Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın birçok öğrencisi ve meslektaşı benim gibi onun eksikliğini hissederken bir yandan da sanki sabatik iznine gitmiş de neredeyse dönermiş gibi bir duygu içindedir sanıyorum.
Çiğdem Kağıtçıbaşı’yı değişik rolleri ile tanıma şansına erişen biri olduğum için çok mutluyum; kendisi lisans yıllarım sırasında hocam oldu, yıllar sonra Koç Üniversitesinde buluştuğumuzda birlikte kadın okur-yazarlığı üzerine Fatoş Gökşen ile beraber araştırma yaptık, sonra Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) için hazırladığımız eğitim programında projemizin danışmanı oldu, daha sonra fakülte dekanı oldu, kızımın hocası oldu ve birçok komitede, kurulda birlikte çalıştık. Kendisi kişisel kararlardan psikoloji kuramlarına kadar her konuda kafam karıştığında danıştığım, dekanlık görevi bana düştüğünde sık sık akıl sorduğum, atacağım adımlar hakkında fikrini aldığım bilge kişiydi.
Tanıdığım en çalışkan, en sorumluluk sahibi insandı. Bunu öylesine söylemiyorum. Uzun uçak yolculuklarının insanın kafasını allak bullak ettiği Amerika veya Uzak Doğu konferanslarından döner dönmez hemen üniversitede olurdu. Her işi herkesten önce bitirir, raporları herkesten önce teslim ederdi. Nasıl bir yöntem kullandığını sorduğumda en istemediği ve en zor işleri ilk olarak yapmak olduğunu söylemişti. Böylece kolay ve zevkli olanlar nasılsa yapılırdı.
Çiğdem Kağıtçıbaşı, yurt dışına Psikoloji alanındaki konferanslara gittiğinizde Türkiye’den olduğunuzu öğrenenlerin size sorduğu, Türkiye hakkında bildikleri ilk isimdi, bazen de tek isimdi. Araştırmalarını ve bilimsel katkılarını değerlendirmek koskoca bir makale işidir ve benim yeterliliğimi de aşar. Ama şunu çok iyi biliyorum, Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın standart olarak kabul edilen batı psikolojisini sarsmayı başarması ve orada hâkim olan bakış açılarından farklı yaklaşımların olması gerektiğini çok açık biçimde vurgulaması en başta gelen katkılarından biridir. Bir diğer önemli katkısı, toplumlar arasında olabilecek farkların değerli araştırma konuları olduğunun altını çizerken toplumsal gelişmenin önemine her fırsatta değinmesi ve bu gelişmenin toplumlara göreceli olmaktan ziyade çağdaşlaşma yolunda olması gerektiğini savunması olmuştur. Çağdaşlaşmanın tek bir türde ve tek bir yolla olması düşüncesini reddederken, okur-yazarlık, kadın hakları, insani gelişme gibi öncelikli alanların toplumlara göre değişmeyen zorunlu gelişmeler olduğunu her zaman savunmuştur.
Çocuğun değeri araştırması, Anne-Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV)’nın kurulması, Koç Üniversitesi Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Araştırmaları Merkezi’nin kurulması gibi girişimler hep bu yöndeki çabalarının sonucudur. Bu yöndeki son katkısı da insani gelişim konularında yapılacak araştırma projelerini destekleyecek “Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı İnsan Gelişimi Araştırma Ödülü”nü her yıl verilmek üzere kurgulaması ve fonlaması oldu. Böylece Çiğdem Kağıtçıbaşı vakıf, merkez ve ödül bünyesinde hep arzuladığı gelişmelerin devamı yolunda adımlar atmış, kendi çabalarının sürdürülebilirliğini sağlamıştır.
Bilimsel çalışmalarına paralel bir biçimde yürüttüğü eğitim ve kadın hakları çalışmalarını kendisi gibi biz öğrencilerinin ve çalışma arkadaşlarının da yapmasını isterdi. Evrensel bilim çalışmalarımızın yanında yaşadığımız bu topluma, insan esenliğine katkıları olacak araştırma ve uygulamalar için de çalışmamız gerektiğini her fırsatta dile getirirdi. Onun sayesinde birçoğumuz bu yönde çalışmalar yaptık ve bu geleneği kendi öğrencilerimizle de devam ettiriyoruz. Çiğdem Hocamız 2015 yılında yayınlanan Lülâ ve Ben adlı anı kitabının sonlarına doğru özellikle kız öğrencilerinin kendisini örnek almasından çok mutlu olduğunu belirtmişti. Gerçekten de kendisini örnek alan öğrencilerinin çokluğu ve bu öğrencilerin de kendi öğrencilerine ve çocuklarına aynı değerleri aktarması ülkemiz için umut vericidir.
Sami Gülgöz
Bilim Akademisi üyesi
Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi