Hamit Fişek: Gerçek anlamda bir bilim insanı ve karakter anıtı
Yılmaz Esmer (Bilim Akademisi üyesi, Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi)
Yanılmıyorsam 1970 yılıydı, yani günümüzden tam yarım yüzyıl önce. Ankara’da, lisansüstü eğitimime başlamak üzere olan, deyim yerindeyse çiçeği burnunda bir asistandım. Etrafta bir takım söylentiler dolaşmaya başladı. Stanford’da doktorasını tamamlamış ve yurda dönmüş bir harika çocuk Hacettepe Üniversitesi’ne geliyormuş. Kendisi hem mühendis, hem de sosyologmuş. Çok ilginç çalışmaları varmış, vs. vs. Kısacası –ve hiç abartmadan söylüyorum- Hamit Fişek, henüz Türkiye’deki ilk öğretim üyeliği görevine başlamadan bir efsane olmuştu.
Neden mi? Nasıl mı? Anlatmaya çalışayım…
Hâlâ büyük ölçüde öyledir ama, o tarihlerde Türkiye’de, sosyoloji ve siyaset bilimi ile istatistik, nicel yöntemler, veri analizi yanyana düşünülemeyen kavramlardı. Sosyolog, tarih okur, “büyük sosyolog”ların kuramlarını öğrenir, bunları yeniden yorumlar, kuramları kendi anlayışına göre belki içinde bulunduğu topluma uyarlardı. Siyaset bilimci ise esas olarak anayasalar, siyasal yapılar, kurumlar, kurallar üzerine odaklanırdı. Dönemin bu disiplinlerdeki yayınları arasında, basit bir korelasyon, regresyon analizi kullanan çalışmaları bile parmakla sayabilirdiniz. Biraz da –hattâ biraz değil tamamen- o nedenle, Hacettepe’nin doktorları, sosyal bilimcilere “lafolog” diye takılırlardı.
Henüz doktorasının mürekkebi kurumadan kendini böyle bir ortamda bulan Hamit Fişek, kıdemli-kıdemsiz, genç-yaşlı hepimizin önünde yepyeni ufuklar açıyordu. Her şeyden önce, pek çok sosyal bilimciyi veri analizi ile tanıştırdı. Elektrik mühendisi olduğu için bilgisayarcılarla (o zamanın “bilgisayar” denilen âletleri bilen bilir) aynı dili konuşuyordu (aslında Stanford’dan iki master’ı vardı: sosyoloji ve bilgisayar bilimleri). Derin matematik ve istatistik bilgisiyle, ekonometricilerin ve istatistikçilerin yakınındaydı. Ve tabii çok da üst düzey bir sosyolog olduğu için tarihsel sosyologlar arasında bile son derece rahattı. Bu az bulunur çok yönlülüğe bir de olağanüstü zekâsını katın. Böyle birisi efsane olmaz da ne olur?
Bir asistan grubu olarak seminerlerine katıldığımız, derslerini takip ettiğimiz Hamit Fişek, sosyal bilim camiasına ikinci ve önemli bir pencere daha açtı: küçük gruplar sosyolojisi. Konuşmalarında “sosyoloji laboratuvarları”ndan bahsediyordu. Bugün sosyolojide de, siyaset biliminde de, ekonomide de deneysel çalışmalar hayli yaygın olduğu için –hattâ ekonomide sık sık Nobel’le ödüllendirildiği için- inanması güç gelebilir ama, yarım asır öncesinin Ankara’sında, bu disiplinlerde “laboratuvar deneyi” düşünülmesi bile tuhaf karşılanan bir kavramdı. Allah aşkına, koskoca toplumu mu laboratuvara sokacaktık, siyasi partileri mi, yoksa Fransız ihtilâlini mi? Morris Zelditch’in “Can you really study an army in the laboratory?” başlıklı makalesi [1] yayınlanalı henüz bir yıl olmuştu ve bundan doğal olarak hiçbirimizin haberi yoktu. Hamit Fişek’ten duyduk ve itiraf etmeliyim ki, pek de bir kuşkuyla yaklaştık.
Yeterince takdir edildi mi bilemiyorum ama, Hamit Fişek gerçekten Türk sosyal biliminde çığır açanlardandır. Hem araştırma yöntemi olarak, hem çalışma alanı olarak alanımıza katkısı çok büyüktür.
Bu noktaya kadar Türk sosyal bilimine ve bilimcilerine katkılarından söz ettiğimiz Hamit Fişek, Türkiye sınırlarını çok aşan, evrensel bir bilim insanıdır. Önce doktora hocası ve sonra da yakın çalışma arkadaşı olan Joseph Berger’la birlikte geliştirdikleri “expectation states” kuramı, sosyoloji ve sosyal psikolojinin temel kuramlarından biri olarak kabul görmüş, bu kurama ve onun sınanmasına ilişkin yayınlar sayısız atıf almıştır ve almaya devam etmektedir. Kuram, orijinal olarak, bireylerin çeşitli statü özelliklerinin (status characteristics) küçük gruplarda bir hiyerarşik yapı oluşmasını nasıl belirlediğini gösteriyordu. Örneğin, cinsiyet, ırk, renk, yaş gibi özellikler, gruba verilen alâkasız görevlerde/ödevlerde bile bir liyakat (yeterlilik) hiyerarşisi oluşturuyordu. Öyle ki, gruptaki güç ve prestij dağılımı buna göre belirleniyor ve genel kabule göre yüksek sayılan statü özelliklerine sahip olanlar, statüleriyle tamamen ilgisiz bir görev verildiğinde bile en çok konuşanlar (en çok söz hakkında sahip olanlar) oluyordu.
Bu kuramın önemli bir özelliği de, tam bir formel ve matematiksel bir yapıya sahip olmasıydı. Nitekim, Fişek ve Berger, daha sonra aralarına bir matematikçi olan Robert Norman’ı da katarak kuramlarını geliştirmişler ve modellemişlerdir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, önceleri küçük gruplarda sınanan bu kuramın, daha sonraları çok daha yaygın bir uygulama alanına sahip olduğu ve makro sosyoloji için de çok değerli olduğu anlaşıldı. Nitekim, toplumsal eşitsizliklerin açıklanmasında da bu kuramdan yararlanılabileceği gösterildi.
Hamit Fişek’in sosyal bilimlerde matematiksel modelleme ve toplumsal dağıtım/bölüşüm adaleti konularındaki çalışmaları da uluslararası ilgi ve övgüye mazhar oldu.
Yazının başlığında, Hamit Fişek’in üstün bilim insanlığı yanında aynı zamanda bir karakter anıtı olduğunu söylemiştik.
Fişek, doktorasını alıp Hacettepe Üniversitesi’nde göreve başladıktan kısa bir süre sonra 12 Mart 1971 askeri müdahalesi geldi. Müdahalenin gerekçelerinden biri de üniversitelerdeki öğrenci çatışmaları olduğundan, akademiye de bir “çekidüzen vermek” gerekiyordu. Kimi akademisyenler hapishanelerde misafir edilirken, kimileri de işlerinden atılıyordu. Doğal olarak, her yerde olduğu gibi, Hacettepe Sosyoloji Bölümü’nde de bir huzursuzluk başlamıştı. Evlerde, civar lokantalarda, ofislerde yapılan bitmez tükenmez toplantılarda, toplu istifa da bir seçenek olarak konuşuluyordu. İşte tam o sıralarda da Hamit Fişek yedeksubaylığını yapmak üzere askere gidiyordu. Giderken, tarihsiz bir istifa mektubu bıraktı ve “eğer toplu bir istifa olursa, bunu da verin” dedi. Toplu istifa hiçbir zaman gerçekleşmedi ama, Hamit’in nasıl bir karaktere sahip olduğu tartışılmaz bir biçimde görülmüştü.
Hamit Fişek çok doğal olarak, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA)’nin de kurucu üyeleri arasındaydı ve kuruluşun Konsey üyesi olarak da görev almıştı. Ve 12 Mart’tan 40 yıl sonra, yeni çıkarılan bir yasa ile TÜBA siyasi müdahalelere açık bir hâle getirilince, Hamit Fişek de, sağlam karakterini bir kez daha göstermiş ve TÜBA’dan istifa etmekte tereddüt etmemişti.
Ne yazık ki onu hayli erken kaybettik.
[1] A. Etzioni, ed., Complex Organizations, 2nd ed. NY: Holt, Rinehart, Winston.
Hamit Fişek’in yeri doldurulamaz
Esra Mungan (Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi)
Hamit Fişek hocamızı ilk 1987-88 döneminde Boğaziçi Üniversitesi’nin o dönem hiç popüler olmayan ve yalnızca dördümüzün birinci tercihle girdiği psikoloji bölümünde istatistik dersiyle tanıdım. Dersleri enfesti, son derece sistematik ve akılcı, hem konuyu çok berrak aktaran hem de istatistikte anlattığı her kavramı genel resim içindeki anlamıyla anlatan bir hocaydı. Böylece yalnızca istatistiki testleri uygulamayı değil onların tam olarak neye karşılık geldiğini (ve neye karşılık gelmediğini) de çok iyi anlatabilen bir hocaydı. Sanırım istatistik dersini ondan almam en büyük şansımdı…
Hamit hocayla yollarım sonrasında başka bir denk gelişle yine çakıştı. O esnada hemen lisansımdan sonra ABD’ye doktoraya gitmiş ve doktoradaki dördüncü yılımda o yılı, tezimi Türkiye’de tamamlamak hedefiyle memleket topraklarına dönmüştüm. Bu sırada Boğaziçi Üniversitesi de değişmiş, 12 Eylül sonrası tepeden inme bir rektör tarafından yönetilmek yerine sivil ve akademik bir itaatsizlik hamlesiyle Üstün Ergüder yeni rektör seçilmişti. Üstün bey Hamit hocayı işte tam da benim doktora yeterliliğimi tamamlamış ama tezini henüz savunmamış durumda bir doktora öğrencisi olarak geçici süreliğine tekrar Türkiye’ye geldiğim yıllarda akademik işlerden sorumlu rektör yardımcısı seçmişti. Böylece psikoloji bölümünün Hamit hocanın PSY 301-302 Research Methods I-II dersini verecek kişiye ihtiyacı olmuştu. Her nasılsa sevgili bölümüm Türkiye’ye döndüğümü bir şekilde duyarak (galiba Çiğdem Kağıtçıbaşı hocayla tesadüfen o sıralarda Taksim’de karşılaşmamızla) beni düşünmüş. Biraz şaşırmış ama tabii çok da gurur duymuştum. Böylece ders verdiğim öğrencilerden yalnızca 4-5 yaş daha büyük biri olarak onların hocası olacaktım. Diğer bir deyişle, Hamit hoca sayesinde ilk hocalık deneyimimi edinecektim.
Sonrasında kerelerce vereceğim bu dersin beni en mutlu eden kısmı, Hamit hocanın kendi yazdığı “Elementary Methods of Research in the Social/Behavioral Sciences (Sosyal/Davranışsal Bilimlerde Temel Araştırma Yöntemleri)” kitabını kullanabilecek olmamdı. Kitabı bir oturuşta okumuş ve hayran kalmıştım. Yalnızca farklı farklı araştırma yöntemlerini değil arkalarında yatan kuramsal ve felsefi temelleri de anlatan, üstelik dupduru bir İngilizceyle yazılmış enfes bir kitaptır. Bu dersi verirken hep Hamit hocanın kitabını kullanarak verir oldum çünkü bana göre yazılmış en iyi birkaç yöntem kitabından biridir.
Bu dersi verirken ben aslında artık akademiyi terk etmiş olarak özel sektörde çalışmaya başlamıştım. O dönem saygın bir kurumun araştırma-geliştirme tarafında psikolojide öğrendiğim birçok şeyi tatbik etme imkânı bulmuştum. Ara ara aklıma takılan istatistiki sorular olduğunda Hamit hocanın kapısını çalabiliyor olmak en değerli şeydi. Her seferinde bu vakti seve seve vermesidir beni her mezuniyette öğrencilerimize “kapımızı her
zaman çalabilirsiniz” demeye sevk eden.
Sonra nihayet 2002 yılında doktorasız bir öğretim görevlisi olarak akademiye ve Boğaziçi Üniversitesi’ne döndüğümde Hamit hocanın, meslektaş olarak da ne kadar itinalı bir ilişki kurduğunu deneyimledim. Öyle bir insan ki muazzam bir analitik zihin, aynı zamanda öğrencisiyle son derece ortak bir merak düzleminde ilişki kurabilen ve icabında doktorasız olarak bölüme katılan bir öğretim görevlisine de aynen diğerlerine tembihlediği gibi “bana sakın Hamit bey veya Hamit hoca deme, Hamit diyeceksin” diyebilen yeri doldurulamaz, o bir neslin çok özellerindendir.
Kendisini çok çok özleyeceğim, özlüyorum…
Örnek insan
Üstün Ergüder (Eğitim Reformu Girişim Yönetim Kurulu Başkanı; Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü (1992-2000))
Örnek insan, çok değerli bilim insanı, yakın arkadaşım ve çok güven duyduğum bir kişi olarak Hamit’le tanışmamız 1974 yılına kadar geri gider. Aslında Robert Kolej mezunları olarak hep aynı mekanlarda beraber olmuşuz ama birbirimizi tanımamız, ‘70’li yılların ortasında, başta Orta Doğu Teknik Üniversitesi olmak üzere özellikle Ankara’daki üniversitelerden Boğaziçi Üniversitesi’ne doğru yaşanan bilim insanı göçüyle oldu.
12 Mart 1971 askeri müdahalesi ve 1960’lı yılların sonlarında başlayan öğrenci olayları, üniversitelerin sık sık açılıp kapanması bu göçte itici bir güç oluyordu. Çekici güç ise Boğaziçi Üniversitesi’nin yeni kurulmuş olmasının verdiği cazibe, değişime ve akademik yapılanma konusunda yeniliğe açık olması, kısacası daha eski kurumlara hakim akademik ve kurumsal tutuculuktan uzak olmasıydı. Diğer bir çekici güç ise öğrenci olaylarının Boğaziçi Üniversitesinde çok yumuşak bir şekilde geçiştirilmesinden dolayı “İkinci Dünya Savaşı’nda İsviçre” olarak tanınmasıydı o günlerde. Hamit’in de dahil olduğu bu göç nedeniyle Boğaziçi Üniversitesinde rahmetli Şerif Mardin’in liderliğinde ülkemiz için marka bir sosyal bilimler bölümü oluştu. Bünyesinde psikoloji, sosyoloji, ve siyaset bilimini barındırarak sosyal bilimlerin bütünlüğüne vurgu yapıyor, disiplinler arası çalışmaları teşvik ederek bilimsel yapılanmada yaratıcı bir örnek sunuyordu ülkemiz bilim hayatına. Kimler yoktu ki bu bölümde. Ayşe Öncü, Deniz Kandiyoti, Metin Heper, Diane ve İlkay Sunar, rahmetli Çiğdem Kağıtçıbaşı, Güler Okman (Fişek), ABD’den gelen Yılmaz Esmer, Sabri Sayarı, Faruk Birtek, şimdi Dünya Bankasında görev yapan Selçuk Özgediz. Unuttuğum bazı arkadaşlar varsa beni affetsinler. Uzun zaman oldu. Ben o yılları Boğaziçi Üniversitesi’nin kaliteli bir öğretim ağırlıklı yüksek okuldan üniversiteleşmeye doğru evrilmesinin ilk yılları olarak tanımlarım. Üniversiteye o yıllarda katılan bu arkadaşlarımızın bu süreçte katkıları çok büyük oldu. Bilime ve araştırmaya verdikleri önem her birimizin kariyerini etkiledi, kuruma sağlam bir yön verdi. Çok güçlü bilimsel kişiliği, insani ilişkilere verdiği önem, her zaman dinlemeye açık nüktedanlığı, ve güçlü ilkelere sahip olmasıyla Hamit bu süreçte çok ayrıcalıklı ve önemli bir rol oynadı. Değişim her zaman gereklidir, kaçınılmaz ama zor bir süreçtir. Hamit, saygınlığı, verdiği güven ve her zaman herkesi duymaya hazır olmasıyla bu süreci çok kolaylaştıran bir arkadaşımız oldu.
Sosyal Bilimler bölümü içinde ise sayısal araştırma yaklaşımlarını yerleştirmeye çalışan benim de dahil olduğum meslektaş grubu içinde Hamit’in Stanford Üniversitesindeki bilgisayar bilimleri ile birlikte psikoloji geçmişi ile varlığı bizim için çok büyük destekti. Bölüm bu sayede sosyal bilimlerde sayısal araştırma yöntemleri konusunda bilim hayatımızda ülke lideri oldu desem pek abartı olmaz. Hamit arkadaşımızın yalnız ülkemizde değil uluslararası düzeyde güçlü bir bilimsel birikim ve deneyime sahip olduğunu izlemek fırsatını buldum. Sık sık davet alır California’ya, sanırım Stanford’a, gider oradaki arkadaşları ile ortak projeler üzerinde çalışırdı.
1992 yılıydı. Rektörlük atamaları yaklaşıyordu. O günlerde Hamit bana devamlı rektör olmamı telkin ediyordu. Aklıma bir kurt sokmuştu. Nasıl olacak bilemiyordum. Rektörler YÖK tarafından doğrudan atanıyordu. Bu iş nasıl becerilir diye topluca düşünürken eğrisi doğrusuna geldi ve hepimizin bildiği hibrid bir “seçim + YÖK ataması” sistemi o yıl rektörlük atamalarında uygulanmaya başladı. Hamit başta olmak üzere arkadaşlarımın teşvikiyle bu sürece katıldım ve sonunda kendimi rektör buldum. İlk yaptığım işlerden birisi de Hamit’le konuşmak ve kendisine akademik işlerden sorumlu rektör yardımcısı (provost) olmasını teklif etmek oldu. Aklımda 1970’li yıllarda başlayan araştırma odaklı üniversiteleşme sürecini güçlendirerek devam ettirmek vardı. Hamit’in kişiliği, bilimsel birikimi, saygınlığı böyle bir görev için biçilmiş kaftandı. Bu görevi kabul etmesi kurduğumuz yönetim takımına büyük güç kattı ve üniversiteye de bilim ve araştırma konusunda da gerekli mesajlar Hamit’in sembolleşmiş bilim insanı kişiliğiyle verilmiş oldu. Ayrıca, başarılı yönetimiyle pekiştirmeye çalıştığımız araştırma teşviki ve akademik mükemmeliyete erişme hedeflerine doğru yol almamızda çok önemli bir rol oynadı. 8 yıl görevim sırasında Hamit 6 yıl rektörlük ekibinde oldu. Ekipte olmadığı o iki yılın önemli bir kısmında da eğer doğru hatırlıyorsam, ABD’deydi. O iki yıl içinde kendisini çok aradık.
Hamit hocamız hem çok kıymetli bir sosyal bilimci hem de müstesna bir insandı. Kendisini tanımak, arkadaşı olmak, hem akademik hem de idari görevlerde beraber çalışmak benim için çok büyük ayrıcalıktı. Rektör olarak görev yaptığım dönemlerde Hamit hocamızın desteği, olaylar karşısında sakinliğini koruması, en stresli anlarda bile nüktedan olabilmesi, eşsiz bilge kişiliği hem benim hem de rektörlük takımı için bulunmaz bir nimetti. Bilim dünyası ve Boğaziçi Üniversitesi kendisini çok ama çok arayacaktır. Tek tesellim Hamit hocamızın genç arkadaşlarımız için çok iyi bir model oluşturacağından emin olmamdır. Onu ilkeleriyle, bilimsel kimliğiyle, eşsiz kişiliği ile aramızda yaşatmaya çabalamalıyız. Bilim dünyamızın bir çöle dönüşmemesi için Hamit arkadaşımın anısı bizim için çok önemlidir. Nur içinde yatsın. Kendisini hiç unutmayacağız.