Siyasal Sistemlerde Yetkililerin Görev Süreleri ve Erken Seçim

Shutterstock

Uzun zamandır ara ara konuşulan Milletvekili yenileme ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamalarının akabinde Adalet Kalkınma Partisi (AKP) ile yapılan görüşmeler ve 20 Nisan 2018’de Meclis’te alınan kararla 24 Haziran 2018’e alındı.[1] 6671 sayılı yasa değişikliği ile 2017 Nisan’ında Anayasa’ya eklenen “…birlikte yapılan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri…” şartının öngördüğü şekilde, Meclis 20 Nisan’da hem kendisinin hem de Cumhurbaşkanlığı’nın yenilenmesine karar almış oldu.

Cumhurbaşkanı’nca onaylanan bu değişiklikle erken seçim tarihi hem yasama hem de yürütme için belirlendi. Bugün yarı-başkanlık ile yönetilen Türkiye’nin bu konuda attığı adımın şaşırtıcı veya bu tür rejimlerde görülmeyen bir nitelikte olduğunu söylemek zor. Diğer yarı-başkanlık rejimlerinden Türkiye’deki kararı ayıran temel unsur, Fransa gibi demokratik yarı-başkanlık rejimlerinde sadece başkanlar yasama meclisini feshedip, kendileri göreve devam ederken, meclisi erken seçime götürebilirken, Türkiye’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kararıyla hem yasama meclisi hem de Cumhurbaşkanı’nın görev süreleri sonlandırılarak ikisi birden erken seçime götürülüyor.

Erken seçim uygulaması aslında demokratik başkanlık rejimlerinde pek rastlanılan bir uygulama değildir. Parlamenter demokrasilerdeyse erken seçim yasama çoğunluğunun, uygulamada parti başkanı / başbakanın siyasal takdirine göre alınan bir karar olup, görece olarak sık rastlanır. Yarı-başkanlık demokrasilerindeyse, başkanlık demokrasileri ile parlamenter demokrasiler arasındaki bir melez rejim olarak, yasamanın erken seçimle yenilenmesine demokratik başkanlık rejimlerine göre sık, ama parlamenter demokrasilere oranla da daha ender olarak rastlanır.

Ancak burada dikkate alınması gereken bir husus daha var. Genel seçimlerle yasama organının ve/veya yürütmenin başkanının saptanması uygulaması sadece demokrasilerde gerçekleşen bir durum değil, totaliter ve otoriter rejimlerde de benzer seçimler oluyor.

Kitlesel Siyaset ve Seçim Olgusu

Kitle toplumlarının sanayi devrimi sonrasında ortaya çıkması, milliyetçilik akımlarının yaygın kabul görmesi, kitlesel üretim ve tüketimin yaygınlaşması ve geniş kitlelerin kentte, sürekli ve etkili iletişim ve ulaşım olanaklarıyla donanımlı olarak yaşamasıyla birlikte siyasette de kitlelerin rolü etkili ve vazgeçilmez oldu. Onun için 19. yüzyıldan itibaren siyaset kitlesel bir hal aldı. Bunun sonucu olarak, mutlak monarşiyle yönetilenler dışında kalan siyasal sistemlerde tüm siyasal liderler halk, millet, toplum, v.b. olguları temsil ettiklerini iddia ve işaret ederek yönetme hakları olduğunu savundular. Onun için bugün siyasal temsil fikri hem demokratik hem de otoriter / totaliter rejimlerin uygulamalarına temel teşkil ediyor. En şedit diktatörlükler ve diktatörler bile halkı temsil ettiklerini, onun oyu ile iktidarda olduklarını ispat etmeye gayret ediyorlar. Bugün Kuzey Kore yönetimi halkın %99.97’sinin oy kullandığı seçimlerde %100’ünün oyuyla iktidarda bulunuyor. Ancak, Kuzey Kore bir totaliter rejim olup demokrasiyle yönetilmiyor.[2]

Siyaset biliminde demokratik rejimleri otoriter ve totaliter olanlardan ayıran siyasal temsil, katılma ve muhalefetin varlığı ve niteliği olup, seçim yapılıp yapılmaması değildir.

Robert Dahl çağdaş demokrasiyi iki değer üzerine oturtuyor. Birincisi inclusivity: kucaklamak, dahil etmek veya kapsamak olarak Türkçeye çevirebiliriz. Bunun da uygulamaya yansıması öncelikle siyasal kararlara katılma ve nihayetinde siyasal temsil’dir; çağdaş demokrasinin çalışma ilkeleri, siyasal katılım ve temsile oturmak zorundadır. İkinci temel ise, contestation, yani kafa tutmak, itiraz etmek, hatta inkar etmektir. Bu da esas itibariyle demokrasilerde muhalefet ile ortaya çıkar. Ama bu muhalefetin olabilmesi için itiraz hakkının adeta kutsal olarak kabul edilmesi lazım. İnsanların rahat şekilde itiraz edebilmelerinin, hangi çoğunlukla alınırsa alınsın, bütün kararlara özgürce kafa tutabilmeye hakları olduğunun kabulu gerekir. Bu üç özellikle, yani siyasal katılma, siyasal temsil ve itiraz hakkı/muhalefet, demokrasiyi tanımlayan ögelerdir. Bunlara dayanmayan, bunları herhangi bir şekilde engelleyen hükümetler demokratik meşruiyetlerini oluşturdukları engeller ölçüsünde kaybederler.[3]

Demokratik olmayan rejimlerde seçimlerin serbest/özgür (free) ve hakça / adil (fair) olması gerekmez. Serbest (özgür) seçim, halkı oluşturan bireylerin seçmen olarak verdikleri kararı tam enformasyonla, herhangi bir kısıt, tehdit, sindirme, saptırma olmadan alması için gereklidir. Onun için özgür ve sansürsüz basın, medya ve iletişimin mevcudiyeti ve garanti altına alınması esastır. Bu ortamda hiçbir siyasal partinin kayrılmaması, baskı veya sindirmeye maruz kalmaması suretiyle, seçmenlerin her bir siyasal partinin önerdiği kamu politikaları, temsil ettikleri görüş, düşünce ve varsa ideoloji ve nihayet liderleri ve adaylarının kimlik ve kişiliklerini esas alarak, onları eşit koşullarda değerlendirmeye tabi tutacaklarını varsayar. Bu koşullarda bireysel olarak her bir seçmenin kendi özgür iradesiyle verdiği kararını sandığa oy olarak yansıtması ve oyların seçmenin bu iradesini temsil edecek şekilde toplanıp seçilen aday veya partinin benimsenmesini esas alır.[4]

Joseph Schumpeter (2003: s. 269) verdiği demokrasi tanımında demokrasiyi bir yöntem olarak tanımlıyor: “…Demokratik yöntem, bireylerin halkın oyu için rekabetçi bir mücadele ile karar verme yetkisini edinerek siyasi kararlara varmak için kullanılan bir kurumsal düzenlemedir…” Burada rekabetin koşullarının eşitlik, özgürlük ve hakkaniyet üzerine kurulmasının esas olduğunu vurgulayarak, demokrasinin bu üç temele dayandığını öne sürüyor.  Burada esas olan seçmenin özgür iradesinin çarpıtılmadan yansıtıldığı kararlarla yöneticilerin seçimi, onların önerdiği kamu politikalarının uygulamaya konulmasıdır.

Unutulmamalıdır ki demokrasi Abraham Lincoln tarafından halkın, halk tarafından ve halk için yönetimi olarak tanımlanmıştır. Ancak, otoriter rejimler halkı temsil ettiklerini iddia etmekle birlikte, önerdikleri yönetim halkın halk tarafından değil, bir öncü parti, ideoloji, veya karizmatik olduğu düşünülen bir kişi tarafından yapılır ve bunun halk için olduğu ileri sürülür. Otoriter rejimlerde siyasal meşruluk bir ideolojide, bir kişide, bir partide, bir zümrede veya ailededir; halkın tamamının eliyle ve dileğiyle yönetim esas değildir. Onun için halkın özgür iradesi esas değildir, sadece halkın oy verme törenine katılarak bu ideoloji, kişi, parti, aile veya zümreye siyasal onay verdiğini göstermesi yeterlidir. Bunun için bireysel özgür karar aranmaz, sadece kitlesel ritüele (törene) katılım yoluyla toplu onay yeterlidir. Bu tür seçimler tercih içermezler, muhalefetin oynayacağı rol olmadığı gibi, muhalefetin iktidara gelmesi şansı da yoktur.[5]  Nitekim, Adam Przeworski (1991: s. 10) “…demokrasi iktidar partilerinin seçim kaybederek görevden uzaklaştırıldıkları rejimdir…” diye bir tanım veriyor. Otoriter seçimler sadece iktidara halk desteği olduğu zehabını vermek ve iktidarın siyasal meşruluğunun temini için yapılırlar ve iktidarı onama mahiyetinde olduklarından plebisit olarak anılmaları daha doğrudur.

Otoriter ve totaliter ülkelerdeki seçimler iktidarın el değiştirmesinin mümkün olmadığı, adil rekabet içermeyen, dolayısıyla plebisit mahiyetindeki seçimlerdir. Demokrasinin seçimleri ise adil rekabet içeren, seçmenin tam enformasyon ve özgür tercihiyle oy kullanabildiği, sonuçları önceden belli olmayan, iktidarın siyasal partiler arasında el değiştirmesinin mümkün ve olası olduğu seçimlerdir.

Otoriter veya totaliter seçimlerin erken veya geç olması, düzensiz aralarla olması veya uzun süreler ertelenmesinin rejimin içeriği açısından pek bir önemi bulunmaz. Onun için bu seçimler hakkında siyaset biliminde ilgi uyandıran yayın bulmak da pek zordur. Ancak, demokratik siyasal rejim uygulamaları üçe ayrılırlar ve bunlar açısından seçimlerin tarihi ve koşulları fevkalade büyük önem arzeder, çünkü bu seçimler seçmenin vereceği kararın adil ve özgür olması, herhangi bir haksız müdahale ile bireylerin tekil kararlarının bağımsız ve özgürce alınmasının engellenmemesi esasına dayanır.  Onun için şimdi sadece bu üç temel demokrasi rejimindeki erken seçim uygulamalarına bir göz atmakta yarar umuyoruz.

Demokratik Rejimlerde Erken Seçim

Başkanlık

İlk ve tüm dünyaya örnek olmuş olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanlık veya kısaca demokratik başkanlık rejiminde temel olan; bireysel özgürlüklerin hiçbir zaman tehlikeye düşmemesini ve ülkenin istibdat (tyranny) ile yönetilmemesini garanti altına almaktır. Bu amaçla yapılan düzenlemelerle yasama, yürütme ve yargı katı kurallarla üç eşit kurumda ve birbirini denetleyen içeriğe sahip olarak oluşturulmuş; siyasal iktidarın tek elde toplanması engellenmek suretiyle bireysel özgürlükleri tehdit edebilecek, halka zülmedecek (tyrannical) bir siyasal seçkin zümresinin oluşması engellenmeye çalışılmıştır. Demokratik başkanlık rejiminde ancak siyasal iktidar ve muhalefetin uzlaşabildiği konularda yasa çıkartılması esastır. Uzlaşma olmazsa, yasa süreci durur, birçok siyasal karar alınamaz; hatta zaman zaman sistem kilitlenip (gridlock) bütçe yasaları dahil hiçbir konuda adım atılamayabilir. Bu durumda birey özgür olarak toplumsal ve iktisadi hayatını sürdürecek, devletten bağımsız olan piyasa çalışacak, yerel yönetimler de kendi ortamlarında işlev görmeye devam edecektir. Temelde yerinden yönetim ilkesine göre düzenlenmiş olan bu rejim için öncelik bireysel özgürlüklerin korunması olup, istikrar, eşitlik veya başka değerlerin önceliği bulunmaz. Bu rejim tasarımının esası kuvvetlerin ayrılığı, eşit güçte olan hükümet kuvvetlerinin birbirini dengelemesi ve denetlemesidir (checks and balances). Bu nedenle demokratik başkanlık rejiminde yasama ve yürütme birbirinden bağımsız olarak halk tarafından seçilir, yüksek yargı da yürütme tarafından atanır ve yasama tarafından onanır; daha alt düzey yargı üyeleri halk tarafından seçilir. Yargılamada da halkın kararı esas alınır. Yargılama sırasında bir şüphelinin suçlu olup olmadığına halk (jüri) karar verir; jürinin kararına göre yargıç cezanın içeriğini belirler.

Burada halkın siyasal katılma ve temsili son derecede önemli bir rol oynadığından seçimlerin içeriği ve uygulaması da, seçimler sonrasında ortaya çıkan kurumların uygulamaları da bu rejim tasarımının temel ilkelerine göre kurgulanmıştır. Hükümet kuvvetleri halk tarafından belirli sürelerle seçilirler. Bu süre dolmadan önce seçilen temsilciler ölürlerse, ciddi ve ağır suç işlerler de azledilirlerse, istifa ederlerse ara seçim yapılır. Hem Başkan’ın hem de onunla birlikte aynı pusulada (ticket) seçilen Başkan Yardımcısı’nın görev yapamaz hale gelebilmeleri (birlikte vefat, istifa, görevden azil (impeachment) v.b.) söz konusu olabilir. ABD anayasasının 22. değişikliği ile bu durumlarda da karar alma mercii yasama organı (ABD Kongresi) olarak belirlenmiştir. Yasama’nın belirleyeceği bir yöntem ve sürede başkanlık seçimi yapılabilir. Ancak, Başkan’ın yasamayı feshetme yetkisi olmadığı gibi, yasamanın da Başkan’ı erken seçime zorlama yetkisi yoktur. Başkan’ın ağır suçlar işlediği sabit olursa, yasama organının iki kamarasında ayrı ayrı alınacak kararla azledilmesi (impeachment) mümkündür. Bu uygulama birkaç kere söz konusu olmuşsa da, başkanlar ya yasama tarafından suçlu bulunmadı ya da istifa ederek görevi bıraktıklarından yerlerine başkan yardımcılarının geçmesiyle yetinildi. Başkanlar dört yıl süreyle seçilirler. 18. yüzyılda ilk kez uygulamaya başlandığında başkanların tekrar seçilmelerinde bir sınır olmamakla birlikte 20. yüzyılda Franklin D. Roosevelt’in üst üste dört kez seçilmesi sonrasında bu uygulama seçilen başkanın en fazla bir kez daha seçilmesi ve toplam sekiz yıl süreyle görev yapmasıyla sınırlandırıldı.[6]

Demokratik başkanlık rejimlerinde başkan halka dört yıl içinde gerçekleştireceği kamu politikaları hakkında sözler vererek seçilir. Bu süre içinde yasama ve yargı ile çalışarak bunları gerçekleştirmeye çalışır. Onun için süreyi kısaltarak erken seçime gitmesinin kendisine bir yararı yoktur. Üstelik sadece iki kere seçilebildiğinden erken seçim başkanın partisi için de bir dezavantaj mahiyetindedir; başkanlık koltuğunu sekiz yıl yerine altı veya yedi yıl doldurmanın bir yararı olmadığı gibi görevi erken bırakan başkanın tekrar seçime gitmek suretiyle seçilmesi de garanti değildir. Bu nedenle demokratik başkanlık rejimlerinde erken seçim çok enderdir. Ayrıca Juan Linz’in ortaya koyduğu gibi kesin süreli görev sürelerinin kısaltılmasını, bu sistemin denge ve denetim esaslı çalışmasını ortadan kaldırmadan gerçekleştirmek olanaksızdır.[7] Ancak, Venezuela gibi demokratik olmayan başkanlık rejimlerinde başkanlık seçimlerini süresinden önce yapmak gündeme gelmiş ve Latin Amerika ülkelerinin büyük tepkisini çekmiştir. Üstelik Meksika gibi başkanlık rejimlerinde başkanlar bir kereliğine ve altı yıl için seçildiklerinden erken seçime giderek başkanlık yenilenmesine yol açmaları siyasal kariyerlerini sonlandırma ve bir anlamda siyasal intihar mahiyetindedir. Demokratik başkanlık rejimlerinin içerisinden gelen bir taleple başkanlık veya yasama meclisi seçimlerini erkene almak olası da, makul de değildir. Onun için demokratik başkanlık rejimleri siyasal seçkinlerin değişmez, katı, kesin (rigid) süreli görev yaptıkları rejimler olarak bilinirler. Bu rejimin denge ve denetim süreçlerinin çalışması için mutlak koşuldur. Bu sürelerin esnekleşmesi rejimin çalışma ilkelerine, demokratik mahiyetine ve nihayet bireysel özgürlüklerin korunmasına zarar vereceğinden söz konusu değildir.

Yarı-Başkanlık

Demokratik yarı – başkanlık rejimleri hem başkanın hem de yasama organının halk tarafından doğrudan doğruya seçildiği ancak yürütmenin (hükümetin) yasamanın içinden çıktığı ve güven oyu mekanizmasıyla yasamaya tabi olduğu melez uygulamalardır.[8] Yarı-başkanlık rejimlerinde Cumhurbaşkanı yasama meclisini feshederek erken seçime götürebileceği gibi yasama meclisleri de kendilerini yenilemek için erken seçim kararı alabilirler. Fransa’da hem Başkan Mitterand (1988) hem de Başkan Chirac (1997) Parlamento’yu feshederek yasama meclisini erken seçime götürmüşlerdir. Burada ileri sürülen gerekçe genellikle Başkan’ın seçimden sonra yapmayı vaad ettiği siyasal reformları kabul edecek ve destek olacak bir yasama meclisi çoğunluğunun halkın oylarıyla temin edilmesidir. Bu tür uygulamalar çok sık olmamakla birlikte yarı-başkanlık rejimlerindeki denge ve denetleme mekanizmalarının farklı kurgusu ve esnekliği bu tür erken seçim uygulamalarına olanak sağlar.

Demokratik yarı başkanlık rejimlerinde, örneğin Fransa’da, başkanlık yetkilerini kullanarak parlamentoyu feshedip yasamayı erken seçime mecbur etmek de başkanların siyasal hesapları dolayısıyla yapılmaktadır. Ancak, eğer seçmen yine aynı çoğunlukları seçerse, o zaman başkanın gücü ve yasama üzerindeki etkisi bir hayli sınırlanacağından, göreve devam ettiği sürece yasama meclisiyle birlikte çalışması da daha zor ve hatta olanaksız hale gelebilir. Yani “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma” riski de mevcuttur. Buna karşılık, özellikle başkanların tek dönemlik seçildiği uygulamalarda bir başkanın mücbir sebep olmadan görevden erken ayrılması, bir tür siyasal intihar mahiyetinde olduğundan mantıken mümkün değildir.

Parlamenter Demokrasi

Parlamenter demokrasilerdeyse, yönetim halkın doğrudan seçtiği yasama meclisi ve onun çoğunluğunun güven oyuna dayalı olarak yöneten hükümetin (başbakan ve bakanlar kurulu) eliyle olmaktadır. Bu uygulamada yasama meclisi hem hükümeti uygun gördüğü zaman güven oyunu geri çekmek suretiyle düşürebileceği gibi, hem de yasama meclisi çoğunluğunun kararı ile meclisi feshedip erken seçime gidebilir. Bu süreçler genellikle yazılı anayasalarda belirgin bir biçimde formüle edilir. Yazılı anayasası olmayan Britanya gibi parlamenter demokrasi uygulamasındaysa yasama meclisi halk adına, halkın yokluğunda temsilcileri eliyle, her türlü kararı almaya siyaseten yetkili olarak istediği zaman erken seçim kararı alabilir. En son 18 Nisan 2017’de Britanya’da Muhafazakar Parti (Tory) başkanı ve Başbakan Therasa May tarafından yapıldığı gibi erken seçime gitmek için yasama kararıyla Parlamento’nun feshi ile seçimlerin erkene alınması söz konusu oldu. Avrupa Birliği (AB) ile yürütülen Britanya’nın Birlik’ten ayrılması görüşmeleri sırasında Parlamento’daki çoğunluğunu arttırarak, daha kolay ve rahat karar alıp istediği gibi süreci yönetmek için buna teşebbüs eden Başbakan May, 8 Haziran 2017 seçimlerinde istediğini bulamadı ve partisi Parlamento’da azınlığa düştü. Bu durumda Kuzey İrlanda’da barışın dayandığı anlaşmayı da ihlal etmek pahasına, Kuzey İrlanda’daki protestanların partisiyle (Democratic Unionist Party of the Northern Ireland, DUP) koalisyon kurarak hükümette kalmayı sağlayabildi.

Parlamenter demokrasilerde yasama meclisi çoğunluklarını elinde bulunduran siyasal parti veya partiler ya oy kaybetmekte oldukları varsayımıyla oy kaybını asgariye indirmek, ya da daha fazla oy kazanacakları zehabına kapılarak oy kazancını azamiye çıkarmak mantığıyla yasama organı seçimlerini erkene alma kararı verebilirler. Bu kararların hepsi seçmen davranışı tahmini üzerinden yapıldığından her zaman başarılı sonuç vermeyebilir ve sonrasında ülkedeki siyasal ortamın daha çok gerilmesi, 8 Haziran 2017 seçimlerinde Britanya’da görüldüğü gibi yönetim zaafiyetinin artması gibi zorluklara da yol açabilir.

Demokratik rejimlerin hepsinde son yıllarda artan ölçülerde gündeme gelen doğrudan halkın siyasal kararlara etkisini arttıran referendum [9], geri çağırma (recall[10] veya insiyatif (initiative[11] gibi seçim yöntemleriyle seçilmiş yetkililerin görev sürelerinin sınırlandırılması, sonlandırılması veya engellenmesi de söz konusu olabilir.

Halkın göreve seçtiği bir kişi veya bir grup yetkilinin görev süreleri dolmadan görevden alınmaları veya halkın içine geri çağrılmaları (recall) İsviçre demokrasisinde uzun yıllardır uygulanıyor. Bu süreçlerin Latin Amerika ve Kuzey Amerika ve Avrupa’da çeşitli düzeydeki siyasal yönetimlerde, örneğin ABD’nin Kalifornia eyaletinde, uygulanması son yıllarda gündeme geliyor. Ayrıca, Latin Amerika üzerine yapılan araştırmalarda da bir çok başkanın görevinin halkın giriştiği protestolarla sona erdiği, ancak 20. Yüzyılın ikinci yarısında Latin Amerika başkanlarından hiçbirinin yasama kararıyla görevden düşürülmediği de görülüyor.[12] Buna son zamanlarda Güney Kore Başkanı Park Geun-hye’nin demokratik yarı-başkanlık rejimiyle yönetilen ülkede halk tarafından yapılan gösteriler sonunda 2016 Aralık ayında görevinden azledilmesini de (impeachment) örnek olarak gösterebiliriz.

O zaman, her tür demokratik rejimde başkan veya yasama meclisi üyelerinin görevlerinin erken sonlandırılması halkın protestolarıyla da söz konusu olabilir.  Seçilmişlerin hukuki veya ahlaki nedenlerle görevi bırakması gerekmediği hallerde bile siyasal popülerliklerinin azalması sonucunda katı olan görev sürelerinin aniden sona ermesi de, geri çağırma veya inisiyatif gibi doğrudan halk oyuyla mümkün olabilir.  Henüz ABD, Britanya veya Fransa gibi temel demokratik rol modellerinde uygulanmamakla birlikte, İsviçre’de olduğu gibi zamanla bu ülkelerde de halkın siyasal yetkilileri seçtiği gibi azledebilmesinin de mümkün olabileceğini düşünebiliriz. Bu yöntemler muhtemelen anayasa değişiklikleri gerektirse bile, bu tür adımların atılmasının artık çok da zor olmadığını tahayyül edebiliriz.

Bu durumda erken seçim uygulamalarının bugün demokratik ülkelerde görüldüğünden çok daha sık görülmeye başlayabileceğini ve hatta onların temel işleyiş ilkelerini kökten zorlayacak biçimde yaygınlaşacağını öngörmek de zor değildir.

Sonuç

Sonuç olarak, demokrasilerde seçilen yetkililerin görev süreleri tasarlanmış olan demokratik rejimin temel ilkeleri ve mantığına dayalı olarak belirlenir. Demokratik başkanlık rejimlerinde bu süreler katıdır ve ABD uygulamasında iki Dünya Savaşı sırasında bile Başkanlık seçimleri her dört yılda bir, Kasım ayının ilk Pazartesi’nden sonra gelen Salı günü yapılmıştır. Bundan sonra yapılacak ABD Başkanlık seçimi de 3 Kasım 2020’de olacak olup, bu tarihin erkene alınması tahayyül bile edilmemektedir.

Ancak, demokratik parlamenter rejimlerde bu süreler rejimin tasarımı ve mantığı gereği esnektir. Erken seçime yasama organı karar verir ve istediği gibi erkene alır. Bu kararlar siyasal hesap niteliğinde olup, sonuçlarına tüm siyasal partiler ve seçmen katlanır.

Demokratik yarı-başkanlık uygulamaları Cumhurbaşkanı’nın görevi açısından demokratik başkanlık rejmindeki gibi katı, yasama organının görevi açısından da demokratik parlamenter rejimler gibi esnektir.

Demokrasi ile yönetilmeyen rejimlerdeyse görev süreleri muktedirlerin keyfine göre saptanır, herhangi bir rejime bağlı kuralı mevcut olmayabilir. Bu rejimler hukukun üstünlüğüne göre yönetilmediklerinden, anayasa ve siyasal yasalar da fazla bir anlam taşımaz; keyfi siyasal karar alma esasına göre yönetilirler. Onun için demokratik olmayan rejimlerde siyasal yetkililerin görev süreleri de siyasal gelişmelere göre çok kısa veya yetkililerin hayatı boyunca sürebilen bir uzunlukta olabilir.

Ersin Kalaycıoğlu
Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi
Bilim Akademisi üyesi

__________________________________

[1] Resmi Gazete, 30397 Mükerrer Sayı, 20 Nisan 2018.

[2]  Cuzán, A. G. (July 2015) “Five Laws of Politics,” PS American Political Science Association, doi:10.1017/S1049096515000165: s. 417. Yazar siyasetin dördüncü yasasının “demokrasilerde göreve gelmede %60 kuralı”ndan ibaret olduğundan bahsetmektedir. Hiçbir başkanlık demokrasisinde seçilen başkan %60’dan fazla oy almamıştır. Parlamenter demokrasilerde de seçilen başbakanın partisi en fazla %50 civarında oyla seçilmektedir. Bu oranları aşan oylar o seçimlerin serbest ve adil demokrasi seçimleri olduğuna gölge düşürmektedir.

[3] Dahl, R. (1971). Polyarchy (Poliarşi): Participation and Opposition, (New Have, Yale University Press).

[4] Schumpeter, J. A. (2003). Capitalism, Socialism and Democracy, (London, New York: Routledge) (orijinal baskısı 1943).

[5] Przeworski, A. (1991). Democracy and the Market: Political and Economic Reform in Eastern Europe and Latin America, (Cambridge, UK: Cambridge Univ. Press).

[6] ABD Anayasası’nın 22. değişikliğine göre boşalan başkanlık koltuğuna geçen ve iki yıl süre ile görev yapan başkan yardımcıları ayrıca iki dönem seçilebilir ve böylece toplam 10 yıl süreyle başkanlık yapabilirler.

[7] Linz, J. (1994) “Presidential or Parliamentary Democracy: Does It Make a Difference?,” Linz, J. ve Valenzuela, A. (der.), The Failure of Presidential Democracy, (Baltimore: The Johns Hopkins University Press): s. 6 – 7.

[8] Elgie, R. (2011). Semi-Presidentialism: Sub-Types and Democratic Performance. Comparative Politics. (Oxford, UK: Oxford University Press).

[9] Referandum seçim içeriğinde olmakla birlikte, temsilci seçimiyle ilgili olmayıp, bir husustaki kamu siyasasının doğrudan doğruya halkın kararıyla belirlenmesi, konu bazlı (issue based) oylamadan ibarettir.

[10] Geri çağırma (recall) daha önce halk oyuyla seçilmiş olan bir siyasal yetkilinin yine halk oyuna başvurularak görev süresi dolmadan görevinden ayrılması veya görev süresinin sonuna kadar görevde kalmasının oylandığı seçime (popüler oylamaya) verilen addır.

[11] Inisiyatif tıpkı referendum gibi halkın belirli bir konudaki kamu politikasının nasıl olacağını doğrudan oy kullanarak tayin ettiği seçimin adıdır. Referendumdan farklı olarak inisiyatifte halkın kendisi belirli bir sayıda imza toplayarak konunun doğrudan oylanmasını talep eder, yani seçmen inisiyatifi ile konu gündeme gelir; oysa referandum yasama veya yürütme yetkilileri tarafından başlatılabilir.

[12] Hochstetler, K. (2006).  “Rethinking Presidentialism: Challenges and Presidential Falls in South America” Comparative Politics, Vol. 38, No. 4: s. 404.

Önceki İçerikTürkiye Nüfusunun 2000 Yıllık Kısa Tarihi
Sonraki İçerikSchrödinger’in Kedisi
Ersin Kalaycıoğlu

Bilim Akademisi üyesi Ersin Kalaycıoğlu, 1977-1982 yılları arasında İstanbul Üniversitesi (İ. Ü) İktisat Fakültesi Siiyaset Bilimi kürsüsünde doktor asistan, 1982 – 1984 yıllarında da İ.Ü Siyasal Bilimler Fakültesi’nde doçent olarak çalıştı. 1984 yılında Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’ne geçti ve 1989 yılında profesörlüğe yükseldi. 1991-2002 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde İktisadi ve İdari İlimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı. 2002’de Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesi oldu. 2004-2007 tarihleri arasında Işık Üniversitesi rektörlüğünü üstlendi.

2007 yılından beri Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesidir.