Silah teknolojisinin gelişiminde karşılaşılan teknik problemlerin çözümünde, koordinasyon içinde bulunan çeşitli bilim dallarının etkisi dikkat çekicidir.
18. yüzyılın son çeyreğinde ve 19. yüzyılın ilk yarısında gerçekleşen sanayi devriminin, yaşamın bütün alanlarında olduğu gibi, askeri teknoloji üzerinde de büyük etkileri oldu. Bu etkilerin yarattığı sürecin temel özelliği, silah üretiminin makineleşmesi ve silah fabrikalarının kurulması oldu. Silahlar artık başka herhangi bir tüketim nesnesi gibi kitlesel olarak üretilmeye başlamıştı.
20. yüzyılın başlarında, düşmanın savunma hatlarının yarılmasında en etkili yol hala ağır topçu ateşiydi. Bu nedenle ağır topların üretimi ve teknik kapasitelerinin ve tahrip güçlerinin geliştirilmesi çabaları devam ediyordu. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce 38 kalibreliğe kadar top üretilmişti. Ancak hareket kabiliyeti yüksek sahra topu, savaş öncesine kadar hala topçuluğun belkemiğini oluşturuyordu. Fransızlar 1897’de 7.5 santimetrelik ünlü sahra toplarını üretmişlerdi.
20. yüzyıla kadar topçular daima direkt atış yöntemini kullanıyorlardı. Yani top görünen hedefe doğrudan yöneltilerek ateşleniyordu. Ancak daha sonra, hedefi göremeyen topların başka bir gözlemci tarafından yönlendirilerek ateşlenmesi imkanı doğdu. Bu imkan elbette telgrafın ve sahra telefonunu kullanılmaya başlanmasıyla sağlanabildi.
1915 yılının başlarında ilkel telsiz donanımlı bir uçak aracılığıyla hedefin yerini tam belirleme ve mermileri gereken yere düşürtme becerisi kazanıldı. Savaşın ikinci yarısına kadar topçular artık büyük bir saldırıyı desteklemeye girişmeden önce hedeflerini büyük ölçüde belirlemiş oluyorlardı. Atışların kesinlik derecesini arttırmak amacıyla başka destekleyici çalışmalar da yapıldı. Bütün Batı Cephesi’nin ayrıntılı bir topografik haritası çıkartıldı. Ayrıca her bir topun balistik performansı ayrıntılı olarak analiz edildi ve menzilin ayarlanmasında hesaba katılmak üzere, hava sıcaklığı, hava basıncı ve rüzgar gibi meteorolojik faktörler araştırıldı.
1918’e gelindiğinde, öngörülen atışların yüksek kesinlik dereceleri artık sağlanmış durumdaydı. Bu çerçevede, silah teknolojisinin gelişiminde, koordinasyon içindeki çeşitli bilim dallarının etkisi dikkat çekicidir.
Elektronik aygıtların savaş yıllarındaki gelişmesi sonucunda, düşman toplarının atış sırasında çıkardıkları seslerden, yerlerinin saptanabilmesi de mümkün olmaya başlamıştı.
Siper savaşlarının varlığı, yeni bir silahı da ortaya çıkarmıştı: El bombası. Başlangıçta ateşleme sistemleri çok güvenli olmayan el bombaları, 1915’ten itibaren İngiltere’de daha güvenli olarak ve kitlesel ölçeklerde üretilmeye başlandı.
Lewis isminde Amerikalı bir albay hafif makineli tüfek geliştirmişti. 1914’ün sonunda İngilizler hemen bunu kendi üretimlerine uyarladılar. Lewis makineli tüfekleri sadece 12.7 kilogram olduğu için büyük bir kullanım kolaylığı sağlıyordu. Daha önceki makineli tüfeklerin en hafifi 31 kilogramdı. Yine Amerikalıların ürettiği Browning otomatik tüfekleri, İkinci Dünya Savaşı’nda da kullanılmışlardı.
Savaş sırasında kullanılan silahların en korkuncu şüphesiz zehirli gazlardı. Japonlar, 1904-5 yıllarında Rusya’ya karşı arsenik emdirilmiş yakıcı paçavralar kullanmışlardı. Savaşlarda zehirli gaz kullanımı gerçekte 1899 ve 1907 tarihli Hague (Hollanda) antlaşmasıyla yasaklanmıştı. Fakat bu antlaşmalar Almanların 1914 sonlarında zehirli gaz kullanmalarını engelleyemedi. Almanlar 1915 Nisan’ında da Fransız sömürgelerinden getirtilmiş askerlerin üzerine, öncelikle akciğerleri tahrip eden klor gazı püskürttüler ve böylece bu kuvvetleri dağıtmayı başardılar. Daha sonra İngiliz ve Kanadalı askerler kendilerini gazın zararlı etkilerinden korumak için yüzlerini de örten ıslak elbiseler giymeye başladılar. Korunma amacıyla idrar da kullanılıyordu. Çünkü idrarın içindeki amonyak, zehirli gaz üzerinde nötralize edici etki yapıyordu. Daha sonra hızla gaz maskeleri üretimine başlandı. 1915 Eylül’ünde bu kez İngilizler zehirli gaz kullandılar. Fakat püskürtüldüğü yönde yeterince güçlü rüzgar bulunmadığından gaz Alman hatlarına ulaşamadı.Savaş sırasında zehirli gazların türleri de çoğalmıştı. 1917’de Almanlar tarafından öncelikle gözlere ve akciğerlere tesir eden ünlü hardal gazı (diklorodietilsülfit) geliştirildi.
İçten yanmalı motorların kullanımı, Birinci Dünya Savaşı’nda gittikçe gelişen büyük bir rol oynamıştır. Orduların her geçen gün daha fazla motorlu taşıt kullanmaya başlamalarına karşın, savaşın sonunda bile ata dayalı ulaşım hala ağırlıktaydı. 20. yüzyılın başında birçok Avrupa ülkesi, silahlı ve zırhlı birçok prototip motorlu taşıt üretti ve savaşta kullandı. İtalyanlar 1911’de Trablusgarp Savaşı’da Türklere karşı zırhlı Fiat kamyonlarını kullandılar. Ama bu tür araçların çoğalması Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla oldu.
Siper savaşlarının tekerlekli zırhlı araçların kullanılmasını doğal olarak sınırlıyor olması, bir İngiliz icadı olarak tankın doğmasına yol açtı. İtalyanlar iki tip ağır tank ürettiler. Almanlar da üretiyordu, fakat onların tank üretimi sınırlı kaldı, çünkü savaşın son dönemlerinde artık hammadde sıkıntısı çekmeye başlamışlardı.
Uçaklar, Birinci Dünya Savaşı’na yeni bir boyut getirmişti. Başlangıçta uçakların rolü, keşif yapmak ve bomba atmakla sınırlı görülmüştü. Daha sonra uçaklara makineli tüfekler yerleştirildi.
Uçakların yarattığı tehdit, hava savunma silahlarının geliştirilmesi ihtiyacını doğurdu. Bu amaçla, bir platform üzerinde 360 derece dönebilen ve 80 veya 90 derecelik açılarla atış yapabilen sahra topları geliştirildi. Burada da temel sorun, hedef alınan uçağın hızının ve yüksekliğinin tam bir doğrulukla tespit edilememesindeydi. Fransız mucit Brocq, takimetre aygıtını geliştirerek bu soruna çözüm getirdi. Takimetre aygıtının iki teleskopu vardı. Bunlardan biri uçağın yüksekliğini, diğeri ise yönünü ve hızını gözlüyordu. Gözlemci bu teleskopları, izleme hızıyla orantılı bir akım veren bir jeneratöre bağlı manivela yardımıyla döndürüyor, bu sırada uçağın yüksekliği ve hızı kadrana yansıyor ve buradan belirli bir metotla uçağın atış anındaki kesin pozisyonu hesaplanabiliyordu.
Uçakların yaklaşmalarını izlemek ve uyarıda bulunmak amacıyla bir ses dedektörü de geliştirilmişti. Bir uçağın yaklaşmakta olduğu, 1918 yılında 8 kilometre öteden belirlenebiliyordu.
Birinci Dünya Savaşı’nda deniz savaşlarında etkili olan en önemli iki silah, mayın ve torpil olmuştur. Mayınların bir ağırlık aracıyla deniz tabanına bağlı olarak yerleştirilenler ve serbest olarak yüzenler biçiminde iki tipi vardı. Torpiller ise Birinci Dünya Savaşı’nda etkin bir araç olarak kullanılan denizaltıların en önemli ve sonuç alıcı silahıydı. Yönlerini kontrol etmek amacıyla jiroskopun uyarlanmasıyla torpiller daha etkili hale getirildi.
Birinci Dünya Savaşı, sadece askerler arasında değil, savaşan tarafların bilimsel ve teknolojik birikimleri, becerileri, perspektifleri, yaratıcılıkları, ekonomik güçleri vb. arasında da süren çok yönlü bir savaş olmuştur.
Osman Bahadır