İnsan zihninin ikilemi
Düşünme, insan zihninin en temel işlevlerinden biridir ancak basit bir mantık yürütme mekanizmasına indirgenemez çünkü zaman zaman farklı işlevlere sahip olabilmektedir. Her gün aslında farkında olmadan iki temel düşünme biçimi arasında gidip geliriz: analitik (reflektif) düşünme ve sezgisel düşünme. Kabaca özetlersek, analitik düşünme, bilinçli çaba ve üst düzey dikkat gerektirirken, sezgisel düşünme hızlı, otomatik ve çaba gerektirmeyen bir süreçtir.
2025’in ilk aylarında yayınlanan kitabımız Reflection and Intuition in a Crisis-Ridden World: Thinking Hard or Hardly Thinking (Krizlerle Dolu Bir Dünyada Derin Düşünme ve Sezgi: Çok Düşünmek mi, Hiç Düşünmemek mi?), bu düşünce sistemlerinin nasıl çalıştığını, nerelerde işlevsel olduklarını ve nerelerde tökezlediklerini inceleyen temel ve güncel bir kaynaktır. Kitapta, analitik ve sezgisel düşüncenin evrimsel, sosyal ve bireysel boyutları ele alınarak, her iki düşünme biçiminin toplumsal krizlerle başa çıkma kapasitesi tartışılmaktadır. Daniel Kahneman’ın Hızlı ve Yavaş Düşünme[1]Kahneman, D. (2011) Hızlı ve Yavaş Düşünme, çev. Osman Çetin Deniztekin – Filiz Deniztekin, Varlık Yayınları kitabı, sezgisel ve analitik düşünce arasındaki ilişkiyi geniş bir kitleye tanıtmıştır. Kahneman, iki düşünme biçimini “Sistem 1” (hızlı, sezgisel) ve “Sistem 2” (yavaş, analitik) olarak tanımlar. Bu bağlamda, sezgisel düşünme, daha hızlı ve otomatik bir biçimde işlerken, analitik düşünme daha yavaş ve dikkatli bir değerlendirme gerektirir. Kitabımızda da benzer bir bakış açısı benimsenmiş, ancak bu iki sistemin modern toplumda nasıl çatıştığı, bazen birbirlerini nasıl tamamladığı ve analitik düşüncenin modern dünyanın sorunlarına nasıl çözüm getirebileceği, güncel bulgulara dayalı olarak ele alınmıştır.
Kitapta sorduğumuz temel soru, modern dünyanın krizleriyle başa çıkmak için yalnızca analitik düşünceye mi ihtiyacımız var, yoksa hem analitik hem de sezgisel düşünceyi farklı bir perspektiften mi değerlendirmeliyiz? Gelin, bu soruyu daha derinlemesine tartışalım.
Sezgisel düşünce: Evrimsel bir miras
Sezgisel düşünme, insan zihninin evrimsel geçmişinden miras kalan bir mekanizmadır. Hızlı karar alma yeteneği, atalarımız için hayati önem taşımıştı. Bir tehdit anında derinlemesine düşünmek yerine hızlı bir tepki vermek, yaşamla ölüm arasındaki farkı yaratabilir. Hayatın çoğu aşamasında bu sezgisel tarafa yaslanarak otomatik pilotta yaşamımızı sürdürüyoruz. Örneğin, ormanda yürürken yılan gördüğümüzde analitik bir analiz yapmayı beklemek yerine, hızlıca kaçmamız hayatta kalmamızı sağlar. Sezgisel düşünce, bu tür durumlarda kurtarıcıdır. Aynı şekilde, sosyal bağlamda sezgisel düşünce, grup içi dayanışmayı ve iş birliğini destekler. İnsanlar, tarih boyunca kendi gruplarını koruma ve diğer gruplara karşı rekabet etme eğilimi göstermiştir. Bu, “biz ve onlar” ayrımı dahi temel bir sezgisel mekanizmanın eseridir.
Ancak sezgisel düşüncenin bu hızı ve otomatikliği, modern toplumun karmaşıklığında dezavantajlara da yol açabilir. Günümüzün karmaşık sosyal ve politik meselelerinde, sezgisel düşünme çoğu zaman ön yargıları güçlendirebilir. Örneğin, sosyal medyada yanlış bilgilere dayalı paylaşımlar sezgisel tepkilerle hızla yayılır ve kutuplaşmayı derinleştirir. Çünkü olumsuz ve kendi dünya görüşümüzle uyumlu uyaranları görmeye ve hatırlamaya dair zihinsel bir motivasyona sahibiz. Politik görüşlerinizi sorgulamadan benimsemek, doğruluğu tartışmalı bir haberi hemen paylaşmak ya da farklı bir fikre sahip birine empati kuramamak gibi örneklerde, sezgi bizi hatalara sürükleyebilir. İşte tam da bu noktada analitik düşüncenin devreye girmesi avantaj sağlayabilir.
Analitik düşünce sadece akılcı değil ön yargılı sonuçlara da yol açabilir
Analitik düşünce, sorunları derinlemesine analiz etmeyi ve dikkatli kararlar almayı gerektirir. Bu düşünme biçimi, sezginin aksine zaman ve çaba ister. Modern dünyada analitik düşünce, karmaşık problemleri çözmede ve uzun vadeli stratejik planlar yapmada vazgeçilmezdir. Örneğin, iklim değişikliği gibi küresel bir sorunu ele alalım. Bu sorun, hızlı ve sezgisel tepkilerle çözülemez. İklim değişikliğiyle başa çıkmak için analitik düşünceye, yani bilimsel verilerle desteklenen neden-sonuç ilişkilerine dayanarak stratejiler geliştirmeye ihtiyaç vardır.
Ancak zihnimiz çok iyi bir sebep olmadıkça bu ekstra çabayı göstermeye gönüllü değildir. Mümkün olan her durumda enerji tasarrufu sağlamaya çalışır. Dolayısıyla zihnimiz için bu sorunlar psikolojik açıdan uzak ve doğrudan bizi ilgilendirmeyen sorunlar olduğunda, analitik zihinsel süreçleri bu konuda harekete geçmeye yönlendirmek o kadar kolay olmamaktadır.
Ayrıca analitik düşüncenin de sınırları vardır. Bazen aşırı analitik bir yaklaşım, karar alma sürecini yavaşlatabilir veya gereksiz detaylarda boğulmamıza yol açabilir. Bunun yanı sıra, analitik düşünce, bireylerin kendi ön yargılarını rasyonalize etmesi için kullanılabilir. Bu olgu, “güdülenmiş muhakeme” (motivated reasoning) olarak bilinir ve günlük dildeki “kılıf uydurma” terimiyle örtüşür. Yani, birey analitik bir süreç içinde bile kendi inançlarını doğrulamak için seçici bir biçimde bilgi toplar ve analiz eder. Bu, analitik düşüncenin yalnızca daha iyi değil, bazen daha kötü kararlar almamıza neden olabileceğini göstermektedir. Bundan dolayı analitik düşünmeyi rasyonellik ya da optimal karar vermeyle eşitlemek çoğu zaman doğru değildir ve önemli kararlar verirken analitik düşünme birazdan bahsedeceğimiz gibi başka unsurlarla desteklenmelidir.
Analitik ve sezgisel düşüncenin dengesini bulmak
Kitabın genelinde sezgisel ve analitik düşüncenin insanların sosyal tutum (inançlar, ideolojiler) ve davranışlarıyla (iş birliği, kutuplaşma) ilişkilerini incelesek de, son bölümlerinde analitik ve sezgisel düşüncenin birbiriyle nasıl dengede kalabileceğini ele aldık. Çoğu durumda, bu iki düşünce biçimi birbirini tamamlar. Ancak bağlam, hangi düşünme biçiminin daha uygun olduğunu belirlemektedir.
Bir spor müsabakasını düşünün. Basketbol oyuncusu serbest atış yaparken analitik düşünceye fazla odaklanırsa, başarı şansını düşürebilir. Çünkü burada gerekli olan, sezgiyle hareket etmektir; yıllarca süren antrenmanlarla artık otomatikleşmiş bir becerinin ortaya konması an be an bilinçli çaba gerektirmez. Yani analitik düşüncenin bağlama uyumsuz olarak ve aşırı bir seviyede kullanımının psikolojik ve davranışsal bazı dezavantajları olduğu söylenebilir.
Öte yandan, politik tartışmalarda analitik düşünce baskın olmalıdır. Örneğin, bir politikacının popülist bir söylemi sezgisel olarak çekici gelebilir, ancak analitik bir yaklaşım, bu söyleme kapılmanın uzun vadeli sonuçlarını anlamamızı sağlar. Bu tür bağlamlarda analitik düşünce, bireylerin manipülasyona karşı direnç geliştirmesini sağlar. Analitik düşüncenin bazı insanlarda güdülenmiş muhakemeye yol açması ve var olan kanıtları görmezden gelmelerine neden olmasına karşı ise panzehir bütüncül ve sistemsel yaklaşım olabilir.
Bütüncül yaklaşımın gücü: Parçaları detaylı görürken bütünü kaçırmamak
Kitabın temel iddialarından birisi analitik düşüncenin, bütüncül bir bakış açısıyla desteklenmesinin gerekliliğidir. Olguları parçalarına ayırmak, bu olgulara dair veri toplama, neden-sonuç ilişkilerini tanımlama, mantık ve matematik gibi analitik düşünceye dayanan sistemleri uygulamayı kolaylaştırır. Bu nedenle analitik düşünce sıklıkla detaylara odaklanır ve dolayısıyla bütünü kaçırma tehlikesine maruz kalır. Bütüncül düşünme ise, parçalardan ziyade bütüne odaklanır. Örneğin, çevre politikalarını düşünürken, yalnızca meselenin bir parçası olan ekonomik maliyetlere odaklanmak kısa vadeli veya kısmi çözümler sunabilir. Ancak bu süreçte sosyal adalet, kültürel değerler gibi işin diğer parçaları ve bunların birbirleriyle uzun vadedeki etkileşimleri de hesaba katıldığında, daha bütüncül bir karar alma mekanizması oluşur.
Öte yandan bütüncül yaklaşım, çoğunlukla sezgisel düşünce tarafından desteklenir. Çünkü sezgisel düşünce, bilinçli analitik düşüncenin bazı kapasite sınırlılıklarından muaftır; karmaşık örüntüleri işleme koyabilir. Örneğin bir satranç ustası, yıllar boyu karmaşık satranç tahtası örüntülerini öğrendikten sonra taşları tek tek dikkatle analiz etmeye olan ihtiyacı azalır ve bu örüntüleri sezgisel olarak tanıyıp hızlıca strateji geliştirebilir. Bu yüzden sezgiler, uzmanlık için vazgeçilmezdir. Ne var ki bütüncül düşünceyi sadece sezgilere bırakırsak da, onu rasyonel bir zeminden uzaklaştırma tehlikesi yaşarız.
Modern çağda ihtiyacımız olan şey, bu farklı yaklaşımları bir arada kullanabilmek, örneğin analitik yaklaşırken bütünü de kapsayabilmektir. Ekoloji, biyoloji ve bazı mühendislik alanlarında başarıyla kullanılan sistemsel düşünce, tam olarak da analitik ve bütünsel düşüncenin bir harmanıdır: Parçaları net tanımladıktan sonra, bununla sınırlı kalmayıp, parçaların birbirleriyle ve bütünle olan dinamik ilişkilerini de hesaba katar. Bu açıdan olguların karmaşıklıklarına layık, daha gerçekçi, kapsamlı ve derin bir anlayış yaratır.
Başka bir ifadeyle, tıpkı bir hekimin hastasına bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşıp alt alanların kısıtlı bakış açısının yaratabileceği tuzaklara düşmemesi gibi, bir insan da karar verirken yalnızca kendisine belirgin olan sezgisel ipuçlarına odaklanmak yerine çevredeki daha kapsamlı uyaranları gözlemleyip onlar arasındaki dinamik etkileşimleri hesaba katmayı öğrenmelidir. Dolayısıyla bütüncül bir yaklaşım, analitik düşüncenin etkisini arttıracaktır (ve analitik süreçler, sistemsel düşünce gibi sağlam bir bütüncül yaklaşımı tesis etmekte vazgeçilmezdir). İklim değişikliği, yoksulluk veya politik kutuplaşma gibi sorunlarla başa çıkarken, analitik düşüncenin bütüncül düşünceyle birleşmesinin, daha sürdürülebilir çözümler yaratacağı bu bakımdan ortadadır.
Özetleyecek olursak, örneğin şiddetli politik kutuplaşma dönemlerinde sezgisel düşünce, bireyleri daha fazla kapalı görüşlü hale getirebilir. Sosyal medyada sürekli aynı görüşleri tekrar eden “yankı odaları” (echo chambers), bireylerin kendi doğrularını sorgulamadan kabul etmesine yol açar. Analitik düşünce ise bu döngüyü kırabilir; bireylerin alternatif perspektifleri değerlendirmesine ve manipülasyona karşı direnç geliştirmesine olanak tanır. Ancak analitik düşünce de doğru şekilde yönlendirilmezse, bu manipülasyonlara katkıda bulunabilir. Güdülenmiş akıl yürütme, analitik düşüncenin mevcut ön yargıları pekiştirmek için kullanılmasına yol açabilir. Bu nedenle analitik düşüncenin iklim değişikliği ya da kutuplaşma gibi farklı konulara çözüm olabilmesi adına açık fikirlilik, entelektüel alçakgönüllülük ve bütüncül bir bakış açısıyla desteklenmesi gerekir.
Sonuç: İnsan zihninin geleceği
Düşünce biçimlerimizi anlamak ve geliştirmek, yalnızca bireysel başarı değil, toplumsal ilerleme için de kritik öneme sahiptir. Analitik ve sezgisel düşünce, doğru bağlamda ve doğru dengede kullanıldığında insanlığın karşılaştığı en büyük zorluklara çözüm sunabilir. Kitap boyunca, analitik düşüncenin nasıl eğitilebileceğini, hangi koşullarda sağlıklı yürütülebildiğini, sezgisel düşüncenin ne zaman güvenilir olduğunu ve bu iki yaklaşımın nasıl dengelenebileceğini ele aldık. Bütüncül düşünme pratiklerinin eğitim sistemine entegre edilmesinin gerekliliğini savunduk. Ancak temel mesajımız şuydu: Düşünme biçimlerinizi sorgulamak, iyileştirmek ve çeşitlendirmek, bireyler ve toplumlar için daha aydınlık bir gelecek yaratmanın anahtarıdır.
Bu bağlamda bir sonraki kararınızı verirken, kendinize şu soruyu sormayı unutmayın: “Bu bağlamda hangi düşünme biçimi daha uygun?” Çünkü düşünmenin sırrı, yalnızca hızlı ya da derinlemesine düşünmekte değil, ikisi arasında ustalıkla geçiş yapabilmek ve analitik düşünceyi gerektiğinde, konulara daha geniş bir perspektiften bakacak şekilde kullanabilmektir.
Adil Sarıbay, Onurcan Yılmaz
Kadir Has Üniversitesi, Psikoloji Bölümü
Notlar/Kaynaklar
↑1 | Kahneman, D. (2011) Hızlı ve Yavaş Düşünme, çev. Osman Çetin Deniztekin – Filiz Deniztekin, Varlık Yayınları |
---|