Temel gelir / Vatandaşlık geliri üzerine

Büyük Buhran'da, Roosevelt döneminde ABD kırsalını belgelemek için fotoğrafçılar görevlendirilmişti. Dorothea Lange tarafından 1936'da çekilen bu fotoğraf, ilerleyen yıllarda dönemin sembollerinden biri haline geldi. Fotoğrafta çocuklarıyla görünen kadın bir tarım işçisi, adı Florence Thompson. (Wikimedia Commons)

Bugünlerde, içinde bulunduğumuz küresel salgın ortamında, salgının ekonomik sonuçları ve özellikle işsizlik ve yoksulluk tehdidi altındaki kırılgan gruplar üzerindeki etkisini hafifletmek veya ortadan kaldırmak için alınabilecek önlemler yoğun bir biçimde tartışılıyor. Bu tartışmalar için sık sık temel gelir kavramına rastlıyoruz.

Temel gelir tartışmasının ilginç yönü, konunun hem zengin hem de düşük veya orta gelirli ülkelerde, hem sağ hem de sol politik görüşlere sahip düşünürler, gazeteciler ve siyasetçiler tarafından benimseniyor olması. Tartışmalar ABD, Kanada, çeşitli Avrupa ülkelerinin yanı sıra gelişmekte olan ülkelerde, bu arada Türkiye’de de sürüyor. En yoksul Güney ülkeleriyle ilgili tartışmalarda da temel gelir önerisine rastlıyoruz. Bugün yapılan temel gelir tartışmalarını daha iyi değerlendirmek için fikrin tarihçesine, içeriğine, genel olarak sosyal yardım konusuyla ilişkisine, neden anlamlı bir fikir olduğuna ve ne gibi zorluk ve kısıtları olduğuna bakmak yararlı olabilir. Ben de bu konulara değinmek istiyorum.

Temel gelir kavramının tarihi

Temel gelirin, insanların içinde yaşadıkları topluma, toplumun eşit bireyleri olarak katılabilmeleri, toplumsal dışlanma tehdidi altında olmamaları için, her koşulda yaşamlarını sürdürmelerine yetecek bir gelire sahip olmaları gerektiği inancını yansıtan bir kavram olduğu söylenebilir. Dolayısıyla, “temel gelir” kavramı eşit vatandaşlık kavramıyla yakından ilgili, bu yüzden de zaman zaman “temel gelir” yerine “vatandaşlık geliri” kavramı kullanılıyor.

Temel gelir fikrinin, Avrupa’da 16. yüzyıl erken kapitalist dönemde gündeme gelmiş olan ve o zamandan beri farklı biçimlerde uygulanan sosyal yardım politikalarıyla bir bağlantısı var. 18. yüzyılın sonunda, Fransız İhtilali döneminde ve insan hakları bağlamında eşit yurttaşlık meselesi tartışılırken günümüzde kullanılan temel gelir kavramına çok yakın fikirler ortaya atılıyor. Bugün Avrupa ülkelerinde yaygın biçimde kullanılan asgari gelir desteği politikaları veya Türkiye gibi pek çok gelişmekte olan ülkede uygulanan ve mesela, çocukların sağlık kontrolünden geçirilmesi ve okula gönderilmesi koşuluyla yapılan “şartlı nakit transferleri” de, değişik sosyal yardım politikaları. Sosyal yardım politikalarının amacı da insanların gelir yetersizliği yüzünden toplum dışına itilmelerini önlemek.

20. yüzyılından sonra bütün dünyayı etkileyen neoliberal küreselleşme ortamında, temel gelir daha yaygın ve daha sistematik bir biçimde tartışılmaya başlanıyor. Bunun nedeni de istihdamın değişen niteliği, işlerin giderek geçici, yarı zamanlı ve güvencesiz olması. Ayrıca, bir iş bulup çalışmanın insana her zaman yoksulluktan kurtulmasına yetecek bir gelir sağlamadığı da görülmüş durumda; yani “çalışan yoksul” olgusu dediğimiz olgunun önem kazanması. Kısacası, istihdamla gelir veya insanın geçimi arasındaki doğrusal bir ilişki olmadığını fark etmiş bulunuyoruz.

Bu ortamda 1983’te Belçika’da Lovain Üniversitesi’nden bir grup genç akademisyen, temel gelir meselesini ciddi bir biçimde gündeme getiriyorlar ve 1986’da kısaltması BIEN olan Basic Income European Network, yani “Temel Gelir Avrupa Ağı” kuruluyor; BIEN her yıl uluslararası bir temel gelir konferansı düzenlemeye başlıyor.  2004’te Barselona’da yapılan bir konferansta, Avrupa dışındaki ülkelerde, özellikle Güney Afrika ve Brezilya’da da konuya büyük ilgi duyulduğu görülünce uluslararası ağın adı Basic Income Earth Network, yani “Temel Gelir Dünya Ağı” olarak değiştiriliyor.

Temel gelirin diğer sosyal yardım politikalarından farkı ne?

Temel gelirin bunlardan farkı, bir toplumda yaşayan herkese, düzenli olarak, belirli bir miktarda para ödenmesini önermesi. Bu ödemenin, ihtiyaç tespiti yapılmadan, zengin fakir ayırmadan, koşulsuz olarak, aileye değil yetişkin bireylere, yani toplumda 18 yaşın üzerindeki bütün fertlerine yapılması. Buradaki mantık, herkese yapılan parasal ödemenin, geliri asgari düzeyin üzerinde olanlardan vergilerle geri alınacağı. Bunu daha sonra biraz daha açacağım. Şimdi kuramsal düzeyde temel gelir fikrinin neden çekici bir fikir olduğundan biraz bahsetmek istiyorum.

“Temel gelir” neden çekici bir fikir?

İnsanları etiketlemeden destekliyor

İlk olarak, yoksullukla mücadelede etkili bir yöntem olduğu ama bir yoksul yardımı olmadığı için çekici. Temel gelir, bir yoksul yardımı değil, insanlara “Siz yoksul olduğunuz ve yoksulluğunuz kanıtlanmış olduğu için para veriyoruz.” demiyor. İnsanların sahiden yoksul olup olmadıklarını, yardımı sahiden hak edip etmediklerini anlamak için onur kırıcı ihtiyaç tespiti yöntemleri kullanılmasını gerektirmiyor. Dolayısıyla insanların yardıma muhtaç yoksullar olarak damgalanmasını önleyerek, çoğu zaman devletin yaptığı yardımlarına da sızan hayırseverlik veya sadaka anlayışını dışlıyor.

İdari maliyeti düşük

İhtiyaç tespiti içermemesi, “Kim sahiden hak eden yoksul, kim değil?” sorularıyla uğraşmaması, “temel gelir”in başka bir çekici özelliğini, yani idari maliyetinin düşük olmasını da belirliyor. İhtiyaç tespiti, gayet bürokratik nitelikli ve pahalı bir süreçtir. O kadar ki bazen bürokratik harcamalar verilen nakdi yardıma yaklaşabilir hatta onu aşabilir. Bu açıdan temel gelir etkin bir yöntemdir ve bu yönüyle, piyasa ekonomisine inancı tam ortodoks liberal iktisatçıların da olumlu baktığı bir yöntemdir.

Hak eden insanlar desteğe mutlaka ulaşıyor

Ayrıca, ihtiyaç tespiti yöntemlerinin içerdiği bazen gayet karmaşık bürokratik süreçler, gerçekten gelir desteğine ihtiyacı olan insanlar açısından kaçırıcı bir nitelik taşır. Bu yüzden de “hak etmeyen almasın” diye uğraşılırken, hak eden pek çok insanın destekten yararlanmaması, yani yararlanma oranının düşük olması, sosyal politika alanında pek çok araştırmaya konu olmuş bir sorundur. Yoksulları değil herkesi hedefleyen temel gelir politikası bu sorunu ortadan kaldırır.

Çalışma durumundan bağımsız olması ile tembelliğe teşvik etmiyor

İkincisi, temel gelir yaklaşımı, gelir desteğinin çalışamayacak durumda olan veya işsiz kalmış olan insanlara yapılması, çalışanlara yapılmaması gibi bir yaklaşımı reddeder.  Bu çok önemli çünkü sosyal yardımlar konusundaki en önemli çekincelerden biri, yardımların insanları “tembelliğe teşvik etmesi” korkusudur. Bu korku çok da temelsiz değildir, gerçekten de aldıkları yardımların kesileceğinden korkan insanların bulabildikleri düşük ücretli işleri kabul etmemeleri gayet rasyonel bir davranıştır. Çalışıp çalışmamakla ilgisi olmayan bir düzenli gelire sahip olunması durumunda, bu davranış aynı şekilde ortaya çıkmaz.

Bireylere özgürlük alanı tanıyor, sömürünün önüne geçiyor

Ama bu, temel gelir insanların istihdamla ilgili kararlarını, yani emek arzını, etkilemez demek değil. Etkiler, çünkü çalışmakla aç kalmak arasında tercih yapmak zorunluluğunu ortadan kaldırır. İnsanların çok düşük ücretle ve sosyal güvenceden yoksun olarak, çok ağır ve sağlıksız koşullarda, bazen hayati tehlike içerebilen işlerde çalışmayı reddedebilmelerine olanak tanır. Yani, işçinin işveren karşısındaki pazarlık gücünü arttırır, işçinin kabul edilemez, ya da edilmemesi gereken, biçimlerde sömürülmesini önler.

Hane içi eşitsizliklerle mücadelede de etkili

Temel gelirin çekici bir fikir olmasının üçüncü nedeni, bir aile yardımı değil bireylere verilen bir destek olmasıyla ilgili.

Eşitsizlik ve eşitsizlikle mücadele genel olarak hane halkı gelirleri üzerinden düşünülür. Bu da, hane içi eşitsizliklerin, özellikle kadınların toplumsal cinsiyet ilişkileri içindeki eşitsiz konumunun göz ardı edilmesine yol açar. Her bireyin asgari bir gelire sahip olması gerektiği fikri, bu açıdan önemlidir.

Temel geliri bu açıdan tartışan feminist düşünürler buna özellikle dikkat çekmişlerdir. Mesela Carole Pateman, feminist bir perspektifle, temel gelir tartışmasını ücretsiz kadın emeği, karşılığı olmayan eviçi emek konusundaki tartışmalara bağlar. Bunu yaparken de, eviçi emeğin maddi bir karşılığı olması gerektiğini savunan görüşlerin, geleneksel toplumsal cinsiyet temelli iş bölümünün sürdürülmesine destek olabileceğine dikkat çeker. Karşılıksız bir destek olan temel gelir, kadınların seçim olanaklarını kısıtlamaz. Kadınlara toplumsal cinsiyet temelli iş bölümünü reddetmek veya etmemek, ev dışında çalışmak veya çalışmamak özgürlüğü tanır. Yani kadınların özgürlük alanını genişletir.

Ekonomide istikrarı sağlayabilir

Temel gelir fikrinin başka bir çekiciliği, bir ekonomik kriz döneminde, mesela bugünkü küresel salgının yol açtığı ekonomik  daralma döneminde, temel gelir uygulamasının güçlü bir otomatik istikrar unsuru oluşturması.  “Sisteme içkin otomatik istikrar mekanizmaları” konusu, Keynezyen iktisat düşüncesi içinde üzerinde durulan bir konu. Artan oranlı vergiler, işsizlik sigortası veya temel gelir gibi bazı ekonomik sistemlere içkin politikalar, bir ekonomik daralma döneminde gelirlerin, dolayısıyla harcamaların düşmesini sınırlayarak krizin derinleşmesini önleyen bir etki yaparlar. Burada temel gelir, özellikle dar gelirli kesim için önemli olduğundan daha da etkili olur. Bunun sebebi, gelirle tüketim harcamaları arasındaki ilişkinin gelir grupları arasında farklılaşmasıdır. Dar gelirli grup, yüksek gelirli gruplara nazaran, gelirinin daha büyük bir kısmını veya tamamını tüketim harcamalarına ayırır, tasarruf oranı daha düşüktür veya sıfıra yakındır. Dolayısıyla, temel gelir, bir daralma durumunda tüketim harcamalarındaki ve buna bağlı olarak istihdamdaki düşüşü sınırlar. Bu da, günümüzdeki temel gelir tartışmalarında dikkat çekilen noktalardan biri.

Temel gelir neden yaygın biçimde uygulanmıyor?

Peki bütün bu çekici taraflarına rağmen neden temel gelir fikri daha yaygın bir biçimde benimsenip hemen yürürlüğe girmiyor? Neden bugün salgının yol açacağı kesin olan ekonomik daralma, işsizlik ve yoksulluk gündemdeyken bile  bir direniş söz konusu?

Maliyetin altından kalkılabilir mi?

Temel gelir fikrine soğuk bakanların bir kısmı harcamaların altından kalkılmayacak kadar büyük olacağı endişesi taşıyorlar. Bu endişenin ne kadar geçerli olduğu, kısmen, destek miktarının ne olacağıyla ilgili. Bu da, herkesin sahip olması gereken asgari gelir düzeyinin nasıl hesaplanacağıyla ilgili. Düzeyin anlamsız derecede düşük olması, temel gelir politikasının anlamlılığını da sarsar. Ama yoksul ve güvencesiz insanlar için, küçük de olsa her ay düzenli olarak ellerine belirli bir miktar para geçeceğini bilmek, hayatın belirsizliğini azaltmak açısından hiçbir zaman önemsiz değildir. Destek miktarı da, göreli yoksulluk sınırına göre de hesaplanabilir. Mesela, yoksulluk sınırını medyan gelirin yüzde 50’si olarak alıp herkese bu miktarda bir transfer yapılabilir, bu da ekonominin kaldırabileceği bir yük olabilir.  Burada şunu unutmamak lazım: Önemli olanın kaynak kıtlığı değil, kaynak kullanımındaki önceliklerdir. Kaynakların nereye ve toplumun hangi kesiminin yararına kullanılacağı, kaynak kullanımının gelir bölüşümünü nasıl etkileyeceğini düşünmek bir siyasi tercihtir.

İyi işleyen bir vergi sistemiyle harcamalar önemli oranda geri alınabilir

Bununla birlikte temel gelir politikasıyla ilgili çok önemli bir sorunu da unutmamak lazım. Bu sorun vergi sistemiyle ilgili. Düzgün işleyen bir vergi sisteminde, bütün vergi mükelleflerinin ve geliri vergiden muaf olanların geliri bellidir. Dolayısıyla herkese verilen temel gelir desteğinin vergilerle geri alınacak kısmı da bellidir. İyi işleyen artan oranlı bir vergi sisteminin var olduğu bir durumda transferlerin önemli bir kısmı vergilerle geri alınabilir, teorik yaklaşımda öngörülen de bu. Ama kayıt dışı ekonomik faaliyetin çok fazla olduğu, gelir beyanlarının güvenilmez olduğu ve genel olarak devlet kapasitesinin düşük olduğu yerde bunu yapamazsınız. Dolayısıyla, gelir desteği belirli bir ihtiyaç tespiti gerektirir ve temel gelir fikrinin saf halinden uzaklaşmaya başlarsınız. Gene de, mecburen ihtiyaç tespitine yönelinse bile, “kimsenin geçimine yetecek bir gelire sahip olmadığı için toplumdan dışlanması kabul edilemez” fikri doğrultusunda politikalar yürütülebilir. Nakit transferleri destek talebi ve gelir beyanına dayanarak yapılabilir, evlerin içine girip insanlar sahiden yoksul mu değil mi diye bakarak insanları aşağılamaktan kaçınılır mesela…

Kayıt dışı ekonominin çok geniş, devletin vergi toplama kapasitesinin düşük olduğu yerlerde temel gelir uygulanması zor olur, dedim. Ama öte yandan, istihdamın yüzde 80’inden fazlasının kayıt dışı olduğu çok yoksul ülkelerde de, herkese, en azından evsizlerin hepsine ve yoksul mahallerde yaşayanların tamamına koşulsuz bir nakit desteği sağlamak mümkün olabilir. Bu da, hem sefaleti önlemeye hem de tüketimi arttırarak ekonomik faaliyetin canlanmasına önemli bir katkı yapabilir. Şunu unutmamak önemli: Yoksul bir mahallede insanlar işsiz ve gelirsiz kaldıklarında, bu yoksulların temel ihtiyaçlarını sağlamak üzere bir şeyler satın aldıkları iş yerleri de kapanma tehlikesi altına girer.

Temel gelir işi bırakmaya teşvik midir?

Temel gelirin uygulanabilirliğini, teknik ve ekonomik olarak açıdan tartışmak gerekir. Bunları düşünmeden “Fikir çok güzel hemen uygulamaya başlayalım.” diyemeyiz. Ama şunu da unutmamak lazım. Temel gelir fikrine karşı direniş, her şeyden önce sınıfsal ve ideolojik bir nitelik taşır. İnsanı işgücü olarak tanımlayan, ucuz emek arzını işveren çıkarları veya ekonomik büyüme açısından önemli bulan bir yaklaşım, bu fikre sıcak bakmayacaktır. Bu gün salgın ortamında da, bu tür sınıfsal temelli ideolojik yaklaşımları çok güzel yansıtan tepkilere rastlıyoruz. Mesela ABD’de temel gelir fikrini savunanlara karşı Cumhuriyetçi Parti’den şöyle diyenler oluyor: “Ekonomi açılıp çalışmaya başlanıldığında, insanların başka yerde daha iyi seçenekleri olabileceğini düşünerek işlerine dönmeyi reddetmelerine yol açabilecek bir teşvik mekanizması yaratamayız.”

Bu noktada, Finlandiya’da 2017’de başlayan iki yıllık bir pilot projeyi hatırlayabiliriz. Sonuçları yeni yayınlanan bu proje, özellikle temel gelirin çalışmak veya çalışmamakla ilgili kararları nasıl etkilediğini anlamaya çalışıyor, uzun dönemli işsizler arasında bir gruba temel gelir desteği veriyor ve onları destek almayan bir işsiz grubuyla karşılaştırıyordu. Araştırmanın bulguları, temel gelir desteği alan grupta çalışma hayatına katılanların oranının destek almayan gruptakinden daha yüksek olduğu bulundu. Yani tembelliğe teşvik fikri doğrulanmamış oluyor.

İnsana yakışmayan işleri reddetme olanağı

Ama şunu da teslim etmek lazım ki temel gelir gerçekten insanlara bazı işleri reddetme imkânı sağlar. Evet temel gelir böyle bir teşvik mekanizması yaratabilir. Ama bunun ne demek olduğunu düşünürken mutlaka istihdamın, işlerin niteliğine de bakmak lazım. Bu konuda, mesela Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 2019 yılı Küresel İstihdam Raporu’nda gayet çarpıcı bazı bilgilere rastlıyoruz. Küresel emek gücünün yüzde 61’i kayıt dışı ekonomide çalışıyor. Orta ve düşük gelir grubundaki ülkelerde her dört çalışandan birinin geliri yoksulluk sınırının altında. Dünya nüfusunun yüzde 55’i hiç bir sosyal güvenceye sahip değil.

Bu durum özellikle orta ve düşük gelirli ülkelerde yaşayanları etkiliyor. Ama bu durumda olan sadece daha yoksul ülke nüfusu değil. Gelişmiş ülkelerde de, çalışan nüfusun giderek artan bir bölümü, iş güvencesinden ve sosyal güvenlikten yoksun. Mesela son zamanlarda önem kazanan “gig ekonomi” denilen olgu, daha önce sosyal güvenlik kapsamında olan işçilerin kendi hesabına çalışanlar haline geldikleri anlamına geliyor. Mesela taksi şoförleri veya spor hocaları belirli bir şirkette, belirli bir iş yerinde çalışıyor, ama kendi hesabına çalışanlar olarak görünüyorlar. Dolayısıyla, sosyal güvenlik sorunlarını kendileri çözmek, işsizlik veya başka bir çalışamama durumunda, kendi başlarının çaresine bakmak durumundalar. Bugünkü küresel salgın ortamında da kendi başlarının çaresine bakmak durumunda kalmış bulunuyorlar.

Özellikle küresel salgının yol açacağı büyüme düşüşünü, ekonomik daralmayı beklediğimiz bu günlerde, işsizlikten ve istihdam yaratma gereğinden çok söz ediyoruz. Ama demin sözünü ettiğim veriler ışığında, meselenin sadece istihdam yaratmak değil Uluslararası Çalışma Örgütü’nün kullandığı terimle “insana yakışır iş” yaratmak olduğunu düşünebiliriz. Çalışan kesime insana yakışmayan işleri reddetme olanağı veren bir gelir desteği uygulaması, işlerin insana yakışır bir hal almasına da katkıda bulunabilir diye düşünebiliriz.

Bitirmeden önce şunu belirtmek istiyorum. Temel gelir uygulaması tek başına eşitsizlik ve yoksulluk sorunlarını çözemez. Bunun yanında mutlaka sağlık, eğitim, toplu taşımacılık sistemlerinin niteliği, konut politikası gibi konuların da dikkate alınması gerekir. Temel gelirin, bu alanlarda da anlamlı düzenlemeler getiren bir sosyal politikalar bütünü içinde anlam kazanan bir uygulama olduğunu düşünebiliriz.

Ayşe Buğra
Bilim Akademisi üyesi
Boğaziçi Üniversitesi

Bu yazı Bilim Akademisi’nin 22 Mayıs 2020’de düzenlediği “Salgın döneminde toplum ve sosyal politika” başlıklı webinarında Ayşe Buğra’nın verdiği konuşmanın metninden uyarlandı.

Temel gelir üzerine Ayşe Buğra ve Şükran Şençekiçer’in Meraklısına Bilim sohbeti.

Önceki İçerikSalgın yönetimi ve toplum psikolojisi
Sonraki İçerikEndüstri mühendisliği nedir?
Ayşe Buğra

Bilim Akademisi üyesi Ayşe Buğra, yüksek öğrenimini Kanada’da tamamlamış ve McGill Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden doktora derecesi almıştır. 1986-2016 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü ve Atatürk Enstitüsü’nde öğretim üyesi olarak çalışmış, 2016 yılında emekli olmuştur. Halen Emeritus Profesör olarak Boğaziçi Üniversitesi’nde ders vermeyi ve kurucularından biri olduğu Sosyal Politika Forumu UYGAR Merkezi’nde araştırma faaliyetlerinde bulunmayı sürdürmektedir.

Karşılaştırmalı sosyal politika, girişimcilik tarihi, iktisadi düşünce tarihi ve iktisat metodolojisi alanlarında uzmanlaşmış olan Buğra, REASOPO (Réseau européen pour l’analyse des sociétés politiques- Siyasi toplumların analiziyle ilgili Avrupa araştırma ağı) ve International Karl Polanyi Institute (Uluslararası Karl Polanyi Enstitüsü) bilimsel danışma kurulu üyesidir.