Medyascope/Bilim Akademisi işbirliğiyle Şükran Şençekiçer’in moderatörlüğünde gerçekleştirilen “Meraklısına Bilim” programından alıntıdır.
Tarih bir bilim midir?
Meşru bir soru tabii ama biraz da bilimden ne anladığınıza bakar. Bilimi katı bir şekilde, her şeyi çözen bir araç olarak ele alırsanız, cevap hayırdır. Ama bence bilim o değil. Dolayısıyla benim için belirleyici olan bununla ne yaptığınız değil, neyi nasıl yaptığınızdır. Başka bir deyişle eğer bilimsel, eleştirel bir yöntem kullanıyorsanız, doğru düzgün kaynak kullanıyorsanız, tarih o manada bilimsel olabiliyor. Yani tam manasıyla bir bilim olmasa bile, bilimsel olabiliyor.
Tarihin doğası gereği kendi yöntemleri nedir?
Eninde sonunda bilgiye dayalı bir analiz söz konusudur. Tabii bu doğa bilimlerinde, müspet bilimlerde de olan bir şey. Ama fark şu ki: Tekrarlanamayan vakalarla, olaylarla veya kavramlarla çalışıyoruz. Halbuki müspet ilimlerde siz deney yapabiliyorsunuz ve bunları ideal bir ortamda, mesela laboratuvarda tekrarlayabiliyorsunuz. Tarihte olanları tekrarlayamıyorsunuz, (Allahtan! Tekrarlamak pek hoş olmaz bazı şeyleri…) Dolayısıyla o bakımdan, beşeri bir bilim olduğu için, tarih sosyal bilimlerden de ayrılıyor. Sosyal bilimlerde sizin kontrol edebileceğiniz verileri elde etmek için metotlarınız, yöntemleriniz vardır. Yani anket denen şeyle bile kendi hazırladığınız sorularla belirli bir şekilde bir kitleyi, bir fenomeni, bir olguyu vs. ölçebilirsiniz. Tarihte, özellikle de zaman içinde geri gittikçe, bunu yapmak imkânsızlaşıyor. Geriye dönüş yok, dolayısıyla elinizde ne varsa belge olarak onlara mahkûmsunuz, onlarla çalışmak zorundasınız. Bu da tabii başka türlü bir yöntem gereğini beraberinde getiriyor. Yani iyi bir anket, sorular vesaire dizmekten çok elinizdeki az sayıda ve dediğim gibi giderek azalan sayıdaki belgeleri nasıl en iyi şekilde kullanırsınız? En iyi şekilde kullanmak için de belgelerdeki bilgiyi mümkün olduğunca eleştirel biçimde ele alırsınız. Belgeler her zaman tuzak doludur. Dolayısıyla o tuzaklardan kaçınacak şekilde her türlü sapmayı, her türlü zorlamayı mümkün mertebe kontrol ederek bunlara bakmakla mükellefsiniz.
Tarihi belge nedir?
Türkiye’de belge deyince genelde hep kâğıt, yazılı belge geliyor akla ama değil, her şey belgedir; hakikaten her şey belge olabilir. İklim tarihi yapıyorsanız bambaşka şeylerle çalışırsınız, iktisat tarihinin de yaklaşımı farklıdır, yani onun için belgeler daima çok çeşitlidir. Ama galiba değişmeyen bir şey varsa, o da bu belgelerin üretilmiş olması, sizin üretemiyor olmanızdır. Dolayısıyla yakın veya uzak bir geçmişteki belgeler nasıl bir kalitede üretilmişlerse onunla idare etmek zorunda kalır, yöntemlerinizi de buna göre geliştirmek zorunda kalırsınız.
Belgeler nasıl yalan söyler?
Bir belge her zaman yalan söyleyebilir, her zaman bir alt metin içerebilir. Bir de satır arası vardır. Dolayısıyla siz bir belgeyi olduğu gibi ele alırsanız, orada yazanı bire bir alırsanız muhtemelen ya belgenin yalanını yürütüyorsunuz demektir ya da belgenin gerçekte söylediğini gözden kaçırıyorsunuzdur. O bakımdan yöntem çok önemlidir. Bir de tekil şeylere mümkün olduğu kadar itibar etmemek gerekir. Yani her ne kadar mükemmel seriler oluşturamıyorsanız, yani kendi belgelerinizi, kendi belge serilerinizi üretemiyorsanız da benzer belgeleri mümkün olduğu kadar toplayarak veya tam tersini söyleyen belgeleri de işin içine katarak, yani doğrulama yaparak ve her zaman için bağlamı düşünerek hareket etmeniz gerekir. Hiçbir belge gökten zembille inmiş gibi durmaz. Bir öncesi, bir sonrası, bir içeriği, bir dışarılığı, bir konteksti, bir bağlamı vardır. Onları değerlendirmezseniz çok yanılabilirsiniz. Bu biraz da tecrübeyle gelişir.
Tarihte gerçeğe sorularla ulaşılır mı?
Gene burada gerçek meselesi beni biraz rahatsız ediyor. Öğrencilerime şunu söyler dururum: Eğer bir soruya, gerçek diyebildiğiniz, kesin bir gerçek olarak nitelendirebildiğiniz bir cevap verebiliyorsanız, muhtemelen o soru epey aptalcadır veya en azından pek ilginç değildir.
Neyi kesinlikle söyleyebilirsiniz? Bir şehrin ne zaman fethedildiği, bir savaşın ne zaman yapıldığı belki. Bunlar kesinlikle söyleyebileceğiniz şeyler ama bunu söylemekle ne kazanıyorsunuz? Bir olgu, bir bilgi ama onun ötesinde tarihi tarih yapan bu tür gerçeklerden çok, o olayın kendisidir. Yani bağlamı, sebep-sonuç ilişkileri, ki bunlar da sonsuzdur. Zaten en büyük problem de o. Sebep-sonuç ilişkisi, hayat dediğiniz şeyde son derecede karmaşık bir ağdır. Dolayısıyla biz tarih yazdığımızda veya anlattığımızda, bir filmin sonunu görmüş gibi oluruz ister istemez. Olayların aslında nereye evrildiğini biliyoruz veya en azından bildiğimizi sanıyoruz. Çünkü geçmişi biliyoruz. Ama geçmişi sadece kendi çerçevemizde, yani bildiklerimizle sınırlı olarak biliyoruz. Başka ihtimalleri bilmiyoruz. Dolayısıyla bir anlatıya göremediğimizi, anlayamadığımızı, düşünemediğimizi dahil etmek son derecede zordur. İster istemez bunun bir hikâyeye dönüşmesi için mümkün olduğu kadar mantıklı bir sebep-sonuç ilişkisi ve silsilesi yaratmaya çalışıyoruz. Ama bu aslında yalandır veya basitleştiricidir… Tarihi tarih yapan ve ilginç kılan, cevaplar değil, sorulardır. Hatta eğer cevaplayamıyorsanız daha da ilginç olabilir. Bunu da bilim olarak kabul etmek lazımdır. Yani bilim her şeyin cevabını bulmak değil, aramaktır. Bilim meraktır. Bilmediğinizi bilmeye başladığınız veya bildiğinizi sandığınız anda bu işin heyecanı ister istemez biraz yok oluyor.
Edhem Eldem, Bilim Akademisi üyesi, Boğaziçi Üniversitesi, Tarih Bölümü.