Evrim Üzerine

Teori nedir?

Evrimden söz ederken ‘bu da bir teoridir bütün teoriler eşdeğerdir’ lafı tam bir aldatmacadır.

a) Bilimde teori şimdiye kadar defalarca deney ve gözlemlerle sınanmış ve hep doğrulanmış bir çerçevedir, birbirine bağlı önermeler bütünüdür.

b) Bilimsel teoriler yeni deneylerle sınanabilecek yanlışlanması veya doğrulanması mümkün yeni fikirler üretir.

c) Bilimsel teorilerin deney ve gözlemle doğrulanmış öngörülerine dayanarak uygulamalar yani teknoloji üretilir.

Oysa günlük dilde teori atmaca, hayali, afaki, spekülasyon gibi anlamlar taşır. Bu bilimdeki teorinin tam zıddıdır, çünkü genellikle spekülasyon deneyle sınanmış ve doğrulanmış değildir. Hatta yanlışlanmaya veya doğrulanmaya da açık değildir.

Evrim teorisi ne söyler?

a) Canlıların sonraki nesillere bırakacakları kalıtımda yani DNA’larında, çevre etkileriyle ya da vücuttaki olaylarla küçük değişmeler (mutasyon) olabilir.  Çok uzun ve karmaşık bir molekül olan DNA’nın tümünde değil ufacık parçalarında mutasyonlar olur.

Mutasyon o canlıyı etkilemese de bir sonraki nesilde doğan yavrularda organizmayı farklı kılabilir. Mutasyonların büyük çoğunluğu yavrunun yapısını ya da davranışını etkilemez. Az bir kısmı yavrunun sağ kalmasını uzun yaşamasını ve döl vermesini engelleyici değişikliklere yol açar. Bu tür zararlı mutasyonlar bir sonraki nesle aktarılamadan o türün genlerinden ‘düşer’, ayıklanır.

b) Doğal seçim ve evrim:  Nadiren mutasyonla gelen özellikler yavruların uzun yaşamasına, çevre ile uyumlu olmasına, rakiplerini alt edebilmesine ya da karşı cinse cazip görünmesine, çok döl vermesine, yavru yapmasına yardımcı olur. Bu tür mutasyonlar daha sonraki nesillere daha fazla aktarılır. Türün gen havuzunda daha baskın olur, böylece yaşamaya ve üremeye elverişli mutasyonlar ‘seçilmiş’ olur, o türün özellikleri de çok uzun vadede, nesiller boyu seçilen özelliklerle değişir; yani ‘evrimleşir’.

c) Türlerin oluşumu:  Tür ne demek? Aynı türden canlılar çiftleşip yavru yapabilir ve yavruları da kısır olmaz. At ve eşek ayrı türlerdir, çünkü melezleri olan katır kısırdır. Öte yandan birbirinden çok farklı görünen köpek cinsleri aynı türdendir.

Bir türün iki ayrı nüfusu ayrı yerlere yerleşir ve artık birbirleriyle çiftleşmezlerse her iki nüfusta oluşan olumlu mutasyonlarla ayrı ayrı değişiklikler birikir. İki nüfus birbiriyle karışmadığı için genlerindeki mutasyonları birbirleriyle paylaşmazlar. Nesiller boyunca DNA’ları o kadar ayrı hale gelir ki artık bir araya gelseler de yavru yapamazlar ya da melez yavruları kısır olur. Böylece iki ayrı tür oluşur. Ortak atadan geldikleri için iki türün genlerinin büyük çoğunluğu aynıdır. Türler ne kadar yakın bir geçmişte ayrışmışlarsa o ölçüde daha çok birbirlerine benzerler.

Evrimi doğrulayan kanıtlar nelerdir?

a) Fosiller: Fosillerin tarihlenmesi ile önce fosillerin bulunduğu kaya katmanlarının milyonlarca yıl öncesinden kaldığı, daha sonra da en eski fosillerin tarihlenmesi ile bilinen en eski ilkel yaşamın 3 milyar yıl öncesine gittiği, nihayet jeofizik verileriyle Dünyanın, astronomi ve astrofizik çalışmalarıyla da Güneş’in ve Güneş sisteminin yaşının aynı olduğu ve 4.5 milyar yıl kadar olduğu anlaşıldı. Bu bulgular öncelikle hayatın ve evrimin zaman ölçeklerinin sanıldığından ve insanların günlük sezgileriyle havsalalarının alacağından çok çok daha uzun olduğunu gösteriyor.

İkinci olarak fosil kayıtları bazı türlerin yok olduğunu bazı türlerin de belli bir tarihten itibaren ortaya çıktığını, yani bütün canlı türlerinin aynı tarihten itibaren günümüze kadar hep beraber var olmadıklarını ve türlerin özelliklerinin çok yavaş şekilde değiştiğini yani evrimi gösteriyor. Ayrıca aynı atadan farklılaşan türler fosil kayıtlarında aynı seviyedeki kayaçlarda, yani aynı zamanlarda ortaya çıkıyorlar.

Fosillerle edinilen bilgiler yalnız biyoloji ve jeoloji ile değil astronomi fizik ve kimya ile de tutarlı. Mesela Güneş ve Güneş sisteminin yaşı, enerjinin korunması yasası ve Güneş’teki nükleer süreçlerle anlaşılabiliyor.

b) Kalıtım: Darwin’in zamanında kalıtımın nasıl işlediği ve istatistik özellikleri bilinmiyordu. Mendel’in çözdüğü kalıtım yolları ve olasılıkları, evrim teorisine ve fosil kanıtlarına uygun bir kalıtım anlayışı kazandırdı. Mendel’in kalıtım modelleri çok ulaşılabilir deneylere dayanıyor, bezelye yetiştirmek gibi.

c) Moleküler Biyoloji: DNA molekülünün yapısının çözülmesi ile artık hücre çekirdeğinin içindeki DNA ve diğer moleküllerin yapısını ve işleyişini deneylerle öğrenebiliyoruz. Böylece mutasyonların ve kalıtımın sadece canlılara ve türlere etkisinin ötesinde moleküler düzeydeki mekanizmaları artık biliyoruz. Evrim teorisinin öngörüleri sürekli yeni bilgilerle, yeni deneylerle sınanıyor ve doğrulanmaya devam ediyor.

Hücre içindeki olaylar çok hızlı olduğundan işleyişi ve değişimi zaman içinde canlı gözlüyoruz. Hızlı üreyen, yani nesilleri arasında az zaman olan canlılarda ise evrim filminin hızlı çekimini görüyoruz.  Nesiller birkaç hafta veya gün hatta birkaç saat içinde geçiyorsa; mutasyonların, kalıtımın ve doğal seçilimin etkilerini laboratuvarda gözleyebiliyoruz. Moleküler biyoloji evrimin nasıl işlediğine çok tutarlı, sürekli ve sağlam kanıtlar getirirken aynı zamanda evrim teorisi de moleküler biyolojinin bir bütün olarak anlaşılmasında temel bir yer tutuyor.

d) Biyoteknoloji – nanoteknoloji. Moleküler biyolojiyi artık çok yaygın olarak uygulamalarda kullanıyoruz. Yeni ilaçların tasarımında, hastalıkta ve sağlıkta vücudun nasıl işlediğinin anlaşılmasında moleküler biyoloji bilgisine dayanan yeni inovasyonlar rol oynuyor. Çok büyük moleküllerle yapılan uygulamalar nano düzeyde yeni fizik ve kimya bilgisini de gerektiriyor. Kanser gibi henüz kısmen anlaşılabilmiş uygulamalarda olsun her tür bulaşıcı hastalıkta olsun bakteri ve virüslerin evriminin anlaşılması ve hızlı evrimleştikleri için suni mutasyonlarla kontrolü ya da yeni evrimleşen mikrop türlerini teşhis edip ona göre yeni ilaç molekülleri tasarımı biyoteknolojinin hızla geliştiği alanlar.

Özel bir örnek: antibiyotik direnci. Mikrop türleri antibiyotiklere duyarsız mutasyonların seçilimiyle evrimleşiyor. Onun için biz de bağışıklık sistemimizi yeni türlere göre destekleyecek yeni ilaç tasarımları yapıyoruz. Bir yandan da yanlış antibiyotik kullanımı ile mikropların ‘aşılı’ evrimleşmesini önlemek için antibiyotikler reçeteye bağlanıyor.

İnsanlar Evrim Teorisinin anlamakta ve kabullenmekte neden zorlanıyor?

a) Evrim büyük canlılarda o kadar yavaş bir süreç, o kadar uzun zamanlarda oluyor ki bunu gözümüzle görmüyoruz. Havsalamız da almıyor.

Şöyle bir örnek düşünelim: bir canlı türünde, bir nesilde,  bir milyon birey yaşayıp ölüyor. Bir nesilde, bir tane canlının çevreye uyumunu destekleyen yararlı mutasyon olma ihtimali son derece küçük, diyelim ki milyonda bir, Milli Piyangoda büyük ikramiye çıkması gibi. Her nesilde 1 milyon birey yaşayıp ölüyorsa, 1 tane yararlı mutasyon bu türün sonraki nesillerine kalıyor. Diyelim ki bu canlının yüzyılda 4 nesli ürüyor.  250 bin yıl sonra tür on bin farklı yararlı mutasyonu yeni nesillere aktararak biriktirmiş ve görünür şekilde değişmiş olacak. Tarım ve sonrası uygarlığın 10 bin yıllık tarihi olduğunu düşünürsek, bu insanların kendi tecrübeleriyle göremedikleri bir şey.

Ama fosillerde gözleniyor. Hele moleküler biyoloji sayesinde bakterilerin hatta sineklerin evrimini bilim insanları laboratuvarda izliyor, kontrol ediyorlar.  Bu yine de sokaktaki insanın tecrübesi dâhilinde değil, kanıtları okulda veya kendisi okuyarak fikir yürütüp tartabilir.

b) İnsanın canlılar arasındaki ve evrendeki yeri. İnsan türü elbette tek, çok farklı, bilincini dil ile ifade eden medeniyet kuran bir canlı. Ama canlı olarak vücudunun işleyişi ile başka canlılara benziyor. Proteinlerimizin DNA’mızın yapısı başka türlerle büyük ölçüde benziyor. Aynı mikroplar kuşlara da, sığırlara da, insanlara hastalık yapıyor. At serumu insanlar için kullanılıyor. Çok ilkel bir canlı olan küfün bazı türleri bizim organizmamızın hastalıklarıyla mücadelede antibiyotik olarak çalışıyor.

Canlıların ortaklığı biyolojinin konusu. İnsanın inanç felsefe ve duygu dünyamızdaki, kültürümüzdeki yeri bundan ayrı bir konu. Biz insanız onun için insan bizim için bambaşka. Ve insan olduğumuz için aklımızı kullanarak dünyayı öğrenebiliriz. Bu ikisini karıştırmamak lazım.

İnsan ve bütün canlılar fizik ve kimya açısından da aynı maddelerden yapılmışlar ve aynı doğa yasalarına tabiler. İnsanın fiziki evrendeki yeri yani Dünya da eskiden evrenin merkezi sanılırdı. Her şey dünyanın etrafında dönüyor sanılırdı. Bilim bizim Dünyamızın evrenin merkezi olmadığını gösterdi. Bunu da insanların kabul etmesi zor oldu.

Dünya’nın merkezde olmaması, Galileo’nun teleskopunun halk tarafından kolay ulaşılır basit bir alet olması ile çok çabuk kabul görmüştü.  Fosiller ve DNA ile yapılan deneyler ise halkın elinin altında değil, onun için evrimin anlaşılması ve kabul görmesi daha yavaş ilerleyen bir süreç.

Bilim İnanç ile mutlaka çelişir mi?

Hayır. Bilim ile inanç ile çelişmeyebilir. Bunun için bu dünya ile ilgili bilgilerin dünyayı gözleyerek tecrübe ile öğrenilebileceğinin, aynı koşullar altında herkesin dünya olayları hakkında aynı bilgileri edineceğinin kabul edilmesi gerekir.

Bilim; farklı kişilerin, farklı bilim insanlarının defalarca sınayarak doğruladıkları gözlemlerden doğa yasalarını elde eder. Bir ilahi güce iman eden kişi Yaradan’ın doğanın işleyişiyle ilgili olarak vaaz ettiği kuralları an be an takip etmediğini, bunları değiştirmediğini ve insanın aklıyla öğrenmesine imkan verdiğini kabul ederse o inanç bilimin bulduklarını da kabul eder.

Kritik nokta, dünya ile ilgili bilginin bakarak, gözleyerek, tecrübe ile öğrenileceğidir. Dünya bakmadan bilinemez. Kutsal kitapların yorumuna göre, bakmadan dünyanın nasıl olduğunu bildirenler sonunda gözlem sonuçları ile yanlışlanabilirler. Çünkü yorumlar farklıdır, o zaman kimin söylediğine itibar edileceğinin kıstası da belli değildir. Bunu gören akil insanlar, alimler, ilkçağlardan beri dünyada görünenin ilk bakışta algılandığı gibi olmayabileceğini, kutsal kitaplarda yazanın da tefsire tabii olduğunu söylemişlerdir.

Bilim ile bağdaşan inanç dünya bilgisini kanıtlara bırakmak sağduyusuna dayanır. Bunun tersine bakmadan bileceğini iddia etmek kör inanca özgüdür. Bu tür yaklaşım bağnaz din olabileceği gibi bağnaz materyalist ve ateist ideoloji de olabilir. Stalin döneminde Sovyetler Birliğinde Lysenko adında bir şarlatanın liderliğinde evrim ve modern biyoloji yıllarca dışlandı ve bunun büyük zararları oldu.

İslam uygarlığında evrim fikri

Eski medeniyetlerin çoğunda olduğu gibi İslam uygarlığının parlak dönemlerinde de, canlı türlerinin benzerliklerinin, bunların birbiriyle akraba oldukları, ortak bir ata türden geldikleri yani zaman içinde evrimleştikleri için olduğunu söyleyenler olmuştur. Bu fikir bir bilimsel teori haline Darwin ile geldi. Darwin’in çağdaşı El Cisri de bu konuda kanıtların incelenmesi gerektiğini, kanıtlara göre Darwin’in teorisinin geçerli olabileceğini söylemiş. Bu konuda bağnaz ve yanlış tavrı son dönemde mesela Fethullah Gülen ifade etmiştir. Kendisine El Cisri’yi soran müritlerine, mealen ‘El Cisri çok muhterem bir alimdir ama bu mevzuda yanlıştır, Darwin için kanıta ihtiyaç yoktur çünkü Kuran zaten bunun doğru olamayacağını yazıyor’ demiştir. Başka dini ve siyasi önderler de aynı tavrı takınıyorlar. Şimdi Darwin’i reddedenler, kanıtları göz ardı edip Kuran’ın şu veya bu otoriteye göre yorumuna dayanıyorlarsa, bu bakmadan bildiğini sanmaktır;  aklı reddedip kibire kapılmaktır.

Galileo’nun dediği gibi Dünya yine de dönüyor.

Ali Alpar
Bilim Akademisi üyesi
Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi 

Önceki İçerikBilimsel yayınlar nasıl değerlendirilmeli? – San Francisco Bildirisi
Sonraki İçerikYaz Saati Nedir?
Ali Alpar

Bilim Akademisi’nin kurucu başkanı Ali Alpar,  ODTÜ Fizik Bölümü’nden 1972’de lisans derecesini aldıktan sonra doktorasını University of Cambridge’de 1977’de tamamladı.

Ali Alpar, sırasıyla Boğaziçi Üniversitesi, Columbia University, University of Illinois at Urbana-Champaign, TÜBİTAK Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü, ODTÜ, Sabancı Üniversitesi’nde çalıştı.  Sabancı Üniversitesi Temel Geliştirme Direktörlüğü (2004-2010), TÜBA Konseyi (1993-1997) üyeliği ve TÜBİTAK Bilim Kurulu (1993-1997) üyeliği, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitaplarını başlatan yayın kurulu üyeliği, Türk Astronomi Derneği Başkanlığı (1992-1994; 2006-2010), Bilim Akademisi Başkanlığı (2011-2021) yaptı. Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi emekli öğretim üyesidir.

Araştırma alanı nötron yıldızları ve pulsarlardır.

Ali Alpar’ın websitesi