Bu yazı Matematik Dünyası Dergisi’nin Tosun Terzioğlu özel sayısı (106) için yazılmıştır.
Tosun ömrü boyunca kurucu idi. Yönetici olmayı severdi. Yönettiği kurumlarda bazan kurumu baştan kurmuş, kurulmasına liderlik etmiş (Sabancı Üniversitesi), bazan yeniden tanımlamış (TÜBİTAK), bazan da yıkılmasına, tahrip edilmesine karşı yaratıcı savunma yapmıştır (ODTÜ). Tosun’un TÜBİTAK Başkanı olduğu 1993-1997 yılları arasında ben de TÜBİTAK Bilim Kurulu üyesi idim. O dönemde başlattığı, canlandırdığı destek verdiği birçok projeden özellikle TÜBİTAK Popüler Bilim Kitaplarının yayına başlaması ve TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi’nin (TUG) kuruluşunda birlikte çalıştık. TUG’un kuruluş hikâyesinden söz edeyim.
1992 yılında lider astrofizikçi Raşid Sunyaev, Tosun’un çok eskilerden arkadaşı, rahmetli astrofizikçi dostumuz Hakkı Ögelman ve benimle temas kurarak o sıralarda Rusya önderliğinde hazırlanan uluslararası Spektrum X-Gama uydu girişimine Türkiye’nin de katılması teklifini getirdi. Önemli bir bilimsel fırsat olarak gördüğümüz bu teklifi o zamanki yeni TÜBİTAK Başkanı Tosun Terzioğlu da etkili şekilde benimsedi ve destekledi. Türkiye bu projeye katılmakla ilk kez bir uluslararası bilimsel gözlem işbirliğine girmiş oluyor, ama aynı zamanda bir risk alıyordu.1990lar boyunca Rusya’nın yaşadığı kriz ve imkânsızlıklar yüzünden bu proje maalesef gerçekleşmedi. Ancak bu projenin bir yan ürünü olarak gelen bir teklif Ulusal Gözlemevinin kurulmasında kritik bir rol oynadı. Raşit Sunyaev memleketi Kazan- Tataristan’daki Engelgardt Gözlemevi’nin tamamlanmış ama Rusya’daki imkânsızlıklar dolayısıyla bir gözlemevine yerleştirilememiş olan 1.5 metrelik teleskobunu Türkiye’de kurulacak gözlemevinde ortak kullanıma açmayı öneriyordu. Öte yandan Türkiye’de astronomlar yıllar boyu ortak bir çalışma ile bir ulusal gözlemevi için uygun yerler aramış, yer seçimi için özel gözlemler yapmış, bunları bir TÜBİTAK projesi raporu ile sonuçlandırmışlar, Tosun’dan önceki Kemal Gürüz başkanlığındaki TÜBİTAK yönetimi de Antalya- Bakırlıtepe’de 2500 metre yükseklikte seçilen yerin tahsisi için girişimlere başlamıştı. Fırsatları tamamlayan bir faktör de o sırada iş başına gelen Demirel – İnönü hükümetinin Başbakan yardımcısı Erdal İnönü’nün önderliğiyle bilime destek olmasıydı.
O yıllarda yeniden toplanmaya başlayan Bilim-Teknoloji Yüksek Kurulu öncesinde Tosun, Başbakan Süleyman Demirel’e tam da onun söylemine uygun şekilde “toprak hazır, tohum parası istiyoruz” diye yaklaşarak gereken desteği ve ek bütçeyi kopardı. Hemen ardından Demirel Cumhurbaşkanı oldu, Erdal Bey de politikadan ayrıldı (1993 sonbaharı). Tosun birkaç açıdan fırsatı görmüş ve topu TÜBİTAK’a almıştı. 1993-1997 arasında dört yılda 2500 metreye çıkan yoluyla, binalarıyla, St. Petersburg’dan Novorossisk’e oradan Samsun ve Ankara üzerinden Antalya’ya getirilen tonlarca ağırlıkta teleskop parçalarıyla, Amerika’dan sipariş edilen kubbesiyle TUG tamamlandı. O koca kubbenin dağın başına çıkarılan vinçle birkaç santimetre hassaslıkla kasnağına oturtulması bütün olaydaki marifeti simgeleyen bir final oldu.
1997 yılında Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Mesut Yılmaz, TÜBİTAK’ın bir önceki, o sıradaki ve bir sonraki başkanları ve aralarında Erdal Bey’in de olduğu o tarihteki tüm Bilim Kurulu üyeleri, bütün astronomlar ve Rus ortaklarımızla TUG açıldı.
***
“Ketmetme yegân yegân söyle” – Şeyh Galip
Tosun insanlarla ilişkilerinde, yönetim tarzında, düşünce ve ifade biçimiyle bir matematikçi idi. Sanki kişiliğini belirleyen matematikti ya da, herhalde daha doğrusu, matematik ona çekici gelmenin ötesinde içinden geldiği, kişiliğine yakıştığı için matematikçi olmuştu. Yönetici olarak ve insan olarak hissedilir, ama zorlayıcı olmayan benimsenen bir otoritesi vardı. İnsan ilişkilerini çok boyutlu ve karmaşık yönleriyle, çok cephede simültane olarak anlar, izler ve soyut bir planda yerli yerine oturtarak yönetirdi. İlişkilerden soyut bir yapı kurmak ama bu yapının da işlevsel olabilmesi herhalde.
Meşhurdur ki az konuşurdu Tosun. Ketmetmezdi de yegân yegân söylerdi. Tane taneden ziyade adım adım. Anekdotlar anlatır, siyasi ve askeri tarihten, denizcilikten söz ederdi. Bu kıssaların hisseleri olurdu, mantık çelişkileriyle, basit karşı örneklerle ve mizahla taşı gediğine oturtmaya bayılırdı. Konuşması zihin alışkanlığını, disiplinini, matematiğini yansıtırdı. Kendiliğinden coşkulu bir insan izlenimi vermezdi, ama zihni sanki doğallıkla ve severek matematik, strateji, oyun üzerine işler, zihninin içinden bir oyun geldiği için içten yaşardı.
TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları serisine Tosun’un ilk getirdiği kitap Hardy’nin “Bir Matematikçinin Savunması” idi. Olanı anlamak, olmayanı hayal edebilmek, bazan kısıt, çoğu zaman ulaşagelmek olarak limit fikri, ve tutarlı hayaller üzerine bir dünya inşa edebilmek de Tosun’un matematiğinde vardı.
Kurosawa’nın filme çektiği Raşomon hikâyesini severdi. Hani ayni olayın aktörleri ve tanıkları nasıl bambaşka kurgular anlatırlar. Gerçek karmaşıktır, farklı boyutları farklı yüzleri vardır. Hikayeler gerçeği tanımlamaz, anlatılanlardan hepsi bir ölçüde gerçeğin parçası olabilir veya hiçbiri hiçbir düzeyde gerçekle ilintili olmayabilir. Tabii buradan bütün hikayelerin eşdeğer olduğu ya da aslında gerçek diye bir şey olmadığı çıkmaz. Tosun resmi tarih alerjisini sık sık dile getirirdi. TÜBİTAK Başkanlığını bir dönem daha sürdürmek istememesinde 28 Şubat’ın rolü olduğunu düşünmüşümdür. Bunu kendisine hiç sormadım, kendi de hiç dile getirmedi. Belki yanılıyorum.
Sabancı Üniversitesi’nde inşa ettiği yapının temel taşı akademik özgürlük ve ifade özgürlüğüdür. Üniversitedeki anıtta ve Tosun’un Atatürk’le ilgili yazdığı kitapçıkta sözünü ettiği öz ise manevi miras olarak akıl ve bilimdir. Tosun’un duruşu neler olabileceğini ve ne yapabileceğini anlamaya çalışan aktif, akıllı ve özgür insan duruşuydu.
***
Tosun’un 60. Yaşı için ODTÜ de yapılan toplantıda alıntıladığım Nazım Hikmet’in “Masalların Masalı” şiirinden bir kısmı buraya da alayım:
Su basında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.
Su basında durmuşuz.
Önce kedi gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim,
kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
güneş kalacak;
sonra o da gidecek…
Güzel tekrarlayan bir şiirdir, başını ve “Çok şükür yaşıyoruz” diyen son kıtayı yazmadım buraya. Çok şükür yaşarken Tosun’u da tanıdık.
Ali Alpar
Bilim Akademisi üyesi
Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi