöntem olup tarlada uygulanır. Mikro besin element gübrelemesiyle amaç, eski buğdaylarda zaten var olan ancak yüksek verim odaklı ıslah çalışmaları nedeniyle önemli oranlarda kaybettiğimiz mikro besin elementlerini, günümüz modern buğdaylarına yeniden kazandırmaktır. Bir başka deyişle, gübreleme ile amaç, günümüz buğdaylarında 1 kilogramda genel olarak bulunan 25-30 miligram  dolayındaki çinko miktarını, eski buğdaylarda olduğu gibi 50 miligram ve üstüne çıkarmaktır.

HarvestZinc projesinin Hindistan’da Punjab bölgesindeki buğday denemesi (Fotoğraf: İsmail Çakmak)
HarvestZinc Projesi

Tam da bu hedef doğrultusunda, Sabancı Üniversitesi, hem ulusal hem de uluslararası alanda öncü çalışmalar gerçekleştirmiştir. Bu çalışmalardan biri, 14 yıl boyunca 15 farklı ülkede kesintisiz devam eden HarvestZinc projesidir. Bu proje, buğday, pirinç (çeltik) ve mısır gibi tahılların çinko, demir, iyot ve selenyum gibi mikro besin elementleriyle zenginleştirilmesini amaçlamıştır. Proje kapsamında yapılan tarla denemeleri, Çin, Hindistan, Tayland, Pakistan, Kazakistan, Güney Afrika, Mozambik, Zambiya, Zimbabve, Nijerya, Ruanda, Uganda, Meksika, Brezilya ve Türkiye gibi farklı ülkelerde gerçekleştirilmiştir. Türkiye’deki buğday tarla denemeleri, Eskişehir’deki Geçit Kuşağı Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü ile iş birliği geliştirerek Müfit Kalaycı ve Erdinç Savaşlı’nın koordinasyonunda yürütülmüştür.

 

Farklı bölgeler ve ekolojik koşullarda çeşitli buğday çeşitleri kullanılarak yürütülen ve uzun yıllara dayanan bu küresel proje ile buğdayda çinko ve diğer mikro besin elementlerinin miktarında önemli artışlar sağlanmıştır. Örneğin, birçok bölgede buğdayda çinko miktarı, bir kilogramda 50 miligram düzeylerine kadar çıkmıştır. Bu çalışmalar, ana sponsoru Bill ve Melinda Gates Vakfı olan uluslararası HarvestPlus programı altında gerçekleştirilmiş ve uygulamaya yönelik çok değerli deneyimler ve bilgilere ulaşılmıştır.

Öneriler

Mikro besin elementleri, çocuklara en etkili ve en kolay şekilde ekmek, makarna, bisküvi gibi buğday ürünleri ve inek sütü gibi gıdalarla sağlanabilir. Türkiye’deki lider gıda kuruluşları ve üreticiler, tarım ve sağlık alanındaki karar vericilerle iş birlikleri geliştirerek, ekmek, makarna, bulgur, bisküvi, un ve süt gibi gıdaların bu mikro besin elementleriyle zenginleştirilmesine yönelik programlar oluşturabilir ve uygulamaya sokabilirler. Bu çalışma, en azından Türkiye’de okul çağındaki çocuklar için gerçekleştirilebilir.

Bugün Türkiye’de okul öncesi eğitimde ve ilkokul düzeyindeki toplam öğrenci sayısı yedi milyonu aşıyor[18]Milli Eğitim Bakanlığı Örgün Eğitim İstatistikleri, https://istatistik.meb.gov.tr/ ve mikro besin elementlerinin eksikliğinden en çok etkilenenler bu yaş grubu. Bu öğrencilerin büyük bir kısmının, mevcut ekonomik koşullar nedeniyle mikro besin elementleri ve protein açısından zengin gıdalarla yeterli şekilde beslenemedikleri bir gerçek. Bu noktadan hareketle, bu çocukların beslenme çantalarında mikro besin elementlerince zenginleştirilmiş ekmek, bisküvi, kurabiye ve süt gibi gıdaların bulunması çok değerli kitlesel yararlar sağlayabilir. Ayrıca, bu gıdalar afet dönemlerinde de çocukların beslenmesine hızlı ve kolay bir şekilde katkı verecek gıda kaynakları olarak değerlendirilebilir.

Ülkemizde birçok belediyenin yönetiminde olan ve ekonomik zorluklar yaşayan ailelere önemli bir destek sağlayan Halk Ekmek Şirketlerinin ürettiği ekmeklerin de mikro besin elementleriyle zenginleştirilmesi önemli bir hedef olmalıdır. Halk Ekmek şirketleri, zenginleştirilmiş ekmeklerle, özellikle çocukların zihinsel sağlığına, fiziksel gelişimine ve hastalıklara karşı vücut direncine değerli katkılarda bulunabilir. Her gün satın alınan 250 gram ağırlığındaki bir ekmekte bulunan örneğin çinko ve selenyum miktarlarında  önemli artışlar sağlamak,  ülkemizdeki çocukların çok büyük bir bölümünün zihinsel ve bedensel gelişimine önemli katkılar verecek çok değerli bir sosyal sorumluluk hedefi olarak görülmelidir.

İsmail Çakmak
Bilim Akademisi üyesi, Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
1, 2 Passarelli, S., Free, C. M., Shepon, A., Beal, T., Batis, C., & Golden, C. D. (2024). Global estimation of dietary micronutrient inadequacies: a modelling analysis. In The Lancet Global Health (Vol. 12, Issue 10, pp. e1590–e1599). https://doi.org/10.1016/s2214-109x(24)00276-6
3 Kearney, J. (2010). Food consumption trends and drivers. Philosophical Transactions of the Royal Society B: Biological Sciences (Vol. 365, Issue 1554, pp. 2793–2807). https://doi.org/10.1098/rstb.2010.0149
4 Cakmak, I. (2008). Enrichment of cereal grains with zinc: Agronomic or genetic biofortification? Plant and Soil (Vol. 302, Issues 1–2, pp. 1–17) https://doi.org/10.1007/s11104-007-9466-3
5 Yılmaz, A.M. ve Tomar, O. (2022). Türkiye’de Buğdayın Kendi Kendine Yeterlilik ve İthalata Bağımlılık Açısından Değerlendirilmesi. Avrupa Bilim ve Teknoloji Dergisi, (41: 449-456) https://doi.org/10.31590/ejosat.1192874
6 Sadowski, A., Dobrowolska, B., Dziugan, P., Motyl, I., Liszkowska, W., Rydlewska‐Liszkowska, I., & Berłowska, J. (2024). Bread consumption trends in Poland: A socio‐economic perspective and factors affecting current intake. Food Science Nutrition (Vol. 12, Issue 10, pp. 7776–7787) https://doi.org/10.1002/fsn3.4383
7 Bath, S. C. (2024): Thyroid function and iodine intake: global recommendations and relevant dietary trends. Nat. Rev. Endocrinol. 20: 474–486.
8 McClain, C., Vatsalya, V., & Cave, M. (2017). Role of Zinc in the Development/Progression of Alcoholic Liver Disease. Current Treatment Options in Gastroenterology (Vol. 15, Issue 2, pp. 285–295). https://doi.org/10.1007/s11938-017-0132-4
9 Skalny, A. V. ve diğ. (2017). Zinc deficiency as a mediator of toxic effects of alcohol abuse. European Journal of Nutrition (Vol. 57, Issue 7, pp. 2313–2322) https://doi.org/10.1007/s00394-017-1584-y
10 Osadchuk, L., Kleshchev, M., Danilenko, A., & Osadchuk, A. (2021). Impact of seminal and serum zinc on semen quality and hormonal status: A population-based cohort study of Russian young men. Journal of Trace Elements in Medicine and Biology (Vol. 68, p. 126855).  https://doi.org/10.1016/j.jtemb.2021.126855
11 Malm, J., Jonsson, M., Frohm, B., & Linse, S. (2007). Structural properties of semenogelin. The FEBS Journal (Vol. 274, Issue 17, pp. 4503–4510) https://doi.org/10.1111/j.1742-4658.2007.05979.x
12 Cakmak, I., Pfeiffer, W. H., & McClafferty, B. (2010). REVIEW: Biofortification of Durum Wheat with Zinc and Iron. In Cereal Chemistry (Vol. 87, Issue 1, pp. 10–20) https://doi.org/10.1094/cchem-87-1-0010
13 Prasad, A. S. (2013). Discovery of Human Zinc Deficiency: Its Impact on Human Health and Disease. Advances in Nutrition (Vol. 4, Issue 2, pp. 176–190).  https://doi.org/10.3945/an.112.003210
14 He, L., Zhang, L., Peng, Y., & He, Z. (2025). Selenium in cancer management: exploring the therapeutic potential. Frontiers in Oncology (Vol. 14). Frontiers Media SA. https://doi.org/10.3389/fonc.2024.1490740
15 Harding, K. L., Aguayo, V. M., & Webb, P. (2017). Hidden hunger in South Asia: a review of recent trends and persistent challenges. Public Health Nutrition (Vol. 21, Issue 4, pp. 785–795).  https://doi.org/10.1017/s1368980017003202
16 Bailey, R. L., West Jr., K. P., & Black, R. E. (2015). The Epidemiology of Global Micronutrient Deficiencies. Annals of Nutrition and Metabolism (Vol. 66, Issue Suppl. 2, pp. 22–33) https://doi.org/10.1159/000371618
17 Scientific Panel on Responsible Plant Nutrition. 2023. Plant nutrients are essential for the alleviation of chronic and hidden hunger. Issue Brief 05. https://sprpn.org/wp-content/uploads/2023/11/2023-SPRPN-Chronic-and-hidden-hunger.pdf
18 Milli Eğitim Bakanlığı Örgün Eğitim İstatistikleri, https://istatistik.meb.gov.tr/

Bilim Sohbetleri: Toplumsal hareketliliğimizin psikolojisi

Bilim Sohbetleri’nde sosyal psikolog Sinan Alper’le 19 Mart’ta başlayan toplumsal hareketliliğimizin psikolojisini, bu hareketliliği sürdürebilmek ve etkili şekilde kanalize edebilmek için gerekli anahtar kavramları konuştuk.

Sinan Alper, Yaşar Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi, aynı zamana BAGEP ödülü sahibi. Alper’in araştırmaları komplo teorileri, sahte bilim gibi inançların psikolojisi, politik ve ahlaki psikoloji, siyasi tutumların arkasındaki sosyal bilişsel süreçler
gibi konular üzerine yoğunlaşıyor.

Moderatör: Defne Üçer Şaylan

Programı buradan dinleyebilirsiniz.
Apaçık Radyo Bilim Sohbetleri arşivine buradan ulaşabilirsiniz.

Sarkaç bülten aboneliği

Sarkaç bülten aboneliği

Duyuruları e-posta adresinizine almak için bültenimize abone olabilirsiniz.

Abone oldunuz!