Radikalizm, ekstremizm ve neoliberalizm: Geçmişten günümüze radikalleşme

Radikalizm ve aşırılıkçılık (extremizm) terimleri günlük hayatta ve bilimsel literatürde birbirinin yerine kullanılan iki terim. Popülizmin egemen olduğu, sosyal, ekonomik ve politik olguları kavramsallaştırma ve anlamada ikili Kartezyen anlayışın hâkim olduğu bir çağda, bu eşdeğer kullanım şaşırtıcı değil. Bilimsel düşünce de bu indirgemeci eğilimden payını alıyor. Güncel bulgular, bilimsel araştırmaların ötesinde, siyasete yön verenlerin, gazetecilerin ve halkın da bu terimleri çeşitli sosyal ve psikolojik olayları nitelendirmek için oldukça esnek ve birbiri yerine geçebilecek bir şekilde kullandığını gösteriyor. “Radikalleşme” kelimesi ise yüzyıllardır kullanımda; ancak günümüzde büyük ölçüde Selefilik, Vahabizm, IŞİD, El Kaide ve Boko Haram gibi İslamcı gruplarla özdeşleştiriliyor.

Bu yazıda “radikal,” “radikalleşme” ve “radikalizm” kavramları tarihsel izdüşümleriyle birlikte ele almayı; önce “radikal” kavramının ne ifade ettiğini, ardından bu kavramın 18. yüzyıldan günümüze hangi anlamlarda kullanıldığını tartışmak istiyorum. Yazının son kısmında ise, neden neoliberalizm çağında pek çok siyasal partinin, ana akım medya organlarının, statükoyu savunan unsurların radikal olana karşı hasmane bir tutum sergiledikleri konusu ele alacağım.

Radikalleşme teriminin tarihi: Aşırılıkçılık ve radikalizm arasındaki farkı yaratan nedir?

Hem aşırılıkçılık hem de radikalleşme, geçtiğimiz birkaç on yılda sosyal bilimlerde kapsamlı araştırmaların odak noktası oldu. Bilimsel çalışmalar, radikalleşmenin bir süreç olduğuna işaret ederken, aşırılıkçılık olgusunun ise psikolojik ve ideolojik bir durum olduğuna dikkat çekiyor. Aslında “radikalleşme”nin tanımlanması sosyal bilimlerde ve özellikle de psikolojide oldukça sorunlu bir konu; kavramın kullanımı, iki yüzyıldan fazla bir geçmişe sahip, bu nedenle zaman içerisinde anlamında değişiklikler gözlemlendi.

Aşırılıkçılık yanlılarının dünyayı basit ve ayrıntılardan uzak bir şekilde siyah-beyaz, iyi-kötü, inanan-inanmayan şeklindeki Maniheist ikili karşıtlıklar üzerinden okudukları görülür. Aşırılıkçılık yanlıları aynı zamanda gündelik hayata damga vuran sorunlar üzerine düşünürken, çoğu zaman komplo teorilerinden beslenirler ve kendilerine sunulan sabit bir fikre inanırken bu fikri paylaşmayanlar karşısında kendilerini ahlakî anlamda üstün bir yere koyma eğilimindedirler. Bu nedenle, aşırılıkçılık yanlılarının, kendi doğrularıyla çelişen görüşler ve tutumlar karşısında çoğu zaman saldırgan ve otoriter tepkiler sergiledikleri görülür. Hakikat üzerinde bir tür tekele sahip olduklarını düşünen aşırılıkçılık yanıları, kendi doğrularını başkalarına dayatma eğilimindedirler. Öte yandan, radikalleşme kavramı ise çok daha farklı anlamlar içerir.

Radikalizm ve anlamları

Radikalleşmenin terim olarak günümüzdeki genel kullanımı olumsuz çağrışımlar içeriyor. Oysa ki, terimin geçmişte çok daha başka anlamları var.

“Radikal” terimi, Latince “kök” (radix) kelimesinden geliyor ve kelimenin tam anlamıyla “köklere geri dönüş” anlamına geliyor. Terim, bitkilerin, sözcüklerin veya sayıların köklerini işaret eder. Erken modern düşünürler, radikal kavramını kullanırken, bir şeyin temellerini, ilk prensiplerini ya da oluşumunda ilk başta neyin gerekli olduğunu ifade etmek için bu kelimeyi kullanmayı tercih etmişlerdir. Bunu yaparken de genellikle botanik, etimolojik ve matematiksel kullanımlardan yola çıkarak tanımlamalarını yapmışlardır.

Radikalizm kavramı ilk kez tıp biliminde kullanıldı. Tıpta “radical surgery” (radikal ameliyat) denildiğinde akla gelen şey, bir hastalığı kökten yok etmek için yapılan ameliyat türüdür. Matematikte de kök sembolü (√ ) radikal olarak adlandırılır. Radikalizm kavramı, 18. yüzyılda İngiltere’de şiddet yanlısı devrimci liderleri tanımlamak için siyaset alanına taşındı. Aynı yüzyılın sonlarında kavram Fransa’ya ulaştı ve halihazırda parlamentoda adlarında radikal kavramını kullanmaya devam eden merkez sol kanat partilerdeki ilerici devrimcileri nitelemek için kullanıldı. Kavram, daha sonra 19. yüzyılda Almanya’da da aynı anlamla kullanılmıştı. Aslında radikalizm, o dönemde aydınlanma felsefesinden esinlenen ve ilerici sosyal politikaları destekleyen liberaller ve solcu politikacılar için politik bir ayrıştırıcılığa sahiptir. Bu ideolojik ton doğrultusunda, radikalizm 19. yüzyıl boyunca cumhuriyetçiliği ve dolayısıyla Avrupa’da mutlak monarşi rejimlerine karşı kurtuluşu savunan bir doktrin haline geldi. Bu bağlamda radikalizm kavramı, laiklik, demokrasi yanlısı unsurlar ve hatta eşit yurttaşlık ve evrensel oy hakkı gibi eşitlikçi talepleri içeriyordu.

Avrupa’da bu tür taleplere muhalif olan statükocu siyasiler zamanla, radikalleri şiddet yanlısı devrimci liderler olarak göstermeye başladılar. Bu tutum, statükoyu korumak amacıyla siyasi muhalefeti sindirmeye yönelik ilk girişimdir. Radikalleşme sözcüğü, 1930’larda, özellikle radikal partileri nitelemek ya da daha geniş anlamda solcu devrimci hareketleri adlandırmak için kelimenin fiil halinden türetilmiştir. Radikalleşme ve solcu şiddet arasındaki bu ilişki, 1968 Mayıs eylemlerindeki sivil hak aktivistlerini ve eylemcileri nitelemek için 1970’lerde de sürdürüldü. ‘Radikalleşme’ kelimesinin, 11 Eylül 2001 terör eylemlerinden sonra anlamının değiştiğini, özellikle “İslamcı terörizm” konusunda genel olarak şiddet eylemlerine yol açan bir süreç olarak tanımlandığını görüyoruz.

Radikalizmin sosyal bilimlerde kullanımı

Radikalleşme kavramının daha doğru bir şekilde analizini yapabilmek ve bugünkü indirgemeci ve ideolojik nitelikli çağrışımlarından biraz olsun uzaklaşabilmek için kavramın geçmişte sosyal bilimlerde nasıl kullanıldığına da ayrıntılı bir şekilde bakmakta fayda var. Burada, 19. yüzyılın başlarındaki toplumsal hareketlere odaklanan Craig Calhoun’un sınflandırması bizlere yardımcı olacaktır.

ABD’li sosyolog Calhoun, radikalizmin üçlü bir sınıflandırmasını yapar: felsefi, taktiksel ve tepkisel radikalizm. Kuramcıların felsefi radikalizmi, kamusal alanın yapısal dönüşümünü anlamak için rasyonel analizler yapmak ve toplumsalın köklerine nüfuz edip anlamakla ilgiliydi. Aktivistlerin taktiksel radikalizmi genel olarak, hızlı bir siyasal değişim için şiddet benzeri araçların kullanımını ifade etmekteydi. Son olarak, modernleşmenin olumsuz etkilerinden mustarip olanların geliştirdiği tepkisel radikalizm ise, daha çok kendi toplumlarına ve kültürlerine ilişkin değerlerin kapitalizmin etkisiyle ortadan kaldırılmasına tepki olarak geliştirilen söylemlere ve eylemlere işaret ediyordu.

Bu düşünce çizgisini takiben, sözgelimi Reformist liderlerinin de Katolik Kilisesi’nin hiyerarşik yapısına karşı gelerek Hıristiyanlığın temel esaslarına sahip çıkmaları nedeniyle radikal oldukları sonucuna varılabilir. Felsefede René Descartes, bilgiyi temel koşulları üzerinden yeniden düşünerek analiz etme girişiminde olduğu ve düşünen özneyi betimlediği için radikal bir duruş sergiledi. Aynı şekilde, gündelik hayatta, duyuları ve mantığı rehberliğinde kendileri için temel meseleleri düşünerek, sorunsallaştırarak hiyerarşik düzene meydan okuyan radikal bireyler daima mevcut olmuştur.

Tarih bize gösteriyor ki, bir noktada radikal olan fikirler başka bir noktada liberal, hatta muhafazakâr olabilir. 19. yüzyılın radikalleri liberaller ve demokratlardı, ancak artık onlara günümüzde radikal demek mümkün değil. 1968 kuşağı da ataerkil ve otoriter sosyo-politik düzene meydan okudukları için radikaldi. 1968 kuşağının radikalleri, 19. yüzyıl radikallerinden farklıydı. Benzer şekilde, günümüzün radikalleri de öncekilerden çok farklı.

Toplumsal hareketler teorisine referansla Craig Calhoun, geleneksel olanı savunan milliyetçi, yerlici, popülist ve/veya dinî grupların, bugün radikal bir duruş sergilediğini iddia eder. Hatta Calhoun, bu tür bir popülizm ve muhafazakârlığın, işçi, yoksul ve/veya küçük mülk sahiplerinin yaşadığı koşullarda verilen siyasal kararlara dahil edilmeleri için önemli bir demokrasi mücadelesi olarak görülebileceğini öne sürer.

Radikalleşme süreçlerinin daha iyi bir şekilde analiz edilebilmesi için bizlere başka ipuçları sunan bir diğer sosyal bilimci, grup üyeliği ve kollektif eylem konularında araştırmalar yapan bir diğer ABD’li sosyal bilimci Charles Tilly’dir. Tilly’e göre bir gruba üyelik, radikalleşme süreçlerinde çok önemli bir rol oynamaktadır. Bir grup insanın radikalleşmesi aynı zamanda kolektif eylemi de gerektirir. Charles Tilly, siyasette kolektif eylemin oluşumunu açıklamak için dört yaklaşımın olduğunu belirtmektedir: Marksist, Durkheimcı, Millci ve Weberci yaklaşım.

Marksist yaklaşım kolektif eylemi gruplar içindeki dayanışmaya ve gruplar arasındaki çıkar çatışmasına bağlar. Durkheimcı yaklaşım ise, kolektif eylemi toplumlarda yaşanan çözülme süreçlerine bir yanıt olarak ele alır. Millci yaklaşım, kolektif eylemi kişisel menfaat arayışı olarak açıklama eğilimindedir. Son olarak Weberci yaklaşım ise, kolektif eylemi belirli inanç sistemlerine bağlılığın sonucu olarak tasvir eder.

Marksist analiz biçimi, kolektif eylemi kapitalizmin yabancılaşma gibi zararlı etkilerinin bir sonucu olarak tanımlarken, Durkheimcı analiz biçimi ise bunu kimlik kaybına ve öfkeye yol açan modernleşme süreçlerine bir tepki olarak tanımlar. John Stuart Mill’in faydacı analizi, bazı kişilerin neyin yanlış olduğu ile ilgilendiğini, bazılarının ise doğru olanın yanı sıra bireysel çıkarlara önem verdiğini varsaymaktadır. Oysa Weberci analiz biçimleri, bazı bireylerin hızlı sosyal değişimin zararlı etkilerine karşı toplulukları başarıyla harekete geçiren bazı karizmatik liderlerin savunduğu inanç sistemlerine ve ideolojilerine yönelmelerine dikkat çekmektedir.

Charles Tilly’nin kollektif eyleme ilişkin tipolojisi sosyal bilimcilerin günümüzdeki toplumsal hareketliliğin ayırt edici özelliklerini anlamaları açısından da önemli. Tilly, savunmacı, saldırgan ve hazırlayıcı şeklinde üç farklı kollektif hareketlilik biçiminden söz eder. Savunmacı kollektif hareketlilik, genellikle tabandan tavana doğru gerçekleşir. Dışarıdan gelen bir tehdit karşısında grup üyeleri, düşmanla savaşmak için kaynaklarını bir araya getirmeye çalışırlar. Bu tehdit, kapitalizm, küreselleşme, adaletsizlik, fazla vergilendirme veya baskıcı devlet gücü olabilir. Tilly, Fransız İhtilali sonrasında Fransa’da açlıkla mücadele eden kitlelerin ayaklanmalarını, vergi isyanlarını, tarım alanlarının istilasını ve vicdani reddi Avrupa’daki savunmacı hareketlilik biçimleri arasında gösteriyor. Müslüman kökenli gençlerin aktif yurttaş olma ve siyasi hareketliliğe katılma yönündeki kararları, 11 Eylül’den önce ve sonra kendileri için önemli birtakım riskler doğurdu. Özellikle, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, kurumsal ayrımcılık ve İslamofobi karşısında tepkilerini dile getirebilmek için örgütlenen genç Müslümanların sergiledikleri savunma biçimlerini da aynı kümede gösterebiliriz.

Öte yandan, Tilly’nin üçüncü kollektif hareketlilik türü olarak tanımladığı, saldırgan kollektif hareketlilik, genellikle tavandan tabana doğru gerçekleşir. Burjuva ve zanaatkârlar arasında, İngiltere ve Galler seçim sisteminde geniş kapsamlı değişiklikler getiren 1832 Büyük Reform Yasası’nı hazırlamak için oluşturulan siyasi ittifak bu tür hareketliliğe örnek olabilir. Ayrıca, bazı Avrupa sağcı popülist partilerin potansiyel seçmenleri olarak gördükleri, işçi sınıfı grupları, güvencesiz gruplar, kadınlar ve özellikle İslam dininin yaşam biçimlerini tehdit ettiğine inanan LGBTİ+ grupları gibi çeşitli sosyal grupların mevcut eşitsizlikler ve adaletsizlikler karşısında sergiledikleri eylemler de “saldırgan kollektif hareketlilik” olarak sınıflandırılabilir.

Tilly’ye göre son kategori, yine tavandan tabana doğru gerçekleşen türde bir kollektif hareketlilik. Bu tür hareketliliklerde, gruplar gelecekteki fırsatlar ve tehditlere hazırlanmak amacıyla kaynak toplamaya odaklanırlar. Örneğin, işçi sendikaları gelecekte işsizlik ya da grev olasılığı durumunda ücret kaybı şeklinde ortaya çıkabilecek zorlukları hafifletmek için para biriktirebilirler. Bu eylem, gelecekteki tehditler için planlanan bir tür proaktif kollektif hareketliliktir. Buna göre, önce Dresden, Almanya’da ve daha sonra farklı Avrupa ülkelerinde kurulan PEGIDA’nın (Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar), Batı’yı Müslümanların istilasından korumak istedikleri için harekete geçmeye hazır ve stratejilerini buna göre hazırlamış bir grup olduğu söylenebilir.

İki önemli gözlem

Özetlemek gerekirse, bu kısa tarihsel çerçeve sunumu, iki önemli gözlem yapmamızı sağlar. Her şeyden önce radikalizm kavramının tarihselliği, statükoya yönelik tehditleri kınama kaygıları ve herhangi bir değişikliğe neden olabilecek siyasi ideolojilerle iç içe geçmiş gibi görünüyor.

Kavramın esnekliği, bu kavramı kullanan grupların ve hedeflerinin özellikleri hakkında bize daha fazla bilgi verebilir. Bu da bizi ikinci bir noktaya getirir. 11 Eylül sonrası “radikalleşme” teriminin, İslamcı gruplardan kaynaklanan ve neredeyse tamamen şiddet içeren siyasi eylemi belirtmek için kullanılıyor olması sol ideolojilerin azalan gücüyle ve meşruiyetiyle ilişkilendirilebilir. Bu açıdan bakıldığında, hükmünü büyük ölçüde yitiren sol ütopyaların yokluğunda küreselleşme karşısında neredeyse sadece İslamcı anlatının işlevsellik kazandığı sonucuna varılabilir.

Günümüzde sıklıkla kullanılan radikalleşme kavramının anlamının net olarak açıklanamadığına, ancak bu kavramı kullanan çoğu politikacının ve devlet yetkilisinin bir kısım siyasi muhalifleri açıkça hedef aldığına tanık oluyoruz. Geçtiğimiz yüzyılda çoğunlukla solcu devrimcileri tanımlarken kullanılan radikalleşme kavramı, günümüzde İslamcı dünya görüşlerini savunan gruplar için kullanılıyor.

Radikalleşmenin kısa bir psiko-sosyal ve tarihsel analizi yapıldığında, kavramın bugün içerdiği indirgemeci tanımdan çok daha derinlerde bir anlama sahip olduğu görülüyor. Ancak, ne yazık ki, kavramın günümüzde çoğunlukla neo-liberal yönetim anlayışları tarafından küreselleşmenin olumsuz etkileriyle baş etmeye çalışan bazı muhalif toplumsal hareketleri ve eleştirel düşünceyi değersizleştirmek için kullanıldığı görülüyor.

Ayhan Kaya
Bilim Akademisi üyesi
İstanbul Bilgi Üniversitesi

Okuma Önerileri

Calhoun, Craig (2011). The Roots of Radicalism: Tradition, the Public Sphere, and Early 19th Century Social Movements. Chicago: Chicago University Press.

Kaya, Ayhan (2019). Populism and Heritage in Europe: Lost in Diversity and Unity. London: Routledge.

Tilly, Charles (1977). “From Mobilization to Revolution”, CRSO Working Paper, 156. Ann Arbor: University of Michigan.

Avrupa Gençlerinin Radikalleşme Süreçlerini konu alan, Avrupa Araştırma Konseyi tarafından desteklenen ve bu çalışmanın yazarı tarafından yürütülen araştırma projesinin bulguları için bu adrese bakabilirsiniz. Sosyal medyada takip için @BilgiERC