Ayağını suyuna göre uzatan şehirler

Hızla artan ve kentlileşen nüfusuyla Türkiye, iklim değişikliğinden ve su kıtlığından en fazla etkilenen ülkelerden biri haline geliyor. Ülkenin iklim projeksiyonlarına bakıldığında 1961-1990 ortalamasına kıyasla 2071-2100 döneminde ortalama yağışların yüzde 40’a varan oranlarda azalması bekleniyor.[1]REC Türkiye (Bölgesel Çevre Merkezi) (2015). A’dan Z’ye İklim Değişikliği Başucu Rehberi. ISBN: 978-975-6180-43-3. Ancak esas mesele Türkiye’de yağış rejimlerinde düzensizliklerin artmasına ek olarak kurak ve nemli bölgeler ile yağışlı ve yağışsız dönemler arasındaki farkların giderek açılıyor olması.[2]REC Türkiye (Bölgesel Çevre Merkezi) (2015). A’dan Z’ye İklim Değişikliği Başucu Rehberi. Erişim Ekim 2021. Mesela son birkaç ay uzun süren kuraklık ve ardından gelen sıcak dalgaları ülkenin dört bir yanında çıkan orman yangınlarında binlerce hektar orman yandı. Ağustos 2021de Rize’de ve Kastamonu’da can alan sellere neden olan aşırı yağışlar eskisine kıyasla daha sık yaşanıyor. Aşırı yağışlardan tatlı su kaynağı olarak eskisi kadar faydalanma olanağımız da kalmıyor çünkü su sellerle hem kaybediliyor hem de kirleniyor.

Üstelik tüm bu iklim kaynaklı felaketler nüfusu hızla artan bir ülkenin başına geliyor. Nitekim 1960’larda kişi başına düşen yıllık su miktarı 4000 metreküp iken bu miktar 2020’de 1346 metreküpe düşmüş durumda.[3]Devlet Su İşleri (2021) Toprak ve Su Kaynakları. Erişim Ekim 2021. Falkenmark indeksine* göre su stresi çeken ülke kategorisinde** yer alan Türkiye’yi yakın gelecekte iklimin daha sıcak ve kurak, değişkenliğin daha yüksek olacağı dönemlerde su yeterliliği açısından daha ciddi sorunlar bekliyor.[4]Türkeş, M. (2021) Türkiye’nin Su İklimi, İklim Değişikliği ve 2019-2020 Kuraklığı, EKOIQ Ocak Şubat. Başka bir deyişle günümüzde sadece kurak dönemlerde akla gelen ve yaşamı su kaynaklarına doğrudan bağlı kırsal kesimin daha şiddetli yaşadığı su krizi, pek yakın gelecekte toplumun her kesimince artan sıklıkla yaşanacak gibi görünüyor. Bu noktada Türkiye’nin karşısında iki ihtimal beliriyor: Değişen demografik yapısıyla ve iklim değişikliğiyle uyumlu su ve kentleşme politikaları üreterek bunları bir an önce hayata geçirmek ya da içinde bulunduğu su krizinin giderek büyümesine ve Covid-19 ve iklim değişikliği gibi diğer krizlere eklemlenmesine seyirci kalmak.

Azalan su kaynakları, artan nüfus ve kentleşme 

Cumhuriyet döneminin 1927’de yapılan ilk nüfus sayımında Türkiye’nin nüfusu yaklaşık 13,7 milyonken 2020 sonunda 83,6 milyona çıkmış durumda. Yani 93 senede ülke nüfusu takriben 6,1 kat artmış. 1950’de dünyanın nüfus bakımında 21. en büyük ülkesi olan Türkiye 2020’de 18. sıraya yükselmiş. Dünya ülkeleri arasında Türkiye, nüfus bakımından ilk yüzde 10’un içinde yer alıyor. Ancak kapladığı alan açısından 36. ve toplam yenilenebilir tatlı su arzı bakımından ise 41. sırada bulunuyor. Nüfus konusunda en üst sıralarda yer alan Türkiye toprak ve su gibi doğal kaynaklar bakımından listenin pek de başlarında değil.

Türkiye’de iklim değişikliğine bağlı olarak yaz sıcaklıklarının artması, kış yağışlarının azalması, yüzey sularının kaybı, kuraklıkların sıklaşması, toprağın bozulması, kıyılarda erozyon, taşkın ve su baskınları gibi su kaynaklarının varlığını doğrudan tehdit eden pek çok etmen de var.[5]Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (2011) Türkiye’nin İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı 2011-2023 Türkiye’nin İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı 2011-2023. Erişim Ekim 2021. Örneğin Türkiye’deki sulak alanların yaklaşık yarısı son 40 yılda iklim değişikliği, kentleşme, aşırı su çekimi vb. nedenlerle kaybedildi.[6]World Wildlife Fund (2021) Türkiye’nin Sulak Alanlarının Korunması Bilgi Notu: Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Erişim Ekim 2021. Suyun miktarı dışında kalitesinde de (ötrofikasyonda*** artma, su kalitesinde bozulma ve biyoçeşitlilikte azalma) büyük düşüşler yaşanıyor.[7]Orman ve Su İşleri Bakanlığı (2017) Göller ve Sulak Alanlar Eylem Planı 2017-2023. Erişim Ekim 2021.  

Türkiye’ye baktığımızda bir yanda azalan temiz su kaynaklarını öte yanda büyüyen nüfusun ve ekonomik faaliyetlerin artan su taleplerini görüyoruz. Bunun sonucunda hem merkezî yönetim hem de yerel yönetimler artan su talebini karşılamak için daha fazla su arzı yaratacak projelere ağırlık veriyor. Tarımsal su arzını artırmak için Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), 1000 Günde 1071 Gölet, Mavi Tünel; kentsel su arzını artırmak için Büyük Melen Sistemi, Kuzey Kıbrıs Su Temini, Düzbağ İçme Suyu Temini ve Gerede Sistemi Tüneli gibi havzalar arası su taşıma projeleri gerçekleştiriliyor. Ancak tüm bu büyük ölçekli projelere rağmen nüfusu 83,6 milyonu aşmış Türkiye’ye su yine yetmiyor ve ek arz oluşturacak yeni projeler gündemden çıkmıyor. 

Türkiye’de nüfusun artması kadar hızla kentleşmesi de önemli bir sorun. Günümüzde nüfusunun yüzde 93’ü il ve ilçe merkezlerinde, geriye kalan yüzde 7’si ise belde ve köylerde yaşıyor.[8]TÜİK Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları (2020). Erişim Ekim 2021. Hâlbuki çok uzak bir geçmişte değil sadece 1950’de Türkiye’nin 21 milyona yaklaşan nüfusunun ancak yüzde 25’i kentlerde yaşıyordu.[9]Demir, K. ve Çabuk S. (2010) Türkiye’de Metropoliten Kentlerin Nüfus Gelişimi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 28(1): 193-215. 1950’lerden itibaren artan kentleşme 1980’lerden itibaren daha büyük bir hız kazanarak günümüze kadar devam etti. [10]Yılmaz, E. ve Çiftçi, S. (2011) Kentlerin Ortaya Çıkışı ve Sosyo-Politik Açıdan Türkiye’de Kentleşme Dönemleri, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi 10(35): 252-267. Türkiye kırsal bir ülkeden nüfusunun ezici çoğunluğu kentlerde yaşayan, kent kökenli faaliyetlerin ve kararların belirleyici rol oynadığı bir ülkeye dönüştü.[11]Yılmaz, E. ve Çiftçi, S. (2011) Kentlerin Ortaya Çıkışı ve Sosyo-Politik Açıdan Türkiye’de Kentleşme Dönemleri, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi 10(35): 252-267. Bu hızlı değişim sonunda Türkiye’de su yönetiminin kalbi artık şehirlerde atıyor. Şehirlerde yaşayanların ise musluktan akan suyun gerçek maliyetinden yani ekosistem ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerinden bilgilendirilmeleri gerekiyor. Suyu kullananları, sosyal ve ekolojik bağlamından koparılmış suyun ekonomik bedeli dışında frenleyen bir mekanizma yok. 

Ülkedeki su yönetiminde kırsal ile kentsel arasındaki çizgi giderek belirsizleşiyor. İlk olarak, yoğun ve çarpık kentleşmenin yaşandığı metropollerin kendi su havzalarında kaçak ve sonradan yasallaştırılan yapılar kurulup bu havzalar kirlendikçe kullanılamaz hale geliyor. Metropoller bu durumda kentleşme baskısının ve kirliliğin görece az olduğu kırsal bölgelerde bulunan su kaynaklarını kendilerine yönlendirmek için projeler üretiyor.[12]Garrick, D. ve diğ. (2019) Rural Water For Thirsty Cities: A Systematic Review of Water Reallocation from Rural to Urban Regions. Environ. Res. Lett. 14 043003 Bu projeler başka havzaların suyunu taşıyor. Su yönetiminde son sözü kentler söylediği için kırsaldan kente su aktarımı yeni projelerle artarak devam ediyor ve kırsaldaki akarsular giderek kentin su kaynakları haline dönüşüyor. İkinci olarak, kırsalda su taşıma projelerinden arta kalan suyun çok önemli bir bölümü yine kentlilerin gıdasını üretmek için kullanılıyor. Yani kentlerin sadece içme ve kullanmaya değil gıda üretmeye yönelik su ihtiyaçlarını da kırsaldaki su kaynakları karşılıyor. Üçüncü olarak da suyunu veren havzalarda su ve toprak gibi birincil üretim araçları elinden alınmış kırsal kesim, yerelde üretim olanaklarını kaybettikçe kentlere göç etmek zorunda kalıyor. Başka bir ifadeyle kırdan kente nüfus geçişleri yaşanıyor. Böylece kent ile kırsal arasındaki sınırlar geçirgenleşiyor ve esniyor. Bu durum büyük nüfuslu kentlerde sürdürülemez su kullanımlarının sonlandırılması yerine devam ettirilmesi gibi olumsuz sonuçlar da yaratıyor.

Su arzını artırmanın bir başka yöntemi de deniz suyunu tuzundan arındırma, yani desalinasyon. Dünyadaki suyun yüzde 97’sinin denizlerde bulunduğu düşünüldüğünde[13]Yeryüzündeki su dağılımına dair bir kaynak su krizini çözecekmiş gibi görünen bu teknoloji hem ilk kurulumunun yüksek maliyetli olması hem de yoğun enerji gereksinimi nedenleriyle ekonomik anlamda son derece maliyetli; deniz ekosistemlerini gerek su çekme gerekse desalinasyon işlemi sonucu ortaya çıkan tuz konsantrasyonlarının denize deşarjı süreçlerinde tahrip eden; kurulduğu yerlerde turizm ve balıkçılık gibi yerel ekonomileri ortadan kaldıran ekonomik, sosyal ve çevresel sürdürülebilirliği düşük bir teknoloji. Bu nedenlerle tatlı su kaynakları bakımından yoksul iken petrol gibi yüksek enerji kaynakları bakımından zengin ülkelerde doğa şartları mecbur kıldığı için kullanılmaktadır. Türkiye söz konusu olduğunda ise durum tam tersi olup, öncelik eldeki tatlı su kaynaklarının en verimli şekilde tasarruf odaklı kullanımına verilmeli, desalinasyon teknolojisi ise en son çare olarak düşünülmelidir.

Su arzı yerine su talebine odaklanmak

Tüm bu olumsuzluklarla baş edebilmek için su yönetiminde her şeyden önce suyu verimli kullanmak ve su tasarrufuna neden olmak amaçlanmalı. Bu noktada hem devlete ve yerel yönetimlere, hem de yurttaşlara düşen farklı ama birbirini tamamlayıcı sorumluluklar ve görevler var. Devletin başta su olmak üzere sınırlı doğal kaynaklarını, değişen koşullara uygun biçimde korumaya yönelik bir politik zemin oluşturması ilk adım olmalı. Türkiye’de değişen koşulların başında şüphesiz ki iklim değişikliği geliyor. Kuraklık, sıcak dalgaları, orman yangınları ve seller gibi aşırı iklim olaylarıyla görünür hale gelen iklim değişikliği, Türkiye’nin su yönetiminin merkezinde yer almalı. Devlet sadece suda değil, enerjiden tarıma suyun değdiği her yönetim alanında iklim değişikliği azaltım ve uyum politikalarını geliştirip hayata geçirmeli. Aynı şekilde yerel yönetimler de bu politikaları en önemli öncelikleri kabul ederek uygulamaya koymalı. Vatandaşlar ise bu politikaların ve uygulamaların takipçisi olmalı, hem devlet hem de yerel yönetimler üzerinde bu konuda gerekli adımları atmaları için politik baskı oluşturabilmeli. Sivil toplum örgütleri ve kent konseyleri gibi oluşumlar kanalıyla yaşadığı mahallenin ve kentin meselelerinden haberdar olup yönetim süreçlerine gerek sorun tespit edici gerekse çözüm üretici olarak katılabilmeli. 

Peki, iklim değişikliğiyle mücadele politikaları su yönetimi açısından ne anlama geliyor?

Bu, sürekli artan su talebini sonsuz bir su kaynağı varmış gibi arz artırıcı yöntemlerle karşılamak yerine su talebini azaltmak demek. Büyük şehirlerin kendi su kaynaklarını kirleterek kullanılmaz hale getirdikten sonra kırsalın ve başka kentlerin sularını kendilerine aktarmasının sadece ekonomik değil, sosyal ve ekolojik maliyetleri de hesaba katılmalı. Kırsal kesimin göç nedenlerinden belki de en önemlisinin su kaynaklarını büyüyen kentlere kaptırması olduğu unutulmadan, su yönetimi göç ve nüfus ile birlikte ele alınmalı. Örneğin İstanbul’a su temini için kurulan Melen Barajı için baraj suları altında kalacak köylerde yaşayan yaklaşık 5 bin insan 2016’da göç etmek zorunda kaldı. Nüfusu göçlerle de büyüyen kentlerin su talebinin de büyüdüğü; bunun kırsalda daha fazla baraj ve su taşıma projesinin yapılması sonucunu doğuracağı; iklim değişikliğinin etkileriyle bu su altyapılarının su toplama ve taşıma kapasitelerinin düştüğü;**** temiz suya erişimin giderek daha zor ve maliyetli hale geldiği unutulmamalı. Bir yanda doğal kaynakları kentlere aktarılmış, nüfus kaybına uğramış ve boşaltılmış kırsal alanlar öte yanda şişmiş nüfusları, tüketimleri ve atıkları ile kentlerin olduğu bir tablonun sürdürülemez olduğu artık kabul edilmeli. Bunun bir kısır döngü olduğu ve çözülmesinin geciktirilmesinin geleceğimizi tehdit ettiği unutulmadan kararlar alınmalı. 

Sürdürülebilir kentsel su yönetimi için adımlar

Bu kısır döngüye son vermenin yolu ilk olarak su talebinin azaltılmasından geçiyor. İlk adım Türkiye’deki kentlerin şebeke suyundaki ortalama yüzde 40’larda seyreden yüksek kayıp kaçağın***** azaltması için gerekli altyapı yatırımlarını yapmak olmalı. Gelişmiş ülkelerde yüzde 10 ila 20 arasında değişen bu oranı, Lüksemburg, Almanya ve Danimarka gibi ülkeler yüzde 10’un altına indirmiş durumdalar. İkinci adım ise evsel kullanım sonucu oluşan gri suyun yeniden kullanımı ve yağmur hasadı gibi teknolojileri yasal zorunluluklar, ekonomik teşvikler ve toplumsal farkındalık çalışmaları ile yaygınlaştırmak olmalı. Kent-kırsal ayrımı yapmadan tarımsal sulamada ve sanayide de suyu verimli kullanmak gerekiyor. Yani, su talebinin sadece barajlar ve yeraltı su rezervleri gibi birincil su kaynaklarından karşılanmaya çalışılması yerine ikincil su kaynakları dediğimiz atık suyun yeniden kullanıldığı döngüsel çözümlerle de beslenmesi artık bir zorunluluk haline geliyor. Bu sayede sadece su talebinin azaltılması değil birincil su kaynakları üzerindeki kullanım baskısını azalıp su kaynaklarını daha iyi korumak mümkün olabilir.

İkinci olarak iklim değişikliğiyle zaten bozulmakta olan su döngüsünün korunması için bütünlükçü politikalar oluşturulmalı ve uygulanmalı. 2020’nin sonunda ve 2021’in ilk aylarında Türkiye’nin hemen bütün büyük şehirlerinde susuzluk çanları çalıyordu. Bunun nedeni kısmen iklim değişikliğine bağlı kuraklık fakat kentlerimizin beton, asfalt ve binalar ile kaplanarak su geçirimsiz hale gelmiş olması da buna yol açıyor. Hemen her şiddetli yağmurun sellere, büyük mal ve can kayıplarına neden olduğuna şahit oluyoruz. Dönen suyun bitki örtüsünü, yeşil alanları, yeraltı ve yüzey sularını besleyemeden kaybedildiğini, bereket yerine felaket getirdiğini görüyoruz. Betonlaşma yüzünden artık yağışı barajlarda bile yeterince toplayamıyoruz. Yağışı gri altyapıyla (yağmur toplama kanalları vb.) kontrol altına almak yerine kentsel yeşil alanları besleyecek biçimde yönetmek gerekiyor. Bu nedenle kentlerdeki yeşil alanların kalitece ve miktarca artırılması lazım ki kente inen yağış kentte kalıp ekosisteme ve insanlara fayda sağlayabilsin. Yani sel kontrolünde ve ek su kaynağı yaratmada su geçirgenliği yüksek kentsel yeşil alanların oluşturulması merkeze alınmalı. Bunun sonucunda aynı zamanda kentin biyoçeşitliliğinin kuvvetleneceği, rekreasyonel alanların artacağı, yeşil alanların karbon yutağı olması dolayısıyla iklim değişikliğinin azalacağı ve kentlerin krizler karşısındaki direncinin artacağı unutulmamalı. Doğa temelli çözümlerle hem daha hızlı yol alınacağı hem de tek hamlede birden fazla meselenin çözüleceği hesaba katılmalı.

Üçüncü olarak su yönetiminin ölçeğinin sadece teoride değil pratikte de havza olması gerekiyor. Dağlar ve tepelerle sınırlanan ve suları aynı denize, göle ya da akarsuya akan bölgeye havza diyoruz. Dolayısıyla dünyada her yer bir havzanın parçası. Her havza kendi içinde bir bütün olarak kabul edilerekyönetilmeli. Yani su, kentlerin veya ülkelerin siyasi sınırları içinde değil havzanın sınırları içersinde bir bütün olarak korunmalı ve kullanılmalı. Bu nedenle havzalar arası su taşıma projelerine son verilmeli. Bütün dünyada kabul edilen havza bazında yönetim bizim ülkemizde de giderek daha fazla kabul görüyor. 25 havzanın yönetim ve eylem planları Tarım ve Orman Bakanlığı altında Su Yönetim Genel Müdürlüğünce hazırlanıyor.[14]Tamamlanmış nehir havza yönetim planları için T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı Su Yönetim Genel Müdürlüğü’nün internet sitesine bakınız. Ancak tabi esas mesele bu planlara uygun hareket edilmesi. 

Son olarak, suyun yönetiminde toplumun farklı kesimlerinin söz sahibi olması yani gerçek bir katılımcılık gerekiyor. Yoksul zengin her insanın, canlı veya cansız her varlığın suya ihtiyacı olduğuna göre su, çoklu kullanımları dikkate alınarak yönetilmeli. Sadece belirli kullanıcı grubunu önemseyen ve onun çıkarlarını önceleyen bir su yönetimi ne sorunlara kapsamlı çözümler oluşturabilir, ne de tepeden inme çözümler dertlere deva olabilir. Suyun yönetimi bir kesimi ihya ederken diğerini mağdur etmeyecek şekilde gerçekleşmeli. Dolayısıyla her kesimin temsil edilip söz hakkı olduğu bir karar alma sürecinin inşa edilmesinde katılımcılık asla vazgeçilmeyecek bir yöntem olarak benimsenmeli.

Geleceğin şehirleri suyu merkeze almak zorunda

Tarih boyunca suya erişim, küçük köylerden büyük şehirlere ve hatta ülkelere kadar uzanan kalıcı yerleşimlerin oluşumunda belirleyici bir rol oynadı. Suyu kullanabilen medeniyetler gelişti, ekonomik üretim ve nüfus anlamında büyüdü. Bunu yapamayanlar başarısız olarak suyu görece bol olan yerlere göç etmek zorunda kaldı. Sanayileşme, şehirlerin ekonomik üretim ve nüfus açısından büyümesini sağladıkça, su zengini şehirler bile tüm sektörlerin artan su talebini karşılamada ve kirlilikle başa çıkmada sorunlar yaşamaya başladı. Bu şehirler çözümü tıpkı İstanbul, Ankara, Konya ve İzmir örneklerinde de görüldüğü gibi temiz ve bol tatlı su kaynaklarına sahip diğer havzalardan su taşımak için hidrolik sistemler inşa ederek ek su kaynakları yaratmada aradılar. Ancak iklim değişikliği çağında daha fazla su kaynağı üzerine baraj inşa edip daha uzak mesafelerden su taşımak nüfusu sürekli büyüyen kentler için artık çözüm olmaktan çok mevcut su krizini daha da büyütüyor. Şehirlerin tıpkı tarihte olduğu gibi yine öz su kaynaklarıyla yetinmesi ve ayaklarını sularına göre uzatmaları gerekiyor. Bu da eldeki suyu verimli kullanmak, su tasarrufunu hedeflemek ve kente inen yağışın kentte kalmasını sağlayacak yeşil alanları su yönetimine entegre biçimde korumak ve artırmak demek. Aksi takdirde su krizi, iklim değişikliği başta olmak üzere daha pek çok krize eklenerek büyüyecek gibi görünüyor.     

Akgün İlhan, Sabancı Üniversitesi, İstanbul Politikalar Merkezi

Açıklamalar

* Falkenmark indeksi bir ülkede insan kullanımına açık su miktarının o ülkenin nüfusuna bölünmesiyle ortaya çıkan değerdir. Buna göre kişi başına düşen yıllık su miktarı 1700 ile 1000 m3 arasında ise bir ülke “su stresi çeken ülke”, 1000 m3 ve altına indiğinde ise “su fakiri ülke” sayılır.
** Falkenmark indeksine göre bir ülkede kişi başına düşen yıllık su miktarı 1700 ile 1000 arasında ise o ülke su stresi çeken ülke, 1000 metreküpün altına indiğinde ise “su fakiri ülke” kategorisinde yer alıyor.
*** Ötrofikasyon, bir su kütlesinin başta kara kaynaklı olmak üzere besin maddelerinin büyük oranda artması sonucu, plankton ve alg varlığının aşırı şekilde çoğalmasıdır. Ötrofikasyon sudaki çözünmüş oksijeni azaltarak ortamdaki canlıların ölümüne neden olabilir.
**** Kuraklık ve sıcak dalgaları baraj rezervuarları yüzeylerinden buharlaşma yoluyla kaybedilen su miktarını artırırken, aşırı yağışlar sellere neden olarak barajlarda toplanan suyun kalitesini düşürüyor.
*****TÜİK 2010, 2012, 2014 ve 2016 yılları verileri esas alınarak hesaplanan belediyelerin içme suyu şebekelerinde meydana gelen kayıp ve kaçakların oranı ortalaması yüzde 40,17 olarak hesaplanmıştır. Kaynak: Karakaya, D. ve Toprak, Z.F. (2018). İçme Suyu Şebekelerindeki Su Kayıplarının ZFT Algoritması Kullanılarak Sınıflandırılması, Su Kaynakları 3(2): 22–30.

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
1 REC Türkiye (Bölgesel Çevre Merkezi) (2015). A’dan Z’ye İklim Değişikliği Başucu Rehberi. ISBN: 978-975-6180-43-3.
2 REC Türkiye (Bölgesel Çevre Merkezi) (2015). A’dan Z’ye İklim Değişikliği Başucu Rehberi. Erişim Ekim 2021.
3 Devlet Su İşleri (2021) Toprak ve Su Kaynakları. Erişim Ekim 2021.
4 Türkeş, M. (2021) Türkiye’nin Su İklimi, İklim Değişikliği ve 2019-2020 Kuraklığı, EKOIQ Ocak Şubat.
5 Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (2011) Türkiye’nin İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı 2011-2023 Türkiye’nin İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı 2011-2023. Erişim Ekim 2021.
6 World Wildlife Fund (2021) Türkiye’nin Sulak Alanlarının Korunması Bilgi Notu: Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Erişim Ekim 2021.
7 Orman ve Su İşleri Bakanlığı (2017) Göller ve Sulak Alanlar Eylem Planı 2017-2023. Erişim Ekim 2021.
8 TÜİK Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları (2020). Erişim Ekim 2021.
9 Demir, K. ve Çabuk S. (2010) Türkiye’de Metropoliten Kentlerin Nüfus Gelişimi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 28(1): 193-215.
10, 11 Yılmaz, E. ve Çiftçi, S. (2011) Kentlerin Ortaya Çıkışı ve Sosyo-Politik Açıdan Türkiye’de Kentleşme Dönemleri, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi 10(35): 252-267.
12 Garrick, D. ve diğ. (2019) Rural Water For Thirsty Cities: A Systematic Review of Water Reallocation from Rural to Urban Regions. Environ. Res. Lett. 14 043003
13 Yeryüzündeki su dağılımına dair bir kaynak
14 Tamamlanmış nehir havza yönetim planları için T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı Su Yönetim Genel Müdürlüğü’nün internet sitesine bakınız.
  • Etiketler
  • su
Önceki İçerik2021 Nobel Ekonomi Ödülünün düşündürdükleri
Sonraki İçerikMeraklısına Bilim: Otoriter rejimler hakkında ne biliyoruz?
Akgün İlhan

Akgün İlhan lisans eğitimi Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı’nda yaptı (1996). Hacettepe Üniversitesi Eğitim Programları bölümünde (2002) ve İsveç Enstitüsü bursu ile Lund Üniversitesi Uluslararası Çevre Bilimi (2005) ana bilim dallarında yüksek lisanslarını tamamlayan İlhan, Katalan Hükümeti bursu ile Barselona Otonom Üniversitesi (UAB) Çevre Bilimleri ve Teknolojileri Enstitüsü’nde (ICTA) Politik Ekoloji dalında başladığı doktora programını bitirdi (2010).

Aynı dönemde (2005-2008) Avrupa Birliği fonlu “Bütünleşik Sürdürülebilirlik Değerlendirme Yöntem ve Araçları (MATISSE)” adlı projede araştırma görevlisi olarak çalıştı. İspanya’da Eco-union adlı STK’da profesyonellere yönelik eğitim programları da veren İlhan (2006-2009), Türkiye’ye döndüğünde Su Hakkı Kampanyası’nda çalıştı (2012-2018). 2017’den bu yana Boğaziçi Üniversitesi Turizm İşletmeciliği bölümünde “Çevre ve Turizm” ve “Çevresel ve Sosyal Perspektiflerden Sürdürülebilirlik”  adlı iki ders veren İlhan’ın çeşitli dergi ve kitaplarda su krizi ve iklim değişikliği üzerine yazıları bulunmaktadır.

Yeni Bir Su Politikasına Doğru: Türkiye’de Su Yönetimi, Alternatifler ve Öneriler (2011) adlı kitabın yazarı olan İlhan, Açık Radyo’da 2012-2018 döneminde yayınlanan “Su Hakkı” adlı radyo programının ve Mayıs 2018’den bu yana devam eden “Sudan Gelen” adlı programın yapımcısı ve sunucusudur.

İlhan 2019-2020 yıllarında Mercator-İPM araştırmacısı olarak İstanbul Politikalar Merkezi’nde çalışmıştır.