Cumhuriyetin 10. yılında yapılan üniversite reformu, ülkemizin bilim, eğitim ve kültür tarihinde önemli bir dönüm noktasını oluşturur. Bu reformun tarihsel anlamı üzerine önemli araştırmalar ve değerlendirmeler yapılmış olmakla birlikte konu hakkındaki tartışmalar günümüzde de sürüyor.
31 Temmuz 1933 tarihinde İstanbul Darülfünunu kapatıldı ve 1 Ağustos 1933 tarihinde İstanbul Üniversitesi kuruldu. Kesintisiz kuruluşu 1900 yılında olan Darülfünun, son yıllarında bile bir üniversiteden ziyade yüksek mesleki eğitim kurumu niteliğini taşıyordu. Reform öncesi yıllarda Darülfünun’un gerçek bir üniversiteye dönüştürülmesi yönünde kendi içinde de tartışmalar başlamış ve bir reformun gerekliliği ortaya konulmuştu. Gerçekten de Darülfünun’da eğitim düzeyi düşüktü, uluslararası bilimsel gelişmelerden uzaktı ve en önemlisi de bilimsel araştırma zihniyeti ve kurumları yerleşmemişti. Kişisel olarak bilimsel araştırma yapanlar vardı. Kerim Erim (matematik), Mehmet Nadir (matematik), Ali Vehbi (zooloji), Ömer Şevket (organik kimya), araştırmacılar arasında hemen akla gelen ilk isimlerdendir. Ama kurumsal ve sistematik bir araştırma düşüncesi ve zorunluluğu yoktu. Darülfünun’da kapanışına kadar herhangi bir bilim dalında doktora derecesi verilmedi. O yıllarda doktora derecesi almak isteyenler yurtdışına gidiyordu.
Cumhuriyet hükümeti daha 1924 yılından başlayarak bilim insanı olarak yetişmeleri amacıyla başarılı öğrencileri burslu olarak yurtdışına gönderdi. Bu öğrenciler yüksek öğrenimlerini tamamladıktan veya doktora derecelerini aldıktan sonra ülkelerine döndüler ve reformdan sonra üniversitede görev aldılar. Hükümetin bu tutumu, bir üniversite reformunu 10 yıl öncesinden tasarladığını ve kadro hazırlığına giriştiğini düşündürüyor.
Öte yandan yeni üniversitenin kuruluşu sırasında çok özel ve önemli bir gelişme yaşandı. Türkiye, Almanya’da iktidara gelen Nazilerin baskısından kaçan bilim insanlarına çalışma imkanı verdi. Aralarında uluslararası üne sahip birçok bilim insanının da bulunduğu bu kadro yeni üniversitenin kuruluşunda ve gelişmesinde önemli roller üstlendiler.
Çoğunluğu Alman olan yabancı bilim insanlarının üniversite reformu sırasında ülkemize çağırılmasının, tarihsel, uluslararası ve insani boyutları vardır. Uluslararası toplumun da hayranlık ve övgüyle karşıladığı bu tutumun kökeninde elbette öncelikle Cumhuriyet hükümetlerinin bilime verdikleri büyük önem yatmaktadır. Cumhuriyet hükümetleri bilimin ve üniversitenin ülkemizdeki gelişmesini hızla sağlamak için Avrupa’da faşizmin ve savaş koşullarının yükseldiği bir dönemde hiç çekinmeden ve maddi fedakarlıklara da katlanarak bu insanlara yaşama ve mesleklerini sürdürme koşulları yaratmıştır. İTÜ Elektrik Fakültesi’nin eski öğretim üyelerinden Prof. Dr. Münir Ülgür (1917-2007), 1950 yılında ABD’de Einstein ile yaptığı görüşme sırasında Einstein’ın Atatürk’ün kendisinin de Türkiye’ye gelmesini istediğini belirtmişti.
Ancak Türkiye’nin bu tutumunun karşılığı da vardır. Yabancı bilim insanları elbette yaşamlarını kurtarmak ve mesleklerini sürdürebilmek için Türkiye’ye geldiler ama onların birçoğu aynı zamanda bilime hizmet tutkusuyla dolu insanlardı. Bu nedenle birçoğu sıradan bilimsel faaliyetlerinin ötesinde Türkiye’de bilimin kökleşmesi için de tutkuyla çalıştılar. Curt Kosswig (zooloji), Alfred Heilbronn (botanik), Albert Eckstein (çocuk hastalıkları) bunlar arasındadır.
Yabancı bilim insanlarının yeni üniversitenin kuruluşu ve gelişmesi aşamasında iki önemli katkıda bulunduklarını söyleyebiliriz;
- Birincisi, elbette bu insanların uluslararası bilimdeki en son gelişmeleri öğrencilerine ve halka yansıtmaları olmuştur. Üstelik bunların bir kısmı, Richard von Mises (matematik), Patrick Du Val (matematik), Thomas Royds (güneş fiziği, astronomi), Erwin Findlay Freundlich (astronomi), Hans Reichenbach (felsefe) gibi dünya çapında ünleri ve saygınlıkları olan kimselerdi. Bu bilim insanları karşısında cumhuriyetin gençleri hiç beklemedikleri kadar yüksek düzeyde bir bilimsel ortamın içine girmiş oldular. Bu bilimsel ortamın ülkemizin daha sonraki bilim ve üniversite yaşamında kalıcı etkileri oldu.
- İkincisi, Alman ve diğer yabancı bilim insanlarının bilimsel araştırma zihniyetinin üniversitede yerleşmesine olan katkılarıdır. Bu insanların varlığıyla ve çalışmalarıyla İstanbul Üniversitesi, yüzlerce yıllık Avrupa bilim geleneğiyle doğrudan bağ kurmuş oluyordu. Matematikte, fizikte, astronomide, diğer birçok bilim dalında araştırma enstitüleri kuruldu, periyodik dergiler yayınlanmaya başladı, laboratuvarlar geliştirildi. İlk defa olarak ülkemizde doktora dereceleri verilmeye başlandı. Bu gelişmelerin ülkemiz bilimsel hayatına kalıcı etkileri olmuştur. 1930’lu yıllarda ülkemize gelen 135 Alman (ve Avusturyalı) profesör ve yardımcılarından 1950’li yılların sonunda yalnızca 5 kişi kalmıştı. Fakat İstanbul Üniversitesi bütün eksikliklerine rağmen artık modern üniversite kavramına yaklaşan bir üniversite haline dönüşmüştü.
1933 üniversite reformu sırasında bazı sorunlar yaşandı ve önemli hatalar da yapıldı.
Yabancı bilim insanlarından Türkçeyi öğrenmeleri de istenmişti. Ders anlatabilecek kadar Türkçe öğrenenler oldu fakat çok büyük bölümü Türkçe öğrenemedi ve bu nedenle derslerde simültane çeviri yapmak kaçınılmaz oldu. Bu durum derslerin kalitesini ve verimini düşürdü.
Reformun başlangıç günlerinde Hükümet’in de çok büyük hataları oldu. Darülfünun öğretim üyelerinin büyük bir bölümünü görevden aldılar. Tasfiye hareketi sırasında liyakat ilkesine yeterince dikkat edilmedi. Görevlerine son verilenler arasında, Hüsnü Hamit (matematik), Suat Hamdi (patolojik anatomi), Ali Vehbi (zooloji), Ömer Şevket (kimya) gibi çok değerli bilim insanları da vardı. Bu hatalı tutumun çok önemli iki sonucu oldu. Görevine son verilen bazı öğretim üyeleri hem maddi hem de onursal bakımdan çok kötü durumlara düştüler. Kimya müderrisi Cevat Mazhar bey, karşılaştığı bu küçültücü davranış yüzünden intihar etti. Bu adaletsizlik sadece ilgili öğretim üyelerini değil aynı zamanda bilim yapma hevesinde olanları da olumsuz yönde etkiledi.
Ayrıca reform sırasında Hükümet’in bu ağır müdahelesi, üniversite özerkliği kavramı ve olgusunun da büyük bir darbe almasına yol açtı ve bunun etkileri günümüze kadar yansıdı. Reform sırasında görevlendirilecek kadroların liyakatı konusunda çok titiz davranılması ve üniversitenin inisiyatifine en az düzeyde karışılması gerekirdi.
1933 üniversite reformu, bir yanıyla modern bir üniversitenin kurulması sürecinin en önemli aşamalarından birini oluşturur. Ancak bu girişim sırasında yapılan ve sonuçları günümüze kadar yansıyan haksızlıklar ve hatalar da, ülkemizde gerçek anlamda modern üniversitenin gelişimini geciktiren, engelleyen etkenler olarak görünmektedir.
Osman Bahadır
İleri Okuma:
1- Horst Widmann; Atatürk Üniversite Reformu, Çeviri: Prof. Dr. Aykut Kazancıgil, Dr. Serpil Bozkurt, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Atatürk’ün Yüzüncü Doğum Yılını Kutlama Yayınları Özel Seri 3, İstanbul, 1981, 296 sayfa.
2- Emre Dölen; Türkiye Üniversite Tarihi-3, Darülfünun’dan Üniversiteye Geçiş, Tasfiye ve Yeni Kadrolar, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2010, 686 sayfa.
3- Emre Dölen; Türkiye Üniversite Tarihi-4, İstanbul Üniversitesi (1933-1946), İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2010, 903 sayfa.
4- Namık Kemal Aras, Emre Dölen, Osman Bahadır (ed.); Türkiye’de Üniversite Anlayışının Gelişimi (1861-1961), Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları, Sıra No: 15, Ankara, 2007, 556 sayfa.