Anaksimandros ve Doğa’nın kapıları

Anaksimandros'u gösteren rölyef. Kaynak: World History Encylopedia.

“Doğa’nın kapılarını ilk kez Miletli Anaksimandros’un açtığı söylenir.”[1]Eski Romalı doğa bilgini ve yazar Büyük Plinius’un (MS 23–79), “Doğa Tarihi” eserinden.

Bundan yaklaşık 2600 yıl önce, Ege Denizi kıyılarında yeni bir düşünme tarzı yeşermeye başladı. Bu topraklarda yaşayan bazı düşünürler, gözlediğimiz gerçekliğin arkasında tanrısal bir iradenin olmayabileceği; Tanrıların etki gücü ve kaprislerinin dışında kalan, birtakım değişmez ve evrensel ilkeler bulunabileceği fikrini ortaya attılar. Bu düşünce hareketinin kurucuları, MÖ 6. yüzyılda yaşamış iki Sokrat öncesi Yunan filozofu, Thales ile Anaksimandros idi. Onlardan önce, benzer görüşlerin ifade edilip edilmediğine dair herhangi bir bilgiye sahip değiliz.

Thales (MÖ 626/623—548/545) ve Anaksimandros (MÖ 610—545), İyonya bölgesinin en önemli yerleşim merkezi olan Milet’te doğdular. Yaşça daha küçük olan Anaksimandros’un, Thales’in öğrencisi olduğu söylenir. Ne yazık ki (Anaksimandros’dan kalan bazı son derece kısa fragmanlar dışında) bu iki filozofun eserlerinin hiçbiri günümüze intikal etmiş değil. Peki, düşünce sistemleri hakkında nasıl bilgi edinebilmişizdir? Bu, ancak birkaç yüzyıl sonra, başka yazarlar tarafından kaleme alınmış metinlere dayanarak, yani dolaylı ve elbette eksik bir biçimde mümkün olabilmiştir.

Thales ve Anaksimandros, zamanın inançlarını sorgulayarak, o sıralar kabul gören görüşlere eleştirel bakarak ve otoriteyi bir kenara iterek, bilimsel düşünüşün ilk yapı taşlarını döşedi. Fakat nasıl olmuştu da bu sorgulayıcı akıl yürütme şekli, tam o dönemde ve o bölgede ortaya çıkmıştı? Bu sorunun yanıtını, Milet’in jeopolitik konumu ve ekonomik durumunu inceleyerek verebiliriz.

Aydın’da, Milet antik tiyatrosu kalıntıları. Kaynak: Shutterstock

Milet hümanizması

İyonya diye adlandırılan bölge, İzmir’den Milet’in biraz güneyine kadar uzanan sahil şeridini kapsıyordu. Bu topraklar üzerinde oluşturulmuş İyonya Ligi’nin on iki şehir devletinden biri olan (Yunanlılardan çok önce kurulmuş) Milet, 6. yüzyıl Yunan dünyasının en müreffeh ve en önemli ticari limanlarından biri hâline gelmişti. Tarihçi Herodot’a göre Milet, “İyonya’nın cevheri”ydi.

İyonya’nın zenginliği, ticaretten kaynaklanıyordu: kuzeyde Karadeniz halklarına, doğuda Asya devletleri ve özellikle Suriye pazarlarına erişimi vardı Iyonyalıların; güneyde ise, Fenikeliler ile yoğun bir deniz ticareti yürütüyorlardı (Yunanlılar alfabelerini Fenikelilerden almıştır). Karadeniz sahilleri boyunca serpiştirilmiş, hatta İtalya, Fransa ve Mısır’a kadar uzanan kolonileri ve limanlarıyla, engin bir deniz imparatorluğuna hükmediyordu İyonya uygarlığı.

Milet, ekonomik güce sahip, dinamik bir toplumun yaşadığı, birkaç yüzbin kişilik kozmopolit bir kent olmakla birlikte, sıra dışı bir sanatsal, siyasi ve kültürel hamlenin merkezi hâline gelmiş, tarihte âdeta ilk kez gelişen bir hümanizma hareketine ev sahipliği ediyordu. Tarih boyunca, farklı kültürlerin kaynaşmasına olanak sağlayan coğrafyalarda, bilimin de geliştiğine tanıklık ederiz. İyonya uygarlığı, bu olgunun en erken örneği olsa gerek.

Peki, bilimsel düşünüşün ilk adımları sayılabilecek ne gibi fikirler ileri sürmüşlerdi Miletli filozoflar? Bu soruya, Anaksimandros’un düşüncelerine yer vererek bir yanıt getireceğiz yazımızın geri kalan kısmında.

Neydi Anaksimandros’un mesajı?

Anaksimandros, bilimsel düşünceye özetle şu görüşleriyle önemli katkılar sundu:

  1. Bir şeyin diğerine dönüşümü, bir “zorunluluk” ilkesi tarafından belirlenir. Biraz farklı söylersek, fiziksel fenomenler, bir neden-sonuç ilişkisini belirleyen yasalara tabidir; fenomenlerin akışı da, beraberinde zaman kavramını getirir.
  2. Dünya, uzayda duran sonlu boyutlara sahip bir cisimdir. Düşmez çünkü düşebileceği, tercihli bir yön yoktur. (Bu noktaya aşağıda geri döneceğiz.)
  3. Meteorolojik olayların doğal nedenleri vardır. Yağmur suyu, Güneş sıcaklığının etkisi altında ısınıp buharlaşan, deniz ve derelerdeki sulardır. Gök gürültüsü ve şimşek çakması, bulutların çarpışması ve bölünmesinden kaynaklanır. Depremler, yer kabuğunun çatlamasından meydana gelir.
  4. Dünya başlangıçta suyla kaplıydı ve bu su yavaş yavaş kurudu ve çekildi. Dolayısıyla, tüm canlılar denizden geldi.
  5. Kimi kaynaklara göre, ekliptik düzleminin (Dünya’nın Güneş etrafındaki yörüngesinin düzlemi) eğikliğini ölçen ilk kişi Anaksimandros’tur.
  6. Anaksimandros, Yunan dünyasında (muhtemelen Babil’den kaynaklanan) ‘gnomon’ kullanımını başlatan kişi oldu. Gnomon, yere dikey olarak yerleştirilen bir çubuktur (sonraları güneş saati mili olarak uygulandı). Bıraktığı gölgenin uzunluğu ölçülerek Güneş’in yüksekliği belirlenebilir. Gnomon kullanarak, Güneş hareketine dayalı karmaşık bir astronomi geliştirilebilir.
  7. Bilinen dünyanın ilk haritasını Anaksimandros çizdi.

Boşlukta duran bir cisim olarak Dünya

Anaksmandros’u elinde güneş saati ile gösteren bir antik mozaik. Kaynak: Wikipedia

Günümüzde pek çok kişi, Orta Çağ Avrupası’nda Dünya’nın düz olduğuna inanıldığını sanır, ancak hatalı bir düşüncedir bu: Dünya’nın küremsi bir yapıya sahip olup boşlukta durduğu, binlerce yıldır bilinen bir gerçektir.[2]“Phaedo” isimli eserinde Platon (MÖ yaklaşık 427-347) Sokrates’i konuşturur ve ona şu sözleri söyletir: “Benim kesin inancım, Dünya’nın göklerin merkezinde yuvarlak bir cisim olduğu ve bu nedenle destek olması için havaya veya benzeri bir güce ihtiyacı olmadığıdır.” Dünya’nın küremsi bir şekle sahip olduğu hakkında en eski kayıt, bu cümle olsa gerek. Bir iki nesil sonra, Aristoteles’in (MÖ 384-322) yazılarından anlaşılacağı üzere, küremsi bir Dünya fikri yaygınlık kazanmıştı.

Thales, Dünya’yı sonsuz bir okyanus üzerinde yüzen düz bir disk olarak hayal etti (Thales için su, son derece önemliydi, çünkü o, Evren’deki diğer her şeyin geliştiği temel madde idi.) Anaksimandros’a göre ise Dünya, silindirimsi bir şekle sahipti (Dünya aslında tam bir küre değildir, şeklen daha ziyade bir elipsoide benzer), fakat esas önemli olan bu değildir; görüşünün özgünlüğü, Dünya’nın, destek aldığı bir okyanusa ihtiyacı olmadan, uzayda serbestçe durabilen bir cisim olmasıdır. Anaksimandros’un bu fikri, kavramsal açıdan dev bir adım niteliğindeydi insanlık tarihinde. Aristoteles’e kulak verecek olursak: “Eskiler arasında, örneğin Anaksimandros gibi, Dünya’nın yerini kayıtsızlığı nedeniyle koruduğunu söyleyenler var. Onlara göre, yukarı, aşağı ve yana doğru hareketlerin hepsi … eşit derecede uygunsuzdu ve aynı anda zıt yönlerde hareket edebilmek imkânsızdı: bu yüzden [Dünya’nın] hareketsiz kalması gerekiyordu. Bu görüş çok zekicedir.” 20. yüzyılın büyük filozofu ve bilim tarihçisi Avusturyalı Karl Popper daha kesin bir dille ifade etti: “Kanımca Anaksimandros’un bu fikri, tüm insan düşüncesi tarihindeki en cesur, en devrimci ve en önemli fikirlerden biridir.”

Apeiron

Anaksimandros’tan bahsedip, apeiron kavramından bahsetmemek olmaz.

İyonya Okulu, Sokrat öncesi ilk Yunan felsefe hareketini oluşturur. Bu hareket içerisinde üç Miletli filozof yer alıyordu: şimdiye dek bahsettiğimiz Thales ile Anaksimandros ve ayrıca Anaksimenes (toplu olarak Milet Okulu olarak anılırlar). Daha sonra pek çok filozofun da yapacağı gibi bu üç düşünür, her şeyin temelinde yatan “ilk ilkeleri” aradı. Thales ilk ilkeyi “su,” Anaksimandros apeiron, Anaksimenes ise “hava” olarak tanımladı. Bizlerin bakış açısıyla bu tanımlamalar anlamsız gelebilir, ancak doğal dünyanın sunduğu karmaşıklık ve çeşitlilik ile karşı karşıya kaldığımızda, birleştirici bir kavram aramaya çalışmanın, zahmete değer bir entelektüel uğraş olduğu şüphe götürmez; işte, dünyanın oluşumu ve doğanın işleyiş ve çözümlerini aydınlatmaya yönelik basit ve evrensel bir model ortaya koymak istemişlerdi bu kişiler. (Modern parçacık fizik bilimi de kendini bu emele adamıştır.)

Anaksimandros’a göre doğayı oluşturan şeyler ve bu şeylerin çeşitliliği, “sınırsız” ya da “belirsiz” anlamına gelen, apeiron‘dan kaynaklanır. Apeiron, ne eskime ne de çürümeye tabi olan, algılayabildiğimiz her şeyin özündeki malzeme ya da malzemeleri sürekli üreten unsurdur. Her şeyin apeiron’dan kaynaklandığı gibi, nihayetinde her şey apeiron‘a geri dönerek yok olur. Apeiron’un içindeki sıcak ve soğuğun birbiriyle mücadele edişi sonucu, kozmik düzen oluşmuştur: evren de Dünya’mız da apeiron’dan meydana gelmiştir.

Apeiron, Yunan felsefesinde anlamlandırılması en zor kavram olabilir; hakkında hâlâ yazıp çizilmeye devam ediliyor. Ancak biz burada, Anaksimandros’un görüşünün özgünlüğüne dikkat çekmek isteriz: diğer düşünürler, realitenin karmaşıklığını basit bileşenler cinsinden açıklayabilmek için, örneğin su (Thales) ya da hava (Anaksimenes) gibi somut unsurlara başvururken, Anaksimandros, deneyim dünyamızın doğrudan bir parçası olmayan, ancak birleştirici bir öge olarak işlev görebilecek bir şeyin varlığını varsaymayı yararlı gördü. Kimi yorumculara göre, apeiron kavramını öne sürmekle Anaksimandros, Yunan felsefesini yüksek bir soyutlama düzeyine taşıdı. Ancak bununla kalmadı Anaksimandros, aynı zamanda, bilimin sonraki yüzyıllarda tekrar tekrar başarıyla başvuracağı bir yolun önünü açtı: gözle görülmeyen fakat doğal fenomenleri açıklamamızı sağlayan birtakım unsurların varlığını hayal etme yoluydu bu (elektrik ve manyetik alanlar, kütleçekim kuvveti, kuantum dolanıklığı, vb örnekler düşünülebilir).

Anaksimandros’u bir ateist olarak tanımlamak doğru olmaz, çünkü o, kozmik bir düzenin var olduğuna dair, dinî denilebilecek bir görüşe sahipti. Fakat aynı zamanda, rasyonel açıklamalar aramakla, fiziksel realitenin işleyişini birtakım doğaüstü, tanrısal güçler ile ilişkilendirmeyi reddetti. Daha genel bir ifadeyle, Milet Okulu’nun bilime temel katkısı, Doğa’yı, bir araştırma konusu konumuna getirmiş olmasıdır. Bu felsefi anlayışa göre Doğa, kendisini doğrudan ve bütünüyle deneyime açmamaktadır, dolayısıyla, fiziksel olayların nedenlerini ve yapısını araştırmalı ve incelemeliyiz. Hakikat erişilebilirdir, ancak aynı zamanda gizlidir; ona, gözlem ve akıl yoluyla ulaşabiliriz. Bu görüş, Anaksimandros’un ve tüm Milet Okulu’nun en değerli bırakıtı olmuştur.

Hâl böyleyken, bilimin köklerinin, günümüzde bilimsel düşünüşün bunca muhalefet gördüğü bir ülkede bulunuyor olması, insanlık tarihinin bir cilvesi olsa gerek…[3]İleri okumalar, kaynaklar:
-Carlo Rovelli, Anaximander and the Nature of Science, Riverhead Books, 2023.
-Doug West, Milesian Philosophers: Thales, Anaximander, Anaximenes, C&D Pubications, 2021.

Sedat Ölçer, Bilim Akademisi üyesi

 

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
1 Eski Romalı doğa bilgini ve yazar Büyük Plinius’un (MS 23–79), “Doğa Tarihi” eserinden.
2 “Phaedo” isimli eserinde Platon (MÖ yaklaşık 427-347) Sokrates’i konuşturur ve ona şu sözleri söyletir: “Benim kesin inancım, Dünya’nın göklerin merkezinde yuvarlak bir cisim olduğu ve bu nedenle destek olması için havaya veya benzeri bir güce ihtiyacı olmadığıdır.” Dünya’nın küremsi bir şekle sahip olduğu hakkında en eski kayıt, bu cümle olsa gerek. Bir iki nesil sonra, Aristoteles’in (MÖ 384-322) yazılarından anlaşılacağı üzere, küremsi bir Dünya fikri yaygınlık kazanmıştı.
3 İleri okumalar, kaynaklar:
-Carlo Rovelli, Anaximander and the Nature of Science, Riverhead Books, 2023.
-Doug West, Milesian Philosophers: Thales, Anaximander, Anaximenes, C&D Pubications, 2021.
Önceki İçerikTürkiye’deki bölgeler arasındaki verimlilik farkları bize ne söylüyor?
Sonraki İçerikArktik deniz buzunun yok oluşu: Arktik Mavi Okyanus Olayı
Sedat Ölçer

Bilim Akademisi üyesi Sedat Ölçer lisans ve doktora derecelerini Elektronik Mühendisliği alanında İsviçre Lozan Politeknik Üniversitesi’nden aldıktan sonra, 1981-1984 arasında Stanford ve Yale Üniversitelerinde araştırmacı olarak çalıştı. 1984-2012 arasında IBM’in Zürih Araştırma Laboratuvarı’nda farklı projelerde araştırmacı ve yönetici olarak yer aldı. Sonrasında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği, Bilgisayar Bilimleri ve Bilgisayar Mühendisliği bölümlerinin başkanlığını ve Fen Bilimleri Enstitüsü’nün direktörlüğünü yaptı. Uzmanlık alanı enformasyon kuramı, veri iletimi, veri saklama, sinyal işleme ve algoritmik sistemlerdir. Diğer uzmanlık alanı bilim ve teknoloji tarihi, bilim felsefesi ve evrim kuramıdır.