Ben Tosun Terzioğlu’nu çok sevdim!

Tosun Terzioğlu (13 Mart 1942-23 Şubat 2016)

Bu yazı ilk olarak Matematik Dünyası dergisinin Tosun Terzioğlu özel sayısında (106. sayı) yayınlandı. 

Birinin kaybının ardından sık sık “onu çok özleyeceğiz” denir ya, bu sözleri duyduğumda içimden hep “hadi canım, iki günde unutursunuz” demek geçer. Gerçekten de öyle olur çoğu zaman. Ama ne var ki ben Tosun Bey’i gerçekten çok özlüyorum. Onu çok sevmiştim. Belleğimde anısı çok canlı, gözümün önünde âdeta capacanlı. Hayatımda az gözyaşı döktüm, ağlamayı da hiç sevmem, ama Tosun Bey her aklıma gelişinde boğazıma bir düğüm hissederim ve konuyu değiştirmeye çalışırım.

Yıllar içinde, içimi dökebileceğim, kusurlarımı, günahlarımı saklamak zorunda kalmadığım, içtenliğine güvendiğim bir ağabeyim olmuştu. Özellikle son birkaç yılında. Sanırım o da beni sevmişti. Oysa Tosun Bey öyle ilk görüşte insanın kanının hemen ısınacağı biri değildi. Oldukça mesafeliydi. Kendini kolay kolay koy vermezdi, kontrollüydü. Eh, benim de pek sıcakkanlı biri olduğum söylenemez. Zamanla olaylar ve koşullar bizi birbirimize yaklaştırdı. Sanırım birbirimizi sevmemizin zor oluşu dostluğumuzu daha da sağlam kıldı.

Tosun Bey’le ilk iletişimimiz doğrusu pek nahoş olmuştu. Yıl 1991 filan olmalı. Genç sayılırım, 34 yaşlarında. İnternet dünyada daha yeni. Bilkent Üniversitesi’nden Mustafa Akgül ülkemizin matematikçilerinin birbirleriyle iletişimini sağlayacak bir e-posta grubu kurdu. Adı turkmath olan bu gruba beni de kaydettiler. (Daha sonra Selman Akbulut’la birlikte gruptan atıldık, o da başka bir ilginç hikâye.) O sırada Kaliforniya Üniversitesi’nin Irvine kampüsünde çalışıyordum ve Türk akademik camiasından bayağı uzaktım, ne uzağı, hiç mi hiç tanımıyordum. Grubun adının neden turkmat değil de turkmath olduğunu tartışmaya açtım, sondaki h’nin ne anlamı vardı? Çok ateşli, çok sert tartışmalar oldu. Çoğunluk adın önemli olmadığını düşünüyordu, ha turkmath olmuş ha turkmat, ne farkeder ki, madem adı bir defa turkmath konmuş öyle kalsın diyorlardı… Ben de ad değiştirmenin zor olmadığını söyleyip karşı tarafı kompleksli olmakla suçluyordum. Hakaretlere varan tartışmalar uzayıp gidiyordu. O tartışmalarda beni en çok şaşırtan “sayın hocamın belirttiği gibi” ya da “saygıdeğer hocamın da çok güzel vurguladığı gibi” türünden söylemlerdi. Gençler, belli ki gözlerine girmek için hocalarına aslansın, kaplansın diyorlardı. Hiç alışık olmadığım bir davranış biçimiydi. Amerika’da hocalara ön adlarıyla hitap ederdik. Kendimi o kadar haklı buluyordum ki (hâlâ daha haklı buluyorum), başka türlü düşünmek için insanın kendini tehdit altında hissetmesi gerekir diye düşünüyordum. Taraflar yüzde elli elli ayrılmış olsa, yine anlardım ama istisnasız hemen herkesin haksız olduğumu düşünmesini başka neye yoracağımı bilemiyordum. Belli ki gençler otoriteden çekiniyordu. Aradan bol tartışmalı iki üç hafta geçti. Tartışmalar giderek alevleniyordu. Bir gün Tosun Terzioğlu’ndan gruba bir mesaj geldi. İlk mesajıydı. Adını da sanırım ilk kez duyuyordum. Özetle, daha başka birçok kişi gibi, bu gereksiz ve kısır tartışmalara son verip artık matematiğe odaklanmamız gerektiğini söylüyordu. Buraya kadar bir sorun yoktu, hatta anlaşılırdı, çünkü gerçekten de konu çözülemez bir hale gelmişti, zaten ben de pes etmek üzereydim, ama mesajının altına “Türk Matematik Derneği Başkanı Prof. Dr. Tosun Terzioğlu” imzasını atmıştı. Zaten korku dolu bir ortama unvan kullanarak mesaj yazmasını çok yanlış buldum. Haddimi aşarak oldukça sert bir cevap yazdım. Serde gençlik de var ne de olsa… O şatafatlı imzaya gerek olmadığını söyledim. Ben daha cevabı yazarken, yazı beklenen etkisini göstermişti; “Sayın Başkanımız Prof. Dr. Tosun Terzioğlu’nun da çok haklı olarak ve çok güzel biçimde ifade ettiği üzere” türünden mesajlar gelmeye başlamıştı. Birkaç saat sonra Tosun Bey’den özel bir e-posta aldım. Çok kısaydı. Aklımda kaldığı kadarıyla söylüyorum: “Ben de herkes gibi azarlanmak istemiyorum” diye yazmıştı. İmza da basit bir “Tosun Terzioğlu” idi. Doğrusu ayağımın altındaki toprağın kaydığını hissettim. Turkmath’a attığı mesajla bana yazdığı bu özel mesaj arasında çok büyük fark vardı. İlk mesajındaki Tosun Terzioğlu ile bu mesajındaki Tosun Terzioğlu bambaşka iki kişiydiler. Keşke kavga etseydi benimle… O zaman işim daha kolay olurdu. Kendinden 15 yaş küçük birine böyle bir mesaj yazabilecek biriyle muhatap olduğumu bileydim, hiç öyle sert yazar mıydım? Ama o da niye öyle bir mesaj yollamıştı ki?.. Hay Allah! Ne yapmalıyım şimdi? Özür diledim mi dilemedim mi hatırlamıyorum. Muhtemelen açık açık özür dilememişimdir. Ama alttan alan, barış çubuğu uzatan bir mesaj yazdım. Cevap gelmedi, o ilk iletişimimiz orada sona erdi.

Daha sonra tanıdığım Tosun Bey, daha çok ikinci Tosun Bey’di. Hiç öyle unvan peşinde koşan, unvanını kapıları açmak, akan selleri durdurmak için kullanan biri değildi. Yıllar sonra birbirimize yakın olduğumuzda bu konuyu hiç açmadık. Muhtemelen birileri Tosun Bey’e bir otorite olarak araya gir de şu tartışmalar sona ersin demişti, Tosun Bey de onlara uymuştu.

Tosun Bey’le asıl yaklaşmamız Matematik Dünyası dergisi sayesinde oldu. Bir gün Betül Tanbay telefon etti. Türk Matematik Derneği (TMD) toplantısındaymış. Matematik Dünyası dergisini benim ele almamı istediklerini söyledi. Böyle bir görevi kabul edip etmeyeceğimi sordu. Kabul edecektim tabii, çünkü kutsal bir görevdi ve bu işi iyi yapabileceğimi biliyordum. Ancak kimsenin emri altında da çalışmak istemiyordum. Betül Tanbay’a tamamen bağımsız olmak istediğimi söyledim. Kimse işime karışmamalıydı. Kimse derken Tosun Terzioğlu karışmasın demek istiyordum tabii. Uzun yıllar derneğin başkanı Tosun Bey’di. Net bir söz aldım. Yönetim Kurulu hiç karışmayacaktı. Bunun üzerine görevi kabul ettim. Görevi üstlendiğim 11 yıl boyunca Tosun Bey tek bir defa bile işime karışmadı, tek bir defa bile uyarmadı, tek bir eleştiri yöneltmedi. Ki bunun için çok neden oldu. Mesela bir sayının kapağında Darwin’in evrim kuramını kapak konusu yapmayı reddeden TÜBİTAK ile dalga geçmiştim. Bu kapak dernek açısından sonuçlar yaratabilirdi. Nitekim Matematik Köyü için sorun yarattı: O kapaktan sonra TÜBİTAK Matematik Köyü’ne her türlü desteği kesti. Dergide her vesileyle TÜBİTAK’a ve Türkiye’nin bilim politikasına çattım. Ama Tosun Bey’den tek bir laf işitmedim bu yüzden.

Dergiyi maddi ve manevi destekleyen birkaç meslektaşlarımızdan biriydi. TMD burs vermek istediğinde elini cebe atanlardandı.

Tosun Bey çok uzun yıllar TMD başkanlığı yaptı. Bu konuda onu herkes eleştiriyordu. Yüzüne karşı değil tabii, arkasından. Dernek’le daha içli dışlı olduğumda Tosun Bey’in başkan olmak için hiç de istekli olmadığını gördüm. Başkanlığa hayır demiyordu ama illa ben başkan olayım diye bir arzusu da yoktu. Zaten genel kurullarda en fazla oyu alan hep oydu. Yönetim Kurulu da oybirliğiyle onu seçiyordu. Ali Ülger bir gün bu eleştiriler konusunda Tosun Bey’in gıyabında çok güzel bir laf etti:

– Tosun’u uzun süredir başkanlık yapıyor diye herkes eleştiriyor ama gel sen başkan ol dendiğinde kimse olur demiyor!

Gerçekten de öyleydi. Nitekim gün gelip de yeni bir başkan adayı ortaya çıktığında Tosun Bey hiç karşı çıkmadı.

Bırakın TMD başkanı olmayı, TMD yönetim kurulu üyesi olmak bile bir külfetti. Pek az kimse derneğe aidatını ödüyordu. Ne yapılıyorsa, başta Tosun Bey olmak üzere birkaç kişinin katkısıyla yapılıyordu.

Tosun Bey’le şu anım beni çok etkilemiştir, ilişkimizin sevgi ve saygı seviyesinden bir üst seviyeye çıktığı andır, en azından benim açımdan. Bir gün, kendisini kişisel olarak çok ilgilendiren ve derinden üzmesi, daha doğrusu hayal kırıklığına uğratması gereken bir toplantıda,

– Hadi Ali, bir sigara içelim, dedi.

Ayaklanıp balkona çıktık. Birer sigara yaktık. Toplantıda konuşulanlardan yakınacak sandım. Hiç oralı değildi. Balkondan gördüğümüz binaların tarihçesini anlatmaya başladı, o tok sesiyle ve çok uzaklara bakarak, sakin sakin. Yarım saate yakın kaldık o balkonda. Sadece ve sadece İstanbul’un tarihinden söz etti. Nasıl şaşırdığımı anlatamam. Sıradışı biri olduğunu ilk orada anladım. Tosun Bey Turkmath tartışmasında bana bir ders vermişti, o balkonda ikinci dersini verdi.

En sevdiğiniz, en etkilendiğiniz öğretmenlerinizi gözden geçirin ve o öğretmenler bana neler öğretti diye düşünün. En iyi öğretmenlerinizden bilgiden çok tavır ya da hayatta duruş öğrendiğinizi göreceksiniz. Öyledir.

Bir başka kalenderlik örneği daha vermişti daha önce: TÜBİTAK’taki başkanlığından sonra kendisine ve Erdal İnönü’ye dava açılmıştı. Herhalde söylemediği kalmıyordur, çok üzgün ve çok sinirlidir diye düşündüm. İlk karşılaştığımızda üzüntü ve sinirden eser görmedim. Konuyu sorduğumda, “Aman sen de, demişti, boşver, saçmasapan işler…

Yazdığı bir analiz kitabını Nesin Yayınevi’ne sundu. Kitabı gördüğümde gözlerime inanamadım. Ben de aynen bu konuları içeren bir analiz kitabı yazmak istiyordum! Konuların böylesine örtüşmesi inanılır gibi değildi. Çok da güzel yazılmıştı. İmrenmekten de öte kıskandığımı söylemeliyim. Kitabı satır satır okuyarak editörlüğünü yapmak müthiş bir zevkti. Bir kanıtı düzeltmek ya da iyileştirmek için birbirimizi 50 defa aradığımız günler oluyordu. Kişiliklerimiz çok farklıydı belki ama ikimiz de takıntılıydık, bir problem karşısında o da benim gibi yemeden içmeden kesiliyordu.

Ali Nesin, Tosun Terzioğlu amfisinde ders verirken (solda) Tosun Terzioğlu amfisi tabelası (sağda)

Matematik Köyü’ne çok geç geldi. Gördüğünde gözlerine inanamadı. Çok etkilendi. Ülkemiz matematiğine ve bilimine büyük emekleri geçen babası Nazım Terzioğlu’nun kurduğu, daha sonra adını alan Silivri tesislerinin akıbetini derin bir hüzünle anlattı. Babası adına bir koğuş yapılması için bağışta bulundu. Yaptık. Çok da güzel oldu. Kendisi de gelip gördü, çok mutlu olmuştu.

Ölümünden sonra Köy’de yeni yaptığımız amfiye Tosun Bey’in adını vermek istedim. Tam o sırada Sabancı Vakfı da bizden bağış karşılığı bir mekâna Tosun Bey’in adını vermemizi istedi. İsteklerini seve seve yerine getirdim!

Şimdi “Tosun Terzioğlu Amfisi” tabelasının önünden her geçişimde sadece onun anlayacağı bir yüz ifadesiyle ona bir selam veriyorum. Saygı ve sevgi tabii ki, ama çok daha fazlası…

Ali Nesin 
Bilim Akademisi üyesi
Bilgi Üniversitesi, Matematik bölümü öğretim üyesi

Önceki İçerikAçık bilimde yeni ufuklar
Sonraki İçerikKaradelikler
Ali Nesin

Bilim Akademisi üyesi Ali Nesin, 1977-1981 yılları arasında Paris VII Üniversitesi’nde matematik öğrenimi gördü.  Daha sonra ABD’de Yale Üniversitesi’nde matematiksel mantık ve cebir konularında doktorasını aldı.  1985’te UC Berkeley’de doktora sonrası araştırmalarını yaparken kısa dönem askerlik için yurda döndü ancak “orduyu isyana teşvik” suçlamasıyla tutuklanarak yargılandı. Beraat etmesine rağmen hemen pasaport verilmediği için Berkeley’e geri dönemedi. 1987-89 arasında Notre Dame Üniversitesi’nde ziyaretçi yardımcı doçent, daha sonra 1995’e kadar UC Irvine’de önce yardımcı doçent, sonra doçent ve daha sonra profesör olarak görev yaptı.

1995’te Türkiye’ye dönüp Nesin Vakfı’nın yöneticisi oldu.  1996’da İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Matematik Bölümü’nü kurdu ve 2011’e kadar bölüm başkanlığı görevini sürdürdü.  2003-2013 arasında Matematik Dünyası dergisinin sorumluluğunu üstlendi.  2007’de Matematik Köyü’nü kurdu. 40’a yakın bilimsel makalenin yanısıra, biri İngilizce olmak üzere popüler, yarı akademik ve akademik düzeyde 20 dolayında matematik kitabı yazdı.

Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi Matematik Bölümü’nde öğretim üyesidir.