Üniversitede psikoloji okunur mu, okunursa ne olunur?

Psikoloji okumak istediğini söyleyen gençlere nedenini sorduğumda “İnsanlarla çalışmak istiyorum,” “Kendimi daha iyi tanımak için,” “Arkadaşlarım onları çok iyi anladığımı söylüyor” veya “İnsanları anlamak için” … gibi cevaplar veriyorlar. Bazı durumlarda bunlar doğru saptamalar olabilir ama bütün gün insan görmeden çalışan psikoloji mezunları olduğu gibi, psikoloji bilimini öğrendikçe de kendimizi veya diğer insanları anlamanın zorluklarını fark ediyoruz. Tabii bütün bunları genç arkadaşlar psikoloji okumasın diye yazmıyorum. Ne de olsa 40 yılı aşkın bir süredir psikolojinin içinde, hâlâ heyecanla yeni araştırmaları okuyan, bu alanda araştırmalar yapan biriyim ve bundan büyük bir keyif alıyorum.

Senaryo genel olarak şöyle: Anne baba ve aday öğrenci ile toplantı yapıyorum. Öğrenci psikoloji okumak istiyor. Anne de öğrencinin yapmak istediğini yapmasına taraftar. “Ama babamız puanı başka bölümlere yettiği için psikoloji yerine o bölümü okumasını istiyor. Hem puanlar heba olmamış olur hem de hayatını kazanması garanti olan bir meslek okuyabilir.” Sanırım üniversite sınavına giren arkadaşlar henüz para kazanma derdini düşünme aşamasında değiller, anneler çocuklarının mutlu olmasını istiyor, daha çok babalar şu soruyu soruyor: “Psikoloji okuyan biri nasıl para kazanır, hayatını nasıl sürdürür?” Bu soru karşıma çıktığında ben biraz geriliyorum çünkü hiçbir mesleğin para kazanma garantisi ile gelmediğini hayat bana öğretti ve babaların da bunu bilmesini bekliyorum.

Bu noktada  ben standart cevabıma başlıyorum: Öncelikle psikoloji bir bilim alanıdır. Üniversitelerde de birçok bölüm meslek okulu niteliğine sahip değildir. Ekonomi, sosyoloji, tarih, fizik, kimya, biyoloji, arkeoloji ve diğer birçok bilim alanı gibi psikoloji de bir meslek kazandırmaz. Bütün bu bilim alanlarının en önemli özelliği birer disiplin olmalarıdır. Yani kendilerine özgü düşünme, araştırma, sorgulama, doğrulama, bilgi üretme, bilgiyi değerlendirme ve birleştirme becerileri, bir tür formasyon kazandırırlar. Tabii ki eğitimi verenler nitelikli bir eğitim sunabiliyor, öğrenci de bu becerileri kazanmayı istiyor ve bu uğurda emek harcıyorsa. Bu noktada babaların gözleri biraz dalgınlaşıyor, asıl duymak istediklerini söylemediğim için de esneme dürtüleri devreye giriyor. Ben de hemen öğrencilerimizin yaptıkları mesleklerden bahsediyorum: En çok bilinen alan klinik psikoloji. Bu alan özellikle 17 Ağustos 1999 depremi sonrasında görünürlük kazandı, diziler ve filimler aracılığıyla da iyice popüler oldu. Türkiye’de yasalara göre klinik psikolog olmak için üniversitede dört yıllık lisans eğitimini tamamladıktan sonra klinik psikoloji alanında yüksek lisans derecesi alınması gerekiyor. Her ne kadar kimi üniversitelerde uygulamalı psikoloji veya genel psikoloji adı altında programlar açılıp bunlara klinik psikoloji programı havası veriliyorsa da bitirilen programın adı mutlaka klinik psikoloji olmalı. Klinik psikoloji okuyanlar değişik yerlerde çalışabiliyor: özel klinikler, özel veya devlet hastaneleri ve kişisel olarak danışan gördükleri ofisler gibi.

Herkes klinik psikoloji alanında uzmanlaşmak istemeyebilir tabii. Alternatif olarak mezunlarımızın sıklıkla tercih ettiği alanlardan biri de “endüstri ve örgüt psikolojisi.” Bu alandaki arkadaşlar şirketlerin insan kaynakları bölümlerinde çalışabildikleri gibi insan kaynakları alanında farklı şirketlere danışmanlık hizmeti veren kurumlarda da çalışabiliyorlar. Kimlerin bu alanda çalışabileceği konusunda yasal bir sınırlama olmasa da yüksek lisans yapmayı tercih edenler var. “Endüstri ve örgüt psikolojisi” alanında çalışan ve genel müdür yardımcılığına veya kendi şirketini kurmaya kadar varan mezunlarımız var. (Bu son sözleri söylediğimde genelde babaların gözlerinde bir parlama oluyor.)

Ama sıra öğrencilerin gözlerini parlatmakta çünkü konumuz onların hayatı. Bu iki meslek alanı oldukça standart ama öyle bir çağdayız ki şimdi üniversiteye öğrenci olarak girenlerin yapacakları meslekler henüz icat edilmemiş olabilir. Düşünün mesela, sosyal medya yöneticisi, kullanıcı deneyimi uzmanı, drone pilotu… Kaç yıllık bir geçmişleri var bu mesleklerin? Bugün artık psikoloji eğitiminde insan algısının ve zihninin nasıl çalıştığı konusunda uzmanlaşıp bunu bilgisayar oyunu yaratmada kullanan mezunlarımız var. Psikoloji eğitimlerinde edindikleri becerilerle ülkemizde veya başka ülkelerde farklı kuruluşlarda çocukların, gençlerin, yaşlıların, Alzheimer’s hastalarının hayatlarını güzelleştirenler var. Belirli bir yazılımı veya web sayfasını kullanan kişilerin o sayfada belirli işlemleri yaparken yaşadıkları deneyimi araştırıp insan zihninin zorlandığı yerleri saptayıp yazılımcılara ve web sayfasını tasarlayanlara geri bildirim veren, bunların kolaylaştırılmasını sağlayan mezunlarımız var. Bunların yanı sıra psikoloji eğitiminin en önemli unsurlarından olan araştırma ve istatistiksel analiz bilgilerini kullanan, kurumların araştırma bölümlerinde veya araştırma şirketlerinde çalışanlar var.

Ne yazık ki eğitim sistemimiz insanları sayısalcı, sözelci, fenci gibi kategorilere ayırıyor. Aslında gerçek hayatta böyle kategoriler olmadığı için psikoloji eğitimi bu becerilerin hepsinin kısmen lisede edinildiğini varsayar. Gerektiği gibi sunulan psikoloji lisans eğitimi de bu becerilerin hepsini geliştirir. Ülkemizdeki psikoloji bölümlerini eğitim felsefelerine göre kabaca iki gruba ayırmak mümkün: Avrupa ve Amerika ekolleri. İstanbul, Ankara, Ege, Hacettepe gibi üniversiteler Avrupa ekolünü, Boğaziçi, ODTÜ, Koç, Sabancı, Bilkent gibi üniversiteler de daha çok Amerika ekolünü takip eden üniversiteler. Avrupa ekolünde öğrenciler önceden belirlenmiş zorunlu dersleri alırlar. Bu dersler psikolojinin temel alanlarını ve alt alanlarını kapsar. Örneğin gelişim psikolojisi gibi temel bir alanı, biyolojik, bilişsel, sosyal, kişilik ve ergen psikolojisi gibi alt alanlara odaklanan ayrı derslerde alırlar. Amerika ekolünde ise öğrencilerin sadece psikoloji alanında değil diğer disiplinlerde de birikimleri olması gerektiği savunulur ve psikoloji derslerini de öğrencilerin ilgi alanlarına göre şekillendirmelerine izin verilir. Bu ekolde zorunlu psikoloji derslerinin yanında öğrenciler kendi istedikleri konularda psikoloji dersleri seçerler ve kimi zorunlu kimi de seçmeli olarak diğer bölümlerden de ders alırlar.

Her iki yaklaşımda da mutlaka yer alan bazı zorunlu dersler vardır. Üniversiteler arasında farklılıklar gösterse de bu zorunlu dersler genellikle aynıdır. “Psikolojiye giriş” dersleri dışında araştırma yöntemleri ve istatistik, ölçme ve değerlendirme yöntemleri, kişilik kuramları, gelişim psikolojisi, sosyal psikoloji, öğrenme, biliş, nöropsikoloji ve psikopatoloji bunların önde gelenleridir.

Benim bütün psikoloji okumayı düşünen adaylara vermek istediğim mesaj kısaca şu: Psikoloji bugünün dünyasının merkezinde yer alan bir bilim dalıdır. Bu bilim dalının formasyonu öğrencileri birçok farklı mesleğe hazırlayan kritik becerileri sağlar. Bazen bir otobüs garı benzetmesini yaparım. Psikoloji garın ta kendisidir ama oradan otobüsler ülkenin, hatta dünyanın değişik yerlerine giderler. Psikolojinin konusu insan olduğu için insana dair her alanda psikoloji okuyanlara yer olacaktır. Özetle, psikoloji okunur mu sorusuna cevabım, çağımızın psikoloji okumak için en heyecan verici zaman olduğudur.

Sami Gülgöz, Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümü

Önceki İçerikBir araştırmacının rotası – Kişisel hikâyeler
Sami Gülgöz

Bilim Akademisi kurucu üyesi Sami Gülgöz, Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde lisans derecesini tamamladıktan sonra Georgia Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora derecelerini almıştır.

Dört yıl Auburn Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptıktan sonra 1993 yılında Koç Üniversitesi’nde öğretim üyeliğine başlamıştır. Burada 2001 yılında Doçent, 2006 yılında Profesör olduktan sonra 2006-2008 yılları arasında Fen, İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı, 2008-2014 yılları arasında da İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Dekanı olarak görev yapmıştır. Halen bu fakültenin Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir.

Araştırmaları kişisel özellikler ve zihinsel işlevler üzerinedir. Son yıllarda ağırlıklı olarak kişilerin kendi yaşamlarını hatırlamaları üzerine olan araştırmalara yoğunlaşmıştır. Bilimsel makalelerinin yanı sıra Eğitim Reformu Girişimi ve Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı gibi eğitim kuruluşlarıyla projeler yapmıştır. Halen Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın (TEGV) Bilim Kurulu’nda ve Yönetim Kurulu’nda görevlidir.