Nihon Hidankyo adlı, Japonya menşeli örgütün 2024 yılı Nobel Barış Ödülü’ne layık bulunduğu, bu yılın Ekim ayında açıklandı. 10 Aralık’ta düzenlenecek törenle ödül örgütün temsilcilerine takdim edilecek.
Aslında bu örgüt, nükleer silahlanmaya karşı farklı faaliyetlerde bulunan örgütlerin oluşturduğu bir konfederasyondur ve resmî adı, A[tom]- ve H[idrojen]- Bombası Mağdurları Örgütleri Konfederasyonu’dur (Confederation of A- and H-Bomb Sufferers Organizations). Kuruluşu, 1945 yılı Ağustos ayında, Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerinin ABD tarafından atom bombasıyla vurulması ve 250 bine yakın insanın ölümüyle sonuçlanan o saldırılardan 11 yıl sonra, 1956 yılındadır.
Nihon Hidankyo, o tarihten itibaren nükleer silahlanmanın sona erdirilmesi ve bu kategori silahların imha edilmesiyle ilgili, dünya çapında bir barış aktivizmini sürdürüyor. Örgütün bu faaliyetleri, devletlerle ikili, resmî temaslarda bulunmak; Birleşmiş Milletler (BM) başta olmak üzere, farklı kıtalardaki uluslararası örgütler nezdinde girişimlerde bulunmak, toplantılarında konuşmalar yapıp çalışmalara katılmak, vb. çok farklı etkinliklerle nükleer silahlardan arınmış bir dünya için çalışmayı, bilinçlenmeyi hedefliyor.
Nihon Hidankyo’nun bu çok önemli misyonuna paralel bir başka profile sahip olduğunu da vurgulamak gerekir. Zira örgüt mensubu bireylerin başlangıçta tümü fakat bugün, sayıca gitgide azalsa da hatırı sayılır bir grubu, Hiroşima ve Nagazaki saldırılarında hayatta kalabilmiş kişilerdir. Bu kimliği taşıyan insanlar Japonca “Hibakuşa” (atom bombasının etkisine maruz kalanlar) terimiyle anılır. Dolayısıyla Nihon Hidankyo’nun, Hibakuşa haklarını gözetmek, seslerinin duyulmasını sağlamak gibi bir amacı da var. Bu konuda, 1950’ler ve 1960’larda, bu mağdur gruplarına yönelik sosyal, ekonomik ve tıbbi bakım desteği sunan yasal düzenlemelerin kabulündeki öncü katkılarının payı var. Fakat bu misyonu, nükleer silahlanmaya karşı evrensel bir ideale adanmışlık ethosu içinde değerlendirme politikası, Hidankyo’nun, nükleer tehdit karşısında yerel ve evrensel ayrımının sahte kategorik bir ayrım olarak kalacağına dair gerçekçi yaklaşımını ifade eder.
Öte yandan, uluslararası barışı koruma mücadelesinde, nükleer bir savaşın neye mal olacağını, tanıklıklarıyla ilk elden dile getirecek mensuplara sahip olma gücü, Nihon Hidankyo aktivizmini de etkili kılmıştır. Bu vakada söz konusu olan Hibakuşa kimliği ya da genel olarak kimlik konusu, ahlâki evrende nasıl bir sorumluluğun taşınması gerektiğini de ön plana çıkarır.
“Tanık” kavramı, toplumsal bilimlerde farklı konum ve statüleri kapsar. Bir davada, üçüncü kişi olarak, taraflardan birinin tezlerini destekleyen konumda bir tanıklık (Latince testis) dışında, yaşantısında kendisinin maruz kaldığı, geçmişin veya bugünün acılarıyla ilgili tanıklık yapabilecek bir mağduriyete uğramış kişi de bir tanıktır (Latince superstes). Nihon Hidankyo mensuplarının tanıklığı, ikinci tanımın kapsamına giren karakterde bir tanıklıktır (Hibakuşa).
Ancak bu “tanıklar”ın örgüt bünyesindeki sorumluluğu, bireysel veya toplu bir hak arayışına yönelik, maruz kaldıkları ve bazıları hâlâ yaşamlarını etkileyen acıların sorumlularıyla hesaplaşmayı hedefleyen denkleştirici bir adalet (retributive justice) arayışı değildir. Bu nedenle son çeyrek yüzyılda, farklı ülkelerde görüldüğü gibi, bir siyasi ve toplumsal sorun kategorisi olarak açıklanabilecek, “geçmişle yüzleşme” veya “geçmişle hesaplaşma” politikalarından farklıdır. Geleceğe yönelik, evrensel bir misyonu ifade eder.
Bugün, Nihon Hidankyo’nun, böyle evrensel bir sorumluluk ethosu altında yürüttüğü faaliyetlerinin, nükleer silahların ahlâken kabul edilemez olduğuna dair bir uluslararası kabulün (“nuclear taboo” şeklinde adlandırılır) yerleşmesine katkıda bulunduğu, daha önce de olduğu gibi, Norveç Nobel Enstitüsü’nün, Nobel Barış Ödülü’nün açıklandığı resmi metninde de vurgulandı.
Hidankyo’nun genel sekreter yardımcısı Fujimori Toşiki’nin, bir söyleşide belirttiğine göre, 1957-2019 arasında, toplam 685 Hibakuşa, 175 deniz aşırı ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu faaliyetlerde, özellikle Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) bağlamında, beş nükleer güç (ABD, Birleşik Krallık, Çin, Fransa ve Rusya) ve BM ön plandadır. 1974 yılında BM ile düzenli bağlantıların kurulup geliştirilmesi ve 1975 yılında BM nezdinde bir yazılı başvuruda bulunarak, dünya genelinde tüm nükleer silahların tamamen imha edilmesine ilişkin bir uluslararası antlaşma çağrısı öncü bir girişim olarak kayda değer, barışçı hamlelerdir. Aynı hedefe yönelik uluslararası bir sivil toplum örgütleri girişimiyle BM ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) nezdinde, nükleer silahların hukuka aykırılığı konusunda Uluslararası Adalet Divanı’ndan bir danışma görüşü alınması çabası, mevcut uluslararası sisteme dahil mecraların etkili kullanılmasıyla gerçekleştirilen bir barışçı aktivizm örneği olarak ayrıca önem taşır. Sistemin buna nasıl bir tepki verdiğiyse ayrıca ele alınmayı gerektiriyor.
2017 yılında BM tarafından düzenlenen konferansta Nükleer Silahların Yasaklanmasına İlişkin Sözleşme (TPNW) metninin 122 devlet tarafından kabulüyle imzaya açılmasında, 2017 Nobel Barış Ödülü sahibi, Nükleer Silahların Ortadan Kaldırılması Uluslararası Kampanyası (The International Campaign to Abolish Nuclear Weapons – ICAN) adlı koalisyonun yanı sıra, Nihon Hidankyo’nun da büyük rolü vardır. Bu Sözleşme 2021 yılında yürürlüğe girdi.
Ancak Nihon Hidankyo’nun, “nükleer tabu”nun evrensel ve bağlayıcı bir norma dönüşmesi yönündeki çabaları, nasıl bir dünya düzeninde, hangi karşıt güçlerle mücadeleyi göze aldığı gerçeğiyle birlikte düşünülmelidir.
1960’lı yılların ortalarında, ABD Enerji Bakanlığı’na bağlı Atom Enerjisi Komisyonu’nun (Atomic Energy Commission) önerdiği Plowshares Projesi’nde, örneğin yeni bir Panama Kanalı açılması gibi büyük altyapı projelerinde atom bombasından da yararlanılabileceği savunuluyordu. Bu projeden vazgeçilmesinde, nükleer silahlanmanın yayılmasına ilişkin uluslararası antlaşma çalışmalarının etkisi olmuştur. Dolayısıyla bu bağlamda da, uluslararası anti-nükleer sivil toplum hareketi ve Hidankyo’nun katkıları gözden uzak tutulamaz.
Fakat 1945 sonrasındaki dünya düzeninin temel yapılarından olan Uluslararası Adalet Divanı’nın, BM ve bağlı uzmanlık kuruluşları (örneğin WHO) aracılığıyla kendisine sunulan ve nükleer silahların uluslararası hukuka aykırılığı ve insan ve çevre sağlığı üzerindeki büyük olumsuz etkilere neden olması konularına dair hukuki danışma görüşü (advisory opinion) taleplerinde bulunulmasına cevaben yaklaşımı, bu dünya hareketini ve umutları güçlendirici olmamıştır.
Zira Uluslararası Adalet Divanı, nükleer silahlara sahip bir devletin, saldırıya uğraması halinde, doğal olan meşru müdafaa hakkının kullanılması bağlamında nükleer olan ve olmayan silahlar ayrımı yapılmasının uygun olmayacağı görüşündedir. Dolayısıyla bu silahların da, konvansiyonel hukuk kuralları ve örf ve adet hukuku (customary law) ışığında, hukuka uygun kullanılıp kullanılmadığı gibi bir durum söz konusu olur. Elbette, öncelikle Hidankyo olmak üzere, uluslararası anti-nükleer barış hareketi cephesinde, bugün 70 yıla yaklaşan mücadelenin hızını kaybetmeden, savunduğu ahlâki sorumluluğun ve hukuki yükümlülüğün gereklerini yerine getirmeyi sürdürmesi kaçınılmazdır.
Nobel Barış Komitesi’nin, 2024 Nobel Barış Ödülü için Nihon Hidalkyo topluluğunu buna layık bulması, eminim, bu mücadeleye ivme katacaktır.
Turgut Tarhanlı,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi