Covid-19’u önlemede risk algısı ve davranışsal uyum

Shutterstock

Tarih neredeyse tekerrür ediyor!

Aynen Covid-19 gibi temasla, damlacıklarla yayılan ve ancak mesafe, maske ve hijyen ile önlenebilecek olan İspanyol Gribi 1918 yaz aylarında etkisini azalttığında riskin geçtiği yanılgısıyla rehavete kapılanlar dört ay sonra büyük şok yaşadılar. Ekim-Aralık 1918’teki ikinci dalga ve 1919 başındaki üçüncü dalga sonunda İspanyol Gribi 50 milyonun üzerinde olduğu tahmin edilen ölümlerle kitlesel bir kıyıma dönüştü. O yıllarda da bilim insanları virüsü önlemenin en etkili yolunun, ilaç ya da tıbbı müdahaleden çok, hızlı davranış değişimi olduğunu, yani fiziksel mesafe ve hijyen kurallarına tam uyum sağlamadan virüsün yenilmeyeceğini biliyorlardı. Ancak, yöneticiler ve kamuoyu buna uygun davran(a)madı. Virüsü durduracak davranış değişiminin gerçekleşebilmesi için mutlaka sırasıyla,

  1. Virüs riskinin ve sonuçlarının gerçek boyutu ile herkes tarafından algılanması,
  2. Sağlık sonuçlarının anlaşılması,
  3. Davranış değişimi ile önlenebileceğine ikna olunması ve
  4. Sonuçta “biz” duygusu oluşturularak gerekli davranış değişiminin kolektif olarak gösterilmesi

gerekiyordu.

Yüzyıl önceki koşullarda bu aşamaları geniş kitlelere aktarmak ve davranış değişimini sağlamak zordu. Sonuçta, riskin zamana yayılması tehdit düzeyinin gerçekçi algılanmasını zorlaştırdığından, risk algısı birkaç ay içinde zayıfladı ve kurallara uyum azaldı. Zaten, tarih boyunca tehdit algıladığında birbirine sokularak korunan ve küçük grup dayanışmaları ile hayatta kalabilmiş olan insan nesline uzun süre mesafeli yaşamak pek uygun değildi! Üstelik o zamanlarda mesafeyi psikolojik olarak azaltacak görüntülü konuşma cihazları da yoktu. Birinci Dünya Savaşı yeni sonlanmış ve savaşın yol açtığı büyük sosyo-ekonomik yıkım nedeniyle virüs korkusu ikinci plana düşmeye başlamıştı. Sonuçta hızlı davranış değişimini başaramayan ve başkası ile arasına fiziksel mesafe koyamayan insanlar virüsü dalga dalga yayarak kendilerini ve başkalarını kurban ettiler.

Değişenler, değişmeyenler..

İspanyol gribinden bu yana Dünya nüfusu yaklaşık dörde katlandı, küresel hareketlilik ve kişiler arası temas tarihte hiç olmadığı kadar arttı. Yüzyıl sonra, ilerleyen bilim, sağlık okur-yazarlığı ve iletişim teknolojileri gibi değişimler sayesinde birçok ülkede pandemi ile mücadelede çok daha başarılı olduğumuz söylenebilir.

Hala risk düzeyi yüksek, ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün 11 Mart 2020 pandemi ilanından 10 ay sonra küresel ölümler 2 milyonun altında kaldı. Uzun vadede sorunu tamamen çözecek olan Covid-19 aşısı hızla bulundu ve çoğu ülkede kullanılmaya başlandı.

Peki bu pandemiyi çok daha az kayıpla atlatamaz mıydık?

Bunun cevabı yine risk algısına ilişkin “doğal” yanılgılarımızda aranmalı. Tehdidin zamana yayılması iki nedenle risk algısını zayıflatır. Birincisi, “yeni normal” içinde yaşamaya alışmak kaygıyı yatıştırarak risk algısını zayıflatır. İkincisi, gözle görünmeyen bir virüsün sürekli yakın tehdit olarak algılanması psikolojik bakımdan “uyumlu” bir davranış değildir. Bir uyarı sistemi olarak kaygı, tehlike kaynaklarını zamanında fark etmemize, kendimizi korumamıza, yani hayatta kalmamıza yardım ettiği için evrimsel olarak işlevseldir. Ancak, tehlike algısının ve buna eşlik eden yüksek kaygının uzun süreli olmasının da bir maliyeti vardır. Başta kaygı bozuklukları olmak üzere çok sayıda psikolojik ve fiziksel rahatsızlık yüksel kaygı ile ilişkilidir. Bu nedenle, kaygı uzadığında sürekli “alarm” durumunda kalmak yerine, beden tehlikeye alışarak, risk algısını düşürür. Bu sürecin, özellikle Covid-19 gibi hem zamana çok yayılmış hem de gözle görünmeyen tehlike kaynaklarında daha hızlı çalışması beklenir. Bu nedenle, risk algısı bilinçli olarak yönetilemezse kolektif ihmal eğilimimiz ve alışkanlıklarımız galip gelir.

Neticede de böyle oldu. İlk şoktan sonra azalan risk algısını yönetemedik ve bu yüzden yine kalıcı davranış değişimini tam olarak başaramadık. Benzer şekilde, yaz aylarında virüsün zayıflaması ile algılanan riskin düşmesi, uzayan risk durumunda yaşanan rehavet ve kolektif ihmal, üstüne Covid-19’un yol açtığı işsizlik, ekonomik sıkıntı gibi kaygıların salgın korkusunun önüne geçmesi sonucu gerçek salgın riski ile algılanan risk arasındaki fark iyice açıldı ve uyma davranışları zayıfladı.

Virüs Ekim 2020’den sonra Dünya’nın her yerinde daha hızlı yayılmaya ve daha çok can almaya başladı. Yine de aynı nedenlerle risk algısını pek etkilemedi. Buna hükümetlerin ekonomik gerekçelerle teması azaltacak etkili önlemleri almakta gecikmesi, ikircikli davranmaları ve kutuplaşmış ülkelerde virüse ilişkin komplo teorilerinin geniş kitleleri yanlış yönlendirmesi de katkıda bulundu.

Türkiye özelinde ise virüs istatistiklerinin saydam olmaması ve tüm dünyada olduğu gibi pozitif vaka sayısı yerine, aylarca sadece hasta sayısının verilmesi yanılgıyı pekiştirildi, algılanan riski azalttı. Haziran başında zayıflayan virüsün Eylül sonunda hızla yeniden yayılmaya başlamasına karşın etkili önlemler (hafta sonu ve akşam saatlerinde kapanma, kahve ve lokantaların kapanması) çok gecikilerek, resmi rakamlara göre günde 168 ölümün gerçekleştiği 26 Kasım 2020’de alınabildi. Yönetime duyulan güvenin de zayıflamasıyla Covid önlemlerine uyma konusunda ciddi bir motivasyon kaybı yaşandı. Bu durum özellikle riski düşük algıladığı için davranış değişiminde zorlananlarda “uyarmış gibi yapma” ya da inandığı için değil de yasak olduğu için uyma motivasyonunu güçlendirdi.

Bütün bu gelişmeler algılanan riski zayıflattı. Virüsün başladığı aylara göre yaygınlığı ve yol açtığı ölümler artmasına karşın algılanan tehdit, risk ve hissedilen kaygı azaldı. Bu durumu daha somut anlamak için Mart-Haziran ile Ekim-Aralık 2020 arasındaki dörder aylık dönemleri karşılaştıralım. Gerçek ölümlerin çok altında olduğu tahmin edilen resmi rakamlara göre bile ilk döneme oranla (5131) ikinci dönemde iki buçuk kat daha fazla (12.686) ölüm yaşandığı halde toplumda virüs kaygısı ve algısı ilk dönemden çok daha düşük düzeyde [1].

Saydamlık, Güvenilirlik

Yukarıda paylaşılanları özetlersek; uyma davranışının kalıcı olması için algılanan riskin gerçek riske yakın olması, diğer bir deyişle, virüsün sürekli olarak yakın bir tehdit olarak algılanması gerekir. Bunu sağlamanın ilk koşulu riske ilişkin her tür bilginin bütün açıklığıyla saydam olarak topluma etkin kanallarla aktarılmasıdır.

Sadece bilgi vermek yetmez. Zamanla risk algısının zayıflamasını önlemek için riskin görünürlüğünü yüksek tutacak kampanyalar yürütülmelidir Önleyici uygulamalara gönüllü katılımı sağlamak ve sosyal norm oluşturmak için güven artırıcı uygulamalara öncelik vermek, kapsayıcı bir yaklaşımla sivil toplum ve yerel yönetimlerle iş birliği yapılması gerekir.

Önlemlere uyumu artırmanın en etkili yolları belirsizliği azaltmak ve geleceğin öngörülebilir olduğunu göstermektir. Bu nedenle alınan önlemlerin etkisine ilişkin bilgi düzenli olarak verilmeli, süresi ve hangi koşulda uygulamanın kaldırılacağı ve esnetileceği önceden açıklanmalı ve açıklamaların toplum tarafından anlaşıldığından emin olunmalıdır.

Önlemlere uyumu kolaylaştırmak ve teşvik etmek için maske ve dezenfektanın yaygın, ücretsiz ve kolay erişilebilir olması ve kamu otoritelerinin rol model olarak alınan önlemlere istisnasız uyması da önem taşııyor.

Bu süreçte çok sayıda kişi, daha yüksek psikolojik sorun yaşadı, virüse yakalanarak ağır fiziksel tedavi sürecinden geçti, yakını Covid19 kurbanı oldu ya da virüsün yol açtığı ekonomik, sosyal etkiler yüzünden daha dezavantajlı duruma düştü. Virüsten en çok etkilenen bu hassas gruplara özgü psikososyal ve ekonomik destek virüsle mücadelenin bir parçası olarak görülmelidir.

Aşı ve Risk Yönetimi

Aşının bulunması ve uygulamaya geçilmesi belirsizliği görece azalttı ve bütün toplumlarda pandeminin biteceğine ilişkin bir beklenti oluştu. Bu durum hem virüsü yok etmek için büyük bir avantaj hem de henüz tehdit ortadan kalkmadan risk algısını zayıflatacağı için ciddi bir dezavantaj oluşturuyor.

Aşılama henüz sürü bağışıklığı aşamasına ulaşmadan, risk algısının azalması önlemlerde gevşemeye yol açarak bulaş yayılımını kolaylaştırabilir. Bu duruma ilişkin özel sosyal psikolojik önlemlerin alınması gerekli. Bunun için, normale geçiş aşamaları somut olarak aktarılmalı, aşılanma sürecinde ve sonrasındaki sosyal hayata ve kurallara ilişkin bilgi verilmeli.

Aşı karşıtlığı ve çekincesi nedeniyle yeterli bağışıklık düzeyine ulaşılamaması riskine karşı alınacak önlemler, insan hakları ve gönüllülük ilkeleri temelinde planlanmalı.

Sonuç olarak, bir süre daha sürmesi beklenen Covid-19’a karşı önlemlerin etkili olabilmesi ve aşılama sürecinin başarıyla sonuçlanabilmesi için risk algısının saydamlık ve güven esasına dayalı olarak doğru yönetilmesi gerekli. Psikoloji bilimleri hem bu süreçlerin hem de gösterilen davranışsal ve duygusal tepkilerin anlaşılması için zengin bir birikim sunuyor.

Nebi Sümer
Bilim Akademisi üyesi
Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi

Kaynaklar

[1] Sağlık Bakanlığı koronavirüs tablosu https://covid19.saglik.gov.tr/TR-66935/genel-koronavirus-tablosu.html


Creative Commons LisansıBu eser Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır. İçerik kullanım koşulları için tıklayınız.