Çevrenize şöyle bir göz atın. Bilgisayarınız, yazıcınız, telefonunuz, çantanız, kaleminiz, su şişeniz; hepsinde plastik olduğunu görürsünüz. Plastik kullanımı 1950’li yıllarda başladı ve her alanda kullanılabilmesi sayesinde günümüzde üretimi yıllık 380 milyon tona ulaştı (2015 verisi). Bunun çoğu ambalajlarda ve tek kullanımlık ürünlerde kullanılıyor. En çok kullanılan plastikler polietilen, polipropilen, polistiren, polivinil klorür, polietilen tereftalat (PET) ve poliüretan.
2015 yılı itibari ile dünya ölçeğinde plastiklerin % 20’si geri dönüştürülüyor (2017 itibari ile Türkiye’de %30 geri dönüşüm var), %25 oranında yakılıyor, geri kalan % 55 ise doğaya atılıyor. Yüksek sıcaklıklarda yakılan plastik enerji üretimine yönelik ve baca gazı emisyon kontrolü şart. Ortalama olarak yılda 8 milyon ton plastik okyanuslara gidiyor. Türkiye’nin katkısı ise yılda yaklaşık 50 bin ton. Şu anda okyanuslarda 150 milyon ton plastik atık bulunduğu tahmin ediliyor.
Çöp depolama alanlarında bulunan plastik maddeler hareketsiz olduklarından geniş çevre üzerindeki etkileri kısıtlı. Okyanuslarda bulunan plastik maddeler (makroplastikler) ise akıntılar ile geniş alanlara yayılıyor, bazen okyanus girdaplarına kapılıp yüzen plastik adaları oluşturarak seyir halinde bulunan tekneler için tehlike yaratıyor. Bunlar deniz memelileri ve deniz kuşları tarafından yanlışlıkla yutulduğunda ölümlere neden oluyor. Makroplastiklerin biyolojik yok olmaları uzun süreler alıyor. Bu en hızlı yok olan plastik torbalar (düşük yoğunluklu polietilen) için 20 yıl; PET şişeler için 450 yıl. Diğer taraftan makroplastikler, yani kullandığımız poşet, pet şişe, plastik ambalaj vs, zaman içinde parçalanarak mikroplastik haline dönüşüyor. Özellikle sahiller ve plajlara atılan, ya da denizin getirip kıyıya yığdığı makroplastikler güneş ışığının (UV-A) fotooksidasyon etkisi ile hızlı bir şekilde mili, mikro ve nano ölçeklere parçalanıyor. 5 mm altında parçacık boyutu ile mikroplastikler parçalanma sürecinde kazandıkları muazzam yüzey alanı artışı ile balıklardan mikroalglere kadar tüm su canlıları ile temas edebiliyor ve bunları olumsuz etkiliyor.
Parçalanma ile oluşan mikroplastiklere ikincil (sekonder) mikroplastik deniyor. Birincil (primer) mikroplastikler ise küçük parçalar ve pellet olarak üretilen ve bazı ilaçlarda ve kozmetik ürünlerde kullanılan mikroplastikler. Özellikle yüz ve vücut temizliğinde aşındırıcı ve deri yüzeyindeki ölü hücreleri sıyırıcı özelliği ile yaygın kullanımı olan birincil mikroplastikler. Birincil veya ikincil, mikroplastikler akarsular yolu ile deniz ortamına karışıyor. Boyutları bir nanometrenin altında olanlara ise nanoplastik deniyor.
Mikroplastiklerin su canlılarına etkisinin araştırılması son on yılda bilim insanlarının gündemine geldi. Bu araştırmalarda mikroplastiklerin balık popülasyonları üzerinde toksik etkileri bulunduğu anlaşıldı. Deniz ortamında bulunabilecek bazı kirleticiler (örneğin pestisit kalıntıları) mikroplastiklere yapışabiliyor ve bu şekilde toksik etkileri de katlanıyor.
Besin zincirinin başında bulunan mikroalglerin mikroplastiklerle etkileşimlerinde ise büyümenin engellenmesi , klorofil konsantrasyonunda azalma, fotosentezin yavaşlaması gibi olumsuz etkilerinin olduğu son birkaç yılda yapılan bilimsel araştırmalarda ortaya kondu. Dünyadaki oksijenin çoğu alg fotosentezi yolu ile üretildiğinden gezegenimizin ve desteklediği ekosistemlerin sağlığı açısından konunun ne kadar önemli olduğu anlaşılabilir. Ayrıca besin zincirine giren ve zincirin üst halkalarına kolaylıkla tırmanan mikroplastiklerin insan metabolizması üzerinde etkisi de yeni bir araştırma konusudur.
Orhan Yenigün
Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi