Hikmet Birand, botanik alanına emeği ve katkısı büyük olmuş bir bilim insanı. Bitki sosyolojisinin ülkemizde bir araştırma alanı olarak yerleşmesinde, ilerlemesinde de onun adı öncelikle anılır. Tüm eğitim ve öğretim hayatını botanik konusunda çalışarak, üreterek geçiren Birand’ın çok sayıda yayını ve kitapları var.[1]Prof. Dr. Hikmet Ahmet Birand Bibliyografyası için Bir Deneme, Mutlu Kart Gür, Kebikeç, 30, 2010, Kaynak. İlk defa 1968’de yayımlanan Alıç Ağacı ile Sohbetler isimli kitabının, 1996’da TÜBİTAK popüler yayın dizisinde yeniden yayımlanmasıyla Birand’ın geniş kitleler tarafından tanındığını söylemek herhalde yanlış olmayacak. Alıç Ağacına okuyucunun gösterdiği büyük ilginin ardından TÜBİTAK, Birand’ın bir başka popüler bilim kitabı Anadolu Manzaraları‘nı da 1999’da yayımlamıştır. Birand’ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan köşe yazılarından bir derleme olan Anadolu Manzaraları‘nda da “tabiatı koruma” ülkemiz açısından ele alınır ve kısa ve uzun vadeli öncelikler belirlenir. Her iki kitabın da zaman içinde farklı yayınevleri tarafından yayımlanmasından, okuyucunun Birand’a ilgisinin devam ettiğini söylemek mümkün. Birand’ın ele aldığı konuların Dünya için zamanla önem kazanmasının yanı sıra bu ilginin arkasında bir etki daha mutlaka var: Birand’ın kaleminin gücü.
Dikmen’de yaşlı bir alıç ağacı ve yazarın çeşitli konularda sohbetlerini aktaran Alıç Ağacı ile Sohbetler, Birand’ın yaratıcı kaleminin açtığı yollarda ilerleyerek, Dünya’da yaşamın başlaması, suların karaların canlanması, Anadolu bozkırları, bitkilerin göçü vb. konuları ele alır. Okuyucusunu aklından çıkarmadan, günlük hayatın herkesçe bilinen ayrıntılarını yazılarına katarak, benzetmelerle çok karmaşık olabilen bilimsel açıklamaları geniş kesimden bir okuyucu kitlesini hedefleyerek anlatabilmek becerisi, Birand’ın en belirgin yanı. Benzer bir üslubu, ama belki biraz edebî olmaktan da kaçınmayarak verdiği zengin doğa tasvirlerini Anadolu Manzaraları kitabında da görmek mümkün.
1904’te Karaman’da doğan Birand, eğitim ve öğretim hayatında Halkalı Ziraat Yüksek Okulunda, Bonn Üniversitesinde ve uzun yıllar Ankara Üniversitesinde bulunmuş, idari görevler de üstlenmiş birisi.[2]Birand’ın vefatının ardından, Hilmi Ziya Ülken’in kaleme aldığı bir yazı: Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, s. 219-221. Kaynak Ankara Üniversitesindeki Botanik Enstitüsü müdürlüğü görevini Ocak 1972’deki vefatına dek sürdüren Birand’ın vefatından kısa süre önce Türkiye’de önemli bir siyasi gelişme yaşanıyor: 12 mart 1971 Muhtırası. Değişen siyasi ortamda yeni kurulan hükümetin gündeminde yer alan konulardan biri de bir toprak reformu yasası. Bu çok karışık dönemde, cumhuriyet tarihi boyunca gündeme gelen toprak reformu yasalarından biri tartışıladursun Birand, konuya ilişkin ama bambaşka bir açıdan, kendi araştırma alanından Cumhuriyet gazetesi için bir yazı yazıyor. 19 ve 21 Nisan 1971’de iki bölüm olarak yayımlanan yazıların başlıkları: “Toprak” ve “Toprak Kendi Kendine Ölmez.” Tartışılan reformun, mülkiyet, sosyal ve ekonomik bir düzen değişikliği olduğunu belirten Birand, toprağın doğumundan ölümüme geçirdiği reformlardan bahsetmek istediğini belirterek kendi bilim alanının, bambaşka bir alemin kapılarını açıyor okuyucuya. Sarkaç’ta, Cumhuriyet gazetesinin izniyle yer verdiğimiz bu yazılar yazılmalarının üzerinden geçen elli seneyi aşkın zamanda geçerliliklerini önemli ölçüde koruyor. Özellikle karbon salımı konusunda verilen rakamlar ve günümüz Türkçesinde artık farklı biçimlerde kullanılan terimler hakkında Bilim Akademisi üyesi Orhan Yenigün ve İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğretim üyesi Doğanay Tolunay‘dan destek istedik. Her ikisi isim de, Birand’ın metnini dikkatle okuyarak, Sarkaç okuyucusu için gereken dipnotları eklediler. Kendilerine katkıları için teşekkür ederiz.[3]Yazıların yanında emeği geçen İlker Can Tokgöz’e de ayrıca teşekkür ederiz.
Bu yazılar, yayın tarihlerinde kullanılan dil kurallarını yansıtıyor, bu nedenle günümüz Türkçesinde kullanımı bırakılmış yazımları, farklı biçimlerde kullanılan noktalama işaretlerini ve dizgi hatası gibi görünen hataları da metnin orijinalinde olduğu gibi bırakmayı tercih ettik. Yazıların gazete sayfasında yer alan hallerine bu bağlantılardan ulaşabilirsiniz: Birinci yazı: 19.04.1971 ve İkinci yazı: 21.04.1971.
TOPRAK
Hikmet Birand
Cumhuriyet, 19 Nisan 1971
Reform, belli, biçim değiştirmek demektir. Toprak reformunda ise biçim değiştirecek olan toprak değildir: Toprak sahipliği (mülkiyet) düzen değiştirecek. ekmeğini topraktan kazanan. fakat toprağı olmayan yurttaşlarımız da toprak sahibi olacaklardır. Demek bu reform, bizim yapacağımız, toprakla ilgili, sosyal ve ekonomik bir düzen değişikliğidir. Köylümüz, kentlimiz, herkes biliyor bunu.. Ama toprak nedir yaşantısı nedir yaşantısı nasıldır ve yaşadığı süre kendi kendine geçirdiği (doğal) reformlar nicedir? Bunu bilenimiz, sanıyorum ki, pek azdır. Herkesin bildiği: Üstüne basıp geçtiği, ekip diktiği, gözüyle gördüğü biçimsiz (amaorf)[4]Amorf şey, topraktır. Rengi çoğunluk kara olmasa da kara toprak diye de tanımlanır, ama bu karalamak, kötümsemek için değil tersine, yüceltmek, onun saygı ve sevgideğer olduğunu belirtmek içindir. Besinimizi, geçimimizi toprağa borçlu olduğumuz, ya da çok eski bir inanca göre topraktan türediğimiz için olacak, kutsal bir varlığın adıyla da anarız onu. Toprak ana da deriz ona. Onun, yer kabuğundaki kayalardan oluştuğunu da çoğumuz şöyle böyle biliriz. Toprak üstüne okur yazarlarımızın da bildiği galiba bu kadar. Oysa toprak bir âlemdir, doğanın dünyamızı canlandırmak, şeneltmek için yarattığı en esrarlı, en sihirli varlıklarından biridir. Hiçbir zaman cansız, durgun (statik) değil, sürekli canlı, dinamik bir sistemdir. Ağır ağır oluşması, durmadan değişmesi de (reformlar yapması), onun dinamik, canlı bir sistem olduğunu gösterir. Eğer toprağın kadrini bilmek istiyorsak, her şeyden önce, onu tanımamız gerekir. Böyle olduğuna göre, toprağı tanımak için, oluşumundan bozuluşuna, isterseniz doğumundan ölümüne dek de diyebilirsiniz, geçirdiği değişikliklerin en belirginlerine kısaca çok hızlı bir göz atalım.
Oluşumu
Dünya yaratıldığı zaman toprak yoktu yer yüzünde. Denilebilir ki, toprak bitkilerle yaşıt ve onların icadıdır. Çünkü toprak, yer kabuğundaki kayaların, iklim ve canlıların etkisi ile paralanıp ufalanmasından, değişmesinden meydana gelen, içinde milyonlarca canlının barınıp yaşadığı için organik maddeler de kapsayan ve üzeri kendi yetiştirdiği bir bitki örtüsü ile örtülü olan, yer yüzüne bir yorgan gibi serilmiş ince bir tabakadır.
Yer kabuğundaki kayalar iklim etkenleri ile yüzeylerinden yıpranır, ufalanırlar. Güneşte ısınan kayaların bileşimindeki mineraller, yapılarına kristallerine göre farklı olarak uzar, genişler, geceleri ısı[5]Doğrusu: sıcaklık düşünce büzülürler, esnerler. Bu esnemeler yüzünden, zamanla, birbirine sıkıca bitişik olan mineraller arasında gevşemeler, çatlamalar, boşluklar hasıl olur. Yağış sularıyla kayalar ısınınca çatlaklara, boşluklara su dolar. Ayaz çöker de çatlaklara dolan su donarsa, bunun her yana yaptığı basınçla kayalar çatlar, parçalanır. Ufalanan kaya parçalarını taşlar, sular seller oradan oraya sürüklerken de törpüler, aşındırır. Rüzgârlar, fırtınalar da kayaları aşındırır. Hiç yağmur yağmayan çöllerdeki kum yığınları, gece ile gündüz arasındaki ısı[6]Sıcaklık farklarıyla rüzgârların ürünüdür.
Böylece işte, iklim etkenlerinin etkisi ile toprağın iskeleti iri taneli ham malzemesi hasıl olur. Bu, toprak oluşumundaki ilk reformdur.
Suyun mekanik etkisinden başka çok önemli bir etkisi de onun çözücü (eritken) olmasıdır. Ufalanan kaya parçaları, taşlar ıslanınca, bileşiklerindeki mineraller ince bir su örtüsü ile örtülür, kayaların kapsamındaki tuzlar çözünmeye başlar ve böylece çok önemli olan kimyasal ve fizikokimyasal değişmelere yol açılmış olur. Bu değişmeler kayanın yapısına göre çok çeşitli, temelli geçici ve süreklidir. Bir örnekle açıklamak için herkesin bildiği graniti ele alalım: Bu kaya feldist,[7]Feldispat mika ve kuarts[8]Kuvars denen üç mineralden oluşmuştur. Feldispat ıslanınca bileşimindeki alüminyum yarılır, sulu bir silikat olan kıl[9]Kil olmalı. teşekkül eder. Mika da killeşir, kuarts olduğu gibi kalır. Kıl[10]Kil çok ince tanelidir, 500 tanesi yan yana konsa şu bizim İ harfinin üstündeki nokta kadar eder. Toprağın en önemli ögelerinden biri kildir. Topraktaki daha iri taneli olan ince ve kalın kum, çakıl ve küçük taşların arasındaki boşlukları doldurur. Suyu ve suda bozulmuş olan besin tuzlarını sımsıkı o tutar, yıkanarak akıp gitmesini o önler. Kilin teşekkül etmesi ham toprağın olgunlaşmaya başlamasının ilk aşamadır ve bu da başka bir reformdur.
Kayaların mekanik paralanıp dağılmasını kimyasal değişmeler destekler ve tamamlar. Bu yöndeki ilk değişme mineraller arasında giren oksijen kayaların kapsamındaki demirin oksitleştirilmesidir ki, bu kayaların renklerinin koyulaşması ile belli olur. Kaya çatlaklarına giren su, artık saf su değildir. Çözdüğü tuzlar, asitler özellikle karbon asidi, onun çözücü ve kimyasal değişmelere aracılığını şiddetlendirir, arttırır. Sudan ayrılan hidrojen iyonları, minerallerdeki katyonlarla değiş tokuş yaparak fizikoşimik[11]fiziksel kimya olaylara, kimyasal değişmelere yol açar. Suda çözülen karbon asidi minerallerden ayrılan kalyonlarla[12]Katyon birleşerek karbonatlar yapar, bu kimyasal değişmeler, bazı toprak ıslak kaldıkça ana kayanın çeşidine, yani kapsadığı minerallerin çeşitine göre çok, çok karışık ve değişik olarak sürer gider. Bu kimyasal değişmelerle toprağın bazı malzemesi ve taşlar, çakıllar ufalanır, dağılır. Bu da işte toprağın geçirdiği madensel (anorganik) reformlardan biridir. Topraktaki bu gelişme ve reformlar bu kerteye gelince canlılar, özellikle bitkiler el koyar ve onun gelişmesini tamamlar.
Canlanması
Doruk basamağındaki başları sürekli karlarla örtülü kayaların çayır çimen basamağına sınırlanan alt kesimlerde yazın karlar erir ve kayaların yüzü yeşil – sarı- kahverengi – kara, ince bir örtü ile örtülür. Kayaların dibinde, iklim etmenlerinin etkisiyle onlardan kopan büyük kaya blokları, irili ufaklı kaya parçaları, taşlar çakıllar yığılıdır ve o taş çakıl yığını kayalarla çayır çimen basamağı arasında, bir kuşak ya da bir basamak sayılır. Bu taş ve çakıl yığınları kuşağında toprağın oluşumuna kadar geçirdiği bütün değişiklikler görülebilir. Taş çakıl yığınları üzerinden yükselen kayalar üzerindeki yeşilli sarılı örtü bir bitki çeşididir. Daha doğrusu iki ayrı soydan bitkinin, ikisi de gözle görülemeyecek kadar mikroskobik küçük, biri bir alg, öteki de mantar, birbirleri ile bir organizma imiş gibi (sanki yekvücut) birleşip kaynaşmasından meydana gelen ve liken (ortak bitkiler)[13]Mantarlar ve alglerin simbiyotik olarak bir arada bulunduğu likenler günümüzde bitki olarak kabul edilmiyor. Mantarlar günümüzde altı ayrı canlı aleminden biri olarak kabul ediliyor. Likenler de mantarlar aleminin altında sınıflandırılıyor. – D. Tolunay diye anılan bitkilerin vücuda getirdiği örtüdür. Kayalar üzerindeki hiç bir canlının, hatta tek başına bir bitkinin bile, barınmasına gelişmesine imkân yoktur. Ama likenler, mantar, ıslak kayalardan suyu ve suda çözülmüş besin katyonları alge vererek, alg de ona fotosentezle yaptığı organik maddelerden sunarak çok rasyonel bir iş bölümü ile birbirlerini destekleyerek kayalar üzerine tutunup gelişirler. Bunlar da, solunumlarından, metabolizmaları sürecinde meydana gelen karbon asidi kar ve yağış sularına karıştığından, kayaları dağladıkları için yıpranış aşınmalarını ve toprak oluşumunu hızlandırılar. Ölen kuruyan likenlerin organik artıkları ham toprağa karışır. Bunların küçücük vücutlarının bırakacağı organik likenlerin yıldan yıla ham toprağa bıraktıkları organik artıkları biraz artarsa ve bu toprak yel üfürüp sel götürmez de bir kaya çatlağına ya da taşlar arasına bir boşluğa toplanırsa, oraya hemen yeşil kadife gibi kara yosunları yerleşir. Bunların kuşaktan kuşağa bıraktıkları artıklar da toprağa katıldıkça, organik maddeler biraz daha artmış, çoğalmış olur. Ve orada, selin, yelin, kurdun kuşun getireceği bir ot, bir çimen tohumu çimlenip yeşerebilir. Onun içindir ki dağlarda alpinin[14]Alpin çayır basamağının hemen üstündeki taşlıklarda tek tük başağını sallayan bir çayır otuna ve kocaman parlak çiçeklerini açmış bir dağ bitkisine rastlanabilir. Bunları tutup çekerseniz kolayca çıkarlar ve onların köklerine tutunup tümü birlikte kalkan toprak, çoğunluk bir avucu bile doldurmaz. Ama yıllarca süren bir oluşum sürecinin ürünü olan o bir avuç toprak içinde (gözle görülmeyenler bir yana) kımıl kımıl kaynaşan binlerce küçük yaratık görülür. Toprak hem olgunlaşmış, hem de canlanmıştır artık. Ham toprakta toplanan o bir gıdım organik maddeden çimlenmek ve buna karşılık, katılmış oldukları o yaşama ortamına her biri ayrı bir görevi yerine getirmek için daha bir çok çeşit çeşit yaratıklar üşüşecekler. Onların da vâdesi yetince, cansız artıkları toprağa karışacak organik maddelerin niceliği de niteliği de değişecektir. Toprakta toplanan organik maddeler, toprağı canlandıran o küçük yaratıkların da yardımıyla önce mekanik, sonra çok çetrefil kimyasal değişmeler geçirerek koyu renkli hümüş[15]Humus denilen maddeye dönüşecektir. O da kil gibi iri taneli (küçük sanılmasın, onların da çapı 0,002- 0,2 cm. kadar) kum ve küçük çakıllar arasındaki boşlukları doldurur. Hümüş, toprağın fizik niteliğini, yapısını, tavlanmasını düzenlediği, suyu ve suda çözülen mineral besin maddelerinin yıkanıp gitmeden kalmasını kolay işlenmesini havalanmasını sağladığı, böylece de topraktaki canlı yaratıklara olanaklı bir ortam hazırladığı, onlarla birlikte bir bütün teşkil ettiği için, toprağın vazgeçilmez bir ögesidir. Eğer toprağı canlı bir hücre sayarsak, topraktaki iri taneli öğeleri hücrenin cansız kısmına kille hümüsü[16]Humus ise hücrenin canlı kısmına bütün hayati olayların kaynağı ve mekarrı[17]Bir kullanımı da makarr, ev anlamına gelen Arapça kelime olan protoplazmaya benzetebiliriz.
Toprak kendi kendine ölmez
Hikmet Birand
Cumhuriyet, 21 Nisan 1971
Toprağın kapsadığı organik maddelerin niceliği, tabii her şeyden önce üzerinde yetişen bitki birliklerine bağlıdır. Bir taşla iki kuş vurmak iklimin yalnız toprak oluşumuna değil, niteliğine de etkisini görmek için çıktığımız dağdan şimdi yavaş yavaş aşağı inelim.
Üzerinde bulunduğumuz taşlık basamağının 5-10 metre altındaki Alpenik[18]Alpinik çayır çimen basamağına geçelim. Bu basamakta toprak yüzü yeşil bir halı gibi çayır çimenle güzel çiçekli otlarla örtülüdür ve toprakta, bitki örtüsü çok organik artık bıraktığı için, yeterince hümüs[19]humus vardır. Bu basamakta kış çetin ve kar uzun yattığı için ağaçlar barınamaz, sadece otlar yetişir. Bunun altındaki çalı basamağında kar hem daha az yağar, hem daha erken kalkar. Alt kattaki geniş yapraklı orman basamağında kış daha mülâyimdir. Kar bir ölçüde az, yağmur daha çok yağar. Isı ortalaması[20]Sıcaklık ortalaması daha yüksektir. Bu ormanların toprağında ise her sonbahar dökülen yapraklar, kuruyan yapraklar, çalılar ve otlar dolayısıyla hümüs[21]humus daha çoktur. Bilindiği gibi dünyamızda kutuplardan ekvatora kadar birbirini izleyen değişik iklim kuşakları olduğu gibi, bu iklim kuşaklarına özgü vejetasyon kuşakları ve bunların altında gelişen ayrı ayrı toprak tipleri vardır. Olgunlaşan topraklar üzerindeki gelişen vejetasyon çeşitleri (büyük bitki birlikleri) toprağa damgalarını basar, onlara belli özellikler verirler. Bu özellikler toprak profillerinde (toprağa açılan bir çukurun duvarlarında) ayan beyan gözükürler ve erbabına (pedaloğlara)[22]Pedagoglara toprağın o ana kadar geçirdiği bütün serencamların hikâyesini anlatırlar.
Toprağı tanımlarken, onun yalnız mineral maddelerinden oluşmadığını, organik maddeler de kapsadığını söylemiştik. Kayaların birleşiminde ise organik madde yoktur. Öyleyse topraktaki organik maddelerin kaynağı nedir, nerededir? Bu toprak bulunmayan daha doğrusu onun yeni oluşmakta bulunduğu yerlerde iyi görülebilir. Mutedil iklimli bölgelerde bir yüksek dağa çıkarken, alt basamaklarda geniş yapraklı, biraz yükselince güne yapraklı[23]İğne yapraklı (çam vb.) ormanlar içinden geçer: Ormanların sahneden çekildiği yükseklikten, çalıların biraz daha yükselince kocaman kocaman güzel parlak çiçeklerle bezenmiş olan çayır çimen basamağına (Alpinik basamağa) ulaşırız. Bu basamağı da aşınca (2500-3500 m yükseklerde) ne o güzel çiçekli çayır çimenler, ne ot, ne de toprak. Orada iklim koşulları kutuplarınkine benzer ve hayatı reddeder. Artık önümüzde ve üstümüzde heybet ve haşmetlerine hayran kaldığımız (yalnızsak bize küçücük insan olduğumuzu hatırlatan) başları kış yaz karla buzla örtülü kayaların egemen olduğu doruk basamağı yükselir. Bakınız toprağa, hayatla sımsıkı bağlantısına. Hayatın barınabileceği, son sınıra kadar var, ötesinde türediği kayalar da var, ama o yok.
Toprak olunca, olgunlaşınca yeşil bir bitki örtüsü ile örtülür. Toprakla bitki öğürleşerek[24]Yakınlık, arkadaşlık kurmak birbirini tamamlayan bir bütün olur. Bitki, biliyoruz, toprağın canlanması için gereksediği organik maddeleri sağlar, toprak da ona besin tuzları verir. Bitki besin maddelerinin bir kısmını havadan, bir kısmını da topraktan alır. Toprakta yer kabuğundaki kayaların bileşimindeki elementlerin, az da olsa hemen hepsi vardır. Bitki onların hepsini değil, tuzlarından yararlanabileceklerini kökleri ile seçerek alır. Bunların başlıcaları fotas,[25]Potas kalsiyum, magnezyum, demir, azot, kükürt, fosfor elementleri kapsayan tuzlardır. Bunlara besin makroelementleri denir. Son zamanlarda bitkinin normal gelişebilmesi için bu makroelementlerden başka manganez, çinko, bakır, klor, kobalt, molibden, sodyum gibi elementleri de gereksediği anlaşılmıştır. Makroelement tuzlarının sayısı gibi topraktaki miktarı da çok değildir. İyi bir toprak çözeltisinde tümünün tutarı yüzde 0,1-0,25 kadardır. İkinci gruptakilerin ise varlıkları belli belirsiz (Eserî)[26]Eser miktarda kadar azdır. Milyonda, milyonlarda birdir. Onun için bunlara mikroelementler denir. Geç keşfedilmiş olmalarının nedeni de budur. Ama onlar, çok az olmalarına rağmen çok etkilidirler. Bunların çoğu ya vitamin, ya da enzimlerin bileşimlerine giderler; yahut da onların oluşmasına aracılık (Katalizatörlük) ederler. Bilirsiniz, vitaminler de yalnız bitkilerde teşekkül eder. Bizim gibi, etini sütünü vb. ürünlerini yediğimiz hayvanlar da vitaminleri bitkisel besinden alırlar. Onun içindir ki bu elementlerden yoksun ya da yoksunlaşmış olan topraklarda elde edilen ürünlerle beslenen hayvanlar da insanlar da, vitaminsizlikten mariz ve çelimsiz olurlar.
Bitkilerin topraktan aldığı besin tuzlarının nicelik ve niteliği hakkında tüttürdüğümüz sigaranın külü sizlere bir fikir verebilir. Külün kapsamında madensel elementlerin hepsi vardır.
Fakat şaşılacak şey şudur ki, toprağın insan eli değmeyen doğal toprağın, her yıl bitki yetiştirdiği, ürün verdiği halde, kapsamındaki tuzlar ne artar ne eksilir. Çünkü bitki ne almış, ne kadar almışsa, sadık bir borçlu gibi onları toprağa “Aynen” öder, geri verir. Çünkü düzen öyle kurulmuştur. Ve evrensel hayat gerçekten hayran kalınacak kadar rasyonel işleyen bir sistemler düzenidir. Bilmem bu nedenle mi söylenir durur ki; hayat güzeldir!
Toprakta bitki örtüsünün bıraktığı organik atıklar ve onların kimyasal dönüşmelerinden husule gelen hümüs[27]humus arttıkça canlı organizmaların çeşidi de sayısı da artar. Toprakta yaşayan memelileri, sürüngenleri, vb. büyükçe hayvanları bir yere bırakalım leblebi tanesi büyüklüğünde bir toprak parçasında en az 15-20 milyon bakteri, 5-6 bin küçük örümcek kurdu, bir o kadar rotator, 7-8 bin yuvarlak, halkalı, eklemli kurt vardır. Bu kadar da değil! Çıkanlar[28]çiyanlar, kırkayaklar, kınkanatlı böcek larvaları, karıncalar, termikler, solucanlar daha adını sanını bilmediğim yüzlerce tür… Hepsini ve görevlerini bir yazıya sığdırmak tabii mümkün değildir. Ama solucanları herkes görmüştür, tanır. Onların marifetlerini özetlemek isterim. İyi bir toprakta, metrekarede 300-400 kadar solucan yaşar. Bunların ağırlığı 70-80 gram tutar. Buna göre bir kilometrede[29]kilometrekarede yaşayan solucanların ağırlığı, nüfusu en yoğun memleketlerde kilometrekarede yaşayan insanların ağırlığından daha fazla eder. Bitkisel artıklarla beslenen solucanlar, bunları birlikte aldıkları mineral ve kil taneleri ile karıştırarak bir kurdu andıran dışkıları ile toprak yüzüne bırakırlar Böylece her yıl bir santim kalınlığında bir toprak tabakası alt-üst edilir, toprak yüzüne yığılır. Yüz yılda bir tarladaki bütün toprak bir yol solucanların barsaklarından geçmiş olur. Bu işlemle toprak alt-üst edilmiş, havalanmış, özellikle bakterilerin üremesine elverişli bir ortam haline gelmiş olur. Dışkılarının hemen yarısından fazlası bakteridir. Çünkü onların görevi daha önemlidir.
Soluması
Evrensel hayatın sürekliliğini toprakta yaşayan mikroorganizmalar sağlar. Bizim, hayvan, bitki tüm canlıların vücutlarının temel taşı olan hücrelerdeki canlı madde, (Protoplasma) tıpkı toprak gibi birçok maddelerin “Halitası” karışımıdır. Bu maddelerin en önemlisi proteinlerdir; proteinlerin bileşiminde ise, en az dört element, karbon, hidrojen, oksijen ve azot bulunur. Fakat kayaların bileşiminde ne azot ne karbon vardır. Dünyamızı saran atmosfer örtüsünde ise gaz halinde yüzde 77-80 oranında[30]Günümüzde % 78)- D. Tolunay azot vardır. Ama yeşil bitkiler havadaki serbest azottan yararlanamazlar; azotlu tuzların anyon ve katyonlarından yararlanabilirler. Fırtınalı havalarda elektrik şerareleriyle azottan bir miktar amonyak oluşur ve yağmur sularında çözülerek yere geçer, ancak miktarı az ve yetersizdir. Toprakta bir bakteri ekibi vardır ki, onlar solunumları sürecinden meydana gelen enerjiden faydalanarak havadaki serbest azotu özümleyebilir.[31]Azot bağlama Toprağa geçen azotu yeşil bitkilerin yararlanabileceği biçime sokanlar da ayrı bir dizi (nitrification) bakteri ekipleridir. Toprağa geçen cansız organik bitki ve hayvan artıklarındaki proteinleri ayrıştıran ve kapsadıkları azotu ziyan olmadan nitrifaction emrine sunanlar da gene başka bir dizi (Entrification)[32]Doğrusu denitrifikasyon bakteri grupudur. Görülüyor ki, bizim bitki ve hayvanların protein ihtiyacının havadan sağlanmasına aracılık eden gene toprak bakterileridir.
Bitkilerin küçük yapılarındaki organik maddelerin yarısından falası[33]fazlası karbondan (kömür) oluşur. Bunu, tam yanmamış bir odun parçası olan mangal kömüründe de görebiliriz. Bitkiler karbonu da havadan alırlar. Bir litre havada 0.03 oranında[34]Sera gazı salımıyla bu oran arttı. Günümüzde % 0,0422 oldu. Ama 50 yıl önce % 0,03 civarındaydı.- D. Tolunay karbondioksit vardır. Yeşil bitkiler yapraklarındaki gözle görülmeyecek kadar küçük, minnacık kloroplastlar içinde havadan aldıkları karbondioksit güneş enerjisinden faydalanarak su ile birleşip karbonhidratlarına dönüştürürler. Bu olaya fotosentez denir. Bizim dünyamızın güneşten kazandığımız enerjinin tümü, dünyadaki bütün bitki kitlesinde toplanan fotosentez ürününe eşittir. Petrol gibi, taş kömürü gibi, enerji kaynağı olan fosil yakıtlar da fotosentez üsünüdür. Dünyamızı saran atmosfer örtüsünün kapsadığı tüm karbondioksitin yaklaşık olarak 2.100 milyar kilogram ve onun bileşimindeki karbonun ise 570 milyar tuttuğu hesaplanmıştır.[35]Bu miktar sera gazı salımları ile değişti. IPCC’nin Altıncı değerlendirme raporuna göre Sanayi devrimi öncesinde atmosferde 591 milyar ton karbon (2.167 milyar ton CO2) olduğu hesaplanmış. Ancak sera gazı salımlarıyla bu miktara günümüzde 279 milyar ton daha karbon (1.023 milyar ton CO2) eklenmiş. Yazıda verilen değerler o gün için oldukça gerçekçi. Kaynak. – D. Tolunay Dünya bitkilerinin ise fotosentez ile her yıl havadan yaklaşık olarak 13-22 milyon kilogram karbon[36]Bu ifade de bir sorun var. Yazım hatası da olabilir. Günümüzde karasal ekosistemlerdeki bitkilerin fotosentezle atmosferden yıllık 3,3 milyar ton (12,1 milyar ton CO2) denizlerin ise 2,8 milyar ton CO2 (10,3 milyar ton CO2) aldıkları hesaplanmış. Kaynak. D. Tolunay tükettikleri de saptanmıştır.[37]Buradaki rakamlar yanlış. Atmosferde 750 gigaton karbon, yani 2750 gigaton karbondioksit var. Bitkiler ise havadan yılda 121 gigaton karbon tüketiyor. 1 gigaton 1 milyar ton demektir. – O. Yenigün
Bu duruma göre, havadaki karbonun çok geçmeden tükenmesi gerekir. Ve tükenirse dünyada hayat da söner, tükenir. Lakin çok hayret ve ibrete değer ki, atmosferde karbonun eksilme ve tükenmesini önleyen hayatın “Bizzat” kendisidir, çabalar ve bunu başarır. Bütün canlı varlıklar canlılıklarını yitirmemek için solunurlar. Bir insan solunumla 24 saatte havaya 1 kilogram karbondioksit verir. Bir insan büyüklüğündeki bitki de o kadar karbondioksit çıkarır.
Fabrikalarımızdan, motorlu yakılan yakıtlardan, hatta yanardağlardan çıkan karbondioksiti de hatırlayalım ama, hepsinin tutarı bitkilerin atmosferden eksilttikleri karbonu telafi edemez.[38]1971 yılında henüz küresel ısınma bilinmiyordu. Ama 19. yüzyıldan itibaren atmosferde karbondioksit arttıkça ısınmanın artacağı ortaya konmuştu. Ancak 1970’li yıllarda fosil yakıtlar, arazi kullanımı, arazi kullanım değişikliği ve ormansızlaşma, tarım, sanayi ve atıklar gibi insan faaliyetlerinin atmosferdeki karbondioksit miktarının artmasına neden olduğu, arazi kullanım değişiklikleri, ormansızlaşma ve orman tahribatlarının ise yutak alanları daralttığı tartışılmaya başlandı. Dolayısıyla Hoca’nın küresel ısınmadan haberi olmaması son derece doğal. Ama Paris anlaşmasına göre yüzyıl sonunda sıcaklık artışının Sanayi Devrimine göre 2°C ve altında tutulmak istenmesinin nedenlerinden birisi de kuzey enlemlerdeki tundra ekosistemlerindeki donmuş toprakların sıcaklık artışıyla çözünmesiyle toprak solunumunun artması ve bunun da karbondioksit salımını arttırmasıdır. D. Tolunay Eğer toprak solunmazsa! Toprakta yaşayan sayısız mikroorganizmalar, özellikle bakteriler, toprağa karışan bütün cansız organik artıkların didik didik ederler ve solunum sürecinde onları yakarak karbondioksidi havaya verirler. Toprak solunumu işte budur. Bir hektar topraktan solunumla saatte 2-5 kilogram (Orman topraklarında daha fazla) karbondioksit çıktığı bu yüzden de havanın toprağa yakın tabakalarında karbondioksit oranının 0.5-0.6’ya yükseldiği görülmüştür. Dünya yüzüne yayılmış olan toprak tabakasının genişliği, büyüklüğü düşünülürse, havanın karbon bilançosunun neden bozulmadığı kolayca anlaşılır.[39]Birand’ın bunu kaleme aldığı zamanlarda bilinmiyordu. Bu denge bozuldu tabii. Endüstriyel ve trafik kaynaklı karbon emisyonlarınn artması ile yılda 5.5 gigaton karbon (20 gigaton karbondioksit) emisyonu yapılııyor. – O. Yenigün İşte toprak solunumu sayesindedir ki, atmosferdeki karbondioksit molekülü hava ile toprak arasında binbir biçime, yüzbinlerce güzel canlı forma- güzel sayıyorsak kendimizi de onlara katabiliriz* girer çıkar hasılı toprakta olup bitenler bu sihirli çenber gibi döner gider.(1)
Ölümü
Tırnak kalınlığında bir toprak tabakasının oluşması canlanması ana kayanın şeridine göre yıllarca sürebilir. O kadar karışık, o kadar birbirine girift bir canlı sistemler dizisi olan toprak zor oluşur, zor canlanır ama yazık ki çok çabuk ölebilir. Yanardağların lavları, iklim değişmeleri gibi doğal afetler toprağı tahrip edebilir, ama birincisi olsa bile lokaldir, ikincisi ise, uzak geçmişlerde çok olmuştur, artık pek varit değildir. Toprak, kendi kendine ölmez, biz öldürürüz onu. Üstündeki, geliştirdiği, ve onunla bir bütün olarak birleştirdiği bitki örtüsünü harap ettik mi, çok geçmez ona bağlı olan canlı sistemlerin hepsi yok olur. Toprağın soluğu kesilir.
Son
(1) Alıç ağacı ile sohbetler kitabının toprak üstüne sohbet bölümüne bakınız. (Milli Eğitim Yayınevleri)[40]Editörün notu: Orijinal gazete haberinde yer alan dipnot
Notlar/Kaynaklar
↑1 | Prof. Dr. Hikmet Ahmet Birand Bibliyografyası için Bir Deneme, Mutlu Kart Gür, Kebikeç, 30, 2010, Kaynak. |
---|---|
↑2 | Birand’ın vefatının ardından, Hilmi Ziya Ülken’in kaleme aldığı bir yazı: Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, s. 219-221. Kaynak |
↑3 | Yazıların yanında emeği geçen İlker Can Tokgöz’e de ayrıca teşekkür ederiz. |
↑4 | Amorf |
↑5 | Doğrusu: sıcaklık |
↑6 | Sıcaklık |
↑7 | Feldispat |
↑8 | Kuvars |
↑9 | Kil olmalı. |
↑10 | Kil |
↑11 | fiziksel kimya |
↑12 | Katyon |
↑13 | Mantarlar ve alglerin simbiyotik olarak bir arada bulunduğu likenler günümüzde bitki olarak kabul edilmiyor. Mantarlar günümüzde altı ayrı canlı aleminden biri olarak kabul ediliyor. Likenler de mantarlar aleminin altında sınıflandırılıyor. – D. Tolunay |
↑14 | Alpin |
↑15, ↑16 | Humus |
↑17 | Bir kullanımı da makarr, ev anlamına gelen Arapça kelime |
↑18 | Alpinik |
↑19, ↑21, ↑27 | humus |
↑20 | Sıcaklık ortalaması |
↑22 | Pedagoglara |
↑23 | İğne yapraklı |
↑24 | Yakınlık, arkadaşlık kurmak |
↑25 | Potas |
↑26 | Eser miktarda |
↑28 | çiyanlar |
↑29 | kilometrekarede |
↑30 | Günümüzde % 78)- D. Tolunay |
↑31 | Azot bağlama |
↑32 | Doğrusu denitrifikasyon |
↑33 | fazlası |
↑34 | Sera gazı salımıyla bu oran arttı. Günümüzde % 0,0422 oldu. Ama 50 yıl önce % 0,03 civarındaydı.- D. Tolunay |
↑35 | Bu miktar sera gazı salımları ile değişti. IPCC’nin Altıncı değerlendirme raporuna göre Sanayi devrimi öncesinde atmosferde 591 milyar ton karbon (2.167 milyar ton CO2) olduğu hesaplanmış. Ancak sera gazı salımlarıyla bu miktara günümüzde 279 milyar ton daha karbon (1.023 milyar ton CO2) eklenmiş. Yazıda verilen değerler o gün için oldukça gerçekçi. Kaynak. – D. Tolunay |
↑36 | Bu ifade de bir sorun var. Yazım hatası da olabilir. Günümüzde karasal ekosistemlerdeki bitkilerin fotosentezle atmosferden yıllık 3,3 milyar ton (12,1 milyar ton CO2) denizlerin ise 2,8 milyar ton CO2 (10,3 milyar ton CO2) aldıkları hesaplanmış. Kaynak. D. Tolunay |
↑37 | Buradaki rakamlar yanlış. Atmosferde 750 gigaton karbon, yani 2750 gigaton karbondioksit var. Bitkiler ise havadan yılda 121 gigaton karbon tüketiyor. 1 gigaton 1 milyar ton demektir. – O. Yenigün |
↑38 | 1971 yılında henüz küresel ısınma bilinmiyordu. Ama 19. yüzyıldan itibaren atmosferde karbondioksit arttıkça ısınmanın artacağı ortaya konmuştu. Ancak 1970’li yıllarda fosil yakıtlar, arazi kullanımı, arazi kullanım değişikliği ve ormansızlaşma, tarım, sanayi ve atıklar gibi insan faaliyetlerinin atmosferdeki karbondioksit miktarının artmasına neden olduğu, arazi kullanım değişiklikleri, ormansızlaşma ve orman tahribatlarının ise yutak alanları daralttığı tartışılmaya başlandı. Dolayısıyla Hoca’nın küresel ısınmadan haberi olmaması son derece doğal. Ama Paris anlaşmasına göre yüzyıl sonunda sıcaklık artışının Sanayi Devrimine göre 2°C ve altında tutulmak istenmesinin nedenlerinden birisi de kuzey enlemlerdeki tundra ekosistemlerindeki donmuş toprakların sıcaklık artışıyla çözünmesiyle toprak solunumunun artması ve bunun da karbondioksit salımını arttırmasıdır. D. Tolunay |
↑39 | Birand’ın bunu kaleme aldığı zamanlarda bilinmiyordu. Bu denge bozuldu tabii. Endüstriyel ve trafik kaynaklı karbon emisyonlarınn artması ile yılda 5.5 gigaton karbon (20 gigaton karbondioksit) emisyonu yapılııyor. – O. Yenigün |
↑40 | Editörün notu: Orijinal gazete haberinde yer alan dipnot |