Üniversitelerimizde önemli bir sorun: İçten beslenme

Shutterstock

Akademiya‘nın Türkiye’de hayal ettiğimiz bir üniversite sistemi ve araştırma ortamı için gerekli unsurları ve bunları nasıl hayata geçirebileceğimizi ele alan yapıcı bir tartışma platformu olmasını amaçlıyoruz. Akademiya yazılarında yer alan fikirler yazarlara aittir.


İçten beslenme ve hareketlilik kavramları birlikte ele alınmalı

İçten beslenmeyi, Anglo-Saxon eğitim sisteminden gelen “inbreeding” kavramının Türkçe karşılığı olarak kullanıyoruz.  Temelinde bir kurumun kendi yetiştirdiği bireylerle büyümesini tanımlıyor. Üniversite bağlamında ise, bir bölümün kendi doktora öğrencilerini öğretim üyesi olarak alma geleneğinden bahsediyoruz. Bu tanım biraz gri bir bölgeye düşüyor, yani hangi koşullar içten beslenmeyi tanımlar? O zaman ikinci bir kavramı da devreye sokmak gerekiyor, o da hareketlilik. Bu kelime de “mobility”nin karşılığı. Bir araştırmacı doktorasını aldıktan sonra başka bir kurum/ülkede çalışıp tekrar kendi kurumuna dönerse bu da bir içten beslenme midir? Bu iki kavramın ilişkisi Seeber tarafından Belçika örneğinde tartışılmış.[1]Seeber, M., Debacker, N., Vandervelde, K. (2016) Mobility and inbreeding in the heart of Europe. What factors predict academic career in Dutch-speaking Belgian universities?, Conference paper Hareketlilik olanakları her ülkede farklılıklar gösteriyor ve içten beslenmeye etkileri de farklı.

İçten beslenme neden bir sorun olarak algılanmalı?  Öncelikle sorun olarak tanımlanması için sayıların istatistiksel olarak anlamlı bir düzeye ulaşması lazım. Yani bir bölüm iki eski öğrencisini işe almışsa bu kararın ne kadar sağlıklı olduğunu tartışmak anlamlı değil. Ama bölümün yarısı eski mezunlar ise, kanımca ciddi bir hata ile karşı karşıyayız. Bu konuda yapılmış ve verilere dayanan çok sayıda araştırma var.[2]Altbach, P.G., Yudkevich, M. & Rumbley, L.E. (2015) Academic inbreeding: local challenge, global problem. Asia Pacific Educ. Rev. 16, 317–330, https://doi.org/10.1007/s12564-015-9391-8  Bu yazı ise böyle kapsamlı bir çalışma sunmaktan ziyade ülkemizde de bunun bir problem olduğunu vurgulamak için yazıldı.

Bölümlerin eski öğrencilerine yönelmesinin hem duygusal hem pratik nedenleri var

Öğretim üyesi ihtiyacı için eski mezunlara yönelmenin birkaç nedeni var.  İlki hissi nedenler; iş bulmanın zor olduğu bir ortamda eski öğrencilerine iş olanağı vermenin getireceği bir huzur duygusu var. Bu yeni akademisyenler işi veren kişiye (şart olmamakla beraber) saygı duyacaklar, çok da itiraz etmeyecekler. İkinci ve daha önemli nokta ise, doktora hocalarının araştırmalarını çok iyi bilen kişiler olarak bu araştırmaları sürdürmelerine yardımcı olacaklar. Bilhassa deneysel sahalarda bu nokta çok önemli oluyor. Eğer doktora hocası zaten laboratuvara girmiyorsa, o zaman işini yaptıracak deneyimli elemanlar alınmış oluyor. Bu genç akademisyenin de işine gelir, baştan laboratuvar kurmak, ona para bulmak zorunda kalmaz. Ama bu tarz bir büyümenin bölüme katkıda bulunması çok da olası değildir. İstisnaları dışarıda bırakırsak çoğunlukla eski yapılan işlere devam edilir. O konularda zaten bir bilgi birikimi bölümde vardır ve çok dar bir sahada tekrarlar içeren araştırmalar devam eder. Üniversitelerarası ilişkilerin zayıf olduğu bir ortamda, bilgiye katkısı asgari olan çalışmalar sürer durur.

Genellikle doktora sırasında bir konuya odaklanan öğrencinin ufkunun genişlemesi için ise ortam değişikliği bence şarttır. Sadece mekan da değil, ben post-doktora arayanlara hep tezlerinden farklı konulara girmelerini öneririm.

Tercihen bilimsel olarak daha ileri olan başka bir kurumdan gelen öğretim üyesi yeni bilgileri getirir, yeni sahalar açılmasına neden olur ve eğitime farklı bakış açıları getirir.  Bilhassa yeniliklerin çok hızlı geliştiği alanlarda bu kan değişikliği vaz geçilemez bir seçenektir. Kanımca bir üniversite genç öğretim üyelerinin kalitesi paralelinde yükselir.

Seeber makalesinde içten beslenme ve hareketlilik kavramlarının ülkelere göre gösterdiği değişiklikler de belirtiliyor. ABD, Birleşik Krallık ve İsviçre gibi ülkeler bilimsel olarak cazip iş olanakları sunduğu için, iş ilanları uluslararası ortamda veriliyor ve adaylar arasından en iyileri seçilebiliyor.  Bu ülkelerde hareketlilik olanakları, içten beslenmeye karşı durulabilmesini sağlıyor. Buna karşılık İspanya, Polonya veya İtalya gibi ülkeler işe alımları daha kapalı bir şekilde yürütüyor ve kendi mezunlarının kabul edilme oranları daha yüksek. Daha katı kuralların olduğu Almanya’da ise habilitasyon (bizim doçentlik ünvanımız) yapılan üniversitede sadece bizdeki Dr.Öğr.Gör. pozisyonuna atama yapılabilmesi, profesörlük için başka üniversiteye geçmek şartıyla içten beslenmeye kategorik olarak karşı çıkılıyor.[3]German academic job titles explained, https://academicpositions.com/career-advice/german-academic-job-titles-explained  Türkiye de İspanya gibi ikinci grupta, aslında belki de üçüncü bir grupta çünkü bu üç ülke de bilimde Türkiye’nin çok önünde.

Türkiye’de içten beslenmeyi destekleyen pek çok gerekçe var

Öncelikle Türkiye içinde hareketlilik son derece zayıf. Bir öğrenci doktorasını aldıktan sonra, post-doktora çalışmaları için gidebileceği pozisyon sayısı çok az. Eskiden hiç olmamakla beraber, şimdi değişik proje destekleri nedeniyle az sayıda pozisyon var. Ama öğrenci bir asistanlığa sahipse ve/veya evli ise bulunduğu yerden ayrılıp bir başka kurumda çalışmayı istemiyor, bu maddi açıdan da bir kayıp oluyor. Yurt dışına gidişler ise, iyi bir araştırma grubundan gelmiyorsanız çok kolay değil. O zaman bekleyip, bölümde kadro açılınca girmeyi planlamak kalıyor geriye.

İçten beslenmenin sorun olduğu konuşulduğu zaman hemen kolayca yapılabilen bir itiraz var. Yurt dışından gelen her akademisyen iyi mi? Veya çalıştığı kurumda doktora yapıp gayet güzel işler yapan kişiler örnek veriliyor. Tabii ki her iki gerekçe de son derece makul, bunların pek çok örneğini kişisel olarak tanıyorum.  Ama daha önce vurguladığımız gibi bu durum sayılar büyüdükçe sorun olmaya başlıyor. Eğer bölümdeki öğretim üyelerinin büyük çoğunluğu içeriden geliyorsa, gelişim için çok önemli bir kaynağı kapatıyoruz.

Türkiye’deki duruma ait bazı tespitler için eski birkaç üniversitemizdeki kimya bölümlerindeki öğretim üyelerinin profillerine baktım. Vakıf üniversiteleri ve nispeten yeni açılan üniversitelerin henüz kendi yetiştirme programlarını aktif hale getirecek vakitleri olmadığı için doğal olarak dışarıdan öğretim üyesi alıyorlar.  Yıllardır eğitim veren üç üniversitenin web sitelerindeki kısa bir dolaşma kendi doktoralı öğretim üyelerinin oranlarının % 85 ile %93 arasında değiştiğini gösteriyor. Bu rakamlar web sitelerinin oldukça eksik olmaları nedeniyle mutlak sayılar değil ama hata payları da %10 bile olamaz. ODTÜ gibi içten beslenmeye direnen kurumlarda bu sayı çok daha az ama maalesef Kimya Bölümü sitesinden bu bilgileri alamadım.  Kimya Mühendisliği bölümünde, gene eksik bilgilerle, %25 civarında bir rakama ulaşıyorum. İki üniversitede ise elektrik-elektronik mühendisliğinde bu rakamlar %46 ve %74.  ODTÜ’de doktora mezunlarını yurtdışı deneyim olmadan işe almama kararı bundan 25 sene önce bütün direnişlere rağmen alınmıştı, bunun günümüze olumlu olduğunu düşündüğüm yansımasını eminim ODTÜ yöneticileri izliyorlardır. Benzer bir uygulamanın Boğaziçi Üniversitesi’nde olduğunu zannediyorum. Daha önce vurguladığım ABD, İsviçre’ye karşılık Polonya örneğinde olduğu gibi ülkemizde de ODTÜ, Boğaziçi gibi kurumlar daha cazip iş merkezleri oldukları için, içten beslenmeye karşı çıkabiliyor.

Türkiye’deki birçok üniversite dışarıdan öğretim üyesi bulmakta ciddi sorunlar yaşayabilirler. Bu konuda gerek ülkenin genel ekonomik durumu gerekse de coğrafi olarak öğretim üyesi çekme fırsatları az olabilir. Yine de bu bölümler işin kolayına kaçıp kendi mezunlarını istihdam etmek yerine, nasıl olup da farklı düşünceleri getirebilecek insanları çekebileceklerini düşünmek ve planlamak zorundadırlar. Üniversitelerin gelişmesi genç öğretim üyelerinin başarısı ile doğru orantılıdır.

Verilen sayısal gözlemler sosyal bilimler veya tıp fakültelerinde çok farklılıklar gösterebilir ve bu alanların dinamikleri de farklı çalışıyor olabilir. O nedenle içten beslenmenin getirebileceği sorunları bu alanlardaki araştırmacıların değerlendirmesi gerekiyor.

Ersin Yurtsever
Bilim Akademisi üyesi, Koç Üniversitesi Kimya Bölümü

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
1 Seeber, M., Debacker, N., Vandervelde, K. (2016) Mobility and inbreeding in the heart of Europe. What factors predict academic career in Dutch-speaking Belgian universities?, Conference paper
2 Altbach, P.G., Yudkevich, M. & Rumbley, L.E. (2015) Academic inbreeding: local challenge, global problem. Asia Pacific Educ. Rev. 16, 317–330, https://doi.org/10.1007/s12564-015-9391-8
3 German academic job titles explained, https://academicpositions.com/career-advice/german-academic-job-titles-explained
Önceki İçerikYeni bir Yükseköğretim Kanununa doğru
Sonraki İçerikMeraklısına Bilim: Özerklik nedir? Üniversiteler neden özerk olmalı?
Ersin Yurtsever

Bilim Akademisi üyesi Ersin Yurtsever,  ODTÜ Kimya Bölümü’nden 1971 yılında lisans ve 1973 yılında yüksek Teorik Kimya dalında yüksek lisans derecesini aldı.  Virginia Commonwealth Üniversitesi’nde (ABD) yaptığı Kimya doktorasını 1976 yılında tamamladı. Araştırma alanı, kimyasal olayların matematiksel modellemeleridir.

ODTÜ Kimya Bölümü’nde öğretim üyeliği (1980-1995), ODTÜ Eğitim Fakültesi Dekanlığı (1993-1995), Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Yönetim Kurulu üyeliği (1997-2001), Koç Üniversitesi Fen ve İnsani Bilimler Fakültesi Dekanlığı (2001-2008), Koç Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanlığı (2008-2010) yaptı.

1995’ten bu yana da Koç Üniversitesi Kimya Bölümü’nde öğretim üyesi olan Ersin Yurtsever, Bilim Akademisi’nin kurucu üyelerindendir ve 2011-2017 yılları arasında yönetim kurulu üyeliği yapmıştır.