Yurdumuzda her yıl yeni üniversiteler açılıyor, temel amaç daha çok lisans mezunu yetiştirmek. Bununla birlikte üniversite mezunu olup iş bulamayan insanların sayısının sürekli arttığını da biliyoruz; dolayısıyla gerekli planlama yapılmadan açılan yeni üniversitelerle hem gençlerin yılları hem de bu üniversitelere ayrılan kaynak boşa gidiyor.
Öte yandan hep söylenen, “yüksek katma değerli ürün geliştirme” amacına daha fazla lisans mezunuyla ulaşılamayacağı da bir gerçek. Mühendislikte örneğin lisans mezunları, var olan bilim ve teknolojiyi kullanmayı bilir ve her yıl daha çok mühendis mezun etmek teknolojinin ülkemizde yaygınlaşmasını sağlar, ama bizi teknoloji ihraç eden bir ülke yapmaz. Bunun için araştırma yapmak, insan gücünü ve mali kaynakları araştırmaya aktarmak gerekir. Bunun yolu da birincil ve tek işi bilimsel araştırma olan araştırma kurumları kurmaktır.
Ülkemizde şu an bilimsel araştırma ağırlıklı olarak üniversitelerde yapılıyor. Ama ülkemizde nitelikli eleman yetiştirmek hâlâ lisans eğitimi olarak anlaşıldığı için üniversitelerin insan ve mali güçlerinin çoğu buna ayrılmış durumda. Bu yükün fazlalığı yüzünden de araştırma, isteğe bağlı, zaman ve kaynak ayrılabildiği sürece yapılan, düşük öncelikli, ikincil bir uğraşa dönüşmüş. Bu hem öğretim üyeleri hem de adı “araştırma görevlisi” olmasına rağmen zamanının çoğu ders desteğine giden doktora öğrencileri için doğru. Böyle bir ortamda ne üretken araştırma yapmak ne de ciddi doktora tez çalışması yürütmek olası değil. Bir doktora tezi bittiğinde çiçeği burnunda doktorun önündeki en ciddi kariyer olasılığı yine bir üniversitede öğretim üyesi olmak (ve zamanının çoğunu lisans öğretimine ayırmak) olduğu için araştırmanın sürekliliği de kuşkulu.
Bilim ve araştırmada öne çıkmış ülkelerde üniversitelerin yanında, içinde tam zamanlı araştırmacıların çalıştığı, birincil amacı bilimsel araştırma olan kurumlar var. Almanya’da Max Planck Enstitüleri, Fransa’da CNRS laboratuvarları örneğin. Bunlar genel kapsamlı olduğu gibi belli konular için özelleşmiş de olabiliyor; örneğin ABD’de enerji bakanlığının ulusal araştırma laboratuvarları var. Bu tür kurumların bazılarının yakınlarındaki bir üniversiteyle bir bağı da var, ama benim bu yazıda kastettiğim bir üniversite çatısı altındaki araştırma merkezleri değil idari ve mali olarak ayrı oluşumlar. Bu yapıya benzer ülkemizdeki bir yer örneğin TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi.
Böylesi araştırma merkezlerinde çalışanlar tam zamanlı araştırmacı. Doktora öğrencileri tüm zamanlarını tez araştırmalarına ayırabiliyor. Doktora sonrası ve farklı kıdemlerde araştırmacılar var. Yani gençlere kendilerini bilim ve araştırmaya adayabilecekleri yeni bir kariyer yolu da açılıyor böylece. Bilimsel araştırmada derinlik ancak sabırlı ve sürekli destekle olur, bu tür araştırma merkezleri böyle bir altyapıyı da sağlıyor; 1948’de kurulmalarından beri Max Planck Enstitülerinden 18 araştırmacının Nobel Ödülü kazanmış olması bir rastlantı değil.
Bu tür merkezler temel araştırma yanında yurdumuz için önemli konularda bilimsel araştırmanın planlanması ve gerçekleştirilmesi için de önemli olacaktır. Örneğin inşaat sektöründe on yıllardır milyarlarca dolar para harcanmış olmasına rağmen bu konuda ciddi araştırma-geliştirme yapılmadığı için yeni projelerde hâlâ ileri mühendislik ve malzeme yurtdışından geliyor. Yapay zekâ, 5G, yenilenebilir enerji, vb. gibi yakın gelecekte çok önemli olacak konularda da kısa zamanda çok yol alabilmek ve müşteri yerine üretici olabilmek için böylesi merkezler çok faydalı olabilir.
Ethem Alpaydın
Bilim Akademisi üyesi
Özyeğin Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi