Bu Kadar Işığa İhtiyacımız Yok!

Bu kadar aydınlık olması gerçekten gerekli mi? Dış alanda kullanılan çok ışık, yıldızların ve Samanyolu’nun büyülü güzelliğini görmemize engel olur: Türkiye nüfusunun %49,9’u yaşadıkları yerden Samanyolu’nu göremiyor, %97,8’i ise ışık kirliliği altında yaşıyor. Dünya nüfusu için bu oranlar sırasıyla %35,9 ve %83,2. (Fotoğraf: Los Angeles, ABD, Kaynak: canva.com)

“Işık kirliliği, çözümü yerel olan küresel bir sorundur ve aynı zamanda bir eğitim-farkındalık sorunudur!”

Bu, geçen ay yayınlanan (03 Mayıs 2019) “Işık Kirliliği Nedir?” başlıklı yazının bitiş cümlesiydi. Zeki hocanın bıraktığı yerden ama başka bir pencereden bakarak devam edelim…

Zeki hoca bahsi geçen yazısında “Geceleyin çevremizi neden aydınlatıyoruz?” diye sorduktan sonra olası cevaplar sıralıyor ve bunların gerekliliğini sorgulamadığımızı söylüyor. Biz, bu yazıda biraz da olsa sorgulamaya çalışalım. Işık kirliliğini bir sorun olarak tanımlıyor ve çoğunlukla da çözümü var olanlarda iyileştirme yaparak bulmaya çalışıyoruz. Bunun yerine, daha kalıcı ve sorun yaratmayan yaklaşımlar için kendimizi biraz daha zorlayarak kutunun dışına çıkıp en temel soruyu soralım;

Geceleyin dış alan aydınlatmalarını niye kullanıyoruz gerçekten?

Güneş ve Ay gibi doğal ışık kaynaklarının dışında kullanılan ışık kaynaklarının hepsi yapay aydınlatmalardır ve potansiyel ışık kirliliği kaynaklarıdır. Temel amaç, gündüz yapılan etkinliklerin bir kısmının gece de devam ettirilebilmesi ve eylemli yaşam süresinin uzatılabilmesiyken yapay ışığın kullanım amaçları değişen teknolojinin ve toplumsal gelişmelerin etkisiyle her geçen gün daha fazla çeşitleniyor. Geçen zamanla birlikte gece yapılan etkinliklerin hem çeşitlenmesi hem de sayısının artması ve kişilerin bu esnadaki görsel performanslarının iyileştirilmesi ihtiyacı yapay aydınlatma kullanımını arttırdı. Bu, ortamın doğal ışık miktarının yapay ışık kullanılarak genellikle de ihtiyacın ötesinde değiştirilmesi anlamına geliyor ki buna da ışık kirliliği diyoruz zaten. Artan yapay ışık kullanımıyla birlikte ışığa maruz kalınan süre artıyor, ışığın astronomik gözlemlere, ekonomiye, ekolojik dengeye, doğal/vahşi hayata ve insan sağlığına olan olumsuz etkileri de zaman içinde ortaya çıkıyor.

Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan çekilen fotoğraf: İngiltere ve Avrupa Anakarası, 2017. Kaynak: NASA Amazing Space Youtube kanalı

Bu olumsuzlukların ayrıntılarını şimdilik başka yazılara bırakarak yer yüzeyinden yaklaşık 400 km yukarıdaki Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan gece çekilen fotoğraflara bakarak düşünelim: İçinden, “ne güzel, ışıl ışıl” diye geçirenleriniz çoktur! Yeniden soralım: Yapay aydınlatmanın amacı nedir? Niçin ışıklandırma yapıyoruz? Artık üzerinde düşünmeye bile gerek duymadığımız bu en temel sorunun çok basit bir cevabı var aslında; görmek/görebilmek için!

Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan çekilen fotoğraf: İber Yarımadası (İspanya ve Portekiz), 2014. Kaynak: NASA Fotoğraf Galerisi

Yani aydınlatmaya ihtiyaç duyulan yer, insanın olduğu ve görmek istediği yerdir.  Oysa zaman içinde ışık kullanımı, temel amacının dışına çıkarak gerçek anlamda bir işlevi olmayan, hatta gereksiz denilebilecek (reklam panoları, ışıklı tabelalar, bina ve yapıların dış yüzey aydınlatmaları gibi) şekilde yayılmıştır. Aslında bu ışıkların, gece gökyüzünden yere bakan kameranın olduğu yere ulaşmasına ne gerek ne de ihtiyaç var. Bu görüntünün bir an için güzel olduğunu düşünsek bile “kim görüyor?” diye sormak gerekmez mi? Her şey uzay istasyonunda hali hazırda başka işlerle meşgul olan altı astronot için mi? Işıl ışıl olması gereken ve güzel olan sadece ateş böcekleri ve yakamoz olmalıydı! Hepimiz için…

Son yıllarda verimli ışık lambaları (kaynakları) ya da perdeli armatürler kullanmak lazım diyoruz ama “kullanmaya gerçekten ihtiyacımız var mı?” diye sormuyoruz! Apartmanların bahçelerinde, parklarda, otoparklarda gece boyunca yanan lambalar ve hatta belli bir saatten sonra yanmaya devam eden sokak aydınlatmalarının aslında hiçbirine fonksiyonel olarak ihtiyacımız yok. Örneğin, hiçbir yayanın olmadığı otoyollarda sabaha kadar yapılan aydınlatmalar bir amaca hizmet ediyor mu gerçekten? Bu yolların asıl kullanıcısı olan arabalar gittiği yeri aydınlatan donanıma (farlar!) sahip olduklarına göre bu işte bir yanlışlık yapıyor olabilir miyiz acaba? Belki de kutunun dışına çıkarak durumu yeniden sorgulamanın, alışkanlıklarımızdan vazgeçerek yeni yaklaşımlar geliştirmenin zamanı gelmiştir… Şiddeti düşük bile olsa ışığın ihtiyaç duyulmayan yerdeki varlığı veya gereksinim olmayan bir zaman diliminde kullanılması, insanın ait olduğu doğaya karşı kibirli duruşunun bir göstergesi ve dünya kaynaklarının hoyratça kullanılmasıdır. İhtiyacımız olmayan ışık için daha fazla elektrik üretiyor, daha fazla fosil yakıtları tüketiyor ve dünya üzerindeki hayata zarar veriyoruz.

Gözlerimiz düşündüğümüzden çok daha duyarlı.

Unuttuğumuz bir diğer gerçek de gecelerin çoğumuzun düşündüğü kadar karanlık olmadığı ve gözümüzün de sandığımızdan daha hassas bir algılayıcı olduğu. Aysız, açık bir gecede ölçülen gökyüzü parlaklığı (~3,16×10-4 cd/m2), ortalama bir insan gözünün algılama eşiğinden (1×10-6 cd/m2) yaklaşık 300 kat daha fazla. Havanın kapalı olması halinde bile gök parlaklığı göz eşiğinin 30 katı kadar.

Bu demek oluyor ki insan gözü, yapay aydınlatmaların olmadığı doğal gece koşullarında bile görebilecek donanıma sahip. Retinanın arka tarafında bulunan koni hücreleri aydınlık ortamda daha işlevselken çubuk hücreleri düşük ışık seviyelerini algılayabilecek kadar hassas ve gece görüşten sorumlular. Göz tamamen karanlık uyumlu hale geldiğinde aydınlık uyumlu halinden 100.000 kat daha hassas olur. 

La Patrie, Quebec-Kanada (2006-2008). Aydınlatmalar, tam karanlık gökyüzü uyumlu olacak şekilde yenileriyle değiştiriliyor, gereksiz aydınlatmalar kaldırılıyor. Uzaktan her ne kadar “karanlık” görünse de kasabada yaşayanlar görmekte sorun yaşamıyor. (Kaynak: ricemm.org – Mont-Mégantic Uluslararası Karanlık Gökyüzü Koruma Alanı)
Monte Patria, Şili (2005). Göl kenarındaki bu kasabanın tüm aydınlatma tesisatı yenilenerek daha az sayıda ve daha düşük şiddette aydınlatmalar kullanılıyor: Ne bölge turizmi plajlardaki parlak ışıkların kaldırılmasıyla zayıflıyor ne de gece güvenliği azalıyor. (Kaynak: IDA – Uluslararası Karanlık Gökyüzü Birliği)

Ortamın aydınlık seviyesinin artması gözün karanlık uyumunu bozar ve tekrar tam karanlık uyumlu hale dönmesi ise uzun zaman alır. Hatta aydınlatmanın çok olduğu büyük kent merkezlerinde göz hiçbir zaman karanlık uyumlu hale geçemez. Sürekli artan miktarda kullandığımız yapay aydınlatmaların etkisiyle belki de gözümüz artık bu hassaslığını kaybetmek üzeredir, kim bilir? Ayrıca, düzgün tasarlanmamış parlak aydınlatmalar aydınlık ve karanlık bölgeler arasında keskin bir kontrast yaratarak aydınlatılan alan dışında kalan kısımları görmemize engel olur. Bu da beklenenin aksine, nesnelerin görünürlüğünün kaybolmasıyla, yol ve çevre güvenliğinin olumsuz etkilenmesiyle sonuçlanır.

Şimdi yeniden soralım ve en baştan düşünelim; bu kadar çok ışık kullanmaya gerçekten ihtiyacımız var mı? Cevap, yazının başlığında!

Bülent Aslan

İleri Okuma:
Bülent Aslan, “Işığın Kirli Yüzü: Işık Kirliliği”, Ankara Dayanışma Akademisi, 2019.
www.isikkirliligi.org
F. Falchi, P. Cinzano, D. Duriscoe, C. C. M. Kyba, C. D. Elvidge, K. Baugh, B. A. Portnov, N. A. Rybnikova, R. Furgoni; “The new world atlas of artificial night sky brightness”, Science Advances 2, e1600377 (2016)
www.darksky.org
www.iss-live.com

Önceki İçerikÇocuklarda Müzik Algısı
Sonraki İçerikDünden bugüne kök hücre tedavileri
Bülent Aslan

Bülent Aslan, 1996 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Fizik Bölümü’nden mezun olduktan sonra aynı bölümde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladı. 1999 yılında Yüksek Lisans, 2004 yılında Doktora derecelerini yine ODTÜ Fizik Bölümü’nde tamamladı. Doktora sonrasında Kanada Ulusal Araştırma Kurumu’na bağlı Mikroyapısal Bilimler Enstitüsü’nde (Institute for Microstrucral Sciences, National Reseach Council, Canada) tüm zamanlı araştırmacı olarak çalıştı. 2009 yılında Anadolu Üniversitesi Fizik Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Akademik kariyerinde deneysel yarıiletken teknolojisi alanında çalışmalar yaptı; kızılötesi algılayıcılar, kuantum kuyu ve kuantum nokta yapılar konularında makaleler yazdı. 2011 yılında ışık kirliliği konusuyla aktif olarak ilgilenmeye başladı. 2016’da barış ve ifade özgürlüğü talep etti, 07 Şubat 2017’de çok sayıda meslektaşıyla birlikte 686 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevine son verildi.  O tarihten bu yana Eskişehir Okulu’na katkı vermeyi sürdürüyor.