Son depremler Türkiye’nin depreme hazırlık ve sonuçlarıyla baş etme sınavlarında bir üst sınıfa geçmekte zorlandığına işaret ediyor. Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nün muadili olan, ve son depremler üzerine detaylı bilgileri hızla üreten United States Geological Survey (USGS) web sitesindeki bilgilere göre sabaha karşı gerçekleşen 7,6 büyüklüğündeki ilk deprem 9 milyonluk bir nüfusu “çok güçlü ve üzerinde” olarak sınıflandırılan sarsıntılara maruz bırakmış.[1]Malatya ve Adıyamanı bağlayan doğrunun orta noktasından Antakya’ya uzanan 250 km uzunluğunda, 50 km genişliğindeki alanda tahribat yapan depremin yoğunluğu Modified Mercatali Intensity (MMI) ölçütüne göre VII-IX arasında arasında değerlendirilmiş. https://earthquake.usgs.gov/earthquakes/eventpage/us6000jllz/pager İlkinden sekiz saat sonra başka bir fay hattında gerçekleşen 7,5 büyüklüğündeki ikinci deprem ise yarım milyona yakın nüfusu benzer yoğunlukta etkilemiş.[2]Elbistan ile Kahranmaraş arasında Doğu-Batı yönünde 100 km, Kuzey-Güney yönünde 70 km eksenlere sahip oval içinde tahribat yapan ikinci depremin bu alandaki yoğunluğu MMI ölçütüne göre VII-IX arasında değerler almış. https://earthquake.usgs.gov/earthquakes/eventpage/us6000jlqa/pager
Bu yazıda idari kayıtlardan yararlanarak depremin etki alanındaki bölge nüfusunun yapısına ilişkin bir ön-değerlendirme yapacağım. Amacım bölgedeki ekonomik yapının bir arada tuttuğu kitlenin demografik özelliklerini karşılaştırmalı bir yaklaşımla değerlendirmek.
Aşağıda ayrıntılarını bulacağınız analizde bölgede yaşayan çocuk nüfusun payının yüksek, bağımlı nüfusa bakacak üretken nüfusun payının düşük olduğunu görüyoruz. Yakın dönemde başta eğitim ve sağlık olmak üzere çocuklara ve yaşlılara yönelik kamu hizmetlerinin de ön planda tutulması önemli.
İkinci bir yazıda TÜİK’in derlediği Hanehalkı İşgücü Anketi mikro-verilerini kullanarak yaptığım analiz sonuçları üzerinden bölgedeki beşeri sermaye ve istihdam yapısını ele almak suretiyle tabloyu tamamlamayı planlıyorum.
Depremden etkilenen bölge
Bu yazıdaki analizleri depremden en çok etkilenen iller ile sınırladım. Adana, Elazığ, Diyarbakır ve Şanlıurfa gibi haberlerde adı sık geçen, ama diğerlerine göre daha az nüfus kaybı veren illerden bahsetmeyeceğim. USGS’in sitesindeki interaktif haritalara göre Kahramanmaraş (2022 nüfusu 1,2 milyon) her iki depremin “çok güçlü” etki alanında kalırken, Antakya ve İskenderun kentlerinin bulunduğu Hatay (1,7 milyon) ilinde ilk deprem aynı yüksek yoğunlukta yaşanmış. Gaziantep (2,2 milyon) ve Adıyaman (635bin) “çok güçlü”ye yakın, Malatya (800bin), Osmaniye (560bin) ve Kilis (150bin) ise “güçlü” etki altında kalan iller.[3]Malatya ve Adıyamanı bağlayan doğrunun orta noktasından Antakya’ya uzanan 250 km uzunluğunda, 50 km genişliğindeki alanda tahribat yapan depremin yoğunluğu Modified Mercatali Intensity (MMI) ölçütüne göre VII-IX arasında arasında değerlendirilmiş. https://earthquake.usgs.gov/earthquakes/eventpage/us6000jllz/pager[4]Elbistan ile Kahranmaraş arasında Doğu-Batı yönünde 100 km, Kuzey-Güney yönünde 70 km eksenlere sahip oval içinde tahribat yapan ikinci depremin bu alandaki yoğunluğu MMI ölçütüne göre VII-IX arasında değerler almış. https://earthquake.usgs.gov/earthquakes/eventpage/us6000jlqa/pager
Saydığımız büyük il merkezlerinin hemen hepsi büyükşehir statüsünde olduğundan kırsal nüfuslarını bilmiyoruz. Belde/köy nüfusu ayrıştırılabilen Osmaniye, Adıyaman ve Kilis illerinin kırsalında 225bin kişinin, yani toplam il nüfuslarının %17’sinin yaşadığını düşünecek olursak, depremlerden en çok etkilenen nüfusun %80’inden fazlasının kentlerde yaşadığını söyleyebiliriz.
Veri kaynağı
Depreme maruz kalan nüfusun özelliklerini belirlerken yukarıda verdiğim rakamların da kaynağı olan Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) verilerinden yararlanacağım. Kayıtlar göç, adres değiştirme, evlilik, doğum-ölüm gibi nüfus hareketlerini yansıttığından ileride deprem sonrası yapıyı incelemek ve demografik tablonun nasıl değiştiğini görmek mümkün olacak. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) web sayfasından ulaşılabilen bilgilere göre ADNKS’de tutulan kayıtlar ülke sınırları içinde ikamet eden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını ve yabancı uyruklu kişileri kapsıyor. Geçici koruma statüsüyle ülkede bulunan Suriyeli nüfus kapsam dışı tutuluyor.
İkinci yazıya bıraktığım analizlerin veri kaynağı olan Hanehalkı İşgücü Anketi (HİA)’nin örnek çerçevesi ADNKS veri tabanı üzerinden belirlendiği için iki veriyi birlikte kullanmanın avantajlarından yararlanacağım.[5]Kapsadığı nüfus bakımından ADNKS’nin HİA’dan çok önemli bir farkı var: HİA’nın hedef nüfus çerçevesinin dışında kalan kurumsal nitelikte mekanlarda (kışla, cezaevi, huzurevi, üniversite öğrenci yurtları vb.) kalanlar da ADNKS veri tabanında. Bu kişiler uluslararası tanım gereği ikamet adreslerinin bulunduğu yerleşim yeri nüfusuna değil, kurumsal yerlerin bulunduğu yerleşim yeri nüfusuna dahil ediliyor.
Deprem bölgesi tanımı
ADNKS, nüfusun yapısını il düzeyinde yaş ve cinsiyet kırılımında görmemize izin veriyor. Veri içeriği çok daha zengin olan HİA’nın dikkate alınması gereken bazı sınırlamaları var. Örneğin hanelerin konumu il bazında değil, sosyo-ekonomik yapı olarak benzeşen komşu illerin gruplanmasıyla elde edilen, İstatistik Bazlı Bölge Sınıflaması’nda (İBBS) yer alan bölgeler bazında paylaşılıyor. Bu kısıt ikinci yazıya bıraktığım analizleri etkilediğinden ilk elden illeri İBBS2’ye göre gruplayacağım. Depremden en çok etkilenen bölgelerden birisi İBBS2 gruplamasında TR63 olarak anılan, Hatay, Kahramanmaraş ve Osmaniye’den oluşan ve il nüfusları toplamı itibariyle (3,5 milyon) Türkiye nüfusunun %4’üne ulaşan grup. İkincisi ise TRC1 olarak anılan, Gaziantep, Adıyaman ve Kilis illeri. Bu bölgedeki il nüfusları toplamı (3 milyon) da ilkine benzer hacimde. Yazının odağındaki iki bölge ilk depremin hasar eksenini oluşturan Doğu Anadolu fayının iki yanında yer alıyorlar. Her iki depremden de güçlü şekilde etkilenen Malatya ili (Elazığ, Bingöl ve Tunceli illeri ile birlikte) ayrı bir bölgenin (TRB1) kapsamında olduğu için analizlerimin dışında kaldı.
Nüfus dinamikleri
Yerleşik algı Türkiye’nin genç nüfusa sahip bir ülke olduğu şeklindedir. Oysa son 20 yıldaki gelişmeler doğurganlık oranının kademe kademe düştüğüne, buna paralel olarak (doğum hızı ile ölüm hızı arasındaki farkı yansıtan) doğal nüfus artış oranının %1’in altına indiğine, ve nüfus dinamiklerinin belirleyicilerinin ülke dışından gelen göç ve yaşlanma olduğunu işaret ediyor. Bu gelişmeler ışığında ADNKS verilerini kullanarak çizdiğimiz Şekil 1 ve Şekil 2 üzerinden deprem bölgelerine göz atacak olursak, 2008-22 dönemi ortalama nüfus artış hızının Türkiye geneli için hesaplanan ortalamaya (binde 12,6) yakın olduğunu söyleyebiliriz.
Bölgedeki illere ayrı ayrı baktığımızda Gaziantep’te nüfus artış hızı ortalamadan hayli yüksek, Adıyaman’da ise hayli düşük olmak üzere diğerlerinden ayrışıyor.[6]Yıla has değerlerin aritmetik ortalaması olarak hesaplanan nüfus hızları (binde) şöyle: TR63: Hatay (13,1), Kahramanmaraş (10,6), Osmaniye (14,0); TRC1: Gaziantep (21,5), Adıyaman (5,7), Kilis (14,8). Şekil 2’de Gaziantep için hesaplanan değerlerin zaman içinde düşmesi, Kilis için verilenlerinse aşırı oynaklığı öne çıkıyor. ADNKS birbirini takip eden iki yıl arasında bölgeye gelen ve bölgeden ayrılan nüfusa ilişkin bilgi de veriyor. Veriler Şekil 2’de gözlenen in-çıkların iç göç akımlarındaki oynaklıktan kaynaklandığına işaret ediyor. ADNKS geçici koruma altındaki Suriyeli nüfusu kapsamadığı için raporladığım nüfus dinamiklerindeki etkileri dolaylı.
Deprem sonrası medyaya yansıyan resmi ve gayri resmi bilgilerden bölgeden dışarıya hatırı sayılır göçler olduğunu öğreniyoruz. Artçı deprem tehdidi azalıp bölge daha yaşanır hale geldiğinde gidenlerin kiminin geri dönmesi olası. Önümüzdeki yıllarda netleşecek örüntüyü yorumlayabilmek için ADNKS’yi kullanarak bölgedeki nüfus yapısına göz atacağız.
Nüfus yapısı
Aşağıda Şekil 3’de beşli yaş aralıkları kullanarak cinsiyete göre oluşturulan yaş gruplarının ADNKS 2022 toplam nüfusu içindeki paylarını (%) görüyoruz. Demografi yazınında “yaş piramidi” olarak adlandırılan grafik 20-25 yıl öncesine kadar adındaki betimlemeyi hak ediyordu, çünkü yaş büyüdükçe toplam nüfustaki payı azalıyordu. Günümüzde alt yarısı dikdörtgen, üst yarısı piramide benzeyen bir şekle dönüşmüş. Öyle ki, 5-9 ve 40-45 yaş aralığında nüfus payları %8’in hemen altında eşitlenmiş. Hem doğurganlık hızındaki düşüşler hem de kimi doğumların idari kayıtlara geç yansıması nedeniyle 0-4 aralığının payı daha düşük. Önümüzdeki yıllarda yaşlanma dediğimiz olgu grafiğin üst yarısındaki piramidin dışarıya doğru genişlemesine yol açacak.
Şekil 4 ve 5’de depremden en çok etkilenen iki bölge için çizilen yaş piramitleri Türkiye’ninkinden farklı, isimleriyle uyumlu tablolar çiziyor. Her iki bölgede de okul öncesi 0-4 ve okul çağındaki 5-20 yaş arası nüfusun payları Türkiye ortalamasının hayli üstünde. Karşılaştırmamızdan çıkan ilk bulgu depremi en ağır şekilde yaşayan illerde çocuk nüfusun daha yoğun olması.
Bağımlılık oranları
Ülkemizde çalışma hayatında ve eğitimde geçen ortalama süreleri kullanarak insan yaşamını üç safhada ele alacak olursak, 0-19 yaşlarını çocukluk, 20-59 yaşlarını çalışma, 60 yaş ve sonrasını ise emeklilik dönemi olarak düşünebiliriz. Bu ayrımın faydası bireylerin gelir sağlayıcı faaliyetlerde yer alarak geçirdikleri “üretken” dönem ile, başka aile fertlerinin gelirleri, kendi birikimleri ve (başta emeklilik maaşları olmak üzere) kamu kaynaklarından yararlanarak “net tüketici” olarak yaşadıkları dönemleri kabaca ayırmak. Yaş piramidi bize nüfusun bileşenlerini kullanarak, kuşaklar arası kaynak paylaşımını yansıtan iki “bağımlılık oranı” hesaplama fırsatını veriyor. Bunlar 0-19 yaş grubundakilerin sayısını 20-59 yaş grubundakilere bölmek suretiyle oluşturduğumuz çocuk bağımlılık oranı (ÇBO), ve 60 ve üstü yaştakilerin sayısının 20-59 yaş grubundakiler içindeki payı olarak hesapladığımız yaşlı bağımlılık oranı (YBO).
Şekil 5’i çizerken kullandığımız toplu verilerle hesapladığımızda Türkiye için ÇBO %52,2; YBO ise %25,7 çıkıyor. İki rakamı toplayarak ulaştığımız toplam bağımlılık oranı (TBO) ise %77,9 oluyor. Bu rakamlar çalışma aşamasındaki her 100 bireyin (kendisine ek olarak) 52’si çocuk, 26’sı yaşlı olmak üzere, toplamda 78 kişinin tüketimini karşılama durumunda olduğuna işaret ediyor.
Türkiye ve bölgelere göre hesapladığımız bağımlılık oranlarına toplu olarak bakacak olursak:
Türkiye‘de ÇBO = %52,2; YBO = %25,7; TBO = %77,9
TR63’de ÇBO = %75,9; YBO = %18,3; TBO = %94,2
TRC1’de ise ÇBO = %65,5; YBO = %23,9; TBO = %89,3
Türkiye ortalamaları ile karşılaştırdığımızda depremden etkilenen bölgelerde ÇBO’nun hayli yüksek, YBO’nun ise daha düşük olduğunu görüyoruz.
Bu oranlar çalışma aşamasındaki her 100 bireyin (kendisine ek olarak) TR63’de 76’sı çocuk, 18’i yaşlı olmak üzere, toplamda 94 kişinin tüketimini karşılama durumunda olduğuna işaret ediyor. TRC1’de bu sayılar sırasıyla 65 çocuk, 24 yaşlı, toplamda 89 kişi.[7]Genç kuşaklar daha uzun süre eğitimde kaldıkları için yukarıda bağımlılık oranlarını hesaplarken 15-19 yaş grubunu çocuklara dahil ettik. Yaşam dönemlerini ayrıştırırken çocukluk dönemini 0-14 ile sınırlayacak, 15-19 yaştakileri de üretken nüfusa dahil edecek olursak, oranlar haliyle daha düşük çıkıyor, ancak göreli değerler yine deprem bölgesinde bağımlı nüfus paylarının yüksek olduğuna işaret ediyor. Rakamlar şöyle: Türkiye genelinde ÇBO %34,5; YBO %22,7; TBO %57,2; TR63’de ÇBO = %49,6; YBO = %15,6; TBO = %65,5; TRC1’de ise ÇBO = %42,6; YBO = %20,6; TBO = %62,8.
Henüz depremin kimleri öldürdüğünü, kimlerin yaralandığını, kimlerin sakat, kimlerin sağlam kaldığını bilmiyoruz. Bu bölümde yazılanları toparlayacak olursak, depremin en çok zarar verdiği bölgelerde çocuk bağımlılık oranının Türkiye ortalamasının hayli üstünde olduğunu görüyoruz. Buna ek olarak çalışan nüfusun bakmakla yükümlü olduğu toplam kişi sayısının yüksek olması bölgenin deprem sonrasındaki dezavantajlı konumunu gözler üzerine seriyor.
Depremin istihdam ve gelir kayıpları üzerinden çalışan nüfus üzerinde yarattığı olumsuz etkilerin bağımlı gruplar içinde yer alan çocukları ve yaşlıları da vurması beklenir. Yakın dönemde bir yandan bu kayıpların telafisi, diğer yandan başta eğitim ve sağlık olmak üzere çocuklara ve yaşlılara yönelik kamu hizmetlerinin ön planda tutulması gerekecektir. Yaş piramitleri bu önceliklerin kamuya maliyetine ilişkin kaba bir fikir veriyor.
Bölgelere has şekiller karşılaştırıldığında Şekil 4’de 20-39 yaş aralığında gözlenen delik (nüfus paylarındaki azalma) TR63’ün dışarıya “üretken nüfus göçü veren” bir bölge olduğuna işaret ediyor. Çocukların (ve yaşlıların) bakımını üstlenen yaş grubundakilerin kiminin bölge dışında olması üretken nüfusun depremi daha az kayıpla atlatmasını sağlamış olabilir. Bu kesim geri gelip piramidin boşluklarını dolduracak olursa tablo bağımlı nüfusun lehine dönebilir. Ekonomik nedenlerle ayrılmış olanların darbe yiyen bölgeye geri dönmemesi daha büyük olasılıktır. Deprem sonrasında devreye sokulacak politikalar bağımlı nüfusu yeterince gözetmezse toparlanma döneminde ‘depremzede’ üretken nüfusun üzerine daha fazla yük binecektir.[8]Burada depremden kaynaklanan ve afet bölgesinden kaçma şeklinde gerçekleşen yer değiştirmelerden değil, deprem öncesindekilerden bahsediyoruz. Elimizdeki verilerle bölgedeki yıkımdan kaynaklanan dış göçün niceliğini ölçmek ve olası sonuçlarını daha sağlıklı tahmin etmek mümkün değil.
Hanehalkı büyüklüğü ve yapısı
Yukarıda deprem bölgelerinde ÇBO’nun yüksek olduğunu görmüştük. Bu bölümde analizi bir miktar derinleştirecek, hanehalkı yapısına göz atacağız. Aşağıda TÜİK’in web sayfasından ulaşılabilen, 2021 ADNKS üzerinden derlenmiş bilgileri kullanarak oluşturduğumuz bir tablo var.
İlk sütunda TÜİK’in kullandığı sınıflandırma, diğer sütunlarda ise önce Türkiye, sonra deprem bölgesindeki iller için, başta toplam ve ortalama hane sayısı, ardından aynı hanede yaşayanların hanehalkı tiplerine göre ayrıştırıldığı, ve nüfusun ne tip hanelerde yoğunlaştığını gösteren paylar var. 1-4 arası sayılarla gösterilen ana hanehalkı tipleri sırasıyla: 1. Tek kişiden, 2. Çekirdek haneden, 3. En az bir çekirdek hane ve başkalarından, ve 4. İçinde çekirdek hane barındırmayan ve birden fazla kişiden oluşan haneler. 4. hane tipinin diğerlerinden çok daha düşük olan payı dikkat çekiyor. TÜİK web sayfasında yıllara göre veriler ikiden fazla kuşağın bir arada yaşadığı 3. tip hanelerin payının zaman içinde azaldığını, tek kişilik hanelerin payının arttığını gösteriyor.
Türkiye genelinde ortalama hanehalkı büyüklüğü 3,2 kişi. Depremden en çok etkilenen bölgelerde ortalamalar daha yüksek: TR63’de yer alan illerde 3,5-3,7 arasında, TRC1’de 3,7-4 arasında değişiyor. Aile kavramına denk gelen hane tipleri 2. ve 3. gruplar. Bunlardan 2.nin alt kırılımları bize farklı çekirdek aile tiplerinin (çocuksuz/çocuklu, çift ebeveyn/tek ebeveyn) paylarını gösteriyor. Hanehalkının bileşenlerine sütun sütun baktığımızda deprem bölgesindeki illerde ‘içinde çocuk barındıran’ çekirdek hanelerin paylarının çok daha yüksek olduğunu görüyoruz. Bu örüntüyü kolayca görmek için odaklanmamız gereken satırları gölgeledik ve bunların sütün paylarının toplamını tabloya yeni bir satır olarak ekledik. Örneğin Türkiye’de bu tür hanelerin payı yarıdan biraz fazlayken (%51), Hatay’da %58, Gaziantep’te %63.
Hanehalkı büyüklüğü ve yapısı ile derneşik demografik yapı yerleşik nüfusun davranışlarına yön veren fırsat ve kısıtların mikro ve makro düzeydeki sonuçları. Bu gözle bakıldığında depremden en çok etkilenen bölge nüfusunun sonraki evreye de handikaplarla girdiğini söylemek mümkün. Ortaya koyduğumuz yapının bölgeden dışarıya göç nedeniyle değişmesi de değerlendirilmesi gereken bir olasılık. Depremin olumsuz etkilerini onarma çabalarında bölgenin en azından deprem önceki refah düzeyine çekilmesinin hedefleneceği öngörüsüyle, bu yazımda bölgedeki nüfus dokusunu belgelemek istedim.
6 Şubat depremleri çoğumuzun yaşadığı ilk deprem değil. Muhtemelen sonuncusu da olmayacak. Karşı karşıya kaldığımız görüntüler ve kamuoyu ile paylaşılan resmi rakamlar 1999 yılında Doğu Marmara bölgesinde yaşanan yıkımla karşılaştırılabilecek boyutta, Türkiye’nin bütününü etkileyecek sonuçları olacak bir felakete işaret ediyor. Deprem sonrası yaşamı düşünmeye başlarken ilk elden bölgede çocuk nüfusun payının yüksek, bağımlı nüfusa bakacak üretken nüfusun payının düşük olduğunu bilmemiz faydalı olacaktır.
Bunu takip eden yazıda eğitim çağındaki nüfusun özelliklerine, okullaşma oranlarına, çalışan nüfusun niteliklerine ve tuttukları işlerin türlerine odaklanmak suretiyle depremden etkilenen nüfusu ve deprem öncesinde onları ayakta tutan ekonomik yapıyı daha görünür kılmayı hedefliyorum. İkinci yazı için tıklayınız.
İnsan Tunalı
Koç Üniversitesi Emeritus Öğretim Üyesi
Yayınlanmadan önce yazımı okuyup değerlendiren ve önerilerde bulunan Şevket Pamuk ve Kamil Yılmaz’a katkılarından ötürü teşekkür ediyorum.
Bu eser Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır. İçerik kullanım koşulları için tıklayınız.
Notlar/Kaynaklar
↑1, ↑3 | Malatya ve Adıyamanı bağlayan doğrunun orta noktasından Antakya’ya uzanan 250 km uzunluğunda, 50 km genişliğindeki alanda tahribat yapan depremin yoğunluğu Modified Mercatali Intensity (MMI) ölçütüne göre VII-IX arasında arasında değerlendirilmiş. https://earthquake.usgs.gov/earthquakes/eventpage/us6000jllz/pager |
---|---|
↑2, ↑4 | Elbistan ile Kahranmaraş arasında Doğu-Batı yönünde 100 km, Kuzey-Güney yönünde 70 km eksenlere sahip oval içinde tahribat yapan ikinci depremin bu alandaki yoğunluğu MMI ölçütüne göre VII-IX arasında değerler almış. https://earthquake.usgs.gov/earthquakes/eventpage/us6000jlqa/pager |
↑5 | Kapsadığı nüfus bakımından ADNKS’nin HİA’dan çok önemli bir farkı var: HİA’nın hedef nüfus çerçevesinin dışında kalan kurumsal nitelikte mekanlarda (kışla, cezaevi, huzurevi, üniversite öğrenci yurtları vb.) kalanlar da ADNKS veri tabanında. Bu kişiler uluslararası tanım gereği ikamet adreslerinin bulunduğu yerleşim yeri nüfusuna değil, kurumsal yerlerin bulunduğu yerleşim yeri nüfusuna dahil ediliyor. |
↑6 | Yıla has değerlerin aritmetik ortalaması olarak hesaplanan nüfus hızları (binde) şöyle: TR63: Hatay (13,1), Kahramanmaraş (10,6), Osmaniye (14,0); TRC1: Gaziantep (21,5), Adıyaman (5,7), Kilis (14,8). |
↑7 | Genç kuşaklar daha uzun süre eğitimde kaldıkları için yukarıda bağımlılık oranlarını hesaplarken 15-19 yaş grubunu çocuklara dahil ettik. Yaşam dönemlerini ayrıştırırken çocukluk dönemini 0-14 ile sınırlayacak, 15-19 yaştakileri de üretken nüfusa dahil edecek olursak, oranlar haliyle daha düşük çıkıyor, ancak göreli değerler yine deprem bölgesinde bağımlı nüfus paylarının yüksek olduğuna işaret ediyor. Rakamlar şöyle: Türkiye genelinde ÇBO %34,5; YBO %22,7; TBO %57,2; TR63’de ÇBO = %49,6; YBO = %15,6; TBO = %65,5; TRC1’de ise ÇBO = %42,6; YBO = %20,6; TBO = %62,8. |
↑8 | Burada depremden kaynaklanan ve afet bölgesinden kaçma şeklinde gerçekleşen yer değiştirmelerden değil, deprem öncesindekilerden bahsediyoruz. Elimizdeki verilerle bölgedeki yıkımdan kaynaklanan dış göçün niceliğini ölçmek ve olası sonuçlarını daha sağlıklı tahmin etmek mümkün değil. |