Türk geni neden yoktur?

Yeni tip koronavirüs, bilimsel adıyla SARS-CoV-2, Türkiye’ye diğer Avrupa ülkelerine kıyasla geç geldi. Türkiye’de henüz tespit edilmemişken bu virüsün Türkleri etkilemeyeceği, bizim genetik yapımızın farklı olduğuna dair söylemler ortaya çıktı. Çok zaman geçmeden bu iddianın yanlışlığına dair bir şüphe kalmadı; virüsün sebep olduğu COVID-19 hastalığı Türkiye’de ilk kez 10 Mart’ta tespit edildi ve diğer ülkelerde olduğu gibi hızla yayılıyor.

Vaka sayılarındaki artış Türkiye toplumunun diğerlerinden daha az etkilendiğine dair yapılan önermeleri net bir sekilde boşa çıkarıyor. Peki, genel olarak Türk geni diye bir kavramdan söz edilebilir mi? Bir gen günümüzde tanımladığımız etnik gruplara özgü olabilir mi? Bu gruplara ırk demek biyolojik açıdan yerinde mi? Bu sorulara arayacağımız cevaplardan önce insanın nasıl evrimleştiğinden kısaca bahsetmemiz gerekir.

İnsan evrimi ve ırk tartışması

Türümüz yaklaşık 300 bin yıl önce Afrika’da evrimleşti. İnsan evrimleştikten sonra 200 bin yıl Afrika kıtasında kalmaya devam etti. Bu süreç içerisinde bazı insan grupları diğerlerinden ayrıldılar ve popülasyonlar kurdular. Bu izolasyon, grupların kendi içlerinde çoğalıp diğer gruplarla kısmen farklılaşmasını sağladı. Yeteri kadar zaman geçseydi ve bu gruplar birbirleriyle hiçbir etkileşimde bulunmasalardı, belki de Homo sapiens’in alt türleri bile oluşabilirdi. Ancak öyle olmayacak, gruplar birbirlerinden izole kalmayacaktı.

20. yüzyılın ikinci yarısında tüm dünya insan genom projesinin tamamlanmasını büyük bir merakla bekledi. 2003 yılında insan genomunun neredeyse tamamı ortaya çıkarıldı. Bu gelişme insan genomunun sadece nasıl çalıştığını değil aynı zamanda nasıl evrimleştiğini, popülasyonların birbirleriyle olan ilişkisini ortaya çıkarmak üzere atılan büyük bir adımdı. Yapılan analizler sonucunda insan popülasyonlarına atfedilen ırkların genetik veriler ile açıklanmadığı teyit edildi. İnsan genom projesinin öncülerinden Craig Venter genom analizlerinden sonra tartışmayı sonlandırması gereken şu cümleyi kurmuştu:

“İnsan ırklarının genetik ve bilimsel bir temeli yoktur.”

Ancak tartışma sona ermedi. DNA yapısını keşfedenler arasında olduğu için Nobel ödülüne layık görülen James Watson yaptığı ırkçılık düzeyine varan açıklamaları ile bilim dünyası tarafından ağır bir şekilde eleştirildi. Watson beyaz ve siyah insanlar arasında IQ testleri sonuçlarında gözlemlenen farklılığı genetik temele dayandıran kişisel bir fikir öne sürmüştü. Kendisi ABD’de yürütülen zekâ testlerinde beyazların iyi performans gösterdiği bir çalışmayı temel alarak, ABD’deki iki grup arasındaki fırsat eşitsizliğini görmezden gelip, ırkçılığın ekmeğine yağ sürmüştü. Bu önermesinin ardından mensubu olduğu enstitü, Cold Spring Harbor Laboratuvarı tarafından verilen tüm akademik ünvanlarını kaybetti. Bu olay ile Nobel ödüllü bilim insanlarının da hata yapabileceği, ayrıca bilimsel verilerle önerme yapmak yerine, kişisel inançlarını iddia etmenin bilim camiasınca kabul edilmeyeceği bir kez daha görüldü. Bu davranışı, zamanında büyük buluşlara imza atan Watson için bilimsel anlamda hazin bir sondur.

“Irk” insan yapımı bir tanımlamadır ve sömürgecilik ve kölelik dönemlerinden arda kalmış sosyal bir kategoridir. Bu tanımın biyolojik bir temeli yoktur ve dolayısıyla tüm Türklere özgü bir genden söz edilmesi mümkün değildir. İnsanlığın kökeninden itibaren izolasyonun büyük ölçüde ortadan kalkmış olması ve farklı alt grupların birbirleriyle yaşam sürdürmesi sonucu bir karışım oluşmuştur.

Buna rağmen, kültürel olarak kendi içinde kendi içinden eş bulmaya devam eden, görece izole bir topluluk sağlamış gruplar mevcut. Bu gruplarda bazı genetik özelliklerin ve dolayısıyla hastalıklara yatkınlığın daha az veya çok olması şaşırtıcı değil. Almanya ve Polonya Yahudi (Ashkenazi Jewish) popülasyonu kültürel sebeplerle kendi içerisinde çoğalmaya eğilimli olduğundan kısmen izole kalmış ve bazı genetik özelliklerin ve hastalıkların bu grupta nispeten daha düşük veya yüksek oranlarda görülme ihtimali ortaya konmuş olsa da hiçbir genetik özellik bu popülasyona özgü olarak atfedilmemiştir [1].

Sonuç

SARS-CoV-2’nin bulaşıcılığının ve neden olduğu COVID19’un seyrinin insanların gelişimsel, sağlıksal ve genetik yapılarına göre farklılıklar gösterebileceği doğrudur. Bunun en güzel örneği olarak çocuklardaki bulaş oranın kısmen azlığı, hatta öldürücü etkinin hemen hiç olmaması gösterilebilir. Erişkinlerin bir kısmı da belirli genetik özelliklerden ötürü bu hastalığa karşı daha dirençli olabilirler.

Bireyler sadece COVID19 değil, kanser gibi diğer hastalıklara daha yatkın veya dirençli olabilirler. Bu özellikleri genetik yapılarından kaynaklanabilir. Hatta bu özellikler göz önüne alınarak yakın geleceğin tıbbi yaklaşımı kişiselleştirilmiş olacaktır. Her insan aynı tedaviye cevap veremediğinden, moleküler biyolojinin ilerlemesi ve genetik dizimizin daha iyi anlaşılmasıyla kişiye özgü bilimsel yaklaşımlar yapılabilecek ve reçeteler bile yazılabilecektir. Ancak, günümüz etnik gruplarını genetik olarak özgün kökenlere dayandırma çabası bilimsel değildir. Bu tip özellikleri “ırk”a dayandırmanın bilimsel bir temeli mevcut olmadığından hiçbir zaman Türklere özel bir ilaç da söz konusu olmayacaktır.

Farklı kökenlerden insanların bir araya gelip birlikte yaşadığı ABD’de nasıl Amerikan geninden söz edemezsek, Türk geninden de söz etmek mümkün değil. Çünkü Türkler de günümüzde kültürel olarak kategorilendirilen bir çok etnik grup gibi izole kalmamış ve yeknesak bir genetik varyasyon profiline sahip değil. Türkiye populasyonu kısmen kafkas ve bir miktar asya karışımlı herhangi bir doğu akdeniz genetik profiline sahip [2,3].

Kültürel açıdan dünya üzerinde farklı gruplara özgü dillerin, yemeklerin ve dansların olması hayranlık uyandırıcı bir zenginlik. Bilimsel açıdan hepimiz Afrikalıyız ve bugün Afrika’da yaşayan birisi bile bizden daha fazla Afrikalı değil.

Ogün Adebali
Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi
BAGEP 2019

Notlar/Kaynaklar: 

[1] Falk, Raphael. “Genetic markers cannot determine Jewish descent.” Frontiers in genetics 5 (2015): 462.
[2] Alkan, Can, et al. “Whole genome sequencing of Turkish genomes reveals functional private alleles and impact of genetic interactions with Europe, Asia and Africa.” BMC genomics 15.1 (2014): 963.
[3] Kılınç, Gülşah Merve, et al. “The demographic development of the first farmers in Anatolia.” Current Biology 26.19 (2016): 2659-2666.

 

Önceki İçerikBir Söz – Bir Resim: Koronavirüs’e Bağışıklık Kazanılabilir Mi?
Sonraki İçerikKOBİ’ler için Covid-19 aşısı: Tedarik Zinciri Finansmanı
Ogün Adebali

Ogün Adebali lisans derecesini ODTÜ Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nden almıştır. Doktora çalışmalarına Amerika’da, Tennessee Üniversitesi’nde başlamıştır. Bu çalışmalar sırasında deneysel biyolojiden hesaplamalı biyolojiye geçiş yapmış, proteinlerin moleküler evrimi üzerine doktorasını tamamlamıştır. Doktora sonrası araştırmacı olarak Oak Ridge Ulusal Laboratuvarı’nda görev almıştır. İkinci doktora sonrası araştırma çalışmalarını Kuzey Karolina Üniversitesi’nde DNA hasarı ve onarımının genom analizi üzerine gerçekleştirmiştir. Çalışmalarına 2018’den itibaren Sabancı Üniversitesi’nde kendi araştırma grubuyla birlikte devam etmektedir. Dr Adebali, 2018 Avrupa Moleküler Biyoloji Organizasyonu (EMBO) yerleşim, 2019 Bilim Akademisi Genç Bilim İnsanı (BAGEP) ve TÜBİTAK Uluslararası Lider Araştırmacılar ödüllerini almaya hak kazanmıştır.

E-posta adresi: [email protected]