Astrofizikle ilgili konular ve yöntemler üzerine ülkemizde ilk kez yayın yapan kişi, Fransa’da matematik ve temel bilimler eğitimi almış olan, kapatılmış Darülfünun müdürü Hoca Tahsin efendidir. O ayrıca, ülkemizde basılmış ilk gökyüzü haritası olan Mir’at al-Sema (Gökyüzünün Aynası)’yı hazırlayan kimsedir.
Son dönem Osmanlı bilimci ve eğitimcilerinden Hoca Tahsin efendi (1813-1881), Darülfünun’da eğitim görevi alması için Fransa’ya matematik ve temel bilimler eğitimi almak üzere gönderilmişti. Eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul’a dönen Hoca Tahsin efendi, 1869 Nisan’ında, henüz kuruluş aşamasında olan ikinci Darülfünun’a müdür olarak atandı. Darülfünun’un açılmasından sonra halka yönelik bilimsel konuşmalar ve deneyler yapan ve halkın bilimsel düşünceyle tanışmasını sağlamaya çalışan Hoca Tahsin efendi, yaklaşık bir yıl sonra, dine uygun olmayan düşünceler savunduğu gerekçesiyle görevinden uzaklaştırıldı ve Darülfünun da kapatıldı.
Hoca Tahsin efendinin, fizik, kimya, astrofizik, astronomi, tarım, eğitim, psikoloji ve tarım üzerine kitapları ve yazıları vardır. Ayrıca gökyüzü haritası ve coğrafya küresi hazırlamıştır. Mir’at al Sema ismini verdiği gökyüzü haritası, ülkemizde hazırlanmış ilk gökyüzü haritasıdır. Ayrıca 1879-1880 yıllarında Mecmua-i Ulum adlı bir dergi çıkartmıştı.
Önemli eserlerinden biri olan ve ölümünden sonra 1892/1893 (hicri 1310) tarihinde yayımlanan Tarih-i Tekvin yahud Hilkat (Oluşumların tarihi veya yaratılış) adlı kitabında da, mekanik, kimya, astrofizik, astronomi, jeoloji, meteoroloji, botanik, zooloji, filoloji, tarih ve evrim konularında ve bu konulara ilişkin araştırma yöntemleri hakkında bilimsel nitelikte açıklamalar yapıyor. Hoca Tahsin efendinin Tarih-i Tekvin yahud Hilkat adlı bu kitabı, ülkemizde astrofizikle ilgili ilk kitap olması bakımından tarihsel bir değer taşımaktadır.
Hoca Tahsin efendi, bu kitabında o tarihte (kitabın yazılış tarihi büyük olasılıkla 1880) Osmanlılarda henüz varlığı bile bilinmeyen bir bilimsel disiplin olan astrofiziği ilgilendiren konularda bugünkü dilimizle (sadeleştiren O.B.) şunları söylüyor:
Güneş’in milyarlar ile ölçülen bir yaşı olduğunu, insanların dünyadaki varlıklarının bu sürece göre çok yeni olduğunu ve bunu anlamamızın zorluğuna dikkat çekiyor.
“ Oluşumların tarihinde Güneş’in devirlerini saptamak ve miktarını havsalamıza sığdırmak konusunda muhtaç olduğumuz asırları milyon değil, milyarlarca seneler ile takdir etme imkanı vardır. Şurası kesindir ki, bize gelinceye kadar sonsuz zamanlar geçmiştir.”
Güneş’ten de daha eski ne olabilir sorusunu soruyor:
“Lakin Güneş alemi en eskisi midir? Onun doğuş gününü aşarak, belirtilen oluşum kademelerinden bir kademe daha yukarı çıkmaya bir çaremiz yok mudur?”
Dünyanın evrendeki birçok galaksiden birinde bulunduğunu ve galaksimizin bile evrende bir nokta gibi kaldığını anlatıyor. Ayrıca başka birçok yıldızlar ve onların etrafından dönen gezegenler olduğundan bahsediyor ki başka yıldızların gezegenlerini ancak son birkaç onyıldır gözleyebiliyoruz:
“Genel olarak yıldızların durumundan bahseden yeni astronomi bizi bilgilendirir ki, sonsuz gökyüzünde Güneş bir nokta gibi kalır ve galaksimiz milyonlarcasından biridir. Kehkeşanımızın (Samanyolu’muzun) geniş alanının haricinde bugüne kadar 4500 büyük kehkeşanlar (galaksiler) sayılmıştır. Nice milyon güneşler ve her güneşin etrafında Arz gibi ve ondan daha büyük seyyareler (gezegenler) devrederler.”
İnsanların ve dünyanın evrende hiç de özel bir yeri olmadığını; insanların dünyada var oldukları sürenin de evrenin yaşamıyla karşılaştırıldığında ne kadar önemsiz olduğunu vurguluyor:
“Kimi henüz doğmuş, kimi tam yaşında, kimi ihtiyarlamış, kimi ölmüştür. Ne kudret, ne saadet! Yer küremizin milyon misli büyüklüğünde güneşler ile dolu bu geniş sahalara nispetle zavallı dünyamız derya kumlarının bir küçük tanesi gibi kaldığında, insan ismiyle anılan mahluk, bu sonsuz alemler içinde ne kadar yer tutar? O ebedi zamana kıyasla, insan ömrü değil, Adem devri bile ne derece küçük kalır!”
Uzayın derinliklerini anlayabilmek için astronominin yetersiz kaldığını söylüyor. Astronominin kimyadan (ve fizikten) yararlandığını ve yeni bulunan spektroskopi yardımıyla uzak cisimlerden gelen ışığın incelenmesiyle bu cisimlerin kimyasal bileşimlerinin bulunabildiğini anlatıyor:
“Astronomi, alemin bu uzak menzillerine ulaştığında, artık dili, bir çocuğun yetersiz diline dönüp rehberlik hizmetinden aciz duruma düşer.”
“İşte delilsiz, kimsesiz kaldığımız sonsuz fezada, kimya ismiyle anılan, ‘cisimlerin analizi ve sentezi bilimi’, Hızır (aleyhisselam) benzeri imdadımıza yetişip, ulaşmak istediğimiz yere aracı oluyor. Çeşitli tecrübelerden anlaşıldığı gibi, cisimlerin ve gezegenimizin kendisini oluşturan unsurları ve esaslarıyla, birleşik bir gerçek oldukları hayli zamandan beri kabul edilmektedir. Son zaman bilginlerinden Bunsen ve benzeri meşhur kimyacılar, bu davayı ispat etmişler ve özellikle de daha sonra icat edilen “muhallil-i ziya” (“tayf-bin”) (ışığı analiz eden, spektroskop) aletiyle, kimyasal bileşimlerini tayin edip ortaya koymuşlardır.”
Işık analizi sayesinde geçmişe bakabildiğimizi söylüyor. Burada ışık hızının sabit olduğunu biliyor ve uzak cisimlerden gelen ışığın incelenmesiyle geçmişe bakılabileceğini anlatıyor. Yıldızların zaman içinde değiştiklerine de değiniyor:
“Demek olur ki, kimya bilimi bizi, Güneş’in oluşumundan önceki devri de aşmamızı sağlayarak evrenin tarihinin o kadar eski zamanlarına yetiştirir ki, o zamanlarda bu gökyüzünün pek çok yerlerinde, güneşler şimdiki yapılarıyla henüz ortada yokturlar.”
Bilinen fizik ve kimyanın zaman ve mekan bakımından bildiğimiz evrenin ötesinde de geçerli olup olmadığını, evrenin bir başlangıcı olup olmadığını sorguluyor. Ayrıca bu soruların cevaplarına ulaşmak için hangi matematiksel araçlara ihtiyacımız olabileceğini tartışıyor:
“Acaba bu alemin de ötesine varabilmek, imkan sınırları dahilinde midir?… Doğa bilimlerinin mekanik şubesinin, kimyaya da önceliği vardır… Genel kütlesel çekim kuvvetinin etkisini, kimyasal etkilerden önce ele almaya kendimizi zorunlu görürüz. Acaba mekanik biliminin geçerliliği, zaman ve mekan bakımından sonsuz mudur? Maddenin ve kuvvetlerin bir başlangıçları yok mudur?… Burada bilim ve fen durmaya mecbur olur. Çıkarım yolları kapanır. Önümüze kaldırılması imkansız birtakım setler dikilir… Acaba bu kapalı kapının anahtarı, matematik bilimlerinden, yüksek cebir mi, yoksa sonsuz küçükler hesabından bahseden diferansiyel ve integral hesap bilimleri midir?”
Hoca Tahsin efendi, bu söyledikleriyle bilim tarihimizde astrofizik konusunda ilk kez yayın yapmış kişi olarak görünüyor. Hoca Tahsin efendi Osmanlı zamanının çok ötesinde bir bilimci ve eğitimcidir. O ve onun gibi az sayıda öncü insan, karşılaştıkları engellere rağmen Osmanlı modernleşmesinin temellerini atmaya çalışmışlardı.
Osman Bahadır
Yararlanılan kaynaklar:
“Unutulmuş bir Osmanlı düşünürü Hoca Tahsin Efendi’nin Tarih-i Tekvin yahud Hilkat adlı eseri ve Haeckelci evrimciliğin Türkiye’ye girişi”, Remzi Demir-Bilal Yurtoğlu; Nüsha, Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, Yıl 1, Sayı 2, Yaz 2001, s.166-196., Ankara.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Hoca Tahsin”, Ömer Faruk Akün, 18. Cilt, TDV, 1998, Ankara, s. 198-206.