Nobel Barış Ödülü bu yıl, Nükleer Silahların Yasaklanmasına İlişkin Sözleşme’nin hazırlanması ve kabul edilmesinin esas kahramanı olan ICAN’e verildi. ICAN, 100 ülkeden sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu bir koalisyon. Seneler süren ve Nobel’e layık görülen çabaları sayesinde nihayet, bu senenin (2017) Temmuz ayında Birleşmiş Milletler bünyesinde toplanan bir konferans, Nükleer Silahların Yasaklanmasına İlişkin Sözleşmenin metnini oyladı ve 122 devletin oyuyla kabul etti.
Aslında nükleer silahların kontrol edilmesi isteği yeni değil. Ama, 1970 tarihli Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Sözleşmesi (yaygın kısaltmasıyla, NPT) nükleer silahı olmayan taraf devletlere bunları edinme yasağı koyarken nükleer silah sahibi olanlara ise bunları sadece diğerlerine satmama yükümü yüklüyor. Nitekim NPT tarafı olan İran’a yönelik uluslararası yaptırımların kökeninde İran’ın nükleer tesislerinde aslında enerji üretiminin ötesinde nükleer silahlanmaya yönelik faaliyetlerin yapıldığı şüphesi yatıyordu.
Nükleer Silahların Yasaklanmasına İlişkin Sözleşme ise bu silahların tümünün sadece kullanımını değil, bunlara sahip olmayı, geliştirmeyi, hatta ülkesinde konuşlandırmayı dahi kategorik olarak yasaklıyor. Sözleşme tarafı olmaya karar verecek nükleer devletlere ise ellerindeki bu silahların imhasına yönelik bir program çiziyor.
Sözleşme şimdilik 53 devlet tarafından imzalandı. Ancak bu imza sadece Sözleşme metninin nihai olarak benimsendiğini ifade ediyor. Devletler imzalarının ardından, kendi anayasalarının gerektirdiği usulleri takip ederek Sözleşme’yi iç hukuklarında onaylayacak. Ellinci devlet bu onay işlemlerini tamamladığında da Sözleşme yürürlüğe girecek ve uygulanmaya başlanacak. Sözleşme yürürlüğe girdiğinde yalnız taraf devletleri bağlayacak. Onaylayanlar şimdilik sadece Guyana, Tayland ve Vatikan.
Halihazırda dünyadan 9 devlet nükleer silah sahibi. Beş devlet de topraklarında nükleer silahlara ev sahipliği yapıyor. Bunlardan biri olan Türkiye, Sözleşme görüşmelerine katılmayanlar arasında. Hatta, Sözleşme görüşmelerinin başlatılmasına ilişkin 2016 tarihli BM kararına da ret oyu verenlerden. Nükleer silah sahibi devletler ve müttefikleri Sözleşme müzakerelerini boykot ettikleri gibi, örneğin ABD, İngiltere ve Fransa, asla kabul etmeyeceklerini de açıkladılar. Nükleer silah kullanımının korkunç sonuçları bir yana, bu silahların, silahlı çatışma hukukunun en temel kuralı olan, çarpışanlarla siviller arasında ayrım gözetilmesi kuralına uymamasına rağmen bu devletler “nükleer caydırıcılık” fikrinden vazgeçmediler.
Elbette, Nobel Komitesinin de söylediği gibi, hukuken yasaklama, tek bir nükleer silahı yok etmeyecek. Sadece taraf olan devletler için bir yükümlülük getiren Sözleşme’ye nükleer silahlı devletlerin de katılımı elzem. İşte, Nobel ödülü belki de en çok buna yönelik ivme ve baskı oluşturacak. Önümüzdeki benzer bir örnek, ihtiyatlı bir umut verebilir: 1997’de yine bir başka sivil toplum örgütü, Mayınların Yasaklanmasına İlişkin Sözleşme’nin kabulündeki rolünden dolayı Nobel Barış Ödülünü almıştı. Bugün Türkiye dahil 162 devlet, mayın yasağına dair bu Sözleşmeye taraf.
Nükleer silahlanmanın korkutucu sonuçlarının, Kuzey Kore ve ABD liderlerinin kişisele dönüştürdükleri atışmalar sayesinde iyice dikkati çektiği bugünlerde, 2017 Nobel Barış Ödülü’nün 1997’de gösterdiği etkiyi ICAN ve Nükleer Silahların Yasaklanması Sözleşmesi için de göstermesi mümkün olabilir.
Dolunay Özbek
İstanbul Bilgi Üniversitesi – Hukuk Fakültesi