Fotoğraf: Nereden Nereye

İlk özçekimlerden. İngiliz fotoğrafçı Joseph Byron 1920'de arkadaşları Pirie MacDonald, Colonel Marceau, Pop Core ve Benjamin Falk ile birlikte grup özçekimi yapıyor. Byron ve Falk kameranın iki yanından tutmuşlar (https://www.diyphotography.net/66423-2/)

Bu yazıda kısaca fotoğraf teknolojisinin başlangıcından bugüne evrimini ve bunun sosyal yankılaşımlarını ele alacağız.

Fotokimyasal kuşak

Teknik olarak dagerreyotipi [3] ile fotoğrafın başlangıç tarihi 1839’a kadar götürülebilse de fotoğraf çekme uğraşını stüdyo profesyonelinin tekelinden çıkıp sıradan insanın erişebileceği bir düzeye geldiği 1890’ları başlangıç olarak almak daha doğru olur.    Anımsarsanız, dagerreyotipi, Fransız Louis-Jacques-Mandé Daguerre tarafından geliştirilmiş olan, bakır levhalar üzerinde gümüş nitratın önce ışığa, sonra cıva buharına tabi tutularak geliştirilen ilk fotoğraf tekniğidir.

1890’lar Kodak’ın sunduğu ucuz film ve makul kamera fiyatları ile fotoğrafçılık bir noktada herkes için olanaklı hale gelir. Böylece profesyonel olmayanlar da artık günlük hayatın ve ritüellerinin fotoğrafını çekebilir olurlar.

Fotoğrafın ilk yüzyılı

1890-1990 arası olarak tanımladığımız bu dönemde, bir kamera sahibi olmak, ev, araba, televizyondan sonra sırada gelen statü simgesi olarak algılanıyor. Böylece gelir düzeyi ile doğrudan ilintili; kamera sahibi olup bol bol fotoğraf çekenler genellikle okumuş, kentli, hali vakti yerinde ve hobiye zaman ve para ayıracak kadar meraklı kişiler.  Yani sosyal statü ve gelir durumuyla kamera sahipliği arasındaki pozitif korelasyon var; bu da toplumsal eşitsizliklerin modern tüketim kültürünü biçimlendiren temel etkenlerden biri olduğunu hatırlatıyor bize.

1960’larda Fransa’da yapılan bir ankette, esnaf ve fabrika işçilerinde pek düşük oranda olan kamera sahipliğinin tüccar ve iş sahiplerinde artarak, memurlar ve genç yöneticilere gelindiğinde bir hayli daha yüksek bir orana vardığı görülüyor.  Emekçi sınıfı bu “pahalı” uğraşıyı kendileri için erişilemez görüyor. 1950’lerde bu sınıflardan insanlarla yapılan mülakatlarda “fotoğrafçılık hobisi bizim gibilere uygun düşmez” ya da “daha iyi fotoğraflar çekebilmem için birçok rulo yakmam, projektör, perde, banyo, kimyasallar gibi özel donatım kullanmam gerekir” gibi cevaplar öne çıkıyor [1]. Bu sınıfın insanları için düğün, büyük buluşmalar, doğum gibi olaylar sırasındaki fotoğraf gereksinimi genelde semtin fotoğrafçısı tarafından karşılanıyor.

Fotoğrafın işlevi ve albümler:  

Fotokimyasal kuşak için fotoğraf hep yaşamın özel bir durumunu yakalamayı amaçlamıştı. Bu anlamıyla fotoğrafın, sıradanı, aleladeliği ayıklayıp hayatın yüce, biricik anlarını kayıt altına alması beklenirdi.  Bunlar düğünler, mezuniyetler, akraba hısım buluşmaları gibi insan hayatında tekrarı mümkün olmayan geçiş törenlerini ya da turizm, dinlenme, eğlence gibi günlük yaşamın dışındaki sıra dışı anları yansıtırdı. Dolayısıyla neyin fotoğrafının çekilmesinin anlamlı ve uygun (photographable), neyin çekilmesinin absürt, hatta yakışıksız olduğu zaman içerisinde değişebilen sosyal normlar ile belirlenirdi. Başka bir deyişle, fotoğraf karesine girecek olanın seçiminin ve kamera karşısında dizilme, bakış ve poz vermeyi de içerecek şekilde biçimine karar vermenin hep bir adabı olagelmiştir [2].

Fotoğrafın bir diğer odak noktası da özel hayat, ev yaşamı ve aile enstantaneleriydi.  Bunlar yaşamın belleği, ailenin kolektif anlatısı ve aile kimliğinin belgeleri niteliğini taşırdı. Hatta bu belleğin inşasında ve dolayısıyla aile anlatısının ve kimliğinin şekillenmesinde rol oynardı. Bu yönüyle fotoğrafın sosyal kimlikleri arzulanan yönde temsil etmesi, idealleştirilmiş birliktelik anlarını saptaması, ailenin kendini nasıl görmek istediğinin ve herkese göstermek istediği hallerinin bir aracısı olması beklenirdi. Özünde fotoğrafın zamanı dondurmak, değerli anları seçip görüntüleyerek bellek olmak gibi bir işlevi vardı.

Albümler ve bazen de kutularda saklanan fotoğraflar ailenin “mahremi” sayılırdı. İnsanlar ister her gün baksınlar ister yılda bir kez baksınlar, albümlerine çok değer verirlerdi. Öyle ki, yaşamlarının özeti gibi gördükleri fotoğraflarını yitirmek en korktukları şeyler arasındaydı. Birçok insanın albümlerini giysilerinden de, mücevherlerinden de daha değerli addettikleri, günün birinde tek bir bavulla bir yere göçmek, kaçmak zorunda kalsalar evlerinden yanlarına alacakları nadir eşyalardan birinin albümleri olduğu saptanmıştı [2].

Elektronik (sayısal) fotoğraf kuşağı:

Fotoğraf artık sınırlı ve ayrıcalıklı bir azınlığın ve/veya amatör meraklının tekelinde değil. Göğsünde bütün aile namına fotoğraf makinesini taşıyan baba figürü çok daha ender görülüyor bugünlerde. Çünkü nineden yeniyetmeye kadar herkesin elinin altında bir mobil kamera* var.

*Bu yazıda
Kamera, fotoğraf kamerası ya da fotoğraf makinesi ile eşanlamda;
Elektronik kamera ya da sayısal (dijital) kamera, mercekten giren ışınların kayıt ortamının elektronik olduğu, bunun yanında, çekilen fotoğrafları depolayabilen, saçma atışı gibi çok sayıda çekim yapabilen kameralar anlamında;
Mobil kamera ise, kompakt hale getirilmiş, hafif, küçük hacimli kameraya, daha çok cep telefonlarında karşılaştığımız görüntü kayıt aygıtları anlamında kullandık

Elektronik fotoğraf, her gelir sınıfından, her yaştan, teknolojiye yakınlık ya da uzaklıktan bağımsız olarak her kültürden insanın, her gelişmişlik seviyesindeki ülkenin kullandığı bir teknoloji artık. Başta değinildiği gibi fotoğrafta ilk büyük köktenci değişim 1890’larda Kodak teknolojisi ile ortaya çıkmıştı;  ikinci ezberbozan değişime ise 1990’larda sayısal kameralar yol açtı.

Sayılar kameralar birden birçok teknik zorluk ve masrafı ortadan kaldırdı. Ardından evrimleşerek karşımıza cep telefonu kameraları olarak çıktı. Artık bu kameralar sadece fotoğraf çekmekle kalmıyor, üzerinde düzenlemeler yapılmasını, depolanmasını, sosyal ağlar üzerinden dağıtımını da sağlıyor.

Özel durumlar ve zamanlar için, özene bezene mizansen hazırlanarak çekilen, zamanın akışını durdurmayı amaçlayan aile, anı ve gezi gibi hayatın özel anlarını belgeleyen fotoğraf çekimleri bugün yok demek değil. Ama bu amaçların dışında her gün, her an, her yerde, her fırsatta, geçmişteki fotoğraf adabına genellikle uymayarak çekilenlerin sayısı, bu ikinci fotoğraf yüzyılında çok çok daha fazla. Günlük,  sıradan yaşamın her edimi fotoğrafın konusu olabiliyor. Bir turist gezdiği anıtsal yapıların da fotoğrafını çekiyor, otel kahvaltısındaki tabağının da; bir öğrenci yerleşkede arkadaşlarıyla anı fotoğrafı da çekebiliyor, not almaya üşenip bir hocanın tahtaya yazdıklarının da. Telefonda hatır soran veya bu yönde kısa mesaj atan yakınına, onu sözlü/yazılı yanıtlamak yerine o anda yapmakta olduğunun veya bulunduğu yer ve halinin fotoğrafını çekip yollamayı yeğleyebiliyor. Fotoğraf içeriği özel anla ve yerle sınırlı değil artık; aleladeleşiyor. Özçekimler bu görüntülerin önemli bir kısmını oluşturuyor. Artık özel bir mizansen gerekmiyor; günlük hayatın her bir anı fotoğraf için bir mizansen olabiliyor. Fotoğraf çoğunlukla özenle tasarlanan bir faaliyet değil artık, kendiliğinden, tasarsız, fevri bir eylem haline geliyor [7,8].

Konserlerde, sergilerde ânı yaşamaktansa resim/video çekimi yapmayı yeğleyenler. Solda Selanik’te bir konserden,  sağda Louvre Müzesinde Mona Lisa tablosu önünde turistler (Shutterstock)

Ânı  paylaşmanın değişen halleri

Yazının başında fotoğrafın temel işlevinin zamanın gelip geçiciliğini, hayatın dönüşü olmayan akışını durdurmak olduğunu belirtmiştik. Yaşamın kilit geçiş noktalarını ya da yaşamımızdaki olağandışını yakalayan, zaman ekseninde seyrek alınan örneklerdi bu fotoğraf kareleri. Bunlar zamanın ankraj noktaları, geçmişin anımsanmasını ve tekrar zihinde yaratılmasını kolaylaştırıcı referanslar, ipuçlarıydı. Biyolojik belleğin kalıcı ve hatta güvenilir bile (İbrahim Tatlıses’in hafızası) olmadığını, her anımsama eyleminin bir yeniden yapılandırma, yeniden kurgulama olduğunu anımsayalım.  Fotoğraflara baktıkça anılarımız bizim ve başkalarının bizle paylaştığı fotoğraflarla uyumlanıyor, yeniden yapılandırma süreci ortak yaşanmış deneyimlere dönüşüyor. Bu aşamada fotoğrafların bize geçmişi daha iyi hatırlatmak gibi bir yararı var.

Her ânın bir imgeye kaydedilebildiği akıllı telefon ve mobil kamera çağında da,  insanlar bilinçli olarak ya da duygularının güdümünde hâlâ yaşamlarından akıp giden zamanı durdurmayı istiyorlar. Her ânı belgelemenin bir uç örneği, beden üstünde, göğüste ya da bir kask ile başın üstünde taşınan video kayıt aygıtları [4] . Bunlar kişinin beden veya başının doğrultusunda bakıyor, geniş açılı olarak kişinin gittiği her yeri, bulunduğu her mekânı, yaşadığı her ânı kayıt edebiliyor.

Sosyal ağlar üzerinde imgeler:

Öte yandan günümüzde fotoğrafla ilgili pratiklerin fotokimyasal yüzyıla göre önemli farkları bulunuyor.  Örneğin, fotoğrafın bellek işlevi yanında, belki de daha ön planda olan bir iletişim ve paylaşım işlevi doğdu. Milenyum kuşağı fotoğrafı uzun dönemde albümde saklamak için değil, kısa dönemde bir sosyal ağda paylaşmak, gündelik iletişimin bir parçası olması için kullanıyor. Bulunduğu ânı, yaşarken deneyimlediğini, nerede olduğunu ve ne hissettiğini bildirmek ve iletişim kurmak için kameradan yararlanıyor. Başka bir deyişle, elektronik fotoğraf kuşağını ayırt edici önemli bir özellik, fotoğraf ve videolarını anında çok büyük kitlelere YouTube, Flickr, Facebook, Twitter, Instagram gibi nice nice sosyal ağlar üzerinden internet aracılığıyla ulaştırabilmeleri. Olayın boyutu hakkında bir fikir vermek için her gün Facebook’a 350 milyon fotoğraf aktarıldığı, halen bu tür veritabanlarının 250 milyar fotoğraf barındırdığı, YouTube’a yılda 250 milyon-saatlik video yüklendiği ve yılda 2 trilyona yakın video seyredildiği, bir yılda insanların 2 trilyona yakın sayısal fotoğraf çektiği gibi istatistikleri belirtebiliriz [5].

Bütün bunlardan hareketle, geçmişte fotoğraf albümlerinin mahremiyeti ile kıyaslandığında bugün sosyal ağlarla iyice yoğunlaşan fotoğraf ve görsel paylaşımının çelişkili yaklaşımlara işaret ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

İlk olarak, günümüzde fotoğraf olsun video olsun çekilen görüntünün değeri, sosyal medyadaki paylaşım miktarına oranla artıp azalabiliyor. Dolayısıyla geçmişte bir fotoğrafın değeri en azından çeken açısından daha çok öznel ve kişisel bir dizi etken tarafından belirlenirken, günümüzde bu değeri belirleyen öznel ve kişisel olanın çok daha ötesine geçen, kimi zaman içerisinde ticari kaygıları da taşıyan süreçler olabiliyor.

Sosyal paylaşım ağları ile albümler ortaya döküldü, bu mecralarda kişisel fotoğraflar çok daha büyük sayıda tanıdık/tanımadık bir çevreyle paylaşılabiliyor, hatta bazen dünyadaki herkesle. Bu da akla ister istemez özel alanın nerede başlayıp bittiği sorusunu getiriyor. Başka bir deyişle, günümüzde artık özel alanla kamusal alan arasındaki sınırlar da giderek daha az belirgin hale geliyor; özeli kamusal olandan ayırmak giderek zorlaşıyor. Bu durumun hukuki, siyasi ve kültürel yankılaşımları olduğu da elbette çok açık.

Dahası, fotoğraf ve bireysel bellek arasındaki ilişkinin nasıl dönüştüğü/dönüşeceği de üzerinde düşünmeye değer başka bir soru. Mobil kamera bugünlerde salt bir iletişim aracı olmasının ötesinde ikincil bellek olarak da işlev görüyor.  İnsanlar hatırlamak istedikleri şeyleri, örneğin arabalarını park ettikleri yerin numarasını ya da bir müzeyi gezerken gördükleri tabloları adeta ikincil bir belleğe kaydeder gibi fotoğraflıyorlar.

Mobil kameranın politik etkisi:
Bir karikatür: Yurttaş gazeteciliği (Bu resmin kaynağını bulamadık, eğer telif sorunu olduğunu düşünüyorsanız lütfen bildirin)

Mobil kameranın toplumu bir dava etrafında mobilize etme, örgütleme ve uzun vadede etkileşimli, katılımcı yönetime, yani yönetişime elverme potansiyeli anlaşıldı; o bir sosyal ve kültürel etmendir artık. Kimi olaylarda kamera görüntüleri birer enformasyon taşıyıcısı gibi toplumun politik ve kültürel damarlarında dolaşmaya başlar. Söz gelimi, bir protesto gösterisinde polisin oransız güç kullanımı ile fotoğrafın hem bilgi taşıyıcı bir niteliği vardır, hem de haber metninden öte duygulanım içerikli (affective) bir mesaj taşır [6].

Bu anlamda kameralar sosyal belgeleme aracı olma işlevini üstleniyor. Bunun birey – devlet otoritesi (örneğin, polis)  ilişkisini değiştirme potansiyeli bile var, çünkü mobil kameralar resmi kanalların görmek istemediği olayların, diyelim ki bir çatışmanın, bir protestonun detaylarını yakalayıp medyaya mal eder. Güncel olarak George Floyd’un öldürülme videosunu milyarların seyrettiğini örnek olarak verebiliriz. Aşağıdaki video da buna bir örnek. 

Bir sahneyi cep kameralarına kaydeden “yurttaş gazeteciler” sayesinde olayların nasıl ve niye olduğunun detayları, özellikle demokrasi darboğazı yaşayan ülkelerde herkese daha açık kılınır.  Çok sayıda kameranın yakaladığı imge ve videoların toplanması, arşivlenmesi, medyada dolaşımı, düzenlenmesi sonucunda bir vakada ne olup bittiğinin daha büyük bir resmi, daha doğru ve detaylı kanıtları sağlanabilir.  Uzun soluklu olarak, her yurttaşın birer haber fotoğrafçısı olma potansiyelini, demokratikleşmeye giden çetrefil yolda yapıcı bir faktör olarak görebiliriz.

Fakat bir fotoğrafın kurcalanarak içeriğinin değiştirilmesi ve tekrar aynı ortama salınması, yani sahte haber veya asparagas haber, sosyal zararlı sonuçlar da doğurabilir. Örneğin, kişi veya kurumlar haksızca itibarsızlaştırılabilir, habercilikte sansasyon yaratılabilir, internette tıklama istatistiği artırmanın haksız bir yolu olabilir vb.

Kameraların heryerdeliğinin ürkütücü bir olumsuzluk potansiyeli daha var: 1984 romanındaki  “Büyük birader seni izliyor” olgusu. En somut örneği Çin’de olmak üzere, kameraların insan davranışlarının tümünü izleyerek, belgeleyerek ve bu kayıtlardan bilgiler elde ederek baskı ve kontrol aracı olarak kullanıldığına tanık oluyoruz. Üstelik bu kamera sistemleri yüz tanımadan beden hareketlerini ve davranışlarını anlamaya kadar akıllı yazılımlarla donatılmış durumda. Güvenlik gereksinimlerinin nerede bittiği, temel hak ve özgürlüklerin nerede başladığı çok tartışılan bir konu.

Sonuçta, teknolojik altyapıdaki her değişiklik, bir bocalama ve işlevini bulma çabasından sonra eninde sonunda kendi üstyapısını, değerler sistemini oluşturur.  Sayısal kameralar ve sayısal fotoğraf teknolojisi için de böyle olacaktır. Nitekim sosyal medyada ya da buluta yükleyerek paylaştığımız imgelerin, şimdiden insanlar arasında yeni bir iletişim şeklini almış olması bu oluşumun ilk belirtileri arasında.

Bülent Sankur
Bilim Akademisi üyesi, Boğaziçi Üniversitesi emeritus öğretim üyesi

Kaynaklar: 

[1] Bourdieu, P., Photography: A Middle-brow art, Polity Press, 1996
[2] Don Slater, Domestic photography and digital culture, The photographic image in digital culture Ed. Martin Lister, Rutledge, 1995
[3] Dagerreyotipi https://tr.wikipedia.org/wiki/Dagerreyotipi
[4] We are a camera; https://www.newyorker.com/magazine/2014/09/22/camera.
[5] How Much Data is Created on the Internet Each Day? https://blog.microfocus.com/how-much-data-is-created-on-the-internet-each-day/
[6] The Smartphone Camera and the Material Politics of Visibility: https://www.icp.org/perspective/the-smartphone-camera-and-the-material-politics-of-visibility
[7] Patrizia Faccioli, La sociologie dans la société de l’image, https://www.cairn.info/revue-societes-2007-1-page-9.htm
[8] Peters, C. and Allan, S. (2016). Everyday Imagery: Users’ Reflections on Smartphone Cameras and Communication. Convergence. DOI: 10.1177/1354856516678395
https://www.researchgate.net/publication/310835409_Everyday_imagery_Users_reflections_on_smartphone_cameras_and_communication [Erişim Şubat 04 2020].
[9] Feiyan Hu and Alan F. Smeaton, Image Aesthetics and Content in Selecting Memorable Keyframes from Lifelogs. Available from: https://www.researchgate.net/publication/322434296_Image_Aesthetics_and_Content_in_Selecting_Memorable_Keyframes_from_Lifelogs [Erişim Feb 04 2020].

Önceki İçerikCOVID-19 ile artan eşitsizlikler ve yoksulluk
Sonraki İçerikTürkiye’nin güçlü tarım eğitimi ve araştırmasına ihtiyacı var 
Bulent Sankur

Halen Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümünde emeritus öğretim üyesi olan Bilim Akademisi üyesi Bülent Sankur’un araştırma ilgi alanları sayısal imge ve video işleme, güvenlik için sinyal işleme, biyometri,  yapay öğrenme üzerinde yoğunlaşır.

Ottawa Üniversitesi, Delft Teknik Üniversitesi ve Télécom Paris’de konuk öğretim üyeliğinde bulunmuş ve çeşitli Avrupa çerçeve programları ve iki-taraflı araştırma projelerinde görev yapmıştır.  Endüstriyel kuruluşlarda danışmanlık görevlerinde bulunmuş olup TSK’nın iletişim ağının modernleşmesi projesi TAFICS’in mimarlarından biridir. Birçok uluslararası konferansın başkanlığını yapmış, çeşitli dergilerin editörler kurulunda yer almış, ayrıca Türkiye’de sinyal ve bilgi işleme konferansları ve yapay öğrenme yaz okullarını yürütmüştür.

Türkçe bilim ve teknoloji terimlerinin oluşması ve düzenlenmesi için çalışmalar yapmış, basılmış ya da elektronik erişimli terimler sözlükleri hazırlamıştır.