Üniversite mezunu işsizler konusuna doğru mu yaklaşıyoruz?

Shutterstock

Ne zaman üniversite eğitimi konusu açılsa, sistemin bozukluğunu anlatmak için üniversite mezunu işsizlerin sayısı öne sürülür. Pek çok üniversite mezunu işsizdir, daha fazlası da aldığı eğitimin dışında bir meslek alanında çalışıyordur. Bu tespit doğru olmakla beraber salt sayıları verip konuyu kapatmak yanlış olur, altında yatan gerçekleri ve hayalleri doğru irdelemek gerekir.

Üniversite kontenjanlarını duruma göre belirlemek bir seçenek mi?

Öncelikle bu sorunun temelde üniversite/bölüm sayıları ve kontenjanlarının iyi planlanmamasından kaynaklandığı ve çözüm için de devletin iş ihtiyacını belirleyip ona göre kontenjan açmasını savunan önemli bir kesim var. Yani devletin gelecekteki 20 yıl içinde örneğin tekstil endüstrisinden beklentileri varsa ve bu sahaya yatırım yapmayı planlıyorsa ilgili bölümlerin kontenjanlarının arttırılması, öte yandan zaten kısıtlı iş imkânları olan bölümlerin de kontenjanlarının azaltılması yönünde bir çalışmasının olması kastediliyor. Böyle bir planlamanın pek iyi yapılmadığı çok açık ama bu tarz öngörülerin çözüm olacağı önerisine de katılmıyorum. Uzun süreler Doğu Bloğunda devlet tarafından böyle planlamalar yapıldı ama çeşitli nedenlerle başarılı olamadılar.

Günümüzde ise bu planları yapmak çok daha sorunlu. Gelişen teknolojiler, sadece mühendislik alanlarında değil, sağlık bilimlerinde olduğu kadar sosyal bilimlerde de son derece etkili. Bilgilerin eskime ve yenilenme süreçleri çok hızlandı ve mesleklerin niteliğinde çok büyük farklılıklar oluşmaya başladı. 10 yıl önce adı duyulmamış meslekler türedi; disiplinlerarası/disiplinlerüstü çalışmalar çok daha geniş bir kapsamda karşımıza çıkmaya başladı.  İş dünyasının beklentileri değişti; bazı sektörler derinliğine bilginin peşine düşerken, başka yerlerde ekip çalışmasında başarılı olmak, değişik kültürlere uyum sağlamak veya kendi uzmanlık alanının dışına çıkabilme becerileri aranır oldu.

Zaten merkezi bir planlama yaparken şu noktaları unutmamak gerekir. Bir öğrencinin üniversitede ne okumak istediğine karar verebilmesi için bir kaç sene geçireceğini, üniversite eğitimine en azından dört yıl vereceğini ve sonra da bir iş veya lisansüstü eğitimine ihtiyaç  duyacağını düşünürsek 10 yıl gibi bir zamandan bahsediyoruz. Hele tıp alanını istiyorsanız daha da fazla. Ben hiçbir hükümetin eğitim konusunda 10 yıl sonrasını planlamayı düşündüğünü zannetmiyorum ve bunu yapacak alt yapının da var olmadığına inanıyorum.  Genellikle MEB ve YÖK tarafından yapılan planlar günün sorunlarını çözmeye yönelik. O zaman ihtiyaç duyulabilecek mesleklere göre üniversitelerde kontenjan belirlemek bir hayal. Hoş bunu yapabilsek de o eğitimi verebilecek insan gücüne ulaşmak daha büyük bir hayal.

Yine de çok sayıda yeni üniversitenin açılması ve kalite  sorununa çok da önem vermeden diploma vermelerinin bir kontrolü olmak zorunda. YÖK bu konuda bazı kalite kontrol mekanizmaları kurmasına rağmen, çok da başarılı olduğunu söyleyemem. Bilhassa lisans üstü programlara başvuran öğrencilerin (devlet veya vakıf) bilgi ve beceri düzeyindeki sorunlar çoğumuzu endişelendiriyor.

Üniversite mezunlarının istihdam durumu 

İkinci önemli nokta şu soruda karşımıza çıkıyor. Bir insan neden üniversite eğitimine ihtiyaç duyar? Her yıl iki milyon civarında öğrencinin üniversitelere girmeye çalışmasının altında nasıl  bir motivasyon var? Büyük bir grup için bu motivasyon bir iş bulmak ve bu da oluşmadığı zaman doğal olarak hoşnutsuz bir kesimle karşı karşıya kalıyoruz. Ama diplomanın bir iş garantisi olmadığı gerçeğini kabul etmemiz lazım, bilhassa pek çok kurum ve bölüm için. Mezun sayıları ve istihdam sayılarına bakıldığı zaman, devletin bu kadar kişiye iş verecek hali olmadığı açık. Benzer şekilde özel sektörün de gücü belli ve bu şekilde devam edecek gibi gözüküyor.

Grafik: Genç işsizler platformu, İşsizlik ve istihdam raporu (Ağustos 2021).[1]Genç işsizler platformu, İşsizlik ve istihdam raporu (Ağustos 2021) https://gencissizler.files.wordpress.com/2021/08/bulten-agustos-2021.pdf

Genç işsizler platformunun yayınladığı rakamlarda 2011 Ağustos ayı itibarı ile çalışan üniversite mezunu sayısı 3.972.000 iken çalışmayanların sayısı 2.008.000 olarak karşımıza çıkıyor.[2]Genç işsizler platformu, İşsizlik ve istihdam raporu (Ağustos 2021) https://gencissizler.files.wordpress.com/2021/08/bulten-agustos-2021.pdf

OECD ülkelerinde üniversite mezunlarının istihdam oranları[3]OECD, Employment by education level, https://data.oecd.org/emp/employment-by-education-level.htm, Erişim 9 Eylül 2021

OECD verileri ise Türkiye’de 25-64 yaş arası grubun çalışma oranını % 74 olarak verirken, OECD ülkeleri sıralamasında da sonuncu olarak gösteriyor.[4]OECD, Employment by education level, https://data.oecd.org/emp/employment-by-education-level.htm, Erişim 9 Eylül 2021

Tabii bu göstergelere ek olarak çalışanlar arasında işinden memnun olmayanların sayısını doğru olarak kestirmek mümkün olmasa da, oranının oldukça yüksek olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Gençler bu şartlar altında ne yapabilir?

İstesek de istemesek de üniversite eğitiminin de liberal bir sistemin parçası olduğunu kabul etmeliyiz. Yani üniversiteler açılır, öğrenciler buraya girer, eğitim alırlar sonra da hayat kavgasına başlarlar. Seçim bireylere bırakılmıştır. Aslında bu sistem kendi içerisinde tutarlıdır. Devlet temel eğitimi sağlamak zorundadır, gerçi bu eğitim aynı tarz düşünen insanlar yetiştirmek değildir ama iyi çalışan bir sistemden bahsettiğimizi varsayalım. Buna karşılık yüksek öğretim insanlar arasında farklılık yaratmak zorundadır. Her vatandaşın benzer üniversitelerden aynı kalitede eğitim aldığı bir sistemde, bireylerin öne çıkabilmesi için büyük bir olasılıkla üniversite üstü bir eğitime ihtiyaçları olacaktır. Bunun böyle olduğunu tıp alanında gözlüyoruz veya Almanya’da kimya sektöründe çalışan üst düzey yöneticilerin doktora sahibi olduklarını örnek gösterebiliriz. Tabii üstün yetenek sahibi olanlar bu sistemin içerisinde kendini göstereceklerdir. Ama büyük çoğunluk için farklılık yaratacak koşulların olması gerekiyor.

Burada bir parantez açıp, ülkemizde bu farklılığın algılanışına değinmemiz gerekir. Üniversite mezunu ama işsiz olanlar arasında büyük bir kesimin umutsuz olduğu gözlüyoruz. Umutsuzluğun nedenlerinin başında iş olanaklarının az olmasıyla beraber, işe alımlarda liyakat kavramına duyarlılık gösterilmemesi ve hatta “liyakat eşittir biat” çizgisinde yürünmesi önemli bir faktör.[5]Yurtsever, E. (Haziran 2021) Akademik dünyada liyakat, özgürlük ve dürüstlük, https://sarkac.org/2021/06/akademik-dunyada-liyakat-ozgurluk-ve-durustluk/  Üniversitelerde bile öğretim üyesi alımlarının temelinde işe uygunluk yerine ortama uygunluk aranıyor.

Tekrar günümüzün geçerli liberal sistemine dönersek aslında insanların üniversite eğitimi almak zorunda olmadıklarını görüyoruz. Hele kimse iş hacmi zaten çok küçük bir alanda ve/veya ancak bir-iki öğretim üyesi olan bir bölümde okumaya mecbur değil. Fakat alternatifleri düşünmek ve fırsatları aramak da yine bireyin sorumluluğunda. Buna rağmen eğer kendi yaş grubu içerisinde öne çıkmak, daha çok kazanmak istiyorlarsa bunun bedelini (altı-yedi seneyi bu eğitimde geçirerek) ödemek ve sonra da devam etmek seçenekler biri (Tabii Türkiye’nin günümüzdeki durumunda değil ama teorik olarak gelişmekte olan bir ülkede). Ben bu sistemin doğru bir yaklaşım olduğunu savunmuyorum ve sadece bir durum tespiti yapıyorum.

Bu koşullarda gençler ne yapabilir sorusuna gelince, bu soruya tam bir cevap vermek bu yazıyı aşar ama bazı noktalara değinmekte yarar var. 

Üniversite eğitimini bir iş kapısı olarak görmenin alternatifleri arasında iki önemli seçenek ortaya çıkıyor. Bunlardan biri meslek eğitimidir. Aslında meslek eğitimi üniversitelerde de var. Tıp, hukuk veya bazı mühendislik dalları buna örnektir. Meslek eğitiminde bu alana özel bilgileri yükleyerek, mezuniyet sonunda mesleğini icra edebilecek düzeye gelmiş bireylerin yetiştirilmesi amaçlanır. Bu bireylerin iş bulma olasılıkları doğal olarak alandaki iş olanakları ile orantılıdır.

Meslek eğitiminin verilebileceği diğer kurumlar ise meslek yüksek okullarıdır. Toplumda bir şekilde üniversitenin altında olarak görülen bu yüksek öğretim kurumlarının mezunlarının iş bulma olasılıkları branşlara göre farklılıklar gösterse de, üniversite mezunlarına göre iş olanakların az olmadığını düşünüyorum. Çünkü pek çok sektörün aradığı ‘işe hazır’ eleman yetiştirebilirler. Örneğin ABD’de bir su tesisatçısının yıllık gelirinin bir sosyal bilimler profesöründen fazla olduğu söylenir. Bu sistemin en iyi çalışan örneğini Almanya’da görüyoruz. Orada pek çok  iş sektöründe bu tarz okullardan mezun olmadan çalışmak mümkün değildir. Ülkemizde ise meslek yüksek okullarının değer kazanması için hem  mevzuata değişiklikler getirilmeli (örneğin bazı meslekleri icra edebilmek için bu okulların diplomalarını şart koşmak veya özel meslek okullarına izin vermek gibi) hem de öğrencilerin ve bilhassa anne-babaların önyargılarının değiştirilmesine çalışılmalıdır.

Bir başka önemli nokta ise, lisans eğitimini bir nevi genel kültür veya alt yapı oluşturma süreci şeklinde kullanmaktır. Bunu ülkemizde daha çok ekonomik açıdan az dertli gruptan gelen öğrenciler tercih ediyorlar. Aslında bu kavram bize ABD’den geliyor. ABD’de çok sayıda üniversite olduğu için mezun sayısı da çoktur ve sadece lisans eğitimi ile düzgün bir meslek sahibi olmak zordur, muhakkak ek bir eğitime (iş yerinde veya üniversitede) ihtiyaç vardır. Bu gerekçe ve yukarıda bahsettiğimiz şekilde mesleklerin çabuk değişimi ortaya yeni bir eğitim modeli çıkarmıştır ve bizde de bunu uygulamaya çalışan üniversiteler vardır. “Liberal arts” eğitimi olarak kullandığımız bu eğitim sisteminde mesleki formasyon yerine sağlam bir alt-yapı oluşturmak hedeflenir. Bu sistem, henüz nasıl bir meslek seçeceğine tam karar verememiş öğrenciler için de ek bir süre sağlar. Eğitim süresinde hangi sahalarda yeteneğinin olduğunu veya hangi konulara ilgi duyduğunu anlama şansına sahip öğrenci, daha mantıklı kararlar verebilir. Tek bir sahadaki bilgilerle donanmak yerine, değişik konularda ilerlemesini sağlayacak bir alt-yapı oluşmasını sağlayan bu sistemin sonucunda farklı alanlara yönelmek mümkün olacaktır. Tabii bu şekilde yetişenleri ciddi bir iş-içi eğitim bekler.

Zaten iş  dünyasındaki gelişmeler ve üzerine pandemi etkisi, çalışanların bazı yeni becerilere ihtiyaçları olduğunu ortaya çıkarıyor. Sosyal medya dışındaki iletişim teknolojilerine de yatkınlık, grup içerisinde olduğu kadar tek başına da fikir üretebilmek, çevre sorunları, enerji problemleri hakkında bilinçlilik gibi pek çok nokta artık eğitimin bir parçası olmak zorunda. Üniversitede ders vermek çevrim-içi ders verebilmek yeni bakış açılarına ihtiyacımız olduğunu gösterdi. Herhalde önümüzdeki on-yıllar, değişikliklere en kolay uyum sağlayanların diğerlerinin önüne geçeceklerini gösterecektir.

Bu tartışmadan çıkarabileceğimiz bir kaç sonuç var. Çok yüksek sayıda diplomalı işsiz olduğunu veya mezunların çoğunun eğitimin aldıkları alandan farklı sektörlerde çalıştığını tekrar tekrar yazmanın bize kazandıracağı yeni bir bilgi yok. Bu insanların hangi kurumlardan diploma aldıkları ve ne kadar zamandır iş aradıkları veya çalıştıkları konusunda kapsamlı bir çalışma belki bazı fikirler verebilir. Bu yapılacak olsa çıkacak bazı sonuçları da tahmin  etmek hiç güç değil.  Sonuçta vakıf üniversiteleri bu “liberal” sistemin içerisinde “bizim bu alanlarda şu kadar kontenjanımız var, isteyen gelir” diyorlar ama oraya gelen öğrencilerin büyük bir kısmının zaten çevrelerinden kaynaklı önlerinde farklı seçenekler oluyor.  Devlet üniversiteleri ise bu sözde “sosyal” sistem içerisinde ama yerel politikalara bağlı olarak kontrolsüz bir şekilde öğrenci alıyor.

Sonuçta karar yine üniversiteye girecek gencin olasılıkları iyi değerlendirmesine kalıyor. Bu aşamaya gelindiği zaman maalesef gerçekler ve hayaller birbirine karışıyor. Kararlar şehir efsaneleri, arkadaş hikayeleri ve kendi hayallerini gerçekleştirememiş anne-babalar tarafından yönlendiriliyor.

Doğrudan bir meslek sahibi olmak isteyenlerin, üniversitelerde veya meslek yüksek okullarında olan bölümlere yönelmeleri ama çıkışta da hiçbir iş garantisinin de olmadığını bilmeleri gerek. Geriye iki alternatif kalıyor. Birincisi daha genel dediğimiz eğitimi alıp, kendini çeşitli şekillerde geliştirmek için fırsatları değerlendirmek ve sonra da okuduğu alandan farklı yönlere gitmeyi göze almak. Girişte bahsettiğim, üniversite eğitimi aldığı alandan farklı alanlarda çalışan mezun sayısının yüksekliği kötü değil bilhassa iyi bir gösterge. Kişilerin eğitimlerinin sağlamlığını ve uyum yeteneklerini gösteriyor. Tabii eğitime hiç de ihtiyaç olmayan alanlarda çalışmıyorlarsa. Son seçenek ise üniversitede okumak yerine liseden başlamak üzere bir meslek öğrenmek.  Bu son seçenek bilhassa önümüzdeki yıllarda çok daha gerekli olacak düşüncesindeyim.

Ersin Yurtsever
Bilim Akademisi üyesi
Koç Üniversitesi, Kimya Bölümü


Creative Commons LisansıBu eser Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır. Görseller Wikimedia Commons’dan temin edilmiştir. İçerik kullanım koşulları için tıklayınız.


Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
1, 2 Genç işsizler platformu, İşsizlik ve istihdam raporu (Ağustos 2021) https://gencissizler.files.wordpress.com/2021/08/bulten-agustos-2021.pdf
3, 4 OECD, Employment by education level, https://data.oecd.org/emp/employment-by-education-level.htm, Erişim 9 Eylül 2021
5 Yurtsever, E. (Haziran 2021) Akademik dünyada liyakat, özgürlük ve dürüstlük, https://sarkac.org/2021/06/akademik-dunyada-liyakat-ozgurluk-ve-durustluk/
Önceki İçerikBertil Emrah Oder ile söyleşi: Pandemi için neden yeni kanunlar gerekli?
Sonraki İçerikBenford (ilk basamak) kanunu nedir?
Ersin Yurtsever

Bilim Akademisi üyesi Ersin Yurtsever,  ODTÜ Kimya Bölümü’nden 1971 yılında lisans ve 1973 yılında yüksek Teorik Kimya dalında yüksek lisans derecesini aldı.  Virginia Commonwealth Üniversitesi’nde (ABD) yaptığı Kimya doktorasını 1976 yılında tamamladı. Araştırma alanı, kimyasal olayların matematiksel modellemeleridir.

ODTÜ Kimya Bölümü’nde öğretim üyeliği (1980-1995), ODTÜ Eğitim Fakültesi Dekanlığı (1993-1995), Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Yönetim Kurulu üyeliği (1997-2001), Koç Üniversitesi Fen ve İnsani Bilimler Fakültesi Dekanlığı (2001-2008), Koç Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanlığı (2008-2010) yaptı.

1995’ten bu yana da Koç Üniversitesi Kimya Bölümü’nde öğretim üyesi olan Ersin Yurtsever, Bilim Akademisi’nin kurucu üyelerindendir ve 2011-2017 yılları arasında yönetim kurulu üyeliği yapmıştır.