Covid-19 ve kentler I: Yönetim açmazı

İstanbul, Kasım 2020, Shutterstock

Covid-19 virüsü ilk kez 2019’un son haftalarında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıktı. 11 Mart 2020’de Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) etkenini SARS-CoV-2 olarak isimlendirdiği küresel bir salgın ile karşı karşıya olduğumuzu ilan etti.[1]Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 11 Mart 2020’de Covid-19 vakalarının ilk görüldüğü Çin dışında hızla yayılmasının ardından dünya genelinde salgın ilan etti.((WHO Director-General’s opening remarks at the media briefing on COVID-19 – 11 Mart 2020 Covid-19 vakalarının yüzde 90’ının kentlerde görülmesi sebebiyle UN-HABITAT örgütü Haziran ayında salgının merkez üssünün kentler olduğunu açıkladı.[2]UN Policy Brief: COVID-19 in an Urban World, July 2020. Dünya nüfusunun yarıdan fazlası kentlerde yaşıyor. Solunum yoluyla son derece kolay bulaşan bu virüsün kentlerde hüküm sürmesi elbette şaşırtıcı değil.[3]2020 verilerine göre dünya nüfusunun yüzde 56,15’i kentlerde yaşamaktadır.

Kentleşme, küreselleşme olarak adlandırılan 1980 sonrası dönemde tüm dünyada hız kazandı. Kentlerdeki yerleşimler kent merkezlerinin sınırlarını aştı ve özellikle çeperlerde düzensiz ve marjinal yerleşimlerin oluşmasına sebep oldu. Bugün Doğu ve Güney-Doğu Asya, Sahra altı Afrika, Orta ve Güney Asya ülkeleri başta olmak üzere bir milyardan fazla insan bu tarz düzensiz yerleşim alanlarında yaşıyor. [4]“Make cities and human settlements inclusive, safe, resilient and sustainable.” Sustainable Cities and Communities Sağlık, hijyen, altyapı ve eğitim gibi kentsel hizmetler hızla büyüyen bu düzensiz yerleşimlere ulaşmakta oldukça gecikiyor. Ancak bu olumsuzluklara rağmen önümüzdeki yıllarda kent nüfusunun daha da artması ve 2050’de dünya nüfusunun yüzde 68’inin kentlerde yaşaması bekleniyor.[5]68% of the world population protected to live in urban areas by 2050, says UN. 16 Mayıs 2018. 

Kentler sağladıkları hizmetler, fırsatlar ve sahip oldukları “umut kapasitesi” ile birer cazibe merkezi olmayı sürdürüyor. Tarihsel süreçte her daim farklı kültürlerin birbirine temas ettiği ve iç içe geçtiği yerler olmuşlarsa da bugün kentler, bu özelliklerinin doruk noktasına ulaştılar. Yerel, ulusal ve uluslararası ağların kesişme noktası olan kentler, aynı zamanda enfeksiyon hastalıkları ve Covid-19’un farklı ülkelere ve coğrafyalara yayıldığı noktalar. Tam da buradan hareketle, salgın yönetiminin aynı zamanda kentlerin yönetimi demek olduğunu söylemek mümkün.

Kentler hem insan nüfusunun en yoğun olduğu hem de sağlık sistemi başta olmak üzere hizmet kapasitesinin en güçlü olduğu mekânsal birimler. Kentleri yöneten belediyeler ya da yerel yönetimler ise bir kriz anında insanlara en çabuk ulaşabilen resmî kurumlar. Gelişmiş ülkelerde belediyeleri merkezî yönetimlerin operasyonel alandaki en kuvvetli organı olarak değerlendirmek mümkün. Ancak batıdaki yerel yönetimlerin özerk bir karaktere sahip olabildiklerini de unutmamamız gerekiyor. Bu kapsamda yerel yönetimleri hükümetlerin hazırladığı eylem planlarına katkıda bulunan, uygulayan, hizmet sağlayan ve sürdürülebilir yaşam kalitesinin merkezî unsuru olarak değerlendirmek mümkün.[6]The WHO European Healthy Cities Network: a response to the COVID-19 pandemic close to the people Bu tablo kusursuz görünmekle birlikte Covid-19 salgını gibi ani, büyük ve derin bir krizde merkez-yerel iş birliğinin verimli biçimde işlemeyebileceğini gördük. Yerel yönetimlerle iş birliği yapan merkezî hükümetlerin, salgınla mücadelede başarı şansının çok daha yüksek olduğunu gözledik.

Salgının ikinci yılı geride kalırken aşının bulunmuş olması ve aşılamanın süratle yapılması dünyaya ümit verdi. Ancak hem aşının ülkeler arası eşit dağıtılamaması ve aşı-karşıtlığı hareketi hem de Covid-19 virüsünün dik başlı yapısı ve varyantların ardı arkasının kesilmemesi bu sürecin daha da uzayacağının göstergesi. Bu süreçte yaşanan olumsuzlukların nasıl telafi edileceği ise ayrı bir tartışma konusu olmaya devam ediyor. Bu yazıda salgının kentleri nasıl etkilediğine genel hatlarıyla değinmeye çalışacağız. Bu kapsamda kentlerin salgın ile mücadelesi, onu yönetmesi, kentlerde yaşayanların salgından nasıl etkilendiği ve sorunların nasıl aşılması gerektiğine dair soru ve sorunları tartışacağız.

Yönetim açmazı

İspanyol gribi salgınında maskeli kadınlar, 1919 Avusturalya. Kaynak: Rawpixel.

Covid-19 salgını insanoğlunun da kentlerin de karşılaştığı ilk salgın değil. Salgınlar tarih boyunca kentleri etkiledi ve değiştirdi. Örneğin 17. yüzyıl Londra’sı veba ile mücadelede farelerden (etkenin rezervuarı) insanlara bulaşı önlemek için temel yapı malzemesi olarak ahşap yerine bugün artık kente karakterini veren tuğlayı kullanmaya başlamıştı. 19. yüzyıl Paris’inin bulvarları ve caddeleri sadece 1848 devriminin artçılarını önlemek için değil, kentte hijyen ve sağlık koşullarını iyileştirmek için de genişletilmişti.[7]Inkoom, D. (2021, May 9). The implications of COVID-19 on urban development research in Africa. Bundan yüz yıl evvel görülen İspanyol Gribi kendisi ile eş zamanlı olarak yaşanan Birinci Dünya Savaşından daha fazla insanın ölümüne neden oldu. Bu salgın ABD kentlerinde başta kent yoksulları ve kırılgan gruplar olmak üzere milyonlarca insanın hayatını olumsuz yönde etkiledi.[8]Matthew, R. A., McDonald, B. (2006). Cities under Siege: Urban Planning and the Threat of Infectious Disease (72:1, 109-110). Journal of the American Planning Association. 

Kuala Lumpur şehir merkezi, 2017. Kaynak: Wikipedia.

İkinci Dünya Savaşından sonra Soğuk Savaşın iki kutuplu dünyası 1970’lerin sonuna dek ekonominin ve kentleşmenin büyüdüğü bir dönem. 1980’lerde Soğuk Savaşın zayıflaması ve ardından çökmesi ile siyasette demokrasinin, ekonomide ise neoliberal politikaların baskın olduğu ve halen içinde yaşadığımız sürece girildi. Artık küreselleşen bir dünya söz konusuydu ve kentler de bu gelişmelerden kendine düşen payı aldı. Paris, Londra, New York birer küresel kent oldu, gelişmekte olan ülkelerin São Paulo, İstanbul, Kuala Lumpur gibi kentlerinin yıldızları parladı, küçük ve kendine has kentler ise aradan sıyrılmaya başladılar. Kısaca, kentler büyüdü, kendine daha fazla insan çekti, fiziksel ve ilişkisel olarak aralarındaki bağ kuvvetlendi ve kendi etraflarındaki dünyayı etkileri altına aldılar.[9]Genç, F., vd. (2021). Kentlerin Türkiyesi: İmkânlar, Sınırlar ve Çatışmalar. İstanbul: İletişim Yayınları.

2009’daki H1N1 salgınında halka maske dağıtan askerler. Kaynak: Wikipedia.

Kentler farklı ölçeklerde de olsa ekonominin, ticaretin, hizmetlerin, kültürün, sanatın, eğitimin ve elbette tüketimin odağı haline geldi. Kentler sadece insanları ve çeşitli üretim araçlarını değil, aynı zamanda enfeksiyon hastalıklarını da kendilerine çekti. Bu bağlamda 2000’li yıllarda meydana gelen SARS (2003) ve H1N1 (2009) salgınlarının ardından salgın ve kentleşme ilişkisine yer veren pek çok çalışma da gerçekleştirildi.[10]Ravi, Duggal (23 May 2020). Mumbai’s Struggles with Public Health Crises from Plague to COVID-19 (Vol LV No 21, 17-20). Economic & Political Weekly. Özellikle 2009 salgını sonrasında, DSÖ’nün çağrısı üzerine birçok ülkede “pandemi hazırlık planları” oluşturuldu; ancak 2020’de yaşananlar bize bu planların uygulanabilirlikten yoksun, kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm dokümanlar olduğunu gösterdi.[11]DSÖ’nün Avrupa ofisinin web sitesinde Covid-19 salgını öncesinde pandemi planlarını hazırlayan 15 ülkeye ve planların kendisine yer veriliyor. Publicly available plans prepared after 2009 pandemic Tüm bu çalışmalara rağmen son derece kolay bulaşan Covid-19 dünyayı hazırlıksız yakaladı. Salgının ortaya çıktığı ilk günlerden itibaren, sorunun kentler üzerindeki etkisi ve kentlerin verdiği yanıt, salgının yönetimi ve kontrolü bağlamında en çok izlenen ve tartışılan konu başlıklarından birisi oldu.

Kentleşme, yerel yönetimler ve dirençlilik

Kentleşme konusunda benimsenen en önemli hedeflerden birisi gerek doğal gerekse de toplumsal krizlere karşı kentlerin dirençli hale gelebilmelerini sağlamak. Dirençlilik kavramı BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ya da BM-Habitat raporları[12]Trends in Urban Resilience 2017, UN HABITAT, 2017. gibi evrensel belgelerden yerel çalışmalara dek vurgulanan ortak bir kavram. Covid-19 salgını mevcut siyasi ve ekonomik sistemin bir turnusol kâğıdı oldu ve tüm sistemin aslında ne kadar dirençsiz olduğunu da tüm yalınlığıyla tespit etti. Gelişmiş ülkelerin salgın ile baş etmedeki yanılgıları ve tereddüdü salgının daha da büyümesine sebep oldu. Bu noktada gerek salgının merkez üssü olması gerekse de sağlık hizmetleri alanındaki kapasiteleri nedeniyle kentler ve kentlerin yönetimi dünya gündeminde de ilk sıralara yerleşti. Bu kapsamda kentlere dair söz konusu yönetim kararlarının kimler tarafından alınıp, hangi politikaların uygulanacağı tartışması pek çok ülkede benzer biçimde yaşandı ve hâlâ da yaşanmaya devam ediyor.

Bu vesileyle sağlık bilimlerini ilgilendiren ani ve kapsamlı sorunların üstesinden gelmede yönetim mekanizmalarının ne kadar hayati bir öneme sahip olduğu görüldü. Nitekim sağlık sistemlerinin en çok gelişmiş olduğu düşünülen ülkeler, neoliberal eğilimlerin bir sonucu olarak koruyucu hekimlik gibi konuların geri plana alınması ve daha pahalı, sofistike tedavi yöntemlerinin ön plana geçmesi gibi yapısal değişikliklere gidilmiş olunması nedeniyle, salgınla mücadelede önemli kayıplar verdi. Neticede salgınla mücadelede etkin bir yöntem benimseme ve uygulamaya koyma konusunda gelişmiş olarak nitelenen ülkeler başarılı olamadılar. Dünyada farklı yönetim prensiplerini benimseyen ve uygulayan ülkelerin birbirinden ayrışan yöntemleri de ayrı bir tartışma konusu oldu.

Pandemi ilanından önce, Ocak 2020 sonunda, Çin’de pek çok insan maske kullanıyordu. Kaynak: Wikipedia.

Çin, Covid-19 salgınıyla daha kısa sürede baş etmeyi başarırken liberal demokrasilerin umulanın aksine, hatta kimi durumlarda kamu sağlığının hilafına olacak kararlar aldığı görüldü. Yerel yönetim ile merkezî hükümetler arasındaki çekişme ya da çatışmalar da sorunun farklı bir boyutunu oluşturdu. Oysa araştırmalar gösteriyor ki, yerel yönetimler, diğer afetlerde olduğu gibi, salgınlara ve onlarla büyüyen toplumsal ve ekonomik sorunlara yanıt vermede öncü bir role sahipler.[13]Role of local govRole of local goRole of local governance in responding to COVID-19 in Asia-Pacific. Bu konuda dünyanın farklı ülkeler için farklı konularda yapılmış olan pek çok çalışma var. Örneğin, Macaristan’daki yerel yönetimlerin işbirliği üzerine; Baranyi, N., Barsi, B., Narai. M. (2021) Online Communication of Local Governments During COVID-19 Pandemic in Hungary. Front. Polit. Sci., 29 September 2021. https://doi.org/10.3389/fpos.2021.711170; Leading the Local Response to COVID-19: The Role of Local Government (2020), In the doom of hope: local governments as key agents to respond to the pandemic (2021), Five lessons for local governments during COVID-19 (2020)

Yerel idarelerin salgın yönetimindeki önemi: Dünyadan örnekler

Yereldeki sağlık hizmetlerini kamu personeli ve sivil toplum ile iş birliği içinde etkin kullanan belediyeler erken tanı ve izolasyona giderek o kentte erken koruma sağlayabildi. Çin’in Guangzhou veya Güney Kore’nin Daegu kentleri başarılı örnekler arasında yer alıyor. Yerel yönetimler bağlamında önemli bir uluslararası kuruluş olan UCLG (Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Teşkilatı) de yerel ve merkezin iş birliğinin önemine işaret ediyor. Bu rapor, pandemi planları yapılırken yerel yönetimlerin bu plana dahil edilmesi gerektiğini; belediye başkanı ve yerel liderlerin salgın ile mücadele süreçlerinin yürütücüsü olması gerektiğinin altını çiziyor.

Uzun vadeli kent vizyonları, afet öncesinde hazırlanan planlar, temel sağlık hizmetlerine yeterli yatırım, erken uyarı sistemleri, farklı sektör ve paydaşların koordinasyonu gibi üzerinde düşünülmüş p lan ve programlar aniden patlak veren salgın veya deprem gibi afetlere etkili yanıt verilmesine imkân sağlıyor. Bu tarz bütünleşmiş bir kentsel yönetim virüsün daha hızlı bir biçimde yayılmasına mâni olduğu gibi ekonomik ve toplumsal desteklerin verilmesini de mümkün kılabiliyor.

Singapur, Tayvan ve Güney Kore’nin yapmış olduğu geniş kapsamlı acil eylem planları SARS ve H1N1 salgınlarından alınan dersler neticesinde hazırlanmıştı. Portekiz’de yer alan Setubal kenti Belediye Acil Eylem Planı hazırlayıp başarıyla uygulayan kentlerden birisiydi. Endonezya’yı temel alarak yapılan bir çalışma da, verileri etkili biçimde değerlendirebilen yerel yönetimlerin Covid-19 ile mücadelede başarılı olduğunu bir kez daha gösterdi.[14]Sevindik, İ., Tosun, M.S., & Yılmaz, S. (2021). Local Response to the COVID-19 Pandemic: The Case of Indonesia (13 (10), 5620). Sustainability. https://doi.org/10.3390/su13105620 Bangladeş gibi eylem planı olmayan, teknolojik kapasitesi zayıf ve kalabalık ülkeler, salgına kısa sürede ve etkin biçimde cevap vermekte zorlandılar.

Hindistan’ın Chennai kentinde Covid-19 duvar resmi. Kaynak: Wikipedia

Yönetimdeki farklı aktörlerin ve ekonomideki farklı sektörlerin çekişme ve çatışmalarını önlemek, sınırlı kaynakların salgın sırasında etkin ve verimli kullanımını sağlamak için de önemli. Nitekim, merkezî ve yerel yönetimlerin farklı öncelikleri, özellikle merkez ve yerel arasındaki arasındaki çatışma salgın sırasında kaynakların etkin kullanımını imkânsız hale getiriyor. Bu durumun örneklerine ABD, Avustralya ve Türkiye’de rastlandı. Avustralya’da salgının sınırlandırılması için resmî kurumlar kendi önceliklerine uygun önlemler alırken ülke genelinde kurumlar ve eyaletler arası iş birliğinin beklenildiği kadar güçlü ve verimli olmadığı gözlendi. Özellikle eyalet sistemlerinin olduğu ülkelerde bu tarz birbirinden farklı politikaların benimsenip uygulanması salgınla mücadeleyi kent temelinde daha da karmaşık hale getiriyor. Yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluklarının anayasalar tarafından net bir biçimde tanımlanmaması, kentlerin sınırlı finansal kaynaklara sahip olması onları merkezî ya da eyalet yönetimlerine bağımlı hale getiriyor.

Dünyadaki farklı uygulamalara baktığımızda, Vietnam’da merkez tarafından alınmış olan önlemlerin toplumsal tabanda benimsendiği ve topluluk örgütlenmeleri ile desteklendiği gözleniyor.

Hem merkezi hükümetin hem de yerel yönetimlerin etkin olduğu ikili bir yönetim anlayışı salgın sırasında önlemlerin zamanında alınmasını, uygulanmasını ve bu sayede virüsün yayılımının önlenmesini, sosyo-ekonomik etkilerinin azaltılmasını kolaylaştırıyor. Bu formülün mümkün olmasını sağlayan iki faktör var: hükümete güven ve kentte yaşayan vatandaşların bu sürece etkin biçimde dahil olması.

Sivil toplum ve müşterekler alanındaki iş birliği ve katılım, özellikle merkezî yönetimlerin önlemlerinin yetersiz ya da etkisiz olduğu anlarda oldukça önemli. Örneğin Hindistan’da sivil toplum örgütleri yemek dağıtımları esnasında verimli çalışarak kapanma dönemlerinde açlık dalgalarının ortaya çıkmasına engel oldular.[15]COVID-19 is creating a hunger catastrophe in India – here’s an opportunity to break the cycle: https://www.weforum.org/agenda/2021/06/COVID-19 -pandemic-hunger-catastrophe-india-poverty-food-insecurity-relief/

Sonuç olarak, yukarıda gördüğümüz farklı durumların net bir biçimde ortaya koyduğu üzere kentlerde ve yerel yönetimlerde sivil toplum ve dayanışma vizyonuna sahip, güçlü yerel yönetimlere imkân tanıyan ve paydaş katılımına zemin hazırlayan uzun vadeli bütünleşmiş bir yönetim anlayışının benimsenmesi ve uygulanması öncelikler arasında yer almalı. Bir başka deyişle, merkezî yönetimler toplumun farklı kesimlerini kapsayan, hak temelli bir yerelliğe alan açan bu politik yaklaşımla uzlaşma yoluna gitmelidir.

Kent ekonomilerinin kırılganlığı

Covid-19 kapsamındaki uzun süreli kapanma süreçleri kent ekonomilerine olumsuz etki yaptı. Kentlerde sosyal hizmetlerin ve önlemlerin yetersiz olması ve tedarik zincirlerinin aksaması gibi etkenlerden dolayı kent yoksulları ve alt–orta gelir grubundaki kişiler için gündelik hayat, sağlık riskleri kadar ekonomik ve toplumsal riskleri de beraberinde getirdi. Bununla beraber kentlerin ekonomisinin belli tedarik zincirlerine ya da belli sektörlere odaklandığı gözlendi ve bu durumun da kent ekonomisinin dirençli olmasına engel olabildiği görüldü. Covid-19 salgını kentlerin ekonomilerinin bir hayli kırılgan olduğunu ortaya çıkardı. Özellikle sosyal mesafe açısından sorunlu bir alan olan turizm, yeme-içme ve eğlence sektörleri pek çok kentin bel kemiğini oluşturan sektörler, ziyadesiyle etkilendi. Örneğin Ukrayna’nın Lviv kentine giden turist sayısında yüzde 40 ile 60 arasında düşüş yaşandı ki bu oldukça yüksek bir oran.[16]Sharifi, A., Khavarian-Garsmir, A. R. (2020). The COVID-19 pandemic: Impacts on cities and major lessons for urban planning, design, and management (749). Science of Total Environment. https://doi.org/10.1016/j.scitotenv.2020.142391 Aslında bu durumun örnekleri 20. yüzyıldaki dünya savaşları sırasında yaşanmıştı, ancak son on yıllardaki küreselleşme dalgası ekonomileri hızla dışa açık hale getirdi. Kısaca, salgın ile birlikte mevcut ekonomik sistemin kırılganlığı ortaya çıktı.

Oysa kent ekonomilerinin kendi-kendine yeterli hale gelmesi, çeşitliliğe ve farklılığa izin veren bir ekonomik yapıya evrilmesi önemli. Tedarik zincirlerinin de çeşitlenmesi ve özellikle de yerele ağırlık vermesi öncelik haline getirilmeli.

Covid-19 salgınının ekonomik olarak herkesi eşit biçimde olumsuz etkilediği görüşü de bilim insanları tarafından sorgulanıyor. Salgının etkilerinden kaçınma hali o kişilerin mevcut toplumsal ve ekonomik statüsü ile doğrudan ilişkili. Örneğin Çin’de yüksek öğrenim diplomasına sahip olmak, aileden gelen bir gelire sahip olmak, Komünist Parti üyeliği ya da devlet dairesinde çalışmak ekonomik yükü hafifleten faktörler arasında yer alıyor. Romanya ve Polonya’da da en yoksul ve marjinal bölgelerin salgından daha çok etkilendiği gözlendi; mevsimlik ya da göçmen işçiler salgından en olumsuz biçimde etkilenen gruplardan birisini oluşturuyor. Hindistan’da salgın nedeniyle evlerine dönmek zorunda kalan mevsimlik işçiler arasında 800km’den daha uzun bir mesafeyi yürümek zorunda kalanlar oldu. Bu işçiler kırsaldaki evlerine döndüklerinde Covid-19 virüsünü de beraberlerinde taşıdılar. Nitekim, Hint hükümeti 14 günlük karantina ilan ettiğinde, artık virüs hızla kırsal alana yayılmıştı. Hindistan nüfusunun yüzde 66’sı kırsal alanda ve sosyal mesafeyi mümkün kılmayan koşullarda yaşadığı düşünülünce, durumun ciddiyeti daha iyi anlaşılıyor.[17]Mishra, S. V., Haque Sk. M., Gayen, A. (2020). COVID-19 in India transmits from the urban to the rural (35 (6), 1623-1625). The International Journal of Health Planning and Management.

Güçlü yerel yönetimler, küçülme ve sürdürülebilirlik

Bu yazıda bahsi geçen konular Covid-19 salgını ile kentlerde karşılaştığımız sorunların sadece bir kısmı. Bunlar üzerine eklenebilecek daha pek çok konu ve başlık var.

Covid-19 salgını esasen dünyanın her yerindeki politikacılara, bürokratlara, karar alma merkezlerine ve ekonomik aktörlere, sürdürülebilir ve dirençli kentlerin önemini bir kez daha gösterdi. Bu durum siyasetçilere, şehir plancılarına ve mimarlara yaşam kalitesi yüksek, sürdürülebilir ve dirençli kentler tasarlamak için bir şans veriyor.

İnsan, hayvan, çevre sağlığının kesişiminde “Tek Sağlık kavramı.” Kaynak: Wikipedia.

Diğer yandan kentleşme alanı gün geçtikçe disiplinler-arası bir alan oluyor. Covid-19 salgınından önce tartışılmaya başlanan Tek Sağlık (One Health) kavramı insanların sağlığının, hayvanların sağlığı ve ortak çevremizle yakından bağlantılı olduğunu öne sürer. Bu tartışmaya göre sadece insanın değil, insanın da dahil olduğu ve her canlının iyi olma halini gözeten topyekûn bir sağlık kavramına ihtiyaç var. İklim değişikliği ve gıda krizinin yanı sıra kentlerin aşırı ve plansız büyümesi, tüketimin inanılmaz boyutlara ulaşması gibi faktörler kentleşmenin de “Tek Sağlık Kavramı” gibi yaklaşımlarla ilişkilenmesi gerektiğine işaret ediyor. Bu bağlamda, nasıl ki kenti kent yapan onun farklılıklara ve çeşitliliğe açık olmasıysa, kentleşme alanı ve çalışmaları da farklı bilim dallarına açık olmalıdır. Bu noktada geliştirilmesi gereken bakış açısı da önemli, çünkü pek çok akademisyenin dile getirdiği üzere, Covid-19 salgını aslında neoliberalizmin krizidir.[18]Her şey değişmeli! COVID-19 un Ardından Dünya. Ed. Renata Ávila, Srecko Horvat. İstanbul: Metis Kitap, 2021. s.131. 

1990’lardan sonra sağlıkta temel destek sistemlerini öncelik haline getirmeyen ülkeler Covid-19’dan daha olumsuz etkilendi; kamu sektörünü özelleştiren ve daraltan ülkeler salgınlara karşı direnç gösteremez hale geldi.

Kentler açısından nüfus yoğunluğunun ve yığılmasının üstesinden gelecek, ihtiyaçları karşılayacak, kent hakkının temel olacağı, iklim ve gıda krizlerini ciddi biçimde gündeme alacak, çeşitliliğe olanak sağlayan esnek kent ekonomilerinin mümkün olacağı bir hukuksal ve kurumsal çerçeveye ihtiyaç var.

Söz konusu çözümün anahtarları arasında bu dönemde sıkça tartışılan bazı kavramların etkili olması bekleniyor. Bunlardan birisi yeni yerellik, diğeri de küçülmedir. Sürdürülebilir yaşam kalitesine ve iyi olma haline olanak tanıyan politikalar için bu gibi kavramlara yer verilmesi önemli. Kentlerde yönetim açmazlarını ve eşitsizlikler sarmalını kırmak, ancak hukuksal ve kurumsal zemine oturmuş kapsayıcı ve katılımcı politikalar, güçlü bir yerellik ve küçülme ile mümkün.

Covid-19 ve Kentler II: Eşitsizlikler Sarmalı

Ayşe Köse Badur, Sabancı Üniversitesi, İstanbul Politikalar Merkezi

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
1 Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 11 Mart 2020’de Covid-19 vakalarının ilk görüldüğü Çin dışında hızla yayılmasının ardından dünya genelinde salgın ilan etti.((WHO Director-General’s opening remarks at the media briefing on COVID-19 – 11 Mart 2020
2 UN Policy Brief: COVID-19 in an Urban World, July 2020.
3 2020 verilerine göre dünya nüfusunun yüzde 56,15’i kentlerde yaşamaktadır.
4 “Make cities and human settlements inclusive, safe, resilient and sustainable.” Sustainable Cities and Communities
5 68% of the world population protected to live in urban areas by 2050, says UN. 16 Mayıs 2018.
6 The WHO European Healthy Cities Network: a response to the COVID-19 pandemic close to the people
7 Inkoom, D. (2021, May 9). The implications of COVID-19 on urban development research in Africa.
8 Matthew, R. A., McDonald, B. (2006). Cities under Siege: Urban Planning and the Threat of Infectious Disease (72:1, 109-110). Journal of the American Planning Association.
9 Genç, F., vd. (2021). Kentlerin Türkiyesi: İmkânlar, Sınırlar ve Çatışmalar. İstanbul: İletişim Yayınları.
10 Ravi, Duggal (23 May 2020). Mumbai’s Struggles with Public Health Crises from Plague to COVID-19 (Vol LV No 21, 17-20). Economic & Political Weekly.
11 DSÖ’nün Avrupa ofisinin web sitesinde Covid-19 salgını öncesinde pandemi planlarını hazırlayan 15 ülkeye ve planların kendisine yer veriliyor. Publicly available plans prepared after 2009 pandemic
12 Trends in Urban Resilience 2017, UN HABITAT, 2017.
13 Role of local govRole of local goRole of local governance in responding to COVID-19 in Asia-Pacific. Bu konuda dünyanın farklı ülkeler için farklı konularda yapılmış olan pek çok çalışma var. Örneğin, Macaristan’daki yerel yönetimlerin işbirliği üzerine; Baranyi, N., Barsi, B., Narai. M. (2021) Online Communication of Local Governments During COVID-19 Pandemic in Hungary. Front. Polit. Sci., 29 September 2021. https://doi.org/10.3389/fpos.2021.711170; Leading the Local Response to COVID-19: The Role of Local Government (2020), In the doom of hope: local governments as key agents to respond to the pandemic (2021), Five lessons for local governments during COVID-19 (2020)
14 Sevindik, İ., Tosun, M.S., & Yılmaz, S. (2021). Local Response to the COVID-19 Pandemic: The Case of Indonesia (13 (10), 5620). Sustainability. https://doi.org/10.3390/su13105620
15 COVID-19 is creating a hunger catastrophe in India – here’s an opportunity to break the cycle: https://www.weforum.org/agenda/2021/06/COVID-19 -pandemic-hunger-catastrophe-india-poverty-food-insecurity-relief/
16 Sharifi, A., Khavarian-Garsmir, A. R. (2020). The COVID-19 pandemic: Impacts on cities and major lessons for urban planning, design, and management (749). Science of Total Environment. https://doi.org/10.1016/j.scitotenv.2020.142391
17 Mishra, S. V., Haque Sk. M., Gayen, A. (2020). COVID-19 in India transmits from the urban to the rural (35 (6), 1623-1625). The International Journal of Health Planning and Management.
18 Her şey değişmeli! COVID-19 un Ardından Dünya. Ed. Renata Ávila, Srecko Horvat. İstanbul: Metis Kitap, 2021. s.131.
Önceki İçerikBilim bilinci açıklayabilir mi?
Sonraki İçerikCovid-19 ve Kentler II: Eşitsizlikler Sarmalı
Ayşe Köse Badur

Ayşe Köse Badur lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamladı. Yüksek lisansını Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstititüsü’nde (2010) tamamladıktan sonra aynı bölümde doktorasını bitirdi (2021). Hem yüksek lisans hem de doktora çalışmasında geç Osmanlı İmparatorluğu, erken Cumhuriyet dönemi siyasi tarihi üzerine çalışmıştır.  

İstanbul Politikalar Merkezi – Sabancı Üniversitesi’nde Kentleşme ve Yerel Yönetişim Proje Koordinatörü (2015) olarak çalışan Köse Badur, bu alanda yürütülen TÜBİTAK projeleri başta olmak üzere pek çok çalışmada araştırmacı olarak görev almaktadır. 2016 yılından beri Işık Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri bölümünde Modern Türkiye Tarihi dersi vermektedir. Tarih Vakfı mütevelli heyeti üyesi ve TÜSTAV üyesidir.

Yayınlanmış kitap çalışmaları arasında 2021 yılı Mart ayında Prof. Dr. Çağlar Keyder, Prof. Dr. Fuat Keyman ve Dr. Fırat Genç ile beraber hazırlanan Kentlerin Türkiyesi İmkânlar, Sınırlar ve Çatışmalar (İletişim Yayınları); 2019 yılında Prof. Dr. E. Fuat Keyman ile beraber hazırlanan Kürt Sorunu: Yerel Dinamikler ve Çatışma Çözümü (Ayrıntı Yayınları) kitabı ile 2010 yılında kendisinin hazırladığı 68’in Kadınları (Doğan Kitap) isimli röportaj kitabı yer almaktadır.