Bilimde orta kuşak tuzağından çıkabilir miyiz?

Bir süredir bilim insanları arasında, hiç olmazsa iyi bilim yapmanın önemine inananlar tarafından tartışılan bir kavram var: Ercan Alp’in yazısında detaylı anlatılan “Nature endeksi”. Bu endeks Nature dergilerinin yayıncıları ve editörleri tarafından derlenen ve “kurumların bilimde bulundukları yeri” belirleyebilecek bir ölçüt.

Sarkaç sayfalarında kişilerin, kurumların veya ülkelerin uluslararası bilime ne kadar katkı yaptıklarını anlamaya yönelik yöntemlerle ilgili çeşitli yazılar yayınlandı ve yayınlanmaya devam ediyor. Bu tarz araştırmalarda ilk bakılan nokta, yazılan bilimsel makalelerin ve bunlara yapılan atıfların sayıları. Günümüzde veri tabanlarının genişlemesiyle bu tarz değerlendirmeleri yapmak çok kolaylaştı. Ama değişik ortamlarda vurgulandığı gibi, yalnız bu sayıları kullanmak oldukça yanıltıcı oluyor; çünkü sayısal ölçütlerle sadece üretilen bilginin büyüklüğü gözleniyor ama kalitesi veya etkisini bu şekilde anlamak çok mümkün değil. O kadar çok dergi basılıyor ve makale yayınlanıyor ki (son 4 hafta içerisinde SCI*’de Türkiye adresli neredeyse 4000 makale gözüküyor), artık makale yayınlamanın iyi bilim yapıldığının ispatı olmadığı çok açık.

İşte bu eksikliği gidermek amacıyla sadece çok kısıtlı sayıda dergiden oluşan yeni bir veri tabanı hazırlandı ve bu dergilerde yayınlanan makalelerin analizi yapıldı. Ana fikir olarak, bu dergilerin gerek editörlerinin ve gerekse de hakemlerinin sahalarının önde gelen isimleri olması ve sıradan araştırmaları yayınlamamaları nedeniyle, bu endekste yer alan makalelerin bilime katkısının yüksek olacağı düşünülüyor.

Her kapalı kutu analiz gibi Nature endeksi de bazı sorunları içerse de, şu ana kadar elimizde olan en kuvvetli ölçütlerden biri. Bu endeksin analizleri sonucunda ülkemizin durumu oldukça kötü gözüküyor. Yani makale yazıyoruz ama “kalite” açısından epeyce gerilerdeyiz.

Bu durum düzelebilir mi?

Çözüm önerileri aramadan önce “orta gelir tuzağı” olarak bilinen kavramı hatırlamak gerekir. Gelişmekte olan bir ülkede gelir düzeyi değişik planlarla orta derecede bir rahatlık sağlayacak duruma getirilebilir. Ama bu aşamadan bir üst düzeye çıkmak için ise oldukça radikal politikaların uygulanması gerekir. Yani ülke bir “orta gelir tuzağından” günü kurtararak çıkamaz. Genellikle de bu düzeye gelen ülkeler, orada kalırlar.

Sedat Ergin bir yazısında bu kavrama değinerek “orta bilim tuzağı” sorusunu sormuştu. Bilimde sayısal olarak iyi gibi gözüken bir yere geldik ama bir üst düzeye çıkmamız mümkün müdür?

Ekonomi açısından bu tuzaktan çıkmak ne kadar zorsa, bilimde bir basamak atlamak, örneğin Nature endeksine etki eden makale sayılarının şu andakinin 50-60 katına çıkması da aynı derecede zor gözüküyor. Kısıtlı sayıda bilim insanının kişisel becerileri, gayretleri ve  çok az sayıda politika belirleyicinin desteğiyle bir sıçrama yapılması mümkün değil.

Nature endeksine göre önlerde olan ülkeler ve kurumlar belli. Bizim onlardan ne eksiğimiz var? Öncelikle bu ülkenin insanının yeteneğini sorgulamamız gerekir; yurt dışında muhteşem işler yapan pek çok bilim insanı var ve eğitimlerini Türkiye’de almışlar. O halde insanımızda değil ama sistemimizde bazı önemli sorunlar var. Bunları önem sırasına bakmadan sıralayalım:

Nature endeksine giren makalelerde deneysel çalışmalar, teorik çalışmalara göre sayıca çok daha fazla. Deneysel çalışmalar çok daha büyük maddi kaynakla yapılıyor.  Bunun anlamı bu dergilerde yayın olacak deneysel araştırmalar için ciddi maddi destekler gerekiyor. Şu anda araştırma desteği çoğunlukla TÜBİTAK ve Avrupa fonları tarafından geliyor. Yurt içerisinde en çok destek TÜBİTAK tarafından sağlanıyor. Bununla beraber üniversitelerde çalışan öğretim üyeleri sayıları ve TÜBİTAK bütçesi düşünüldüğü zaman bir açmazla karşı karşıyayız. Pek çok öğretim üyesini neredeyse tek destekleyebilecek kurum TÜBİTAK olunca, proje başına verilebilecek rakamlar da Nature endeksi için biraz az kalıyor. Ama az sayıda proje desteklenirse, o zaman da çoğu öğretim üyesi ve bilhassa kariyerlerine yeni başlayacaklar araştırma desteği alma konusunda çok zorlanacaklar.

Maddi destek için özel sektör çok yetersiz kalıyor. Araştırmaya ayrılan bütçeler içerisinde özel sektörün payının en az olduğu ülkelerden birisi Türkiye. Bilim çoğunlukla uzun vadeli projeler ve destekler ister. Bizim özel sektörümüzün bu kadar beklemeye niyeti veya gücü yok. Tabii bu duruma gelmemizde üniversitelerin de katkısı yok değil. Özel sektörün ilgisini çekebilecek sorunlar için çözüm üretmekte güçlüklerimiz var. Özel sektör-üniversite işbirliği için az sayıda olumlu örnekler olsa da genel resim hiç iç açıcı değil.

Deneysel çalışmaların ciddi problemi maddi kaynak olmakla beraber, teori de benzer şekilde etkileniyor çünkü orada da paraya ihtiyaç var.

Bugün bilimsel makalelerin önemli bir kısmı değişik kurumlar ve hatta ülkelerdeki bilim insanları tarafından ortak yazılıyor. Nedeni ise; zor problemler o kadar detaylı hale geldi ki bir grubun yetenekleriyle çözülemiyor, değişik grupların katkısı gerekiyor. Her ne kadar internet çağında iletişim kolaylaşsa da bu ortaklıklar sürekli ziyaretlerle sürdürülebilir. Bilimsel toplantı ve konferanslara katılım bu tür işbirliklerinin hem yolunu açar hem de işbirliklerinin verimli olması için önemli.  Bilhassa kısıtlı bir problem alanında ve az sayıda uzmanın katıldığı toplantılara katılmak hem yeni projelere girmek hem de sorunları çözmek açısından şart. Burada kast edilen yılda sadece bir-iki konferans değil. Hele seyahat acentaları tarafından organize edilen turistik konferanslar hiç değil. Çalışılan, iş üretilen toplantılardan bahsediyoruz. Bugün bir toplantıya katılmanın maliyeti 1000-1500 Amerikan dolarından az değil. Benzer şekilde bir üniversiteyi ziyaret edip, bir-iki hafta çalışmanın maliyeti de buna yakın. Tekrardan karşımıza ciddi boyutta mali kaynakların gerektiği gerçeği geliyor.

Post-doktora (doktora sonrası araştırmacı) sorunu: Bir doktora öğrencisi aldığınız zaman ona oldukça zaman harcayıp, eğitmeniz ve/veya kendisini yetiştirmesini beklemeniz gerekir. Tam öğrenciniz, size önemli katkıları yapacağı zaman, doktorasını alır ve gider. Buna karşılık post-doktora size hazır eğitilmiş bir araştırmacı ve beraberinde taze bir kan getirir. Bugün dünyada pek çok laboratuvar, post-doktora araştırmacıları tarafından yönetiliyor. Ülkemizdeyse projesi ve parası olan pek çok araştırma grubu, post-doktora araştırmacısı bulamadığından şikayet ediyor. Post doktora araştırma pozisyonları geçici pozisyonlar olduğundan doktora mezunlarımızın çoğu başka bir üniversiteye gidip, orada çalışmak yerine kendi üniversitelerinde, az gelirli ama sürekli  pozisyonları tercih ediyorlar.  Post doktora maaşları nispeten yüksek de olsa İstanbul gibi bir şehre gidince de verilen maaşlarla kolay bir yaşam sürmenin güçlüğü de açık. Yurt dışından gelecek birine verilebilecek maaşlar yetersiz kalıyor. Şu anda üniversitelerimizde kaç tane post-doktora yapan eleman vardır bilmiyorum ama sayının oldukça az olduğunu düşünüyorum.

Lisansüstü öğrenci sorunu:  Bugün yetenekli gençlerin batının iyi üniversitelerinde doktora programlarından kabul ve burs alması zor değil.  Zaten genç kuşağın bir an önce kendilerini yurt dışına atma isteği içerisinde olduğu ortamda, iyi bir öğrencinizi Türkiye’de kalıp doktora yapmaya ikna etmeniz zor.  Kalanlar arasında da bilimi seven ve bu zor işi yapmak isteyenlerin sayısı çok fazla değil. Bu kadar para için bu zahmete katlanmaya değmez diye de düşünülüyor. Bilim zaten çok sevilmezse yapılmaması gereken bir iş.

Tabii ki, bu ana başlıklardaki sorunların bir kısmını çözebilen araştırmacılarımız olabilir ama onlar istisnalardır. Aksi takdirde Nature endeksinde yukarılarda olurduk.

Yazının başında belirttiğim gibi, bilimde bir orta düzey tuzağındayız ve buradan çıkmamız, kişilerin çabası ile olacak gibi değil, bunun için ülke çapında bir politika gerekli.

Eğitimde ve araştırmada, ortalama bir düzey tutturmak yerine, az sayıda ama kaliteye önem veren bir yaklaşım gerekir. Elit eğitim dendiği zaman herkesin tüyleri diken diken oluyor. Yanlış anlaşılan nokta kast edilenin elit insanların eğitimi değil, eğitimin kendisinin elit olmasıdır. Elimizde zaten az olan kaynakları, ortalamayı biraz arttırmaya ayırdıkça bilimde ciddi bir sıçrama yapmayı ve orta bilim tuzağından çıkmayı beklememeliyiz.

Ersin Yurtsever
Bilim Akademisi üyesi
Koç Üniversitesi Kimya Bölümü öğretim üyesi

*SCI – Science Citation Index: Dünyadaki önemli bilimsel yayınları bünyesinde bulunduran veri tabanı.

 

Önceki İçerikTürkiye’nin Bilim Dünyasındaki Yeri: Nature Index
Sonraki İçerikMerak ve Dil
Ersin Yurtsever

Bilim Akademisi üyesi Ersin Yurtsever,  ODTÜ Kimya Bölümü’nden 1971 yılında lisans ve 1973 yılında yüksek Teorik Kimya dalında yüksek lisans derecesini aldı.  Virginia Commonwealth Üniversitesi’nde (ABD) yaptığı Kimya doktorasını 1976 yılında tamamladı. Araştırma alanı, kimyasal olayların matematiksel modellemeleridir.

ODTÜ Kimya Bölümü’nde öğretim üyeliği (1980-1995), ODTÜ Eğitim Fakültesi Dekanlığı (1993-1995), Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Yönetim Kurulu üyeliği (1997-2001), Koç Üniversitesi Fen ve İnsani Bilimler Fakültesi Dekanlığı (2001-2008), Koç Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanlığı (2008-2010) yaptı.

1995’ten bu yana da Koç Üniversitesi Kimya Bölümü’nde öğretim üyesi olan Ersin Yurtsever, Bilim Akademisi’nin kurucu üyelerindendir ve 2011-2017 yılları arasında yönetim kurulu üyeliği yapmıştır.