Öncü kadınların bilimdeki büyük başarıları olmasaydı, kadın özgürlüğü ve eşitliği gerçekleşemezdi.
Avrupa’da 1623-1923 yılları arasında yaşamış ve eser vermiş az sayıdaki öncü bilim kadını, sadece bilime olan katkılarıyla öne çıkmadılar, fakat aynı zamanda kadın özgürlüğünün kazanılmasında da belirleyici bir rol oynadılar.
Bu kadınlar, Avrupa’da hem astronomi, matematik, fizik devrimlerine hem de daha sonraki kimya, elektrik ve biyoloji devrimlerine katılmış öncü kadınlar. Newton’un Principia’sını Fransızcaya çeviren fizikçi Émilie du Châtelet (1706-1749), İtalyan matematikçi Maria Gaetana Agnesi (1718-1799), Alman astronom Caroline Herschel (1750-1848), İskoç matematikçi ve astronom Mary Somerville (1780-1872), ünlü İngiliz şairi Lord Byron’un kızı, matematikçi, Charles Babbage’nin yardımcısı ve şimdi dünyanın ilk bilgisayar programı olarak kabul edilen tasarımın yaratıcısı Ada Lovelace (1815-1852), Darwin’in Türlerin Kökeni’ni Fransızcaya çeviren Fransız antropolog Clemence Royer (1830-1902), Rus matematikçi Elizaveta Fedorovna Litvinova (1845-1919), bu büyük bilim kadınlarından bazıları.
300 yıllık bu dönemde başarılı çalışmalarıyla bilime katkılarda bulunan bu öncü bilim kadınları, büyük bilimci Marie Curie’nin (1867-1934) de yolunu açmış oldular.
Elbette Avrupa dışındaki kadınların bu dönemlerde bilime yaptıkları katkıları da unutamayız. Özellikle de ABD’de, keşfettiği kuyruklu yıldız ile tanınan Maria Mitchel (1818-1889), Amerikan İç Savaşı’nda cerrah olarak görev yapan ilk kadın olan Mary Edwards Walker (1832-1919) ve “ekolojiyi kuran kadın” olarak tanınan Ellen Swallow Richards (1842-1911) bilime önemli katkılarda bulundular. Başka birçok kadın da daha aşağı düzeylerde olmak üzere bilimsel çalışmalara yardımcı oldular. Ayrıca Avrupa’da isimleri ve bilime olan katkıları kocalarının gölgesinde kalmış başka bilim kadınlarının varlığını da biliyoruz. Örneğin büyük kimyacı Lavoisier’nin (1743-1794) karısı Maria Anne Pierette Paulze’un (1758-1836) bilime ve kocasının çalışmalarına olan katkısı ortaya koyuldu ve şimdi bu katkının hangi düzeyde olduğu araştırılıyor.
Bu öncü bilim kadınlarının yaşamları ve çalışmaları bize gösteriyor ki, bu kadınlar çok güçlü iradi davranış örnekleri göstermekle birlikte, yine de başarılarının büyük bölümünü babalarının, kocalarının, erkek kardeşlerinin veya oğullarının desteğine ve himayesine borçlu olmuşlardır. Bir kunduracının kızı olan Jeanne Villepreux-Power’ın (1794-1871) 18 yaşına bastığında geleceğini kendi elleriyle yaratmak için 400 kilometreden fazla yolu yürüyerek köyünden Paris’e gelmesi, herhalde kadın özgürlüğü ve eşitliği mücadelesinin çok çarpıcı bir simgesi olarak görülebilir. Fakat Jeanne Villepreux yine de deniz biyolojisi üzerine olan çalışmalarını Sicilyalı zengin kocasının desteğiyle yapabilmişti. (Matematikçi Elizaveta Fedorovna Litvinova (1845-1919)’nın, İsviçre’de eğitim görürken Çar II. Aleksandr’ın Rusya’ya dönmesi emirnamesine karşı gelme ve eğitimini tamamlama cesaretini göstermesi de kadın özgürlüğü mücadelesi bakımından tarihsel bir değere sahip).
Bununla birlikte kadınların başarısındaki asıl büyük etken, onların bilim yapma konusundaki büyük tutkuları, kendilerine olan güvenleri ve yüksek düzeydeki kararlılıkları oldu. Sağladıkları başarının nedenleri bakımından erkek desteğinin rolü çok önemli ve hatta belirleyici bir düzeyde olsa bile, kazandıkları başarının sonuçları bakımından erkek desteğinin önemi olduğunu söyleyemeyiz.
1623-1923 yılları arasında kadınların bilimsel ve akademik yaşamda yer alamamalarının en önemli nedeni, kadınların “soyut düşünce kapasitelerinin” erkeklerinkinden düşük olduğu önyargısının tüm toplumlarda egemen olmasıydı. İşte öncü bilim kadınları bilimdeki başarılarıyla bu büyük önyargıyı yıkmış oldular. Akademik dünyanın kapılarının onlara açılmasının arkasındaki en büyük itici güç budur.
Kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesi çok büyük bir tarihsel mücadeledir ve henüz tamamlanmış da değil. Bu mücadelede başarı kazanılmasında kadınların siyasi mücadelelerinin elbette büyük bir rolü vardır. Fakat mücadelenin asıl dönüm noktası, kadın bilimcilerin kendi entelektüel kapasitelerinin erkeklerinkinden aşağı olmadığını göstermeleriyle sağlandı. Çünkü bu gerçeğin ispatı, sadece kadınların kendilerine olan güvenlerini perçinleyerek siyasi, toplumsal ve eğitim mücadelelerini güçlendirmekle kalmadı, kadınları ikinci derecede bir cins olarak gören kültürel bakışı da önemli ölçüde zayıflattı.
Aydınlanma düşünürü Voltaire bile sevgilisi Chatelet Emilie için, “kadın olmaktan başka kusuru olmayan büyük bir insan” demişti. 19. yüzyılın sonlarında bile çok önemli birçok erkek bilimci, kadınların düşünebilme kapasitelerini küçümsüyordu. Bu büyük önyargının kırılması, kadınların genel eşitlik davasına ve toplumların sekülerleşmesine sağlam bir temel yarattı.
Kadınların soyut düşünebilme kapasitelerini küçümseyen erkeklere bilim tarihinin verdiği cevap da çok ironik oldu:
Atom çağını iki kadın başlattı; Marie Curie ve Lise Meitner (1878-1968).
Osman Bahadır