COVID-19 ve yakın ilişkilerimiz

COVID-19 salgınının toplumda yayılım hızını yavaşlatmak ve sağlık sisteminin hastaları tedavi etme kapasitesini daha etkili yönetmek için Türkiye dahil dünyanın pek çok ülkesinde kitlesel önlemler alındı. Halk sağlığı uzmanlarının önerileri doğrultusunda okullar, restoranlar, alışveriş merkezleri ve işyerleri kapatıldı, uzaktan eğitime ve çalışmaya geçildi, halka evde kalma ve zorunlu olmadıkça dışarı çıkmama çağrısı yapıldı. Dünya Sağlık Örgütü [1], Mart sonunda yayınladığı bildiride sosyal mesafelendirmenin ‘sosyal izolasyon’ anlamına gelmediğini, mesafelendirme önlemlerinin fiziksel düzeyde kalması gerektiğini önemle vurguladı. Bu bağlamda, evde kalmamıza rağmen internet üzerinden yakın çevremizle iletişim kurmamız, dayanışmamız ve sosyalleşmemiz öneriliyor.

Yakın ilişkilerin sağlığımıza yararları

Yakın ilişkiler ve sosyal destek üzerine yapılan bu öneriler, güncel psikoloji araştırmaları ile örtüşür nitelikte. Son 10 yılda yaşanan SARS, Ebola, MERS, H1N1 gibi salgınların psikolojik etkileri üzerine yapılan çalışmalar, insanların hasta olma, başkalarını enfekte etme ve yakınlarını kaybetme tehdidi altındayken panik, kaygı ve korku yaşadıklarını ortaya koyuyor [2]. Bu çalışmalar, kaygı ve korkuyla başa çıkma konusunda duygusal yakınlık kurmanın, yardımlaşmanın, ilişkilerde güven ve şefkat bulmanın ve bağlanmanın olumlu sonuçları olduğunu gösteriyor.

Sinirbilim çalışmalarına göre, şefkat, yakınlık ve sevgi beyin kimyamızı değiştiren etkenler. Beynimiz duygusal ve fiziksel acıyı ayrıştıramıyor. Travma ve yas gibi acı verici deneyimler yaşadığımızda yakınlık, şefkat ve paylaşım doğal bir ağrı kesici işlevi görüyor [3]. Sağlıklı ve işlevsel yakın ilişkiler, kişileri zor duyguları yönetmek, stresle başa çıkmak ve zorluklarla mücadele etmek için motive ediyor [4,5]. Öte yandan, yalnızlık ve sosyal izolasyon, stresin ve korkunun olumsuz etkilerini arttırıyor, depresyonu, travma sonrası stres bozukluğunu veya kaygı bozukluklarını tetikleyebiliyor [6]. Güncel çalışmalar, anlamlı ve yakın ilişkileri olan kişilerin daha güçlü bağışıklık sistemleri olduğunu, özellikle kalp ve dolaşım sistemi ile ilişkili hastalıklara daha az yakalandığını ve daha uzun süre yaşadığını gösteriyor [7,8].

Salgın önlemleri yakın ilişkileri nasıl etkiledi?

Bu bulgular ışığında, COVID-19 pandemisi sürecinde yakın ilişkilerimizi devam ettirmenin, sevdiklerimizle vakit geçirmenin ve bağlanmanın oldukça önemli olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte, madalyonun öteki yüzüne, pandeminin ilişkilerimiz üzerindeki etkisine de odaklanmakta fayda var. COVID-19 pandemisi ve mesafelendirme önlemleri, gündelik hayatımızı tamamen değiştirmemize, birlikte yaşadığımız aile üyeleri (eş, ebeveynler ve/veya çocuklarımız) ile evde kısıtlı bir fiziksel ortamda daha fazla zaman geçirmemize neden oldu. Ev, iş ve okul hayatının iç içe geçmesi alışık olduğumuz ilişkisel sınırların değişmesi anlamına geliyor. Bu değişim kuşkusuz aile yaşantımızı ve gündelik pratiklerimizi yeniden yapılandırmamızı gerektiriyor.

Salgının çift ilişkilerini ve aile yapısını derinden etkilediğine işaret eden haberlere de rastlıyoruz. Örneğin, Çin’in devlete bağlı önde gelen gazetelerinden Global Times’ın haberine [9] göre Mart ayında karantina sürecinin sonlandırıldığı bölgelerde boşanma başvuruları rekor sayıda arttı. Bunun yanı sıra, Çin’de sadece Şubat ayı içinde şiddete uğradığı için ilgili makamlara başvuru yapan kadınların sayısı iki katına çıktı [10]. Benzer şekilde, Türkiye’de Mart 2020 itibariyle kadına yönelik şiddet %38,2 oranında artış gösterdi [11].

Belirtilen haberlerle tutarlı olarak, 1989 Hügo Kasırgası’nın etkileri üzerine yapılan araştırmalar da felaket bölgelerinde şiddet ve boşanma oranlarının arttığını ortaya koyuyor[12]. Araştırmacılar, afetlerin psikolojik, ilişkisel ve toplumsal etkilerini inceledikleri derleme makalelerinde, sel, deprem, kasırga gibi doğal afetlerin ve Ebola, SARS, H1N1 gibi salgınlarının yarattığı kitlesel stresin, travmanın ve ekonomik zorlukların, aile içi ilişki dinamiklerini değiştirdiğini, kadına yönelik şiddeti arttırdığını ve çiftler arasında çatışmayı ve uyumsuzluğu körüklediğini belirtiyor ve boşanmaları bu gergin ilişkilerin bir sonucu olarak yorumluyor[13].

Öte yandan, yaşanan afetlerin etkilerinde de önemli farklılıklar görülüyor. Doğal afetler ve pandemiler sonrası hem boşanma oranları hem de evlenme ve doğurganlık oranları artıyor. Bazı çiftler daha yakınlaştıklarını ve paylaşımlarının arttığını söylüyor[14]. 1989’da Hügo Kasırgası ve 1918’de İspanyol Gribi’ni takip eden bir sene içerisinde evlenen ve çocuk sahibi olan çiftlerin sayısının arttığı biliniyor[12,13]. Örneğin, 1920 yılında Norveç’te yaşanan yüksek doğurganlık ve nüfus artışı, 1. Dünya Savaşı’nın bitişinin yanı sıra İspanyol Gribi’nin etkilerine atfediliyor[15].

Neden salgınlardan sonra bazı çiftler kopma noktasına gelirken bazı çiftler evlenmeye veya çocuk sahibi olmaya karar veriyor? Salgınların, bazı ilişkilerde toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini ve şiddeti derinleştirirken, diğerlerinde yakınlaşmayı ve dayanışmayı arttırmasını nasıl açıklayabiliriz?

Çiftler ve aileler arasındaki bu farklılıklar, psikolojide farklı kuramsal yaklaşımların ışığında sıklıkla tartışılan bir konu. Örneğin, Dehşet Yönetimi Kuramı’na [16,17] göre, felaket dönemlerinde kendimizi tehdit altında hissettiğimiz ve ölüm korkusu yaşadığımız için ‘kaçma veya savaşma’ mekanizmamız aktive oluyor ve hayatta kalma içgüdüsü ile daha hızlı kararlar alarak eyleme geçiyoruz. Bu nedenle, ertelediğimiz evlenme, çocuk sahibi olma, boşanma gibi kararları, panik ve korku ile gelen şok dönemlerinde rasyonalize edip eyleme döküyoruz. Başka bir deyişle, kararlarımızı ertelemekten vazgeçiyoruz. Evrimsel psikologlar ise felaket dönemlerinde kan bağı olan sosyal canlıların arasında dayanışmanın, felaket sonrasında ise doğurganlığın artışını genlerimizi devam ettirme ve gen havuzumuzu korumak adına işlevsel bir adaptasyon olarak yorumluyor. Bu dönemlerde yaşanan şiddeti ise alfa erkeğin kaynakların kısıtlılığı nedeniyle gücünü pekiştirmek adına saldırganlaşmasına yoruyor.

Pandemilerin ilişkiler üzerindeki etkisini aile bağlamında değerlendirmek de mümkün. Örneğin, Aile Stres Kuramı [18,19] üzerinden düşündüğümüzde COVID-19 pandemisini bütün aile sistemini etkileyen dış çevreden kaynaklı bir kriz olarak yorumlayabiliriz. Araştırmalar, aile üyelerinin bireysel tepkilerinin ötesinde tüm ailenin ‘biz’ kavramı üzerinden nasıl hareket ettiğinin, duygusal ve ekonomik kaynaklarını nasıl kullandığının ve birlikte stresle nasıl başa çıktığının kriz dönemleri sonrasındaki esenliğin ve iyi oluşun asıl belirleyicisi olduğunu öngörüyor. Örneğin, kriz dönemlerini atlatabilecek gücü olduğuna inanan ve bu dönemi birlikte planlayarak ve birbirine destek olarak yöneten çiftler, krize daha sağlıklı adapte oluyor. Bu noktada, aileler arası farklılıkları esneklik, sınırlar ve yakınlık üzerinden yorumlayabiliriz.

COVID-19 pandemisinin yarattığı sağlık ile ilişkili kaygılar, ekonomik sıkıntılar ve ailenin gündelik hayatında yaşanan değişimler, kuşkusuz aile sisteminde alışagelmiş dengenin (homeostasis) değişmesi anlamına geliyor. İlişkisel sınırların açık ve net tanımlanması, aile üyelerinin duygusal olarak yakın ve erişilebilir olması ve değişim karşısında yeterince esnek olabilmeleri, işlevsel ve sağlıklı ailelerin temel özellikleri olarak tanımlanıyor. Bu durumda, COVID-19 krizini yaşayan ve kriz öncesi sağlıklı ilişkiler kuran bir ailede, krizin yarattığı sıkıntılar ve değişimlere yönelik yeni bir düzenin tanımlanabildiğini, hatta aile üyelerinin yakınlaştığını, yardımlaştığını ve krizle birlikte baş etmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bu aileler kendi ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir homeostasis oluşturabiliyor. Öte yandan, kriz öncesinde ilişkisel sorunlar deneyimleyen, duygusal olarak uzak ya da kopuk olan ve sınırların iç içe geçtiği ailelerin ise krize ayak uydurmakta zorlanacağını, daha sık çatışma ve gerginlik yaşayacağını söyleyebiliriz.

COVID-19 dönemini bir deprem, çift ve aile ilişkilerini ise bir ev gibi düşünecek olursak salgının tüm aileleri sarsacağını ama önceki depremlerden dolayı çatlakları olan veya temeli sağlam olmayan ailelerin daha fazla yıkılma riski altında olduğunu öngörebiliriz. Böylelikle, kriz dönemlerinde yakınlaşan, evlenen veya çocuk sahibi olan çiftler olduğu kadar ayrılan ve uzaklaşan çiftlerin de olması kaçınılmaz.

Özetle, COVID-19’un yakın ilişkilerimiz üzerinde kısa ve uzun vadede etkileri olacağının da altını çizmek gerek. Pandemi öncesinde yaşanan ve çözümlenemeyen sorunların bu stresli dönemde su üstüne çıkması ve ilişkilerimizi sarsması da muhtemel. Öte yandan, yakın ilişkilerin fiziksel ve psikolojik sağlığımız için önemli bir kaynak olduğu aşikar. Yaşam kalitemizden bağışıklık sistemimize dek uzanan geniş bir yelpazede mutlu ilişkilerin sağlığımız üzerinde olumlu etkileri var. Bu bağlamda, COVID-19 döneminde hem ruh sağlığımızı korumanın hem de bağışıklık sistemimizi güçlendirmenin yollarından birisi de yakın ilişkilerimize odaklanmak, sevdiklerimize zaman ayırmak ve iletişimi sürdürmekten geçiyor.

Gizem Erdem
Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümü (BAGEP 2019)

Notlar/Kaynaklar: 

[1] Dünya Sağlık Örgütü (2020). 20 Mart 2020 tarihli basın toplantısı raporu. Erişim: https://www.who.int/docs/default-source/coronaviruse/transcripts/who-audio-emergencies-coronavirus-press-conference-full-20mar2020.pdf?sfvrsn=1eafbff_0

[2] Brooks, S. K., Webster, R. K., Smith, L. E., Woodland, L., Wessely, S., Greenberg, N. ve Rubin, G. J. (2020). The psychological impact of quarantine and how to reduce it: rapid review of the evidence. The Lancet, Mart 2020, 912-920.

[3] Coan, J. A., Schaefer, H. S. ve Davidson, R. J. (2006). Lending a hand: Social regulation of the neural response to threat. Psychological Science, 17(12), 1032-1039.

[4] Jetten, J., Haslam, S. A., Cruwys, T., Greenaway, K. H., Haslam, C. ve Steffens, N. K. (2017). Advancing the social identity approach to health and well‐being: Progressing the social cure research agenda. European Journal of Social Psychology, 47(7), 789-802.

[5] Williams, W. C., Morelli, S. A., Ong, D. C. ve Zaki, J. (2018). Interpersonal emotion regulation: Implications for affiliation, perceived support, relationships, and well-being. Journal of Personality and Social Psychology, 115(2), 224.

[6] Leigh-Hunt, N., Bagguley, D., Bash, K., Turner, V., Turnbull, S., Valtorta, N. ve Caan, W. (2017). An overview of systematic reviews on the public health consequences of social isolation and loneliness. Public Health, 152, 157-171.

[7] Hawkley, L. C. ve Cacioppo, J. T. (2010). Loneliness matters: A theoretical and empirical review of consequences and mechanisms. Annals of Behavioral Medicine, 40(2), 218-227.

[8] Luo, Y., Hawkley, L. C., Waite, L. J. ve Cacioppo, J. T. (2012). Loneliness, health, and mortality in old age: A national longitudinal study. Social Science & Medicine, 74(6), 907-914.

[9] Global Times (2020a) Chinese city experiencing a divorce peak as a repercussion of COVID-19. Erişim: https://www.globaltimes.cn/content/1181829.shtml.

[10] Global Times (2020b)Chinese families see surge in domestic violence amid COVID-19 lockdown. Erişim: http://www.globaltimes.cn/content/1182484.shtml).

[11] Anadolu Ajansı (2020). Koronavirüs günlerinde asayiş suçları azaldı aile içi şiddet arttı haberi. Erişim: https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/koronavirus-gunlerinde-asayis-suclari-azaldi-aile-ici-siddet-artti/1793263

[12] Cohan, C. L. ve Cole, S. W. (2002). Life course transitions and natural disaster: Marriage, birth, and divorce following Hurricane Hugo. Journal of Family Psychology, 16(1), 14-25.

[13] Bonanno, G. A., Brewin, C. R., Kaniasty, K. ve Greca, A. M. L. (2010). Weighing the costs of disaster: Consequences, risks, and resilience in individuals, families, and communities. Psychological Science in the Public Interest, 11(1), 1-49.

[14] Falconier, M. K., Randall, A. K. ve Bodenmann, G. (Editörler). (2016). Couples coping with stress: A cross-cultural perspective. Routledge.

[15] Mamelund, S. E. (2012). Fertility fluctuations in times of war and pandemic influenza. The Journal of Infectious Diseases, 206(1), 140-141.

[16] Burke, B. L., Martens, A. ve Faucher, E. H. (2010). Two decades of terror management theory: A meta-analysis of mortality salience research. Personality and Social Psychology Review, 14(2), 155-195.

[17] Greenberg, J., Pyszczynski, T. ve Solomon, S. (1986). The causes and consequences of a need for self-esteem: A terror management theory. Public self and private self kitabı içinde (sayfa 189-212). Springer Yayınları, New York, NY.

[18] McCubbin, H. I. ve Patterson, J. M. (1983). The family stress process: The double ABCX model of adjustment and adaptation. Marriage & Family Review, 6(1-2), 7-37.

[19] McCubbin, H. I. (1979). Integrating coping behavior in family stress theory. Journal of Marriage and the Family, 237-244.

Önceki İçerikSalgın günlerinde İstanbul’da yaşam- Bir araştırma
Sonraki İçerikBilimsel bilgiye neden güvenmeliyiz? (2)
Gizem Erdem

Psikoloji lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini ise
Ohio State University, Gelişim ve Aile Bilimleri Programı’nın Çift ve Aile Terapisi alt
dalında tamamlamıştır. Doktora sonrasında University of Illinois at Chicago’da Halk Sağlığı
Enstitüsü’nde risk altındaki ergenlere yönelik önleme projeleri üzerine çalışmıştır. Harvard
University ve ISCHTE University’de yaz dönemi misafir öğretim üyesi olarak bulunmuştur.
2015 yılından beri Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak
çalışmaktadır.

Çift ve aile terapisi, yakın ilişkiler, Türkiye’de aile, ergen gelişimi ve yetişkin
psikopatolojisi üzerine dersler vermektedir.

NCFR Aile Terapisi birimi genel sekreteridir. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi’ne ve ABD’de Ulusal Mentorluk Ağı’na (NMRC) bilirkişilik yapmaktadır. UNICEF Türkiye, TC Adalet Bakanlığı ve ABD Adalet Bakanlığı ile risk altındaki ergenlere yönelik aile ve ilişki odaklı rehabilitasyon projeleri yürütmüştür. Genç Bilim Akademisi üyesidir.