Bilimler arası bir disiplin olan bilim tarihi, her şeyden önce bir düşünce tarihidir. Çünkü bilim, Antik Yunan’da ve diğer devirlerde olduğu gibi günümüzde de doğaya ilişkin gerçekleri arama çabasıdır. Bu nedenle de bilim tarihi, bilimsel teorilerin, bilimsel düşüncelerin (birbirlerinden etkilenerek) gelişmesinin tarihidir. Ünlü bilim tarihçisi Alexandre Koyre (1892-1964), “Gerçek bilim tarihi, aklın gerçeğe ulaşması sürecidir” derken bilim tarihinin bu temel özelliğine dikkat çekiyordu.
Fakat bilim tarihi aynı zamanda kurumsal ve toplumsal bir tarihtir. Çünkü bilim gerçekte sosyal bir faaliyettir ve bilim insanları çalışmaları sırasında mevcut sosyal koşullardan çeşitli düzeylerde etkilenirler. Bu yüzden bilim, ekonomik, siyasal, kültürel vb. koşulların niteliğine bağlı olarak ilerler, duraklar veya geriler. İşte bu yüzden bilimin dorukta olduğu koşullarla, gerilediği koşulları analiz ederek bilimin gelişiminin temel dinamikleriyle ilgili bazı gerçeklere ulaşmak, bilim tarihinin başlıca çalışma alanını oluşturur.
Diğer yandan bilim tarihi, bilim insanlarının kişisel yaşamlarının tarihidir. Bir insanı bilimle ilgilenmeye yönelten ve bu alanda başarılar kazanmasına yol açan etkenler nelerdir? Bu soruya bilim insanlarının kişisel yaşam serüvenlerinde farklı cevaplar bulmak mümkündür. Örneğin 2015 yılı Nobel Kimya Ödülü’nü kazanan Prof. Dr. Aziz Sancar’ın yaşam öyküsü bize ülkemizdeki ve dünyadaki bilimin gelişimiyle ilgili neleri düşündürüyor?
Bilim tarihi, gerçekte bu üç bileşenin her zaman iç içe geçmiş etkileşimiyle oluşan yapının analizi ve sentezi ile uğraşır. Bu nedenle de kapsamı çok zengin ve karmaşıktır. Bu çalışmaların başarı kazanmasında, bilim tarihçilerinin çeşitli bilim dallarına özgü uzmanlık bilgilerini belirli düzeylerde edinmelerinin de önemli bir gerekliliği ve rolü var.
Bilim tarihi çalışmaları, öncelikle bilim tarihçileri ve felsefecileri topluluğunun ilgi alanına giriyor. Fakat asıl ulaşılması gereken kitle, bilimi seven, bilimsel çalışmalara ilgi duyan lise ve üniversite öğrencileri ile mesleklerine yeni adım atmış genç bilim insanları. Çünkü bilimsel teorilerin başlıca gelişme koşullarını ve mekanizmalarını saptamaya çalışan bilim tarihi disiplini, elbette bu konuda her zaman için hazır ve kesin reçeteler ortaya koymaz ama bilimsel teorilerin oluşum tarihinden verdiği çarpıcı örneklerle, genç insanların çok yönlü düşünebilen bir kimlik kazanmalarına, kavrayış ufuklarının genişlemesine yardımcı olur. Büyük tarihçi Ranke (1795-1886), “Geçmişi değerlendirerek geleceğin yararına bugünü eğitmek yetkisi tarihe verilmiştir” derken bir yanıyla da bu gerçeğe işaret ediyordu.
Bugün ülkemizdeki öğretim kurumlarında bilimsel bilgiler ve teoriler, birçok ülkedekinden farklı olarak, öğrencilere tarihsel gelişimleri içinde değil, fakat ulaşılmış en son düzeylerinde veriliyor. Böyle bir eğitim yöntemi, dar açılı ve tembelleştiricidir. Oysa tarihsel süreçteki gelişimiyle birlikte verilmiş yeni bilgi, düşündürücü, ufuk açıcı, cesaretlendirici ve canlandırıcıdır. Genç bilimciye, bilim tarihinde alabileceği özgün rolü hissedebilmesi imkanını sağlar ve onu çalışmalarında şevklendirir.
Bilimin en büyük toplumsal dönüştürücü olduğu düşüncesi, ancak 20. Yüzyılın başlarında önem kazandı (Bu yüzden bilim tarihi, sadece bilimsel gelişmenin kurallarını anlamak bakımından değil, aynı zamanda toplumsal dönüşümleri açıklamak bakımından da önemli bir anahtar durumuna geldi). Bu gecikmenin temelinde, bilimin devasa bir düzeye ancak 19. Yüzyılda ulaşmış olması yatıyor. Bilim tarihinin henüz genç bir disiplin olması da, bilimin bu geç yükselişiyle ve toplumsal dönüşümdeki büyük rolünün nispeten yeni fark edilmesiyle ilgili.
Bu nedenle bilim tarihi çalışmalarına önem vermek, aynı zamanda güncel bilimsel çalışmaların büyük öneminin bilincinde olmak anlamına da geliyor.
Osman Bahadır (Mart 2017)