Ortaçağ Avrupa’sındaki bilimsel ve teknolojik durumla ilgili saptamalarda ve tartışmalarda önemli bir sorun, ortaçağın ne kadar sürdüğü sorunudur. Çünkü ortaçağın sınırlarının farklı görülmesine bağlı olarak farklı değerlendirmeler yapılacağı açıktır. Nitekim ortaçağı 15. yüzyılın sonuna kadar getirenler, doğal olarak karanlık bir ortaçağ resmi yerine, yarı aydınlık bir ortaçağ resmi çizerler.
Ortaçağdan çıkış Rönesans ile başladı. Ortaçağ ile bilim devriminin başlaması arasındaki yaklaşık dört asrı (12. ve 16. yüzyıllar arası) Rönesans dönemi olarak nitelendirebiliriz.
Rönesans’ı ortaçağdan çıkışın başlayışı olarak görüyorsak, bu iki evre arasındaki sınır çizgisini nerede bulabiliriz?
Teknolojik gelişmede sınır çizgisi
Avrupa’da 12. yüzyılda başlayan katedrallerin inşasını, ortaçağdan Rönesans’a geçiş dönemi teknolojisinin ürünü ve sembolü olarak görebiliriz. Katedraller dini yapılardır ve bu yönleriyle elbette ortaçağa aittir. Fakat mimari ve estetik varlıkları ve büyüklükleri bakımından geleneksel boyutlara kesin bir meydan okumadır. Ortaçağ boyunca birikmiş bütün bilgi ve teknik becerinin yeni bir tarzda dışa vurumudur. Bu yapılar, şehirlerin gelişmesinin hem sonucu, hem de yeni itici gücü olmuştur. Katedralleri, içerdikleri teknik yenilikler ve estetik özellikleri ile ortaçağ insanının, edilgenlikten yaratıcılığa geçişinin simgesel eserleri olarak da görebiliriz.
Bu büyük yapılar, 12. asırla 15. asır arasında bütün Avrupa’da yayıldı ve yeni çalışma biçimlerinin, yeni meslek gruplarının doğuşuna yol açtı. (Çok ilginçtir ki, üniversiteler de birçok Avrupa ülkesinde 12. ve 15. asırlar arasında kurulmuştur). Mühendisler, mimarlar ve taş ustaları, şehir şehir dolaşarak bilgilerini ve ustalıklarını gösterdiler. Rönesans mühendisleri, bu katedralleri ilk inşa eden zanaatçıların torunlarıydı. Katedrallerin yapımının yarattığı bilgi, teknik ve kültür hareketinin, modern Avrupa’nın doğuşuna giden yoldaki önemli etkenlerden biri olduğunu söyleyebiliriz.
Katedraller ortaçağdan Rönesans’a geçiş evresi teknolojisinin simgesi ise sınırın öbür tarafında, yani ortaçağ tarafında ne tür bir teknolojik süreç hüküm sürmüştü?
Yaklaşık olarak 2. yüzyıl ile 12. yüzyıl arasındaki bin yıllık ortaçağ döneminde, büyük bir teknolojik durgunluk egemen oldu. Bu genel durgunluk içerisinde dört önemli teknolojik yenilik dönüşümlere yol açtı.
- Bunlardan birincisi, çift sürmede kullanılan saban bıçağının toprağı çok daha derinden ve çok yönlü olarak yarmasına yol açacak biçimde geliştirilmesidir.
- İkincisi, tarımda nadas usulünün geliştirilmesidir.
- Üçüncüsü, 9. yüzyıldan itibaren gerek çiftlik hayvanlarının gerekse ulaşımda, taşımada ve savaşta kullanılan hayvanların ayaklarına nal çakılması ve bu hayvanlarda koşum takımlarının (eğer ve üzenginin) kullanılmaya başlanmasıdır.
- Dördüncüsü ise 12. yüzyılda rüzgar değirmenlerinin kurulmaya başlamasıdır.
Bu dört teknik değişim, hem tarım ürünlerinin miktarının ve çeşitlerinin artmasına hem de ürünlerin kalitesinin ve besin değerlerinin yükselmesine yol açtı. Bu dört değişim çok önemli değilmiş gibi görülebilir, fakat gerçekte insanların hareketlerinin kolaylaşmasına ve hızlanmasına, daha iyi beslenmelerine, nüfusun artmasına, ticaretin genişlemesine, şehirlerin çoğalmasına ve büyümesine, sanayi üretiminin doğuş koşullarının yaratılmasına önemli etkilerde bulunarak o çağ Avrupa’sının belirli bir dinamizm kazanmasına neden oldu.
Bilimsel gelişmede sınır çizgisi
Avrupa’da ortaçağ ile Rönesans arasındaki, modern bilimsel düşüncenin doğuşu bakımından arayacağımız sınır çizgisini ise üniversitelerin kurulmaya başlaması ile İngiliz bilim insanları Robert Grosseteste (1168-1253) ve onun öğrencisi olan Roger Bacon (1219-1292)’ın bilimsel yönteme ilişkin çıkışlarında ve çalışmalarında buluruz. Avrupa’da ilk üniversite Bologna’da 12. yüzyılın sonlarına doğru kuruldu. 13. yüzyılda ise Paris, Oxford ve Padua Üniversiteleri kuruldu. 15. yüzyılın sonlarında Avrupa’nın birçok şehrinde çok sayıda üniversite kurulmuş durumdaydı.
Gözlem ve deney kanıtlarına büyük önem veren Grosseteste’in önerdiği yöntem, bugünkü bilimsel yöntemlerimizin tüm unsurlarını içeriyordu. Matematiğin ve doğa bilimlerinin öğrenilmesini teşvik eden Grosseteste’in bilimsel düşüncenin kavranmasında ve geliştirilmesinde çok büyük etkileri oldu.
Ortaçağda Avrupa’da önemli bir bilimsel keşif olmadı. Fakat çağın sonlarında bilimsel düşünce filiz verdi ve gelişmeye başladı. Bu yüzden ortaçağdan bilimsel keşifler veya teknolojik dönüşümler aracılığıyla olmaktan ziyade bilimsel ve özgür düşüncenin doğması ve gelişmesiyle çıkılmaya başlandığını söyleyebiliriz.
Osman Bahadır