Üç soruda Türkiye’nin salgın psikolojisi

Pixabay

Bilim Akademisi ve Medyascope Tv iş birliği ile gerçekleştirilen Meraklısına Bilim programının 97. bölümünde Murat Aksoy’un konuğu Bilim Akademisi üyesi, Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Nebi Sümer’di. Bu metin, ilgili programda konuşulanlardan derlenmiş ve bazı eklerle yayına hazırlanmıştır.

Toplumsal psikoloji açısından bir yıl önceki ruh halimiz ve şimdiki ruh halimiz arasındaki farklar nedir?

Geçen yılın mart ayında doğal olarak, tüm dünyada olduğu gibi, büyük belirsizlik ve kaygı hakimdi, ama umut daha yüksekti ve herkeste genel olarak “Yazın biter.” beklentisi vardı. Fakat etkiler birey, aile, toplum düzeyinde farklılaştı. Zaman içinde ülkeler arasındaki farklılıklar göründü. Türkiye’nin seyrine baktığımızda başlangıçta aslında gayet olumlu işler yapıldığını görüyoruz. Büyük bir güven vardı. Sağlık Bakanlığı’nın Mart 2020’de ayında aldığı önlemlere gösterilen uyum çok yüksekti, toplumda daha kapsayıcı bir yaklaşım vardı. Bütün paydaşlar gözetilmeden kurulmuş olmasına karşın bilim kuruluna güven çok yüksekti.

Bu dönemde Türkiye bir avantaj daha yaşadı, bunu hep tekrarlıyoruz. Bazı batı ülkelerinde ve özellikle Trump Amerikasında daha belirgin gördüğümüz biçimde kutuplaşmanın, pandemi önlemlerine ya da pandemiyle mücadeleye olumsuz etkisini Türkiye’de görmedik, çünkü Türkiye’de özellikle muhalefet, o günlerde bir paydaş olarak görülmediği durumda bile, çok destekleyici davrandı, tamamen önlemlere uydu ve hatta teşvik etti. Bu avantajdı, ancak bence zaman içinde bizi olumsuz etkileyen dört temel yanlış yapıldı. Bu nedenle psikolojik etkiden bağımsız olarak bu yanlışların topluma genel maliyeti yüksek oldu. Bu dört etkiyi şöyle sıralıyorum: zamanlama, tutarlılık, öncelik ve hakkaniyet ya da adil uygulama bakımından yapılan yanlışlar.

Zamanlama bakımından baktığımızda öncelikle bilimsel bulguları, bilim kurulunun önderliğini kabul edip vaka sayılarının gereklerine göre davranma konusunda dakik olunmadı. Örneğin geçen yıl çok geç kalınarak vakaların en yükseğe çıktığı zamanda, yani kasımda ikinci büyük önlem alınabilirdi. Çok net olarak yaz aylarında zaten çok büyük, başka bir hata yapılmıştı. Biliyorsunuz, uzun süre sadece ağır hastaların sayısı verildi, pozitif sayılar verilmedi, bu güveni zedeleyen büyük bir eksiklikti.

Her ara dönemde  önlemler çok geç alındı. Örneğin, kasım kararının etkisi göründü, ancak mart ayında tekrar açılma kararı alındığında maalesef aslında rakamlar artıyordu. 6000’lere düşen pozitif vaka sayısı 9000’lere çıktığında tekrar açıldık. Yani açılmaması gereken bir zamanda açıldı ülke ve üçüncü bir dalgayı gördü Türkiye. Yine çok kısa sürede çok yüksek bir artış oldu ve bunun maliyeti çok yüksek oldu. Yani ölümler 300 küsürlere 370’lere kadar çıktı ölümler, pozitif vaka sayıları 60 binleri buldu, ondan sonra tekrar, kısmen kapandık.

Zamanlama bakımından yine biraz geç fark edildi. Virüsün önüne geçmek yerine, virüs takip edildi, pek çok konuda büyük bir kafa karışıklığı yaşandı. Örneğin aşı konusunda yeterli bir sağlık iletişimi yapılamadığı için aşı başladığında pandemi bitecekmiş gibi bir yanılsamaya kapıldı toplum. Oysa hâlâ Türkiye’de yapılan toplam aşılanan insan sayısı 23 milyon ve iki doz aşı olanlar 9 milyon civarında. Bu rakam toplam nüfusun çok altında. Aşı oranının daha yeni yüzde 15, 16’lara çıktığını görüyoruz. Oysa en az yüzde 50 olmalı. Olmuyor yani. Bu dil iyi aktarılmadı topluma ve zamanlama hatası yapıldı.

İkincisi tutarlılık bakımından ciddi hatalar yapıldı. Yani uygulama bakımından çok geniş istisnalar ve imtiyazlar sağlandı. Yani kapanma var ama şunlar istisna, şunlar imtiyaz dendi. Rol modelleri çok yanlış davrandı. Kapanma durumunda açık bir normun yaratılması gerekiyordu, “biz duygusuna” dayanan, herkesin, özellikle rol modellerin uyduğu bir norm. Aşı başlarken tüm dünyada önce politikacıların aşı olması ve her konuda örnek olması gibi bir rol modeli ve bu yolla bir norm yaratılmaya çalışılması gibi. Öyle bir şey beklenirken kapanmaya uyma konusunda bu olmadı. Bazı uygulamalara, toplantılara izin verildi bazılarına verilmedi. Şimdi de aynısını yaşıyoruz. Bazı mitinglere izin var, bazılarına yok. Siyasi kutuplaşmadan bağımsız olarak uygulama tutarlılığı bakımından ciddi istisnalar ve imtiyazlar hem toplumda norm oluşturmayı engelledi hem de önlemlerin etkilerine çok ciddi darbe vurdu. Bu çok ciddi bir konu tutarlılık bakımından.

Öncelik konusunda topluma pandeminin öncelik olduğu, herkesi kapsayan sosyal bir sorun olarak diğer bütün sorunların, özellikle politik çatışmaların ve sorunların pandemiden sonra geldiği anlayışı, fikri verilmedi. Bu da norm yaratma, içselleştirme, yani çok önemli olan sosyal norm oluşturma bakımından bir risk yarattı. Örneğin kapanma kararının açıklanacağı ya da çok ciddi değişiklikler yapılacağı zaman düzenlenen basın toplantılarında bütün basın kuruluşları canlı yayına bağlı bu kararları beklerken, sayın cumhurbaşkanını dinlerken, önce uzun konuşmalar politik konularda yapıldı ve çok kısa bir vakit de pandemi önlemlerine ayrıldı. Yani önceliğin pandemi olduğu mesajı verilmedi. Oysa, bu kararlar bilim kurulu üyelerinin, sağlık bakanının da olduğu bir düzenlemeyle ve sadece bu konuda açıklamaların yapıldığı şekilde verilseydi, daha önemli olurdu ve öncelik bilgisi verirdi.

Dördüncü ve son önemli konu hakkaniyet ve adil uygulama bakımından yapılan hatalar. Her kesim için pandeminin ve kapanmanın etkisi farklı. Dezavantajlı olanlar kapanmadan, pandemiden çok olumsuz etkileniyorlar. Dolayısıyla çoğu ülke kapanma durumunda göreceği olumsuz etki yüksek olan dezavantajlı gruplara ciddi bir sosyal ekonomik destek yaparak başlıyordu kapanmaya. Bu çok açık olmadı Türkiye’de. Bu desteğin özellikle günlük gelirle çalışanlar, dezavantajlılar, güvencesiz çalışanlara, işini kaybedenlere yönelik olması gerekiyordu.

Şimdi sosyal psikoloji bakımdan baktığımızda bu türden kapanmalara uymak için önce uygulamanın yapılabilir olması lazım. Kişilerde kurallara uymak için gerekli kapasite var mı ve fırsatlar sağlanmış mı? Bunların olması gerekiyor ve bunlar hep birlikte uymak için motivasyon yaratıyor. Yani çok sayıda davranış değişim modeli var bu konuda. İnsanlara “Şu koşulları sağlıyorum, yapacağımız da bu.” derseniz hem önlemlere uyma hem de norm yaratma konusunda daha etkili olursunuz.

Burada yapılan hatalar nedeniyle Türkiye son zamanları biraz kaos yaşadı ve şimdi de aynı kaos kısmen devam ediyor. Ama biliyoruz aşılanma yüzde 50’lere ulaştığında da bu sorun bitmeyecek aslında. Pandemi sonrası hayata geçiş konusunda yanlış mesaj vermemek lazım insanlara. Burada anahtar konu sanırım güven. Yani güven inşa edildiğinde, yönetenlere, uygulamaya, kurumlara güven yüksek olduğunda, ki çok araştırmalar da bunu gösteriyor, genellikle insanlar daha çabuk uyuyorlar ve etki yüksek oluyor. Kolektif davranış, ortak davranış ve “biz duygusu” daha iyi yaratılıyor. Güven bozulduğunda ise bunlar pek sağlanamıyor maalesef.

Eski hayatımıza ne zaman döneceğiz sorusu doğru bir soru mu?

Bu çok önemli bir soru. Aslında, “Bu soru doğru mu?” sorusu daha iyi bir soru.

Diyelim ki aşıda yüzde 60, 70’lere ulaştık, etkili aşıları kullandık ve genel sürü bağışıklığına ulaştık. Bu her şeyin bittiği anlamına geliyor mu? Bilimsel olarak gelmiyor bir kere, pek çok önlemin devam etmesi gerekiyor. İkinci ve daha önemli sorun şu: Çoğu bilim insanın söylediği bir risk var. Belki pandemiler dönemine girdik. Pandemilerin iklim değişimiyle ilişkili olduğunu, iklim krizinin bunu tetikleyebileceğine ilişkin çok güçlü emareler var şu anda.(*) Dolayısıyla sormamız gereken sorunun şu olması gerekiyor, aynı depremde de sorduğumuz gibi: “Pandemiye karşı dirençli, dayanıklı toplum yaratabilecek miyiz?” Bu daha doğru bir soru. Yani, “Bitti, eskisi gibi yaşayalım.” dersek, benzer bir durum olduğunda aynı riskleri alacağız demektir.

Bugün itibariyle dünyada 3.350.000 kişi Covid-19 yüzünden hayatını kaybetti.  İspanyol gribinin sonucunda ölen insan sayısına baktığımızda bazı bakımlardan bu rakamın başarı olduğunu söyleyebiliriz. İspanyol grini de benzer bir salgındı. Şimdiki başarı bilim sayesinde oldu. Yine de, yeni bir çağa girmiyor olsak da, çoğu şey eskisi olamayacak zaten. Pandemi ve bu süreçte yaşadıklarımız ve yeni deneyimlerimiz nedeniyle değişimler oluyor, başta iş hayatında. Pandeminin doğası gereği değişecek hayatımız. “Dolayısıyla pandemi sonrası hayata uyumlu toplumlar oluşturabilir miyiz bunun mekanizması nedir?’ sorusu daha doğru. Normal hayata geçişten kastettiğimiz eskisi gibiyse, kısmen olacak o muhtemelen. Çoğu ülkede iyi emareler var şu an, aşıda da büyük bir üretim patlaması olacağı anlaşılıyor, yani bu çok iyi bir gelişme dünyada. Özellikle adil aşı uygulaması gerçekleşir, dezavantajlı ülkeler de aşıya erişirse (özellikle Afrika, Latin Amerika ve büyük Asya özellikle Hindistan tabi çok kritik) ve onlar da etkili yöntemle aşılamada yüzde 60, 70’lere ulaşırsa bence pandeminin fiziksel riski görece azalacak. Ama bitti anlamına gelmeyecek.

Bir ikincisi ne kadar dayanıklı olduğumuz önemli. Dolayısıyla bence burada sorunun şu olması gerekiyor: Biz nasıl pandemiye dayanıklı toplum olabiliriz? Nasıl Marmara depreminden sonra depreme dayanıklı bina ve insan konuşmuşsak ve bunu sağladığımızda, bu olduğunda biz İstanbul depreminden korkmayacağımıza inanıyorsak, öyle. Neden şimdi deprem korkumuz var hâlâ? Çünkü depreme güvenli bir toplum ve inşaat sistemimiz yok. Aynı şey burada geçerli. Dolayısıyla, “Toplumsal kolektif uyumu yüksek, toplumsal psikolojiyi, sosyal psikolojiyi iyi anlayan, hızlı sosyal norm oluşturabilen, sosyal normları değerlere dönüştürebilen, kapsayıcı uyumlu toplumlar olabilecek miyiz?” sorusunu sormamız lazım. Bunu olabiliriz ve bunun için de bilimlerin ittifakı gerekiyor, artık bunu çok iyi öğrendik burada. Bu dönemde çok hızlı bir bilimsel üretim oldu, biliyorsunuz, bütün alanlarda bilim insanlarının bir araya geldi. Bu konuda daha etkin önlemler alınması lazım.

Bireysel, toplumsal psikolojimiz nasıl etkilendi, durumu normalleştiriyor muyuz?

Çok güzel bir gözlem aslında. İkili bir etki var burada, ikisi de psikolojik dinamiklere dayanıyor. Birincisi kanıksama dediğimiz, risk algısıyla da ilgili bir etki. Risk algısı, doğal olarak uzun süre çok yüksek olamaz. Şöyle düşünün: Hep yüksek korkuyla yaşayamayız, bunu beden kabul etmiyor zaten, alışma, kanıksama başlar. Dolayısıyla tehdit aynı şekilde devam etse bile risk algısı düşüyor insanların. Geçen sene nisanda, mayısta insanlar o kadar kaygılıydı ki eve getirdiği her şeyi yıkıyorlardı, dışarıdan gelen her şeye dokunmaktan korkuyorlardı. Bunun hiçbiri yok şu anda dikkat ederseniz. Kurallara en çok uyanlarda, en bilinçlilerde bile yok. Daha iyi anlıyoruz durumu, risk düştü. “Virüs bana bulaşacak.” korkusu azalıyor. Bu kanıksama aslında. Bir yönüyle sağlıklı bu durum görece kaygıyı azalttığı için. Bu sayede bizim de işlevselliğimiz artıyor, işimize gücümüze konsantre olabiliyoruz. Diğer taraftan tehdit uzadıkça, belirsizlik sürdükçe tükenmişlik duygusu artıyor ve tükenmişlik, psikolojik rahatsızlıklarla ilgili bir duygu. Tükenmişlik ve kanıksama bir araya geldiğinde ise tehlikeli bir şey çıkıyor ortaya. Bence çok önemli bu, araştırmalarla bulunmuş bir şey, kontrolü yitirme duygusu ortadan kalkıyor. Yani artık kendi yaşamımı, kendi davranışlarımı kontrol edemiyorum, kendi elimden kayıp gidiyor duygusu, bu çok tehlikeli.

Kontrol duygusunu yitirmede bir artış olduğunu görüyoruz. Algılanan kontrol, bazen biz buna “kontrol illüzyonu” da deriz, çok sağlıklı bir psikolojik özelliktir ve iyimserlik,  baş etmeyle ilgili psikolojik özellikler de bununla ilgilidir. Yani, “Ben bir şekilde hallederim.” duygusu, kontrol duygusu gidiyor. Kontrol algısı bir anlamda psikolojik bağışıklık sistemi gibi koruyucudur. Zayıfladığında çaresizlik ve tükenmişlik duyguları daha hızlı artar. Başta depresyon, psikolojik çöküntü, yüksek endişe durumları olmak üzere çoğu olumsuz psikolojik sonuç yitirilen kontrol duygusuyla ilişkilidir. Bu riskli bir durum. Kontrol giderse önlemlere uymaya ilişkin sorunlar da daha çok görülür. “Uysam ne olacak, zaten bir şey olmuyor” diye düşünmeye başlar insanlar. O yüzden bu kritik durumu, yönetenlerin geçiş aşamasında dikkate alması lazım.

Aşılama bittikten sonraki riskler konusunda da, çok görünür, somut, herkesin anlayacağı türden, yaşamın nasıl olabileceği, ne olacağımızın anlatılması lazım. Yani öngörülebilirliği artırarak kontrol duygusunu yükseltmek gerekir. Çünkü ikisinin de dayandığı mekanizma kontrol duygusu olduğu için buna ilişkin politikalar, sağlık ve aşı kampanyaları düzenlenmesi ve önleyici hizmetlerin yapılması lazım. Kontrol kaybolduğunda, güven gibi bir şey bu, hem günlük hayatında hem de kolektif davranışlarda insanları bir şey yapmaya çok zor motive edersiniz.

***

Konuşmanın tümünü program kaydından dinleyebilirsiniz:

(*) The Lancet‘in iklim değişikliği ve insan sağlığı üzerine yayınladığı 2020 tarihli rapor.