Panel: Sesimi duyan var mı? – Afetlere karşı akıl ve bilim

Bilim Akademisi Deprem Koordinasyon Kurulu üyeleri: Soldan sağa Ersin Kalaycıoğlu, Naci Görür, Sibel Salman.

Bu metin 6 Mart 2023’te gerçekleştirilen Bilim Akademisi panelinde yapılan konuşmalardan derlenmiştir.[1]Derleyen: Defne Üçer Şaylan, Elif Kaplan  Bilim Akademisi Deprem Koordinasyon Komitesi üyeleri Naci Görür, Sibel Salman ve Ersin Kalaycıoğlu’nun konuşmacı oldukları panelin moderatörlüğünü Bilim Akademisi Kurucu Başkanı Ali Alpar üstlenmişti. Bugüne kadar gerçekleştirilen dört Bilim Akademisi Deprem Panelinin videolarına metnin sonunda ulaşabilirsiniz. 

Deprem gerçekliği – Naci Görür

Deprem en az terör, hukuk, ekonomi, eğitim, işsizlik, pahalılık vb. kadar gerçektir ve Türkiye’nin gündeminde olmalıdır.

Türkiye’de neden deprem oluyor? Önce bunu anlayalım. Dünyamızın en dış tabakası yani taşküre, levhalardan meydana gelmiştir.  Çok sayıda irili ufaklı levha vardır. Bizim coğrafyamızda Avrasya Levhası, Arap Levhası ve Afrika Levhası bulunur.

Türkiye’de iki ana fay zonu var, biri Kuzey Anadolu fay zonu, diğeri Doğu Anadolu fay zonu. Bu iki fay zonu da levhaların sınırında. Afrika levhası Kıbrıs’ın güneyinde Anadolu Levhasının altına dalıyor-tükeniyor. Dolayısıyla burası sınır dalma-batma zonu, burda depremler oluyor. Akdeniz’de, Türkiye’nin güneybatısında her gün irili ufaklı deprem olur.

Anadolu levhası Kuzey Anadolu Fayı sınırı boyunca yılda 2,5 santim Yunanistan’a doğru gider, Ege’de  sürekli depremler olur. Türkiye’nin en fazla deprem üreten zonudur.

Doğu Anadolu Fayı, Ölüdeniz fayıyla, Arap levhasıyla Afrika levhası arasındaki sınırı oluşturuyor. Doğu Anadolu da sıkışma bölgesi. Doğu Anadolu fayı 2020’de Elazığ depremiyle uyandı. Bu fayın da Kuzey Anadolu Fayı gibi büyük depremler yaratıp enerjisini boşaltacağını tahmin ediyorduk. İşte görüyorsunuz bu fay 2023’te Kahramanmaraş/Elbistan depremlerini oluşturdu, enerjinin büyük bir kısmını boşalttı ama 60-70 bin insanımızın da canına mal oldu.

Anadolu’daki levhalar ve fay hatları (Wikimedia Commons)

Türkiye’de depremi üreten bu mekanizma 13 milyon yıl önce oluştu. 13 milyon yıldır depremler devam ediyor, daha milyonlarca yıl da devam edecek. Halkımız “Ne zaman depremler bitecek hocam?” diye soruyor. Ben de diyorum ki dua edin bitmesin. Eğer biterse hiç birimiz hayatta kalmayız, dünya ölmüş olur.  Dolayısıyla bu mekanizma afet değil, dünyanın bir yaşam biçimi, çalışma mekanizmasıdır. Tabii bizim gibi bazı toplumlar bu mekanizmayı afete dönüştürmede başarılıdır.

Bilimsel olarak 6 Şubat depreminin geleceğini biliyorduk, Marmara depreminin geleceğini de biliyoruz. Kuzey Anadolu fay hattının doğusunda, Marmara bölgesinde ve İstanbul’da da büyük bir deprem bekliyoruz. Bu depremler öngörülebilir depremler. Depremleri durduramayız. Durduramadığımıza göre hep böyle ölecek miyiz?

 

Eğer bilim ve bilgi toplumu olmazsak, bilimin ışığı altında bu ülkeyi yönetmezsek ölmeye devam ederiz.

Şunu söylemem gerekir, beklediğimiz Marmara depremi için önlem almazsak, bu deprem Türkiye’nin bağımsızlığına büyük zarar verir. Hem ekonomik, hem siyasi olarak. Çünkü Marmara bölgesi Türkiye ekonomisinin %60’ından fazlasını oluşturuyor, ekonomi çarkları bu bölgede dönüyor. Bu beklediğimiz deprem ekonominin çarklarını durdurur. Bu çarkların durması demek Türkiye üretemez, pazar kaybeder, dünyada rekabetini kaybeder, velhasıl el açacak duruma gelir demek. O zaman aklımızı başımıza toplayalım. Başta siyasetçiler olmak üzere halk da bu durumu ciddiye almalı, bilimin öngördüğü şekilde gerekenler yapılmalıdır.

Depremleri durduramayız ama depremde ayakta kalacak, yıkılmayacak “deprem dirençli” yerleşim alanları oluşturabiliriz. Bu mümkün mü? Mümkün. Bunu Türkiye olarak yapabilir miyiz? Evet, yapabiliriz. Dünyada örnekleri çok, biz de bu işi başarabiliriz. Yeter ki bilime inanan, dirayetli, bu tür olayları siyasi çıkarlarına alet etmeyen, ranta dönüştürmeyen ciddi devlet yönetimi benimsensin. Muhalefet ve iktidar bu depremi siyasi bir gündem olmanın dışına çıkarsın, partiler üzeri görsün ve el birliğiyle, omuz omuza bu işi yapalım. Emin olun 20 sene içerisinde bütün Türkiye’yi depreme dirençli hale getirebiliriz.

Bir araştırma alanı olarak afet yönetimi – Sibel Salman

Ben endüstri mühendisiyim, uzmanlığım yöneylem araştırması konusunda, fakat yaklaşık 20 yıldır afet yönetimi ve lojistik operasyonların planlanması, optimizasyonu, sağlık ve insani yardım sistemlerindeki lojistik problemler üzerine çalışıyorum. Önce afetin boyutunu anlatmak açısından bazı sayılar vermek istiyorum, sonra da problemlere bilimsel olarak nasıl yaklaşıyoruz onu anlatmaya çalışacağım.

6 Şubat depremlerinde 45089 kisi hayatini kaybetti (6 Mart, 2023 verisi). 528146 kisi bölgeden devlet tarafından tahliye edildi ve yaklaşık 3-4 milyon kişinin bölgeden ayrıldığı tahmin ediliyor. 1 milyon depremzedeye geçici barınma sağlandı. 11 ilde 332 noktada AFAD çadır kentleri oluşturulmuş ama insanlar evlerinin olduğu yerde kendi temin edebildikleri çadırlarda kalmayı tercih ediyor, çadır kente taşınmayı reddedenler de var. Böyle olunca insani yardımlara ulaşmaları da zorlaşıyor, çünkü bir çadır kente yardım ulaştırmak çok daha kolay. Kişilere teker teker ulaştırmak çok daha zor, maliyetli ve zaman gerektiriyor. Biliyorsunuz, depremzedeler çadır kentlerden konteyner kentlere, yine geçici barınma alanlarına taşınacaklar ve bir sene kadar orada kalacakları tahmin ediliyor. AFAD’ın planlarında, daha doğrusu çalışmalarında 8530 konteyner kurulumu tamamlanmış. 162 nokta seçilmiş bu konteyner kentlerin kurulması için. altyapı çalışmaları devam etmekte. Acil müdahale safhasında 77 Sahra hastanesi kuruldu, 271.000 personel sahada çalıştı, 10.300 yabancı kurtarma görevlisi bölgede bulundu. 11 Şubat itibarıyla 159 binden fazla gönüllü ve profesyonel arama kurtarma ekibi bölgede çalışmalarını sürdürüyordu (88 ülkeden 9 bin 315 arama kurtarma personeli). Mart ayı başına kadar kamu görevlileri, STK’lar, uluslararası arama kurtarma personeli ve gönüllüler dâhil olmak üzere toplam 271.060 personel görev yaptı. Deprem bölgesinden toplam 51.581 yaralının sevki yapıldı. Deprem bölgesindeki sağlık tesislerine doktor ve sağlık personeli olmak üzere 26.353 kişi görevlendirildi. Bölgede 18.048 iş makinesi görev yapıyordu.

Tüm bunlar bize afetin boyutunun ne kadar büyük olduğu konusunda fikir veriyor. Zaten literatürde ve bilimsel çalışmalarda afet yönetiminin zorluğundan bahsedilirken, bir afetin tanımı o bölgenin kendi kaynaklarıyla o durumun altından kalkamayıp dışardan yardıma ihtiyaç duyduğu durumu anlatır.

Afet yönetiminin zorluklarından birisi çok fazla paydaş olması, çok fazla karar verici olmasıdır. Afet sırasında bunların koordinasyonu gerekir ve hepsinin amaçları, yani hedefleri, kriterleri farklı olabilir, çelişki içerisinde olabilirler, çatışmalar olabilir.

Afetten önce planlama yaparken belirsizlik mevcuttur. Bu sebeple, çeşitli senaryolar düşünmek zorundayız. Yer bilimcilerin yaptığı çalışmaların sonucunda bazı tahmini hasar senaryoları ortaya çıkıyor ve biz bunları planlamada kullanıyoruz. Ama bunların hepsi olasılıksal, yani tam olarak ne olacağını bilmiyoruz. Bazı varsayımlar altında bazı modellerle tahminler yapılıp ona göre planlamalar yapılıyor. Afetten sonra acil müdahale safhasında işlerin kolaylaşması için bu planlarda risk azaltılması ve hazırlık en önemli konu. Bu planlamayla en az can kaybı, en az hasarla afetleri atlatabiliriz.

 

Afetlerden çeşitli altyapı sistemleri de etkileniyor. Bu afette özellikle telekomünikasyon ağındaki kesintiler çok konuşuldu. Bir takım baz istasyonları devre dışı kaldı. Elektrik, su birkaç gün yoktu. Doğalgaz hattında kesintiler vardı. BOTAŞ petrol borularında tedbiren akışı kesti. Tüm bunlar tabii hayatı ve müdahale operasyonlarını felç eden faktörler.

Ulaşım çok önemli. Sahada bulunanlar yolların tıkanmasının etkilerini tecrübe etti. Yollar neden tıkandı acaba? Elbette kış şartları gibi bazı zorluklar oldu ama belki de trafik yeterince iyi yönetilemedi. Öncelikler yeterince iyi belirlenmedi. Nasıl mesela? Çeşitli ulaşım yollarıyla ilk önce arama kurtarma ekip ve ekipmanlarının bir an önce oraya sevki sağlanmalı ve bunlar önceden planlanmalıydı. Kimin nereye gideceğinin koordinasyonu bir an önce toplanan veriler altında hemen planlanabilir ve uygulamaya konabilirdi. İnsanlar bölgeyi doğal olarak terk etmek istiyor, bölge dışından yakınlarına ulaşmak istiyor. Bir yandan acil yardım kamyonları sevkiyata başlıyor. Bir yandan ekipler, ambulanslar ulaşmaya çalışıyor ve trafik kilitleniyor. Bunun yönetilmesi mümkün. Çeşitli simülasyonlarla çeşitli çözümlerin denenmesi ve en iyi çözümlere karar verilerek bu plana göre hareket edilmesi mümkün.

Deprem sonrası acil müdahale sürecinde pek çok STK’nın katkısı oldu ama bunların tek bir çatı altında organize olması mümkün olmadı. AFAD gibi merkezi bir kurumla koordinasyon içinde çalışamadılar. Veri paylaşımında eksiklikler oldu. Biz akademisyenler olarak da araştırma amaçlı veri toplamak için çok gayret ettik. İlk günlerde veriye erişimde çok büyük sıkıntı vardı. Çeşitli gönüllü oluşumlarda, platformlarda 20.000’den fazla yazılımcı gönüllü çalıştı. Örneğin Afet Haritası, deprem.io gibi platformlarla Twitter’da insanların yolladıkları mesajlardan ihtiyaçlar harita üstüne işlenerek ihtiyacı giderecek insanlara, kuruluşlara ulaştırılması için çaba gösterildi.

Söylediğim gibi benim araştırma alanım yöneylem araştırması. Biz matematiksel modeller, analizler, veri analizi kullanarak öncelikle Türkçesine eniyileme dediğimiz, optimizasyon yapıyoruz. Bu nedir? Belli kriterler belirliyoruz, belli kısıtlar altında bunların en iyi olacağı çözümleri elde etmek için algoritmalar, metotlar geliştiriyoruz ve bunların gerçek problemlerde uygulanmasında ortaya ne gibi sonuçlar çıkacağını analiz edip karar vericilere tavsiyelerde bulunup destek olabiliyoruz. Bunlar otomatik sistemler haline gelip karar vericiler tarafından rahatlıkla kullanılacak basit arayüzlerle yazılımlar haline getirilebiliyor. Dünyada da uygulanıyor bunlar. Simülasyon çok kullanılan tekniklerden bir tanesi. Tahminleme, kuyruk teorisi, hatta ekonomistlerin çok kullandığı oyun teorisi gibi bilimsel yöntemlerden de faydalanıyoruz.

Bir sonraki turda afete hazırlık aşaması, risk azaltma, müdahale ile ilgili somut çalışmalara örnekler vereceğim.

Deprem dirençli siyaset – Ersin Kalaycıoğlu

Yaşadığımız sürece baktığımız zaman, ki diğer konuşmacılar bana bir altyapı hazırladılar, düşünmemiz gereken soru: Bütün bu hazırlığı ve organizasyonu kim, nasıl yapacak?

Bizim siyasi yönetim kadrolarımızın, bu dönem için söylemiyorum, Türkiye’nin geneli olarak söylüyorum, şöyle bir huyları var. Bir sorun gördükleri vakit bir yasa çıkarıyorlar. Sonra yasa kendiliğinden işleyecekmiş gibi davranıyorlar, bir şey yapmaları gerekmiyor. Yasa varmış gibi davranmaları da gerekmiyor. Böyle bir alışkanlıkla devam ettiğinizde benden önce konuşan panelistlerin bahsettiği adımların atılması için gereken önlemlerin hiçbirini yapamazsınız. Çünkü diyorlar ki biz o konuda gerekli mevzuatı çıkarttık, hukuki adımları attık, her şeyi yerine getirdik, mesele çözülmüş durumda. Öyle değil. Yasaları uygulayacaksınız. İşte burada siyasal yönetim işin içine giriyor ve kamu yönetimimizde çok ilginç bir manzara var.

Türkiye 1982’de bir anayasa değiştirdi. Ondan beri de üç tane rejim değiştirdi. Yarı-parlamenter rejim (1983-2007/2014), yarı başkanlık rejimi (2007-2017/2018) ve neo-patrimonial sultanizm (2018- ).

Bugün içinde bulunduğumuz rejim 2017’deki referandumla veya halk oylamasıyla kuruldu, 2018’den beri de devam ediyor. Bu rejimin özellikleri ve koşulları içinde bugün bu olayla karşı karşıyayız, dolayısıyla rejimin özelliklerini anlamamız lazım. Siyaset sosyolojisi literatüründe gayet iyi ifade edilmiş bir nitelikte olan bu rejim “neopatrimonyal sultanizm” olarak da adlandırılıyor.[2]Bakınız: Kalaycıoğlu, E. (2021) Halk Yönetimi: Demokrasi ve Popülizm Çatışmasında Dünya (Ankara, Efil Yayınları): 117 -121. Ayrıntılarına girmeyeceğim ama bu tür bir rejimin ortaya çıkarttığı neticeler nelerdir, temel özellikleri nelerdir? Bunlara bakalım.

Mevcut rejimin ortaya çıkardığı neticelerin en belirgin olanı; bu son derece kişisel bir yönetimdir. Zirvesinde tek bir kişinin bulunduğu, kendi şahsi takdirine göre siyasi karar aldığı ve uygulattığı bir rejimdir. Bu rejim aşırı merkeziyetçidir. Kuraldan hoşlanmaz. Sınırlandırılmamış bir hükümettir, sınır tolere etmez. Hesap vermez, hesap sorulmasından hoşlanmaz. Hiçbir şekilde buna müsaade etmez ve bütün iktidarı merkeze toplamış durumdadır, paylaşmaz. Kimseye yetki vermez. Bütün yetki tek kişide toplanmış durumdadır ve dolayısıyla bu rejimlerde kamu politikası olmaz. Günlük karar verilir; o andaki yöneticinin kişisel, şahsi takdirine göre hareket edilir. Bu bir ahbap-çavuş yönetimi biçiminde sürmektedir. Yönetimde akrabalar ve arkadaşlarla bir yönetim olur. Eğer kapitalizm varsa, Max Weber’in ünlü tanımıyla İngilizce ‘crony capitalism’ (ahbap-çavuş kapitalizmi) denilen türe döner. Profesyonellikle hiç bağdaşmaz. Onun için profesyonellikten kaçar. Hükümet etmede rol alabilen yardımcı kadroları sadakate göre belirler. Liyakat hiç önemli değildir. Bu kişilerin hiçbir şey bilmesi gerekmez, okuma yazması bile olmayabilir, önemi yok. Önemli olan sadık olmasıdır. Dolayısıyla kurumsal yozlaşma üretme eğilimindedir. Var olan kurumları erozyona uğratır, yeni kurumların ortaya çıkmasını engeller, kurumların gelişmesine karşı durur ve esas itibariyle kurumsuz yönetmeye odaklanmıştır. Burada vatandaş siyasi vatandaşlık rolü itibariyle sadece ve sadece iktidarda bulunan şahsı alkışlamak için siyasal katılımda bulunabilir. Onun dışındaki her şey hoşgörü dışındadır ve engellenmeye çalışılır, bastırılır. Aynı zamanda çoğulculuğun tam tersi bir ortam söz konusudur. Muhalefete yer yoktur. Muhalefet hain, düşman vs. ilan edilir ve mümkünse ortadan kaldırılır. Sonuncu olarak özgürlüklere fazla bir tolerans yoktur. Sansür yaygındır, ifade ve medya özgürlüğünün sınırlandırılması esastır. Buna göre bir yönetim biçimi ve buna göre bir gerçeklik tanımlanır. Sizin gördüğünüz görgül gerçekle hükümetin kabul ettiği gerçek aynı değildir. Hükümet sizin gördüğünüz görgül gerçeği gerçek olarak kabul etmez. Kendi alternatif hakikat tanımı vardır ve onu kabul etmek mecburiyetindesinizdir. Etmezseniz size her türlü zorlamayı yapma hakkını kendinde görür.

Bu rejimlerin temel özellikleri bu ve deprem olayını da bunları aklımızda tutarak düşünmemiz lazım.

Siyaset bilimciler Ronald Inglehart ve Christian Welzel tarafından Dünya Değerler Araştırması verilerine dayalı olarak oluşturulan Inglehart–Welzel Dünya Kültürel Haritası – Wikimedia Commons

Bu gördüğünüz bir harita değil. Inglehart ve Welzel’ın Dünya Değerler Araştırması sonucunda yayınlamış oldukları ünlü kitaplarındaki bir grafik. Türkiye, Endonezya, Hindistan, Filipinler, İran, Bangladeş, Vietnam’ın olduğu Güney Asya kültürü olarak tanımlanan bölgede bulunuyor. Genel olarak iki tür değer sistemi bunu tanımlıyor: Birincisi gelenekler ki bunların içerisinde çok büyük ölçüde muhafazakâr dindarlık var; ikincisi ise “survival values” denilen hayata tutunma değerleri. Yani çok uzun süre yoksullukla yaşamış, yoksulluğu bir sabit olarak kabul etmiş, değişmeyeceğini düşünmüş ve herhangi bir şekilde içinden çıkmayacağını kabul etmiş, kuşaklar boyu gelen bir algıyla oluşan bir kültür, bir daha yemeği ne zaman yiyeceği belli olmayan bir insanın dünyaya bakış açısı. Buna antropologlar la-ahlaki bireysellik diyorlar, “amoral individualism”.[3]Edward Banfield, The Moral Basis of a Backward Society, (New York, NY: The Free Press, 1967).

Buna göre kamu algısı yok, uzun dönem yok, herkes çok kısa dönemini düşünüyor. Bu hafta, bu ay, belki bir sonraki yıl ama 5 yıl içinde %70 ihtimalle deprem olacak dediğiniz zaman bu bir kulağından girip diğer kulağından çıkıyor, hiçbir etkisi yok. Bu durum anlamlı ölçüde bizim değer sistemimizi etkileyen nitelikte. Bizi yönetenler de bu değer sisteminden çıkıyorlar ve kimi yönettiklerini iyi biliyorlar. Buna göre muamele ediyorlar ve kısa dönemli çözümler öneriyorlar.

Örneğin bir gecekondunuz var. Neden? Çünkü 1950’de %25 olan kent nüfusu şimdi Tüik’e göre %93,2. Tabii burada biraz siyasi müdahale oldu,[4]2014 yerel seçimlerinden itibaren değişen seçim mevzuatıyla metropol belediyelerin bulunduğu illerin tamamı metropol kent oldu, dağ başındaki en ufak mezra bile metropol mahalle oldu. kır nüfusu tanımı değişti, %85 diyelim isterseniz.

Kavimler Göçü gibi muazzam bir akım olmuş oldu kırdan kente. Bu insanlar nerede yaşayacaklar? Nerede boş arsa bulurlarsa orada yaşayacaklar tabii, yani gecekondularda. Dolayısıyla gayet haklı olarak, “Gecekondumuzu tapulu arazi üzerine konuşlanmış normal mesken haline getirin” diye sürekli bir talep var. Siyasiler de tamam diyor: “siz bana bağış yapın ben buna ruhsat veririm”. 1990’larda İstanbul Belediye Başkanı olan birisinin açıklamalarında görüyoruz: “Bağış karşılığı ruhsat veriyoruz.”[5]Erdoğan İBB Başkanı iken kaçak yapılara Ruhsat verdiğini böyle açıklamış (16 Şubat 2023)  https://www.yenicaggazetesi.com.tr/erdogan-ibb-baskani-iken-kacak-yapilara-ruhsat-verdigini-boyle-aciklamis-630578h.htm Al gülüm ver gülüm. O giden ruhsat paraları bağışa gidiyor. Bağış siyasi partinin havuzuna giriyor. O havuzdan siyasal harcamada kullanılıyor. Bu bir patronaj ilişkisi oluyor. Bu ilişkiyi inceleyen meslektaşlarımız var. Bu çok gelişmiş bir patronaj ilişkisi. En iyi kullanan parti en fazla oy devşiriyor ve şu anda iktidarda.

Şunu aklımızda tutmalıyız, bizim iki kısıtımız var: Birincisi çok kısa dönemli düşünen, başkalarının çıkarlarını göz önünde bulundurmayan, kendi şahsi çıkarı peşinde koşan insanlar kültürüyüz; ikincisi yoksuluz, kaynaklarımız sınırlı. Dolayısıyla insanlara gidip “Efendim evini yık, yenisini yap” dediğiniz zaman o da “Hah!” diyor, “Bu geldi benim evimin üzerine çökecek, benim malımı mülkümü alacak. Ben de sokakta kalacağım”. Sonuna kadar direniyor.

 

İkna edici olmak için önce ekonomik, mali çözüm bulacaksınız fakat aynı zamanda insanlara bu çözümü sunarken başka bir şey daha yapacaksınız: Güven vereceksiniz.  Ben senin malının, mülkünün üzerine konmayacağım diyeceksiniz. Bu dönüşüm için bir formül üreteceksiniz. Eli kulağındaki depremden önce bu işi ne kadar iyi becerebilirlerse, o kadar yol alırız. Bunu beceremezlerse, herhangi bir değişiklik beklemek gerçekçi değil.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi bir seferberlik ilan etti. Umarım formülü bulmuşlardır. Umarım çalışır da çok sayıda gecekonduyu düzgün yapılar haline dönüştürebilirler veya ayakta kalacak kadar destekleyebilecek imkan bulabilirler.

Benden önceki konuşmacılar gayet iyi ifade etti, kamu yönetiminin birkaç adımı birden atması gerekiyor. Üstelik kamu yönetimi tekil değildir, Ankara’dan bahsetmiyorum. Kamu yönetiminin çeşitli katmanları var, yerel yönetimler de bunun içinde.

Birinci katman bir doğa olayı yaşanmadan önceki hazırlık. Sadece deprem için değil, sel için, yangın için, hepsi için. Bunlar yaşanmadan önce gerekli hazırlıkları yapacaksınız. Sırasında, doğa olayının olduğu esnada ne yapacağınızı planlayacaksınız. Bunun için eğitim vereceksiniz. İnsanlar böyle bir felaketle karşılaştığı vakit ne yapacaklarını çok iyi bilecekler. Üçüncü aşamada bu olayın etkilerini gidermek için yapılacaklar var.

Kamu yönetimi bu üç fazı da yönetecek. Nasıl yapacak? Merkezi yönetim, bölge yönetimi, il yönetimi, büyükşehir yönetimi, yoksa şehir yönetimi, ilçe yönetimi bir arada işbirliği içinde ve eşgüdüm içinde yapacak. Orada yine siyasetin bir takım ilginç yüzleri ortaya çıkıyor. Gayet bölünmüş bir siyasetimiz var. Kültürel olarak ayrışmış durumdayız. Partizanlık düzeyi de oldukça yüksek. Farklı  partiler farklı farklı katmanlarda etkili olduğu vakit iş birliği ve eşgüdüm çöküyor, örneğini gördük. Bunu aşmanın en temel yolu siyasi efendilerimizin demokratik bir yapı içerisinde bir arada çalışmayı öğrenmeleri. Bunun için koalisyonlarla yönetim şart. Farklı partilerin bir araya gelip uzlaşma nedir onu öğrenip uzlaşarak çalışmayı öğrenmesi gerekiyor.

Deprem dirençli kent ne demek? – Naci Görür

Depremi durduramayacağımıza göre deprem dirençli yerleşim alanları oluşturarak bu topraklarda neslimizi sürdürebiliriz. Bunun dünyada örnekleri var. O halde deprem dirençli kentler nasıl oluşturabiliriz?

Bir kent şu bileşenlerden meydana geliyor – yönetim, halk, yapı stoku, altyapı, çevre/ekosistem ve ekonomi. Bunların olduğu, çalıştığı bir yere biz kent diyoruz. Dolayısıyla bir kenti deprem dirençli yapmak demek bu bileşenlerini deprem dirençli yapmak demek.

Yönetim sistemi- Türkiye bir deprem ülkesi olduğu halde yönetim mekanizması depreme göre kurgulanmamış durumda. 1939’dan bu yana insanlarımızı depreme feda ediyoruz fakat depreme göre kurgulanmış bir yönetim tarzımız yok. Vali siyasi olmaması gerekirken siyasi olarak atanıyor. Belediye başkanı halk tarafından seçiliyor. Bu kişilerin hiçbirinden afet nedir, afet nasıl yönetilir, deprem nedir, deprem zararları nasıl azaltılabilir veya depremle ilgili birimler nasıl koordine edilir, nasıl organize edilir, yönetim bunlara ne tür görevler verebilir ve nasıl denetler bilmesi beklenmiyor. Halbuki bir kentin yönetim mekanizması, depremi kendi bileşenleri, yapısı, mekanizması içinde ele alıp, birçok alanda harekete geçmesi lazım. Yöneticinin de bu karakteristiği bilmesi lazım.

Halkın deprem bilinci, bilgisi ve kültürü olmadıkça hiçbir kenti deprem güvenli kent haline getiremeyiz. Halk bilinçli olursa o kent deprem dirençli hale gelebilir. Halk ancak bu gerçeği hissederse depreme hazırlık yapar, evini ona göre döşer, afet planı yapar, siyasilere deprem odaklı taleplerde bulunur.

Altyapı dediğimiz yol, köprü, su, viyadük, baraj, kanalizasyon sistemi, doğalgaz şebekesi, içme suyu şebekesi vs.dir. 6 Şubat depremlerinde bu altyapı sistemleri tarumar olmuş. Bunların depremde tahrip olmasının sonuçları büyük. Altyapı yıkıldığında yeniden yapmak zordur ve bu tahribatın kirlettikleri, uzun dönemde binlerce insanın hasta olmasına yol açabilir. Bunların kontrol edilmesi, güçlendirilmesi, risk planlaması yapılması önceliklerimizden olmalı. İstanbul’da beklediğimiz depremde yerle bir olacak kimi barajlar var. Oradan gelecek tehlikeyi biz görüyoruz, söylüyoruz; umuyoruz bunlara çözümler üretilir ve uygulanır.

Yapı stoku. Yöneticilerimiz kenti depreme hazırlamak deyince yapı stokunun kentsel dönüşümünü anlıyorlar. O demin saydığım yönetim, halk, altyapi gibi bileşenleri hiç düşünmüyorlar. Yapı stoku çok önemli çünkü müteahhitlik projesi. Size bir kötü örnek: İstanbul’da en fazla kentsel dönüşüm Bağdat Caddesi’nde yürütüldü. Bağdat Caddesi de depremde en büyük darbeyi alacak yer değil. Ben de müteahhit olsam Bağdat Caddesi’nde yaparım, bir daire sattığım zaman köşeyi dönüyorum. Ben niye gidip Zeytinburnu’yla uğraşayım ki? Oysa depremde yıkılacak yerler bellidir, buralara öncelik vermek gerekir.  Yapıların tarihine bakılır, inşaat mühendislerimiz o işi incelerler, söylerler. Düzeltmek istersen ya yıkarsın yeniden yaparsın veya güçlendirirsin.

Çevre ve ekosistem- Çevreyi tahrip ediyoruz. Bugün İstanbul’da bulunan çare: Bir buçuk-iki milyon evi veya konutu kuzeye taşıyacağız deniliyor. Kuzeydeki ormanları unutun. Su kaynaklarını unutun. Ekosistem tamamen tahrip ediliyor. Böyle bir düşünce tarzıyla İstanbul nasıl yaşayacak onu merak ediyorum.

İstanbul’da beklediğimiz deprem gerçekleştiğinde aşağı yukarı 50 milyon tona yakın bir atık çıkıyor, yani moloz. Bu moloz inşaat atığı demir, plastik, cam, kimyevi maddeler veya sanayii… Aklınıza gelen her şey. Bu atıkları götürüp uluslararası yöntemlere uygun, yönetmeliklere uygun tahrip etmediğinizde ya da bertaraf etmediğinizde; bunu alelacele götürüp dökerseniz o andan itibaren orada biyokimyasal, fiziko-kimyasal reaksiyonlar başlar. Orada bütün ağır metal, zehirli, toksik maddeler birikir, yağmur yağar bunu alır yeraltı suyuna, yeraltı suyuyla çiftçinin tarlasına, oradan denize, oradan göle. Balıkçılar denizden balığı mis gibi sofranıza getirir, o besin zinciri vasıtasıyla siz afiyetle yersiniz. Yani böyle şeyler düşünülmeden nasıl deprem bekliyoruz ben anlamıyorum. Bu molozlardan geri dönüşümle deprem zararlarını azaltmak da mümkün tabii. Bunu yapabilmek için uzun zaman planlayan bir anlayış lazım. Yoksa alelacele hemen kamyonlara doldur, götür, dök, üzerini ört. Bu yaklaşım depremde daha fazla ölüme davetiye çıkarmak olacaktır.

Ekonomi- Bunu önceden de söyledim tekrar söylüyorum, Marmara depremi ekonominin bütün çarklarını durdurur. Çünkü iş dünyamız hazır değil. TÜSİAD’la da gittim konuştum, gerçekten hazır değil. Ekonominin çarkları durursa, nitelikli ekibi kaybedersek, fabrikalardaki makinalar, üretim sistemleri durursa sizin ekonomiyi tekrar eski durumuna getirmeniz seneler sürer. O zaman da Türkiye çok şey kaybeder. Sadece ekonomik bağımlılığı bırakın demin dediğim gibi siyaseten de bağımlı hale geliriz.

Onun için Türkiye behemehâl başlıklarını verdiğim konularda, deprem dirençli kentler yapmak suretiyle hem deprem korkumuzu azaltırız hem de gelecek nesillere felaket ihale etmeyiz ve bu işi de çözebiliriz diye düşünüyorum.

Doğal afetlere hazırlık ve müdahale konusunda endüstri mühendisleri neler yapabilir? – Sibel Salman

Afet etkisini düşürücü önlemler ya da risk azaltıcı kararlar verilmesi; çeşitli afet senaryoları ile hasar olasılıklarının tahminlenmesi; acil müdahale tesisleri, değişik seviyelerde lojistik merkezler, depolar nerelerde kurulacak; burada çalışacak insanlar, gönüllüler, ekipler nerelerde toplanacak; ekipmanlar nasıl sağlanacak; geçici barınma merkezleri nerelere kurulacak; sahra hastaneleri nerelere kurulacak, personel nereden gelecek, hangi cihazlara hangi malzemelere ihtiyaç olacak, bunlar nasıl temin edilecek; toplanma noktalarının yerleri, toplanma alanlarındaki ihtiyaçlar, bunlar nasıl temin edilecek?  Tüm bunlar endüstri mühendisleri tarafından planlanabilir.

Peki 6 Şubat depremlerinden önce planlarımız yok muydu? Vardı, İstanbul için de var. AFAD’ın yaptığı planlar, çok güzel raporlar var. Fakat bu çalışmalar neye göre yapıldı, bilimsel dayanağı neydi? Bunlar açıklanmadı, bilim insanlarıyla paylaşılmıyor. Biz karar vericilerin ne yaptığını bilemiyoruz, verilere ulaşamıyoruz.

Bazı planlar uygulamaya konamadı. Uygulamaya koymak için ne yapmak lazım? Bu planlar yapıldıktan sonra bunlar gerçekçi mi, işe yarıyor mu, uygulanabilir mi, pratik mi, o kaotik ortamda işe yarayacak mı? gibi soruların çalışılması önemli. Planların işleyebilmesi için bilim insanları ve kurumların işbirliği önemli. Bilim insanları çeşitli disiplinlerden çalışma gruplarıyla bir araya gelecek, bütün ilgili kurumlardan destek alacak, bu planlar yapıldıktan sonra nasıl uygulanacağı da konuşulacak; tatbikatlarla, simülasyonlarla senaryolar üstünden herkes eğitilecek, hazırlık yapılacak. Halk, sivil toplum örgütleri, yöneticiler, yerel yönetim, hükümet birbirine güvenecek ve sistem hızlı ve etkin bir şekilde çalışacak. Beklentimiz, hedefimiz bu değil mi? Afet sırasında kullanılacak kaynakların afet öncesinde ön planlaması, iş gücü, gönüllü, ekipman, arama kurtarma, sağlık ekipleri detaylarına girmeyeceğim, bunların hepsi planlanabilir. Biz yöneylem araştırmasında bunları yapıyoruz ve dünyada pek çok afette bu yöntemler uygulanıyor.

Örneklerle biraz daha ayrıntıya girelim: Örneğin yapı stoku altyapı bunların güçlendirilmesi için belli bir bütçe aldınız. Bu iyileştirmeyi öncelikle nerelerde yapmalısınız? O bütçeyi ilk önce nereye harcamalısınız? Köprüler, viyadükler, okullar, hastaneler… Hangi ulaşım yolları, hangi altyapı sistemlerinde en zayıf noktalar var? En kritik noktalar nereler?

Acil müdahale aşamasında hedef ilk önce en çok insana, en kısa sürede ulaşıp, en etkili müdahaleyi sağlamaktır. Sonra da onların ihtiyaçlarını mümkün olduğunca gidermek, yaşadıkları durumu iyileştirmeye çalışmaktır. Burada ilk önce “needs assessment” dediğimiz ihtiyaçlar ne, nerede kaç kişi neye muhtaç, hangi enkazın altında kaç kişi kaldı, hangi enkaz var bilinmeli. Tüm bunlar hakkında bilgi teknolojilerini kullanarak çok hızlı bilgi toplanabilir ve paylaşılabilir.  Elbette etkin müdahale için halkın bilinçli olması ve katılımı da çok önemli.

Acil yardım malzemelerinin dağıtımında hakkaniyetli dağıtım endüstri mühendislerinin çok üzerinde durduğu bir konu. Örneğin Adıyaman’a üç gün girilemedi, ama ulaşım daha kolay olduğu için Kahramanmaraş’a bir günde ulaşılabildi. Adıyaman’daki depremzedeler bundan rahatsız olacaklar, sosyal bir eşitsizlik ortaya çıkacak. Belki kolaylıkla ulaşılan noktalarda daha çok insanı kurtarabileceksiniz ama bu hakkaniyetli olmayabilir. Ya da daha dezavantajlı kesimler var. Öncelik onlara mı verilmeli? Aslında bunların net cevapları da yok, hala araştırılan konular ama basit mekanizmalar tasarlanabilir. Örneğin, Koç Üniversitesi’nde yardımların/kaynakların hakkaniyetli paylaştırılması ve aynı zamanda etkin paylaştırılması konusunda yeni bir çalışmamız oldu. Ekonomist bir meslektaşımız yardımları yöneten insanların kime hangi yardımların yapılması gerektiğini belirleyen, kolayca kodlanabilen ve uygulamaya konabilecek bir yöntem, bir mekanizma tasarladı. Bu mekanizmanın uygulamada kullanılması için çalışacağız, çünkü ihtiyaç var. Yardımlar, insanların bulundukları yerlere gitmiyor. Buna örnekler gördük. Örneğin, bazı şehirlerde ve ilçelerde yardımların dağıtımından sorumlu valiler, kaymakamlar malzemeyi bir noktaya toplamışlar, insanların gelip onları almasını, T.C kimlik no’larını bildirip başvurmalarını bekliyorlar. İnsanların bunlardan haberi yok. Bunlar kolayca çözülebilecek sorunlar aslında.

Acil müdahale, arama kurtarma ekipleri ve doktorlarımız, sağlık ekiplerimiz bu depremde en kötü olaylara, acılara şahit oldular. Burada da yine teknolojiyle, koordinasyonla yapılabilecek çok şey var. Örneğin, öğrencilerimize ödev olarak verdiğimiz ve bir haftada ortaya çıkan bir lisans proje önerisini paylaşayım. Enkazdan çıkan canlı ya da cansız insanların bir kısmı kayboldu, aileleri nerede olduklarını bilmiyor, enkazdan çıkmadılar, hastanede yok diyorlar. RFID teknolojisi kullanan bileklikler ve tasarlanan bir bilgi sistemiyle kimin hangi adresten ne zaman çıktığı ne durumda çıktığı, hangi hastaneye yönlendirildiği çok rahat takip edilebilirdi.

Geçici barınma bölgelerinin seçimi: Çok hızlı verilen bazı kararlar var. Siyasiler, yöneticiler hızlı müdahale etmek istiyorlar, afet yönetiminde elbette amaçlardan biri bu. Ama bir yandan da en iyi performansı almak istiyoruz. Barınma bölgelerinin seçimi, belli bölgelerin fotoğraflarının seçilip bir bakanın işaret etmesiyle alınabiliyor. Oysa bunların belirlenmesi için çeşitli kriterler, bilimsel yaklaşımlar var.

Neler yapılabileceğini gösteren iki örnek daha paylaşmak istiyorum.  İstanbul’da acil müdahale merkezlerinin yerlerini belirlemek üzere gerçekleştirdiğimiz bir çalışma ile lojistik merkezlerinin nerede olması gerektiği ve bu konumlarda olursa insanların yüzde kaçına ulaşabileceğimizi gösterdik. Aşağıda bu çalışmayla ilgili görseller yer alıyor.

a) Acil müdahale merkezleri kurulumu için belirlenmiş aday lokasyonlar b) Tahmini afetzede yoğunluğuna göre kodlanmış mahalle merkezleri (talep noktaları) c) Yol şebekesi d) Optimizasyon modeli sonucunda önerilen müdahale merkezi lokasyonları

Başka bir çalışmada İstanbul’da olası deprem senaryolarıyla oluşacak ihtiyaca göre sahra hastanelerinin yerlerini belirledik. Mevcut sağlık sistemi kapasitesine bakarak, ambulans sayısına bakarak, her mahallede İstanbul’da kaç yaralı çıkacak, zaman içinde bunların dağılımı ne olacak, bu yaralılar triyajdan sonra nerelere taşınmalı, hangi araçlarla taşınmalı bütün bu kararları dinamik bir ortamda ve örneğin 72 saat için planlamak mümkün.

Avrupa (sol) ve asya (sağ) yakası için yaralıların yerleri, sabit hastane yerleri ve aday sahra hastanesi yerleri ile yolların kesişim noktaları

Yaralıların kurtarılma ve iyileşme oranları, seyahat süreleri gibi girdiler açısından farklılık gösteren çok sayıda senaryo altında optimizasyon iki durum için (i. Sahra hastanesi açılmadığında (ilk 72 saat) ve ii. Sahra hastaneleri açıldığında (ilk 12 saat)), çıkan sonuçlara göre, eğer sahra hastaneleri açılmaz ise mevcut araç ve ambülans sayıları 3-5 kat artsa bile, yolların olası durumu da düşünülerek, yaralıların kurtarıldıktan sonra çok uzun süre (ortalama 40 saat) beklemeleri gerekebilir; yaralıların %80’i hiçbir hastaneye 72 saat içinde taşınamayabilir. Sahra hastaneleri ile kapasite artırıldığında ise, mevcut araç ve ambülans sayıları 4-6 kat artarsa, yaralıların kurtarıldıktan sonra ortalama 3-4 saat beklemeleri gerekebilir ve yaralıların %30’u hiçbir hastaneye 12 saat içinde taşınamayabilir.

Son olarak şunu söylemek istiyorum. Belki bu deprem bir fırsat yaratacak ve umarım bu kez ilgililerle beraber çalışmalara katkıda bulunma şansımız olacak.

Etkin kamu politikaları neden şart? –  Ersin Kalaycıoğlu

Siyasal sistemin depremdeki çalışmasına genel olarak bakarsanız, benden önceki konuşmacılar da ifade ettiler, burada birtakım hususlar gayet açık ortaya çıktı. Bir kere merkez ve yerel otoriteler, kamu otoriteleri arasında bir uyumsuzluk var. Merkezdeki askeri ve sivil bürokrasi arasında da benzer bir iş birliği eksikliği var. Askeri bürokraside çok ciddi değişiklikler yapılmış durumda. Dikkatinizi çekeyim, merkezde AFAD kurulup AFAD içerisinde bütün faaliyetlerin toplanmasına çalışıldı. Türkiye Afet Müdahale Planı  diye bir plan yaptı AFAD.[6]Türkiye Afet Müdahale Planı, https://www.afad.gov.tr/turkiye-afet-mudahale-plani O planın içerisinde çözüm ortakları sayılıyor. Çözüm ortakları arasında Türk Silahlı Kuvvetleri pek gözükmüyor. Meteorolojiden biraz sonra geliyor, etkisi bu kadar. Tamamen dışlanmış vaziyette. Oysa hemen hemen bütün devletlerde bu boyutta bir felakete karşı en etkili olarak kullanabileceğiniz araç, ordu. Hem asker gücü olarak, bilek gücü olarak, hem de araç teçhizat olarak. Neden? Çünkü İçişleri Bakanının açıklamasında depremin şiddeti, yaygınlığı, hava ve yol şartları müdahalede etkili oldu diyor. Bu şartların orduyu durdurabileceğini düşünüyor musunuz? Durduramayacağı bir tek ordu var. Niye kullanmadınız? Çünkü TAMP’ta ordunun yeri yok. Hazırlık yapmamışsınız. Kaldı ki ordunun bir de sağlık ordusu var. Sağlık ordusu dediğiniz şey sadece askeri doktordan oluşmuyor. Bu bir sistem. Sağlık ordusunu kaldırmış bulunuyoruz, bu dünyanın en iyi sağlık ordularından bir tanesiydi.  Allah göstermesin bir savaşa girsek ciddi telefat vereceğiz. Bu bir hatadır. Ön hazırlığı ortadan kaldırmış durumdasınız ve depreme bu şekilde yakalanmış durumdasınız. Yolların hemen hepsinde büyük hasarın mevcut olduğunu 8 Şubat’ta Anadolu Ajansı açıkladı. Bunun üzerine deprem vergileri ne oldu dendi. O zamanki maliye bakanı dedi ki biz bunları altyapı için kullandık köprülerde, yollarda. Tamam çok güzel. Benim bir itirazım yok. Fakat havaalanı yapılmış, Ölüdeniz Fay Hattının üzerine. Herkes söylemiş buraya yapmayın bu havaalanını diye.[7]Hatay Havalimanı açılmadan önce fay hattı üzerinde olduğu gerekçesiyle yapımına itiraz edilmiş, Doğruluk Payı, https://www.dogrulukpayi.com/bulten/hatay-havalimani-acilmadan-once-fay-hatti-uzerinde-oldugu-gerekcesiyle-yapimina-itiraz-edilmis Yaptığınız yer eski göl ve altı alüvyon toprak. Pist patladı. Ön hazırlığın olmadığının daha iyi göstergesi olabilir mi? Karayolları çöktü. Bunları geçirirken fay hatlarının nerede olduğunu görmediniz mi? İnanılmaz manzaralarla karşılaştık. Temel itibariyle ön hazırlığın bulunmadığı gözüküyor.

Ulaştırma Bakanlığı Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü 142 şirkete yazı yazmış.  Hava araçları temini için 6 Şubat saat 17:30’a kadar geri dönün demiş. Gazetelerin yazdığı haberler doğruysa bu yazının bu şirketlerin en azından bir kısmına gidiş tarihi 7 Şubat.[8]Terkoğlu, B. (2023) Siz buna hazırlık mı diyorsunuz?, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-terkoglu/siz-buna-hazirlik-mi-diyorsunuz-2054406 6 Şubat’ta deprem olduktan sonra temas kurulmuş, daha önce niye temas kurulmamış? Niye hazırlık yapılmamış? Bu yapılsaydı madencileri Kozlu’dan alıp o bölgeye çok daha hızlı bir şekilde helikopterle ulaştırabilmek ve birçok insanı kurtarabilmek mümkün olabilecekti. Bunlar yine merkezi hükümetin içinde ve merkezi ve yerel kamu otoritesi arasındaki sorunların ne kadar vahim düzeyde olduğunu gösteriyor. Çünkü demin özelliklerini sunduğum siyasi rejimde böyle organizasyonlar yok. Tek kişinin şahsi takdiriyle karar alması var. Geri kalanların hepsi teferruat.

Hukuki hazırlık var. Türkiye Büyük Millet Meclisi 2021’de depreme hazırlık raporu yazmış 524 sayfa.[9]Depreme karşı alınabilecek önlemlerin ve depremlerin zararlarının en aza indirilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan meclis araştırması komisyonu raporu (Temmuz 2021), https://www5.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem27/yil01/ss278.pdf Buraya gelirken oturdum okudum neler yazmışlar diye. Muhalefet raporları var, şerhler var vs aklınıza gelecek her şey var. Çok güzel. Niye bunlar uygulanmamış? Bunlar var da niye bu sonuç ortaya çıkıyor?

Mevzuatla, ortaya çıkan fiili sonuç arasında muazzam bir boşluk var. Bu boşluğu dolduracak olan kamu otoritesi. Kamu otoritesini bunu yapmak mecburiyetinde bırakacak olan da sizsiniz, yani  seçmen. Ancak seçmen talebi bunu sağlayabilir.

Fakat Naci hocamın da başlangıçta söylediği gibi seçmen depremi bir sorun olarak görmüyor. Ben ve meslektaşlarım senelerdir seçim dönemlerinde halka sorduk: “Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” diye.[10]Seçim sonuçları ve sonrasının gösterdikleri, Ersin Kalaycıoğlu ve Edgar Şar ile Siyasetname, https://youtu.be/GtHCwM5Gc7U  Birinci sorun işsizlik, ikinci sorun hayat pahalılığı, üçüncü sorun ekonomik istikrarsızlık, terör vs. Deprem diyen yok. Böyle bir algı yerleşmiş durumda değil, dolayısıyla bir talep gelmiyor. Talep gelmediği zaman kamu yöneticisi talep gelen alanlara yöneliyor, çünkü orada talepleri karşılamak suretiyle oy alacak. Gayet basit, seçmen talebini değiştirirse, bu olaylara hazırlıkta da hızlı bir ilerleme mümkün olabilecektir.

Dolayısıyla önlem alınmakta ya gecikildi yahut önlem olarak yapılanlar, altyapı yatırımları falan yeterli değildi, doğru değildi. Yerleşimlerin yer seçiminde sorunlar vardı, toprak kalitesi iyi değildi. Ayrıca kent, kasaba ve köylerdeki yapı stoku çok hızlı çöktü. Dolayısıyla orada da ciddi problemler olduğu, en azından bunların denetim, ruhsatlandırma vs aşamasında sorun olduğu aşikâr.

Kamu otoriteleri arasında hem yatay hem dikey bağlantılar ya kurulmamış ya da Sultanizm rejiminin altında aşırı merkeziyetçi ve aşırı kişiselliğe dayanan yürütme organı / yürütme kişisinden alınacak olan emirin ulaşmasında birtakım sorunlarla karşılaşılmış. Çeşitli kademelerdeki özellikle yerelle merkezi yönetim arasındaki siyasal farklılıklar, ideolojik farklılıklar ve ayrılıklar eşgüdümü engellemiş gibi gözüküyor. Bunların örneklerini çeşitli şekillerde gördük. Bazı belediyelerin kamyonlarının üzerine Adalet ve Kalkınma Partisinin yaftalarının yapıştırılmaya çalışılması, oradaki itiş-kakışlar vs. lüzumsuz işlerdi ve burada çok ilginç birtakım manzaralar ortaya çıkarttı. Merkezi hükümetten gelen emirler daha çok afet yönetiminin AFAD’a yönlendirilmesi şeklinde oldu. Ancak o zaman da eşgüdüm sorunu baş gösterdi. Kim veya kimler hangi etkinliği nerede ne zaman yapacak, bu sorulara yanıt üretmekte zorlandılar, çünkü daha önceki hazırlık yeterli değildi. Bunun provasını yapmış olmanız lazım önceden. Japonlar yapıyor bunu, görüyoruz. Başka ülkelerde de vardır mutlaka örnekleri. Muhalefet belediyeleri bu karmaşa içerisinde kendi başlarına veya AFAD’la koordine etme çabası içinde bir şeyler yapmaya çalıştılar. Silahlı kuvvetler ve iktidarla yakın ilişki içinde bulunmayan sivil toplum kuruluşlarının sağladığı kaynaklar hızla seferber edilemedi.

Hükümet koalisyonu AKP ve MHP, olayın vukuundan çok şüyuna odaklanan bir manzara ortaya koydu. Şikâyet edenleri azarladı. Onları nankörlükle, hainlikle, yanlış haber veya yalan haber yapmakla suçladı.[11]“Ahlaksızlar, adiler, namussuzlar…” Erdoğan’dan deprem bölgesinde sert sözler (21 Şubat 2023) Gazete Duvar, https://www.youtube.com/watch?v=95c-M2sDYjs  Kendilerinin olayın vahameti karşısında olabilecek her türlü yardımı yapmakta olduğu izlenimini vermek için ellerinden geleni yaptı. Gerçek bu mu derseniz pek öyle gözükmüyor. Dolayısıyla bunun ciddi araştırılması lazım. Bunun araştırılabileceği en etkili yer Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden bunu talep etmek mecburiyetindeyiz. Milletvekillerinizi görünce benim yaptığım gibi sorun “Bu süreci soruşturacak mısınız?” diye.

Sonuç olarak

1) Yürütmedeki aşırı merkezileşme ve kişiselleşme hızlı ve etkin karar almayı sağlayamadı. Rejim değişikliği için yapılan referandumdan önce bize “Bir kişi gelecek, her karar hızlı bir şekilde alınacak. En hızlı, en doğru karar verilecek” diye anlatılmıştı. Tam tersi oluyor, hızlı karar alamıyorsunuz. Alınan kararın doğru olup olmadığı belli değil. Alınan kararlar çoğu zaman geri çevriliyor veya değiştiriliyor. Karar almakta tereddütler beliriyor. Kararları veren kişiye ulaşılamıyor. Çeşitli örneklerini gördük.

2) Liyakate dayanmayan, lidere sadakat esasında çeşitli atamalar yapılmış gibi gözüküyor. Kaynak kullanımı ve değerlendirilmesinde de, başkalarına güven tesisinde de, inisiyatif alıp hızlı isabetli karar almakta da bundan kaynaklanan zorluklar var. Bunun sonucunda eşgüdüm sağlanamıyor. Kızılay başkanının durumunu dikkatlerinize sunarım. Kendisi vergiden kaçınmak için Kızılay’ı kullanırken- kaçırmak demiyorum yanlış anlaşılmasın – kaçınmakta kullanırken yakalanmış olduğu halde görevine devam etmiş durumda.[12]Kızılay Başkanı’ndan 8 Milyon dolarlık bağış açıklaması: Vergi kaçırmak başka, vergiden kaçınmak başka (29 Ocak 2020) BirGÜN,  https://www.birgun.net/haber/kizilay-baskani-ndan-8-milyon-dolarlik-bagis-aciklamasi-vergi-kacirmak-baska-vergiden-kacinmak-baska-285948 Orayı holdingleştirmiş vaziyette. Oraya ne fon girdi ne çıktı belli değil. Sayıştay raporlarında da değil, AFAD’da da değil. Sayıştay 2017’de “Kızılay’ın insani yardım faaliyetlerinin ve harcamalarının herhangi bir esas veya usul takip edilmeksizin yürütüldüğünü tespit ettik” diyor. Bu rapor muhalefetin değil, bunlar Sayıştay raporunda yazıyor. Ayrıca Sayıştay’ın 2020 raporunda “Bağış, yardım yoluyla edinilen taşınırlar, taşınır mal, yönetim hesabında izlenemiyor; kullanılan tüketim malzemelerinin dönemsel çıkış kayıtları yapılmamaktadır” diyor. Dolayısıyla  ortada vahim bir durum var. Bunların araştırılması lazım.

3) Merkezi hükümetle yerel hükümetler arasındaki güvensizlik ve eşgüdümsüzlük had safhaya ulaştı. Farklı kişi, kurum ve kuruluşlara farklı standartların uygulaması söz konusu oldu.  Aynı şekilde çadır dağıtımı, çeşitli malların üretilmesi veya gönderilmesinde aynı sorunlarla karşılaşıldığını biliyoruz.

4) Deprem öncesi hazırlıkların yeterli olacak şekilde bu bölge için yapılmadığını bizzat AFAD’ın bağlı olduğu bakan açıkladı. Biz İstanbul için hazırlanmıştık ama deprem Kahramanmaraş’ta oldu dedi. Soruyu çalışmadıkları yerden sormuşlar, dolayısıyla sınıfta kalmış gibi gözüküyoruz.

5) İmar mevzuatının etkili bir biçimde uygulanmadığı bir kez daha anlaşıldı. Yapılan yasa ve yönetmelikler uygulamada yürütülememiş gibi görünüyor. Burada neyin neden yürümediğinin iyi çalışılması, bunların anlaşılması son derece önemli. Yoksulluklar, kaynak yetersizlikleri, insanların yönetime olan güvensizliği, malına el koyacaklar diye korku. Dün akşam bir televizyon kanalında 80 küsur yaşında emekli insanlar vardı. Evleri çok iyi durumda değil. “Çıkamayız evladım, biz burdan çıkarsak sokakta yatacağız, ne yapacağız” diyorlar. Bu insanlara bir formül bulmanız lazım. Bulmazsanız en tabii hakları direnme hakkıdır, direneceklerdir. Şunu da unutmayın: gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, gerek Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi, gerek Anayasa bireylerin güvenliğini sağlamakla hükümetleri yükümlü kılmıştır. Hükümetin bunu sağlamaması suçtur.

İnsanlar devleti kendi güvenliklerini temin etmesi için, suç ortamı olmasın diye, hayatları korunsun diye, trafikte ezilmesinler diye, başlarına bina yıkılmasın diye kurmuşlardır. Zamanla devlet aynı zamanda başka hizmetler de vermiştir ve bunlar daha ön plana geçmiştir.

 

Dolayısıyla şu andaki devletin iki işlevi var. 1) güvenlik temin etmek: hem savunmayla hem de bireysel güvenlik temini yoluyla emniyeti sağlamak; 2) sosyal hizmetleri temin etmek.

 

Bu işlevleri görmeyecekseniz devlete gerek de yoktur. Dolayısıyla ortada ciddi bir sorun var. Bu insanların hayatta kalmasının temini için gerekli önlemleri almak Anayasa emridir. Aynı zamanda imzalanmış olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletlerin İnsan Hakları Sözleşmesinin emridir. Buna da dikkatinizi çekerim.

6) Burada derin bir seçkin ve kitle siyasal kültürlerinden türeyen sorunlar yumağı var. Bir taraf işin talep tarafını oluşturuyor. “Benim gecekonduma bir meşruiyet kazandır, ruhsat ver” diyor. O ruhsatı verirken de bunu müjde diye veriyor çünkü burada büyük bir talep ve beklenti var. İnsanlar garanti istiyorlar kendileri için. Bu garantiyi buldukları yerlerden bir tanesi gayrimenkuldür. Diğeri kıymetli madenler, döviz vs’dir. Dolayısıyla böyle bir kültür içerisinde buna bir çözüm bulmak zorundayız. Bu çözümü siyaset bilimciler bulamaz, iktisatçıların işi bu. Topu Kamil Yılmaz’a atıyorum, ikinci panele gelirseniz ondan formülü dinleyebilirsiniz.[13]Deprem Panelleri 2 -Depreme Hazır Olmak, Yaralarını Bilimle Sarmak: Afet Yönetimi, Sağlık ve Ekonomi, https://www.youtube.com/watch?v=GPpWseDS2q8 Diğer tarafta siyasiler de bundan fırsat bilerek olabildiğince kendi faaliyetleri için fon devşiriyorlar. Buna da siyasal patronaj diyoruz. Oy karşılığı birtakım imkanlar sağlıyorlar. Bu ruhsat olabiliyor, birilerinin işi olabiliyor, başka birtakım imkanlar olabiliyor. Bu al gülüm ver gülüm yapısı bütün oyla dönen siyasal yapılarda, özellikle demokrasilerde çok yaygındır. Ama buna bir sınırlama gerekiyor, bir siyasal etik düzenlemesi gerekiyor ve bunun da iyi uygulanması gerekiyor. Bunun da talepkârı olacak olan yine seçmendir. Seçmen bunu başaramazsa fazla bir yere gidemezsiniz ve sonuç itibariyle iş dönüp dolaşıp hesap vermeye gelecektir. Hesap verilebilen bir sistem iyi çalışan bir sistemdir. Hesap verilemeyen sistemde ise hiçbir hedefinize ulaşamazsınız, bunu yaşayarak görüyoruz.

2017 referandumuna giderken 3-5 yıl, hatta rahmetli Özal’ın başbakanlığından beri Başkanlık sistemi peşinde koşmayın diye çok uyardık.  Her türlü yetkiyi kendinde toplamış ama hiçbir sorumluluk kabul etmeyen bir yönetim fevkalade yolsuzluğa bulaşan bir yönetim haline döner. Bunu ben söylemiyorum, 1740’larda “İktidar suistimal edilir” diye Montesquieu Kanunların Ruhu (De l’esprit des lois) kitabında söylüyor. İktidarın suistimali için karar alan siyasal yetkelerden hesap sorulmamasının  garanti edilmesi yeterlidir. Dolayısıyla buradan çıkmamız gerekiyor, bir rejim değişikliği sorunu ile karşı karşıyayız.

7) Sorun çözmekte sadece hukukla sınırlı olarak düşünmemiz değil, esas itibariyle siyasal sistemin ve kamu idaresinin tüm katmanlarıyla işleyişinin daha etkin olduğu bir yapıya geçmemiz gerekiyor. Bunun da hem şeffaflıkla hem hesap vermekle beraber olması lazım.

Kamu politikası mevcut olmadığı zaman hükümetler ne yapıyorlar? Günah keçisi üretiyorlar. Üretmiş oldukları günah keçisini hedefe koyup, ona çeşitli eleştirilerde, tacizlerde, saldırılarda bulunuyorlar ve bunu da bol bol yapıyorlar. Bugün de bunu bol bol seyrediyorsunuz.

Bu yapıdan çıkmamız için kamu politikasının esas olacağı, anayasa, yasalar, kurumlar, ehil ve liyakat sahibi yöneticiler eliyle yönetmeyi becerebilmemiz gerekiyor. Böyle bir yapı, ancak hukuk devleti ile bağdaşık bir demokraside oluşabilir. Örnekleri dünyada çok. Ya bunlardan biri olacağız, ya da bu şekilde çeşitli enkaz altında kalmaya devam edeceğiz.

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
1 Derleyen: Defne Üçer Şaylan, Elif Kaplan
2 Bakınız: Kalaycıoğlu, E. (2021) Halk Yönetimi: Demokrasi ve Popülizm Çatışmasında Dünya (Ankara, Efil Yayınları): 117 -121.
3 Edward Banfield, The Moral Basis of a Backward Society, (New York, NY: The Free Press, 1967).
4 2014 yerel seçimlerinden itibaren değişen seçim mevzuatıyla metropol belediyelerin bulunduğu illerin tamamı metropol kent oldu, dağ başındaki en ufak mezra bile metropol mahalle oldu.
5 Erdoğan İBB Başkanı iken kaçak yapılara Ruhsat verdiğini böyle açıklamış (16 Şubat 2023)  https://www.yenicaggazetesi.com.tr/erdogan-ibb-baskani-iken-kacak-yapilara-ruhsat-verdigini-boyle-aciklamis-630578h.htm
6 Türkiye Afet Müdahale Planı, https://www.afad.gov.tr/turkiye-afet-mudahale-plani
7 Hatay Havalimanı açılmadan önce fay hattı üzerinde olduğu gerekçesiyle yapımına itiraz edilmiş, Doğruluk Payı, https://www.dogrulukpayi.com/bulten/hatay-havalimani-acilmadan-once-fay-hatti-uzerinde-oldugu-gerekcesiyle-yapimina-itiraz-edilmis
8 Terkoğlu, B. (2023) Siz buna hazırlık mı diyorsunuz?, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-terkoglu/siz-buna-hazirlik-mi-diyorsunuz-2054406
9 Depreme karşı alınabilecek önlemlerin ve depremlerin zararlarının en aza indirilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan meclis araştırması komisyonu raporu (Temmuz 2021), https://www5.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem27/yil01/ss278.pdf
10 Seçim sonuçları ve sonrasının gösterdikleri, Ersin Kalaycıoğlu ve Edgar Şar ile Siyasetname, https://youtu.be/GtHCwM5Gc7U
11 “Ahlaksızlar, adiler, namussuzlar…” Erdoğan’dan deprem bölgesinde sert sözler (21 Şubat 2023) Gazete Duvar, https://www.youtube.com/watch?v=95c-M2sDYjs 
12 Kızılay Başkanı’ndan 8 Milyon dolarlık bağış açıklaması: Vergi kaçırmak başka, vergiden kaçınmak başka (29 Ocak 2020) BirGÜN,  https://www.birgun.net/haber/kizilay-baskani-ndan-8-milyon-dolarlik-bagis-aciklamasi-vergi-kacirmak-baska-vergiden-kacinmak-baska-285948
13 Deprem Panelleri 2 -Depreme Hazır Olmak, Yaralarını Bilimle Sarmak: Afet Yönetimi, Sağlık ve Ekonomi, https://www.youtube.com/watch?v=GPpWseDS2q8
Önceki İçerikBu Ay Gökyüzü: Temmuz 2023
Sonraki İçerikYapay zekâ politik görüşümüzü yüzümüzden anlayabilir mi? 
Naci Görür

Bilim Akademisi üyesi Naci Görür 1971’de İTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden y.mühendis olarak mezun olduktan sonra iki yıl burada asistan olarak çalıştı. Ardından Londra Üniversitesi, Imperial College, Royal School of Mines’da D.I.C. (Diploma of Imperial College), M.Phil. (Master of Philosophy) ve PhD (Doctor of Philosphy) derecelerini aldı. Naci Görür 1978’de Türkiye’ye dönerek İTÜ’de çalışmaya başladı. Bu üniversitede 1983’de doçent, 1989’da profesör oldu. 1997-2000 yılları arasında Maden Fakültesi’nde dekanlık görevini üstlendi.

Sedimantoloji ve Deniz Jeolojisi konularında uzman olan Naci Görür, Türkiye’nin sedimenter havzaları, tektoniği ve denizleri hakkında araştırmalar yaptı.  1999 depremlerinden sonra Marmara Denizi’nin deprem potansiyelinin açıklığa kavuşturulması için yoğun bir faaliyet gösteren Görür, 1983 yılında TÜBİTAK Teşvik Ödülü’nü aldı. 1997 yılında Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) asli üyeliğine seçildi. 2004 yılında NATO bilim ödülünü aldı.

Sibel Salman

Bilim Akademisi üyesi Sibel Salman, Koç Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde öğretim üyesidir. Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden 1992’de lisans, 1994’te yüksek lisans derecelerini aldıktan sonra, ABD Carnegie Mellon Üniversitesi’nden 1997’de Endüstri Yönetimi üzerine yükseklisansını ve 2000’de ise aynı üniversitede yöneylem araştırması üzerine doktorasını tamamladı. Koç Üniversitesi’ne katılmadan önce, 2000 ve 2003 yılları arasında Purdue Üniversitesi Krannert School of Management’ta öğretim üyesi olarak görev yaptı.

Araştırma ilgi alanları, ağ modelleri ve afet yönetimi, insani yardım operasyonları, lojistik, üretim, sağlık hizmetleri ve iş analitiği uygulamalarıyla veriye dayalı optimizasyondur.

Websitesi

Ersin Kalaycıoğlu

Bilim Akademisi üyesi Ersin Kalaycıoğlu, 1977-1982 yılları arasında İstanbul Üniversitesi (İ. Ü) İktisat Fakültesi Siiyaset Bilimi kürsüsünde doktor asistan, 1982 – 1984 yıllarında da İ.Ü Siyasal Bilimler Fakültesi’nde doçent olarak çalıştı. 1984 yılında Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’ne geçti ve 1989 yılında profesörlüğe yükseldi. 1991-2002 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde İktisadi ve İdari İlimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı. 2002’de Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesi oldu. 2004-2007 tarihleri arasında Işık Üniversitesi rektörlüğünü üstlendi.

2007 yılından beri Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesidir.