Tıbbın Öyküsü

Tıbbın Öyküsü'nün kapağındaki görsel. Domenico di Bartolo tarafından yapılmış duvar resmi (1441-1442). Santa Maria della Scala Hastanesi, Siena, İtalya. (Wikimedia Commons)

Bilim Akademisi üyelerinin yazdığı veya onların seçtiği kitaplar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından Bilim Akademisi  Serisi başlığı altında yayınlanmaya başladı.

Bu serinin ilk kitabı, Bilim Akademisi başkanı Prof. Dr. Mehmet Ali Alpar’ın hazırladığı, Bilimin Öncü Kadını Remziye Hisar oldu. Bu kitap, ülkemizin ilk kadın kimyacılarından, büyük fizikçimiz Feza Gürsey’in de annesi olan Remziye Hisar ile Prof. Alpar’ın Hisar’ın vefatından kısa bir süre önce yaptığı söyleşiden oluşuyor. Bu ilginç kitap, özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizdeki bilimsel ve sosyal ortamın özelliklerinin anlaşılması bakımından önem taşıyor.

Bilim Akademisi Serisi’nin ikinci kitabı olarak, nörolog Prof. Dr. Cumhur Ertekin’in Tıbbın Öyküsü başlıklı kapsamlı çalışması yayınlandı.

Tıbbın Öyküsü, insanlığın başlangıcından 20. yüzyılın başlarına kadar olan dönemde dünyada ve ülkemizde tıbbın doğuşunu, gelişimini ve geçirdiği başlıca değişim evrelerini inceliyor. Büyük bir entelektüel çabanın ürünü olan 352 sayfalık bu eser, çok çeşitli açılardan değerlendirilebilir ve tanıtılabilir.

Öncelikle belirtmeliyiz ki, bu kitap sadece tarihteki tıbbi keşifleri ve yöntemleri ele alan bir tıp tarihi çalışması değil. Bunlarla birlikte bu yeniliklerin doğdukları ortamı, zamanı ve koşulları da ortaya koyarak ilerleyen bir çalışma. Bu bakımdan Tıbbın Öyküsü’nün aynı zamanda bir düşünce tarihi, bilimsel, teknolojik ve sosyal tarih çalışması olduğunu da söylememiz gerekir.

Örneğin insan kadavrası üzerinde inceleme yapmak, insan anatomisinin doğru bir biçimde anlaşılması bakımından modern tıbbın temel gelişme basamaklarından biridir. Kitapta diseksiyonun nasıl ve hangi zor koşullarda geliştiğini ayrıntılarıyla öğreniyoruz. Modern tıp düşüncesinin ve araştırma zihniyetinin mitlerden, hurafelerden, dinsel bağnazlıktan nasıl ve hangi zorluklarla mücadele ederek adım adım geliştiğini görüyoruz. Gerçekte tıbbın gelişmesinin tarihi, sekülerleşme tarihiyle birlikte gitmektedir ve bunun tersi de doğrudur.

Öte yandan Prof. Ertekin, kitabında tıbbi keşifleri, icatları ve yöntemleri tarihsel sıralarıyla ele almakla yetinmiyor, birçok durumda günümüzdeki yeni keşiflerin ışığı altında bazı tarihsel olgulara yeni açıklamalar getirerek ilerliyor. Bu, gerçekte ideal tarih yazımının bir örneğidir.  Onun şu sözleri bu yaklaşımının bir parçasıdır:

“İnsan gırtlağı boynun aşağısındadır ve öyle ki yutma sırasında nefes borusunun kapanmak zorunda kalması, evrimsel açıdan önemli bir dezavantajdır. Ama bu aşağı pozisyonun insana konuşma açısından büyük bir avantajı olmuş ve solunum yollarına çok daha serbest yaklaşım sağlamıştır. Halbuki insan bebeklerinde gırtlak hemen ağız tabanının altındadır, 18. aydan itibaren anatomik olarak boyunda daha aşağıya doğru kayar ki bu da konuşma yeteneğini öne çıkarır. Beyin ve boyundaki anatomik gelişmeler Homo Sapiens’e konuşma açısından büyük bir avantaj sağlamıştır.”

Tıbbın Öyküsü’nde bir başka çok önemli tarihsel dönüşüm noktası olarak, mikroskopun tıpta kullanılmaya başlanmasını ve bunun sonuçlarını görüyoruz. Mikroskop hem insan anatomisinin çıplak gözle görülemeyen yapısını ortaya çıkartıyor (örneğin kılcal damarların mikroskopla gözlenerek kan dolaşımı sisteminin tam olarak açıklığa kavuşturulması gibi) hem de buna bağlı olarak mikrop olgusunun anlaşılmasıyla hastalıkların mikrobik kökeni kuramının doğuşunu sağlıyor. Bu aşamadan sonra artık salgın hastalıklarla etkin bir biçimde mücadele dönemi başlamış oluyor. Bu gelişmenin büyük yaratıcıları elbette Pasteur ve Koch’dur. Kitapta, başta veba olmak üzere kolera, tifüs, çiçek, sıtma, verem, frengi gibi salgın hastalıkların yarattığı büyük insani, ekonomik vb. yıkımın ve bunlarla mücadelenin tıbbın gelişmesi sürecindeki çok önemli etkilerini görüyoruz. Prof. Ertekin, Osmanlı tıbbını incelediği bölümde de çok önemli bir görüş ileri sürüyor:

“…Değişik salgın hastalıklara karşı Osmanlı Devleti’nin çaresizliği, 19. yüzyıldan itibaren yüzlerin Batı’ya çevrilmesinde önemli bir rol oynamıştır.”

Bu, tıbbın Osmanlı modernleşmesindeki rolünün ortaya konulması bakımından yeni ve önemli bir yaklaşımdır.

Yazar eserinde gerek teşhis ve tedavi araçları, gerekse teşhis ve tedavi yöntemleri olarak yeni tıbbi gelişmelerin hepsini, tıbbi kuramların doğuşunu, tarihteki bütün tıbbi ilkleri, onları çerçeveleyen etkenlerle birlikte ortaya koyuyor (kulak spekulumu, trakeostomi tanımı, Malpighi cisimciği, spermin gözlenmesi, nöroloji teriminin kullanılması, damar içi ilaç enjeksiyonu, steteskop, perküsyon yöntemi –parmakla darbe yapma- , aşı, hücrenin gözlenmesi ve hücre teorisi, forseps, tansiyon ölçümü vb. bu ilklerden bazılarıdır). Bu saptamalar zaten tıbbın gelişme dinamiğini temel yönleriyle okuyucuya yansıtma anlamına geliyor. Böylece okur tıbbi gelişmeler üzerinden aynı zamanda bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal gelişmeleri de izlemiş oluyor.

Dünya tıp tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri de hiç şüphesiz modern anestezi araç ve yöntemlerinin ve buna bağlı olarak da modern cerrahinin doğuşudur. Modern cerrahi, anestezi sayesinde kan kaybından ve acı travmasından kaynaklanan ölümleri önleyerek önceki dönemlerdeki büyük can kayıplarının önüne geçmiştir. Tıbbın Öyküsü’nde cerrahi tarihindeki bu gelişmelerin çeşitli örneklerini ve aşamalarını da görüyoruz.

Prof. Ertekin, kitabının sonunda çok önemli bir gerçeğe işaret ederek şunları söylüyor:

“…Bu hız, insan sağlığını koruyan buluşlarla birlikte, dünya nüfusunun ileri derecede artmasına yol açmıştır. Ancak hümanizm, ahlak ve etik değerlerinin göreceli olarak gelişmemiş oluşu, insanın insanı ve devletin devleti  sömürüsünü (örn. Emperyalizm, faşizm vb.) arttırmıştır. Salgın hastalıkların yerini savaş ve silah endüstrisi almış, böylece insanlık iki dünya savaşı ile yerel coğrafyadaki savaşlardan başını alamamıştır.”

Gerçekten de günümüzde bilimsel ve teknolojik gelişmeler sayesinde salgın hastalıklardan kitlesel ölümlerin önüne geçilmiş durumda ama yine bilimsel ve teknik gelişmelere dayanan silah üretimi ve savaş politikaları yüzünden kitlesel ölümler görülüyor. Bir yandan en ölümcül hastalıklardan milyonlarca insan kurtarılıyor ama diğer yandan en ölümcül, “zahmetsiz” ve uzaktan kullanılan “modern” silahlarla insanlar kitleler halinde öldürülüyor.

Prof. Ertekin’in işaret ettiği bu paradoks şu soruyu sormamızı kaçınılmaz kılıyor: Ahlaki ilkeleri gözetmeyen bilimsel ve teknolojik gelişmeler sürdürülebilir mi?

Bilgi ve yorum içeriği bu kısa yazımızda tümüyle ele alamayacağımız zenginlikteki Tıbbın Öyküsü, sadece tıp tarihine ilgi duyanların değil, tıp mensuplarının ve öğrencilerinin de bakış açılarını genişletecek ve yaratıcı düşüncelerini geliştirecek bir eserdir.

Osman Bahadır

Önceki İçerikPlanck sabiti nedir? Klasik fiziğin çıkmazları kuantum fiziğiyle nasıl çözüldü?
Sonraki İçerikBilimin Öncü Kadını: Remziye Hisar
Osman Bahadır

İTÜ Maden Fakültesi Petrol Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nden yüksek lisans derecesi aldı. Denis Diderot (Paris VII) Üniversitesi Bilimler ve Teknikler Tarihi ve Epistemoloji Bölümü’nden DEA derecesi aldı. 1991-1994 yılları arasında 30 sayı aylık Bilim Tarihi dergisini çıkardı. 2004-2011 yılları arasında İTÜ’de Bilim ve Teknoloji Tarihi dersi verdi. Bilim tarihi üzerine 18 kitabı yayınlandı.

Kitaplarından bazıları:  Bilim Cumhuriyetinden Manzaralar (2000), Cumhuriyetin İlk Bilim Dergileri ve Modernleşme (2001), Matematikte Bir Öncü Kerim Erim (2006), Türkiye’de Üniversite Anlayışının Gelişimi 1861-1961 (2007), Türkiye’de Temel Bilimlerde İlk Araştırmacılar (2007), Osmanlılardan Cumhuriyete Bilim (2012), Bilimde Öncü Kadınlar (2013), Osmanlılardan Cumhuriyete Sekülerleşme (2017), Osmanlılardan Cumhuriyete Elektrik (2020).