Bugün bilimsel yayınlar konusunda çok ilginç bir oluşumla karşı karşıyayız. Çoğu son 10 yılda ortaya çıkmış bazı “bilimsel” dergilerin ve dolayısıyla bu dergilerde yayınlanan içeriğin güvenirliği konusunda ciddi şüpheler ve tartışmalar var. Bu dergilerin görünüşte saygıdeğer bilim dergilerinden pek farkı yok. Bu dergiler açık kaynak yani içeriğine herkes bedava erişilebiliyor. Buraya kadar güzel fakat sorun bu dergilerde yayınlanan makalelerin neredeyse hiç değerlendirmeden geçmeden yayınlanması, yani bu içeriğin bilimsel olarak güvenilir olmaması.
Bu sorunu ilk kez gündeme getiren ve bu tür dergilere “yırtıcı/yağmacı/predatory” ismini koyan Jeaffrey Beall, Nature’da 2012’de yayınladığı yazısında bu dergilerin açık kaynak olgusunu kirlettiğine işaret ediyor. Beall, 2000’lerin başında açık kaynak fikriyle yayına başlayan bilimsel dergilerin bilginin daha geniş bir kitleye ulaşmasını sağlaması açısından heyecan verici olduğunu, fakat bugün “yırtıcı” dergiler diye tabir edebileceğimiz kaynakların çoğalmasıyla bu olgunun zarar gördüğünü belirtiyor.
Bugün geldiğimiz noktada bu dergilerin varlığının sakıncalarını görebiliyoruz. Diğer bir çok bilimsel dergiden çok daha kolay erişilebilir olan bu dergilerde yayınlanan içeriğin özellikle tıp alanında yalan haberleri desteklediğini, sözde bilimsel sonuçların yaygınlaşmasına katkıda bulunduğunu, akademisyenlerin bu dergilerde yayın yaparak aslında başka türlü yayınlanmayacak kalitedeki yayınlarla bilimsel itibar kazandığını, ilaç firmalarının bu tür dergilerde bilimsel olarak şüpheli olan sonuçlarını doktorlara doğrudan ulaşmak için kullandıklarına şahit oluyoruz.
“E o zaman bu dergilerin hangisi olduğunu herkes bilir ve bunlara itibar edilmez” diye düşünüyorsanız 23 Temmuz 2018 itibariyle şüpheli listesinde 1317 adet dergi olduğu söyleyelim, yani hem şüphelilerin sayısı çok fazla hem de bu dergileri ayırt etmek o kadar kolay değil. Bu dergilerin isimleri bile aynı alanda saygı gören başka dergilere çok benzeyen şekilde seçiliyor.
Geleneksel dergilerin basım süreçleri nasıl işliyor?
Bilim insanları çalışmalarını ve araştırma sonuçlarını bilimsel dergilerde yayınlayarak bilim dünyasıyla paylaşırlar. Bilimsel dergilere gönderilen makaleler öncelikle akademiden gelen, işinin ehli editörler tarafından değerlendirilir ve daha sonra benzer alanda çalışan bilim insanlarına gözden geçirilmek üzere iletilir. Editöryel kadrodaki bilim insanları daha önce bu dergilerde yayın yapmış, alanında saygın işler yapan kişilerdir. Her makale en azından iki farklı bilim insanı tarafından anonim olarak gözden geçirilir ve değerlendirilir. Bu süreçte makaleler bazen hızlı bir şekilde kabul edilir fakat çoğu zaman yazarlar azılı eleştirilere maruz kalırlar. Yazarlardan farklı seviyelerde düzeltmeler istenir ve bu düzeltmeler yapıldığı takdirde yayınlanabilir. Bazen de makale reddedilir. Saygın dergilerde makalelerin kabul oranı %5-20 arasında oynayabilir.
Bu uzun bir süreçtir. Gözden geçirmeyi yapan bilim insanları bu işi çoğunlukla gönüllü olarak yaparlar, prestijli dergilerin editöryel kadrosunda olmak da prestijli bir şeydir. Basılan makalelerin bilimsel kalitesinin sağlamaya yönelik bu süreçte de aksaklıklar olabilir ve yayınlanan makalelerin bilimsel kalitesi her zaman istenilen kalitede olmayabilir. Yine de bu bilimsel kaliteyi sağlaması en muhtemel sistemdir.
Her ne kadar saygınlığı tartışılmayacak bir kısım dergiler de bazı makaleleri açık kaynak olarak yayınlıyor olsalar da, dergi içerikleri tipik olarak açık kaynak değildir ve oldukça yüksek meblağlar ödenerek alınan aboneliklerle okunabilir. Bu abonelikler üniversite kütüphaneleri tarafından sağlanır ve dolayısıyla üniversitelerde çalışan araştırmacıların erişimi mümkün olur.
Ticari bir yapılanma
“Yırtıcı” dergiler sektörü ticari bir yapılanma olarak dikkat çekiyor. Akademisyenler, atılan toplu mesajlarla bu dergilerde yayın yapmaya teşvik ediliyor. Makale kabul edildikten sonra yazarlardan baskı ücreti talep ediliyor. Baskı ücretinin yüksek meblağlar olduğu ve dergilerin çoğunun Güney Asya, Körfez bölgesi, Türkiye ve Afrika kökenli şirketler tarafından çıkarıldığı belirtiliyor.
Bilim insanların yetkinliklerinin değerlendirmesinde makale sayılarının son derece önemli olması, saygıdeğer dergilerde yayın süreçlerinin uzaması, çetin ceviz editörlerle karşılaşma ihtimalinin yüksek olması ve yırtıcı dergilerde yayın yapmanın bugüne kadar akademik itibari zedeleyen bir olgu olarak ortaya çıkmaması akademisyenleri bu dergilerde yayın yapmaya teşvik ediyor. Bazen de akademisyenler bu dergilerin editöryel eksikliklerinin farkında olmadan yayın yapabiliyorlar.
Bilimsel yayınların güvenilirliğini şüpheye düşüren, bilgi kirliliğine önemli katkıda bulunan ve açık kaynak olgusunu zedeleyen bu tür dergilerin olumsuz etkisiyle mücadelede somut bir adım, Almanya’da 5000’den fazla araştırmacının bu dergilerde yayın yaptığının ortaya çıkmasıyla atılmış. Almanya Eğitim ve Araştırma Bakanlığı konuyla ilgili bir soruşturma başlatmış.
“Akademik konferanslar”
Akademisyenler, bir süredir konferans davetleri bombardımanına tutuluyorlar. Bu yeni türeyen konferanslar çoğunlukla bilimsel ciddiyetten uzak bir içerikle yapılıyor. Davetlerde oturum başkanlıkları, açılış konuşmaları, sözel sunumlar ve ayrı oturum düzenleme teklifleri geliyor.
Bilimsel konferanslarda normalde oturum başkanlıkları veya açılış konuşmaları son derece titizlikle seçilir ve onur verici bir tarafı vardır. Fakat akademisyenlere uygulanan performans değerlendirmelerinde sözel sunumlara puan verilmesi, ciddiyetten uzak ve hatta insanların katılmadıkları halde sunum özetlerinin yayınlandığı konferansların sayısını da arttırıyor. Bu yazıya konu olan dergiler gibi bu konferanslara da “yırtıcı” sıfatını takmak yerinde olacaktır.
Bilimsel yayınların güvenilir olması ve dünyanın her yerindeki bilim insanlarının erişimine imkan sağlaması bilimsel gelişmenin en önemli unsurlarından. Dergilerin sağlıklı editöryel süreçleri olması güvenilirliğin sağlanmasında kritik rol oynuyor. Bu süreçleri doğru yöneten saygıdeğer bilimsel dergilerin çoğuna erişimde ise kısıtlar var, yüksek abonelik bedelleri bilim insanlarının bu yayınlara ulaşmasını zorlaştırıyor. Açık kaynak olan “yırtıcı” dergilere erişimin çok daha kolay olması, bu dergilerde yayınlanan ve bilimsel olmayan sonuçların yayılmasını kolaylaştırıyor. Akademik performans değerlendirmelerinde benimsenen sorunlu ölçütler de akademisyenleri “yırtıcı” dergilerde hızlıca yayın yapmaya teşvik ediyor. Dolayısıyla akademinin ve akademik yayınların var olan problemlerinden de beslenen yozlaşma söz konusu.
Bugün akademi, “yırtıcı” dergi/konferanslar diye tanımladığımız sinsi yapılanmaya karşı çözüm üretmek durumunda. Akademide yerleşmiş problemler ele alınmadan bu yapılanmanın önüne geçilemeyecek gibi görünüyor.
Defne Üçer Şaylan