Kamuoyunda Kürt açılımı, Alevi açılımı ve Ermeni açılımı olarak bilinen reformların sebepleri, sonuçları, başarıları veya başarısızlıkları üzerine akademik yazında birbirine tamamen zıt olarak tanımlanabilecek değerlendirmeler mevcuttur. Bu açılımların, Kürt, Alevi ve Ermeni kimliklerinin tanınma taleplerini karşılamak yönünde Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı ve somut reformları olduğuna işaret etmek suretiyle açılımların başarısını vurgulayan akademik yayınlar olduğu gibi, yine aynı açılımların bazı azınlık mensupları tarafından devletin yeni bir asimilasyon politikası olarak kınanarak reddedildiğine işaret etmek suretiyle başarısızlığını vurgulayan akademik yayınlar da var.
Bu konuda, Turkish Studies dergisinin son sayısında yayınlanan “One Nation under Allah? Islamic multiculturalism, Muslim nationalism and Turkey’s reforms for Kurds, Alevis, and non-Muslims” (Allah’a inanan bir millet: İslami çok kültürcülük, Müslüman milliyetçiliği ve Türkiye’nin Kürtler, Aleviler ve Gayrimüslimlere yönelik reformları) başlıklı makalemde, açılımların sebepleri ve sonuçlarını açıklamakta seçimlerle ilgili motivasyonların, güvenlik ikileminin, seçici etkileşimin veya AB üyelik sürecinin belirleyici rol oynadığını iddia eden dört farklı akademik yaklaşımı eleştirel bir açıdan değerlendirdikten sonra, kendi açıklamamı ortaya koyuyorum.
Örneğin seçimlerle ilgili motivasyonlar, Alevilerden son derece az oy alan bir hükümetin, Sünni çoğunluk içinde bazılarını rahatsız etmek pahasına Alevi açılımına girişmesini ve devam ettirmesini veya oy potansiyeli binde bir nispetinde olan Ermeni seçmenlere yönelik herhangi bir açılımın yapılmasını açıklamakta son derece yetersizdir. Bunun gibi, AB üyelik sürecinin belirleyici rol oynadığı iddiası, açılımların en kapsamlısı olan Kürt açılımının en somut ve büyük adımları arasında sayılan TRT 6/TRT Kürdi’nin açılması, devlet okullarında seçmeli Kürtçe derslerinin başlatılması ve Andımızın kaldırılması gibi reformların AB üyelik müzakerelerinin fiilen dondurulmuş olduğu ve gündemden büyük ölçüde çıktığı 2009-2013 döneminde gerçekleştirilmiş olmasını açıklamakta yetersizdir. Güvenlik ikilemi yaklaşımı da açılımlar konusunda yetersiz kalıyor çünkü açılımlar örneğinde ikilemin tarafları olarak ele alınan aktörler, kimliklerinin geçişkenliği nedeniyle sıklıkla taraf değiştirebiliyorlar. Yaklaşımın yetersizliği, açılımın, aktörlerin nispeten sabit olduğu bir güvenlik ikilemi mücadelesi içinde ele alınmasının zorluğundan kaynaklanıyor. Son olarak, AK Parti hükümetlerinin her bir kimlik grubundan açılımın muhataplarını belirlerken seçici bir etkileşime yöneldiğini vurgulayan bazı araştırmacılar, neden ve nasıl bazı temsilcilerin muhatap olarak seçildiğini ve açılımların bu temsilciler veya gruplar nezdinde neden son derece olumlu karşılanıp desteklendiğini açıklayabilmekten uzaktır.
İslami çok kültürcülük yaklaşımı
Makalemde bu açıklamalardan farklı olarak, etnik, mezhepsel ve dini azınlıklara yönelik bu açılımları motive eden ve anadili Türkçe olan Sünni Müslüman çoğunluk nezdinde açılımları meşrulaştırarak kabul görmesini sağlayanın “İslami çok kültürcülük” olarak tarif ettiğim bir yaklaşım olduğunu iddia ediyorum. İslami çok kültürcülük kavramını; dil, ırk, etnik köken farklılıkları başta olmak üzere ve din farklılığı da dahil olmak üzere, insanların kimlik çeşitliliğini yaratılışın bir zenginliği olarak kabul etmeyi ve yasal anlamda tanıyarak, ihtiyaçlar dahilinde desteklemeyi öngören bir yaklaşım olarak tanımlıyorum. İslami çok kültürcü yaklaşım, tek dil ve kültüre dayalı ulus devlet modeli ve asimilasyon politikalarına karşı farklı dillerin ve kültürlerin yaratılışın zenginliklerinden olduğunu vurgulayarak, bu farklılıkların zor kullanılarak yok edilmesini yanlış bulur ve hatta bir suç olarak görür.
Bu yaklaşımı çok daha popüler olan “Yeni-Osmanlıcılık” kavramı yerine “İslami çok kültürcülük” kavramıyla ifade etmemin sebeplerinden biri, açılımların meşrulaştırılmasında atıf yapılan Selahattin Eyyubi, Hz. Ali ve Medine Vesikası gibi örneklerin, pek çoğu Osmanlı’dan asırlar önce yaşamış erken İslam dönemi devletleriyle (Eyyubi, Emevi ve Abbasi gibi) ilişkili olmasıdır. Fakat bu yaklaşımı İslami çok kültürcülük olarak tarif etmemin esas sebebi, açılım sürecinde ortaya konan kimlik vizyonunun, Osmanlı örneği dahil herhangi bir somut mekân veya zamandan bağımsız olarak doğrudan dini kaynaklara (örneğin Veda Hutbesi) atıf yapılarak temellendirilmesidir.
İslami çok kültürcülüğün açılımların temel motivasyonu olduğuna ilişkin bu yaklaşımım, açılımların sebep ve sonuçlarını olduğu kadar, açılımların başarılarını ve başarısızlıklarını açıklamakta da alternatif yaklaşımlardan daha ikna edicidir. Açılımları olumlu bularak destekleyen ve hatta aktif olarak bu reformların icrasında görev alan Kürt, Alevi ve Ermenilere bakıldığında, açılımların özellikle dindar ve/ya muhafazakâr Kürt, Alevi ve Ermeniler nezdinde önemli bir karşılığı olduğu görülmektedir. Öte yandan bu açılımlar, din temelli hoşgörü ve çeşitlilik vurgusunun rahatsız ettiği, kapsamadığı ve hatta ötekileştirdiği, pek çok solcu ve sosyalist Kürt, Alevi ve Ermeni başta olmak üzere bazı kesimlerin de yoğun muhalefetiyle karşılaşmıştır. Bir başka deyişle, açılımların olumlu ve olumsuz karşılandığı kesimlerin, açılımların odağında olan etnik, mezhepsel veya dini grupların kendi içindeki ideolojik ve siyasi farklılıklara karşılık gelmesi de açılımın motivasyonu, sonuçları ve sınırları hakkında fikir vermektedir.
Açılımların başarısını da başarısızlığını da vurgulayanların kısmen haklı olduğu söylenebilir. Görünürdeki bu çelişki, açılımın başlıca motivasyonunun ve meşrulaştırıcı söyleminin İslami çok kültürcülük olduğu bulgusuyla büyük ölçüde çözülüyor. Sonuç olarak, açılımların bir yandan Kürt, Alevi ve Ermeni kimliklerinin bazı boyutlarıyla devlet nezdinde tanınması ve himayesini sağladığı ölçüde çok kültürcü bir yeniden yapılanmayı sağlayarak bazı Kürtlerin, Alevilerin ve Ermenilerin desteğini aldığını görüyoruz. Öte yandan başta solcu ve sosyalist kesimler olmak üzere ideolojik ve siyasi açıdan İslami çok kültürcü bir vizyonun muhalifi olan Kürt, Alevi ve Ermenilerin ise bu açılımlara karşı çıktığı veya en azından benimsemediği söylenebilir.
Şener Aktürk
Koç Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi
[email protected]