Herhalde üç ana amaçla tarih okuruz. Bunlardan en çok bilineni tarihin geleceğe ışık tutmasıdır. Ancak bir de dilimizden pek düşmeyen Tarih tekerrürden ibarettir özdeyişimiz var. Özdeyişimize kulak verip bir çıkarım yaptığımızda durum açıktır. Belki de sandığımız kadar akıllı değiliz ve bir diğerini kovalayan yıllar, hatta yüzyıllar boyunca aynı yanlışları ve kötülükleri yapıp durmuşuz. Tarih okumamıza ikinci neden, ki bunu samimiyetle açığa vuranımız azdır, türdeşlerimizi bizden evvel yapılan kötülükler ve ahlaksızlıklar açısından yargılamak, zaman zaman da onları günah keçisi kılmaktır. “Ben, biz iyiyiz; o, onlar kötüydüler. Ben, biz olsaydık hiç böyle bir şey yapar mıydık?” Üçüncü tarih okuma nedenimiz ise öğrenip keyiflenmek. Aynen 700 yıl evvel, ünlü ozan Chaucer’ın zamanın İngilizcesiyle dediği gibi “In books for to read is my delight“– yani, “Kitap okurum, keyiflendiğim için.”
Bilim Akademisi kurucu üyesi nöroloji uzmanı Cumhur Ertekin hocanın Zulmün Tarihi, İnsan İnsan’ın Kurdudur (Sia Kİtap, Haziran 2021, 400 s.) kitabını iki – üç gün içinde çok severek, öğrenerek ve ana konu zulüm olmasına rağmen itiraf edeyim, eğlenerek okudum. Kitapta zulümler resmigeçidi eski Çin’den başlayıp 19. yüzyıl sonunda bitiyor. Her anlatılan adeta bilimsel bir makale titizliğiyle kaynaklandırılmış. Bu okuyucuya güven vermek yanında, arzu edene ilgilendiği konuya daha da eğilmek olanağını veriyor.
Önsöz’ü izleyen Zulmün Tarihine Giriş’te yapılan iki alıntı daha baştan bana okuyacağım kitabı çok sevdirdi. Birincisi Karamazof Kardeşler’den:
“Şeytan diye bir şey gerçekte yoksa, kişioğlu uydurmuşsa onu, kendine bakarak, kendini örnek alarak uydurmuştur.”
Karamazof kardeşlerden sorgulayıcı aklıyla kendini yiyip bitiren Ivan’ın bu sözleri beni 15 yaşında nasıl etkilemişse hala öyle etkiliyor.
Aynı bölümde yine insanoğlunun kötülük kapasitesini gösteren ikinci örneği ise ilk kez duydum. Hani köylünün öküzü ölünce çaresizlikle Hızır’dan yardım istediği öykü. Hızır çıkar gelir ve köylüye kendisine yeni bir öküz getireceğini söyler. Ancak köylünün Hızır’dan istediği yeni bir öküz değildir, komşusunun öküzünü de öldürmesidir.
Zulmün Tarihi’nin ilk konuları arasında olan eski çağlardaki Çin, Orta Asya ve Mezopotomya ülkelerinin zulmü arasında ilgimi en çok çeken daha ilkokuldan beri bize öğretilen Hammurabi kanunlarının, gerçekte, ne denli zulmeden yaptırımlar içerdiğiydi. En çarpıcı gelen bu kanunların, Asur uygulaması örneğinde, zaman içinde daha az eşitlik ve daha fazla zulüm dağıtmasını öğrenmem oldu.
MÖ 9. yüzyılda II. Aşurnasürpal şöyle diyordu: “Dağ tepelerinde fırtınalar estirdim ve ulu bir dağın yamacında onları boğazladım… Genç erkekleri ve kızları ateşle yaktım…” (Zulmün Tarihi, s40-41).
Ne ilginç ve yazık ki bu ülkenin çocukları ve gençleri böyle bir bakış açısını orta öğrenimleri sırasında pek duymuyor.
Cumhur hocanın ana uğraş alanı olan tıp dışında toplum sorunlarına da ilgisini, yıllar içinde örnek almaya da çalışarak izledim. Kitapta eski Mısır ve Hindistan zulmüne geldiğimizde hoca araya giriyor ve bize bu ülkelerde işçilere karşı ne denli insan onuruna saygısız bir yaklaşım olduğunu öykülüyor. Özellikle Hindistan’da yerleşik kast sisteminin insanoğlunun gaddarlık eğilimleriyle bağdaşımını anlattıktan sonra birden Hindistan’daki İngiliz sömürgeciliğinin gaddarlığına dönüş gayet öğretici olmuş. Cumhur hoca daha ileriki sayfalarda tarih boyunca İngilizlerin ana vatanlarındaki dehşeti de ayrıca anlatıyor. Bana romatoloji ve klinik araştırma metodolojisini öğreten hocam PD Saville İngiliz kökenliydi. Arada bir dünya üzerindeki gaddarlık konusu açıldığında, belki kendimi kötü hissetmeyeyim diye hemen “Hasan, açıkça söyleyeyim biz İngilizler de yakın zamana kadar çok ilkeldik (hocamın sözcükleriyle: primitive chaps)”. derdi.
Zulmün Tarihi’nde çok sayıda coğrafya, etnik köken ve yönetim biçimi açısından geniş bir yelpaze gösterilmesine karşın zulmün çok şaşmaz bir yandaşı var. O da bağnazlık. Bence kitabın zirvelerinden biri de bağnazlıkla savaş konusunda Sokrates’in dedikleri (diyalogları), bu dediklerinden dolayı yargılanması ve nihayet ölümle cezalandırılması. Bu konu da çok yalın ve etkileyici olarak işlenmiş.
Bundan tam yarım yüzyıl evvel uzmanlık eğitimim sırasında ABD Yüksek Mahkeme yargıçlarının zamanın düzenbaz Amerikan Başkanı Nixon hakkındaki görüşlerini siyah beyaz televizyonumdan dinlemek olanağını bulmuş ve bu yargıçların insanoğluna ve dolayısıyla hukuka saygılarını hayranlıkla izlemiştim. Açıkça belirteyim. Sokrates’in savunmasını Cumhur hocanın usta kaleminden okurken bir kez daha o gençlik yıllarıma geri dönmenin coşkusunu yaşadım.
Zulmün Tarihi bize bir kez daha hatırlatıyor ki çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere, dinsel bağnazlık ve zulüm, hep el ele gitmiş. Azteklerin zulmü, engizisyonun hunharlığı ve güncel İŞİD (benim eklemem) kardeş çocukları. Sadece tek tanrılı dinleri ele aldığımızda, onlar da zulüm şampiyonluğunda çekişiyorlar.
Kitabın bölümlerinde insan emeği ve onun sömürüsüne, çok da isabetli olarak, geniş yer verilmiş. Egemen toplum kesimlerinin emek sömürüsü, özellikle kölelikle işçiliğin hemen eş anlamlı olduğu zaman dilimlerinden beri var. Köleliğin, tabii en çarpıcı örneği Amerika’da Afrika kökenli siyahlarda olmak üzere, etnik kökenle de doğrudan ilişkisi bulunuyor. Bu bağlamda İngilizcede slave (esir) sözcüğünün, bir olasılıkla, Slav kökenlilerin köle/işçi olarak çalıştırılmasından türetildiğini de Cumhur hocadan öğreniyorum.
Endüstrileşmeyle beraber gerek Avrupa ve ABD’de başlayan işçi hareketlerinin belli başlı özelliklerini, gerekse de ABD’deki siyah ırkın çektiklerinin ana başlıklarını iyi bilmek günümüzde yeryüzünde olan biteni de anlamak açısından çok önemli. Endüstrileşme sırasında makinelerin icadıyla işçi sınıfının emeğini pazarlamakta zayıf düşmesinin, günümüzde dijital teknolojinin gelişmesiyle el emeğinin değerinin giderek azalması ve yapay zekânın yaygınlaşması arasında büyük benzerlikler var. 19. yüzyılda İngilizlerin makine kıran işçileri – veya Cumhur ağabeyin anlattıklarına ek, Hollandalı işçilerin tezgahlara ayaklarına giydikleri tahta sabolarını atıp “sabotaj” yapmaları- günümüzde olur mu bilmiyorum – ancak teknolojinin gelişmesinin insan emeğinin hakkını çok aşındırdığı açık. Öte yandan ABD’de siyah halkın sorunları hala çözülebilmiş değil. Sorunun çözülemediğinin en güzel örneği ise Obama’nın ABD’ye başkan seçilmesiyle bu ülkedeki siyah halk sorununun çözüldüğüne inananlarının ne denli yanıldığını görmek oldu. Obama’nın yerine gelen Trump, değil kendi ülkesinde tüm dünyada bağnazlık ve ırkçılığın pekişmesine neden oldu.
“Tarih okuyunca sadece övünüyor ve kahramanlık görüyorsan herhalde okuduğun tarih değildir“ denir. Zulmün Tarihi’ni bitirince her nedense bu deyişi hatırladım. Belki de Cumhur ağabeyin girişinde ısrarla “… okuyacağınız kitap bir tarih kitabı değildir…” demesinin nedeni de buydu. Öyle ya kitapta zulümleri bir güzel sıralanan çağların ve zalimlerin gerçekte iyi tarafları da mutlaka vardı.
Bir çırpıda bitirdiğim kitap çok güzel bir kitaptı. Bana hatırlatmış, öğretmiş ve beni çok düşündürmüştü. Bir kitaptan başka ne isteyebilirdim?
Hasan Yazıcı
Bilim Akademisi üyesi
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi emekli öğretim üyesi