Site icon Sarkaç

Orman varlığı ve yangınlar

Haziran 2022'deki Marmaris-Bördübet Yangını sonrasında yanan kızılçam ormanları (Fotoğraf: Doğanay Tolunay, Eylül 2022)

Bu metin Doğanay Tolunay’la 13 Nisan 2023’te yaptığımız söyleşiden derlenmiştir. Söyleşinin bir ekosistem olarak ormanı anlatan ilk bölümünü okumak için tıklayınız. 


Ormanlaştırma nedir?

Ormanlaştırma ve ağaçlandırma farklı şeyler. Ormanlaştırma en az 50 yıldan beri orman olmayan bir alanı yeniden orman haline getirmek için yapılan çalışmalardır. Bu alana fidan dikmeye ağaçlandırma diyebilirsiniz fakat orman olması, bir ekosistem olarak işlerlik kazanması için zaman geçmesi gerekir. (Söyleşinin bir ekosistem olarak ormanı anlatan ilk bölümü için tıklayınız)

Orman ekosisteminin kendine özgü iklimi vardır, fidanlar bunu henüz sağlayamaz. Bir fidan diktiniz diye oraya başka canlılar gelmez. Ormanın kendine özgü toprağı vardır, bunun da oluşması zaman alır. Ormanlaşma onlarca yılda gerçekleşir.

Ormanlaştırma sırasında diktiğimiz fidanların mutlaka oradaki şartlarda yaşayabilecek türler olması gerekir.  Bugün diktiğiniz örneğin kızılçam fidanı 80 yıl orada kalacak; yazına, kışına, kuraklığına, soğuğuna, sıcağına dayanmalı; toprak önemli, toprağın kimyasal özellikleri, su tutma kapasitesi önemli. Diktiniz fidanı sonra kendi haline bıraktığınızda yaşayabilmesi lazım. Bunlar orada uzun yıllar kalıp büyüyecek, büyüdükçe yan yana dikilmiş fidanların tepeleri birbirine yaklaşacak, toprak üstünü örtmeye başlayacak, gölgeleme başlayınca orman içindeki iklim de değişmeye başlayacak. Fidanlar büyüdükçe yapraklarını döktükçe toprağın üzerinde ölü örtü diye adlandırdığımız tabaka oluşacak, bunlar çürüyerek humusa dönüşecek, toprağa humus girmeye başlayacak, toprak değişecek. Ağaçlara yuva yapmak için kuşlar gelecek; böcekler gelecek, otlar çıkmaya başlayacak, otçullar gelecek. Kuşlar gelince onların yırtıcıları gelecek. Yavaş yavaş ekosisteme dönüşecek fakat tabii bu süreç zaman alacak.

Ağaçlandırma ve ormanlaştırma farklı. Fidan diktik mi orman olmuyor.

Ormanları gelecekteki koşullara hazırlayabilir miyiz? Gençleştirme nedir?

Ağaçlar yüzlerce yıl yaşayabilirler, kısa ömürlü kızılçamın bile ortalama ömrü 80 yıl kadar. Bugün diktiğimiz fidan diyelim ki 80-100 yıl yaşayacak, peki yüz yıl sonra iklim nasıl olacak? Az çok biliyoruz. 2100 yılında kötü senaryoya göre Ege ve Akdeniz yaz aylarında 5ᵒC, Güneydoğu Anadolu 6-7ᵒC daha sıcak olabilir. Yağışlar %20 kadar azalabilir. Bu koşullar bugün diktiğimiz fidanın ömrü içinde gerçekleşecek. Dolayısıyla daha sıcak ve kurak koşullara iklimlere dayanabilecek bireylerin hayatta kalmasını sağlamamız lazım. Hangi fidan buna dayanabilir biliyor muyuz? Bilmiyoruz.

Orman mühendisleri olarak önceliğimiz doğal gençleştirme yapmaktır.  Doğal gençleştirme, yaşlanan ağaçların tohumlarını kullanarak fidanların gelmesini, fidanlar gelince de yaşlı ağaçları keserek genç fidanların büyümesini sağlamaktır, bu şekilde doğal süreçleri yaşatmaya çalışırız. Örneğin Kızılçam, 60-80 yaş aralığına geldiğinde bu ağaçlar yaşlandı, ormanı gençleştirelim deriz.

Antalya Manavgat Kızılçam Ormanı (Fotoğraf: 2008, Doğanay Tolunay)

Bir ağaç öldüğünde, komşu ağaçlardan gelen tohumlar orada çimlenir, fidanlar büyüyüp ağaca dönüşür. Biz bunu taklit ederek ormanları tohumları kullanarak gençleştirmeye çalışırız. Çok sık ağaç olduğunda ister istemez ağaç keseriz, tepelerin büyümesini sağlarız, böyle daha fazla tohum tutar. Toprağı işlemeyiz, ölü örtüyü koruruz. Ekipman girmez. Bazen ölü örtü çok kalınsa tırmıkla uzaklaştırırız, çimlenmesini sağlarız, büyümeye bırakırız.

Gençleştirme yaparken o bölgedeki zaten doğal olarak bulunan türlerin tohumlarından getirdiğimiz için genetik çeşitlilik olmuş olur. Çok sayıda tohumdan fidanın gelmesini sağlarsak, örneğin kuraklık olduğunda bu fidanların bir kısmı ölür fakat dayanıklı bireyler aradan sıyrılabilir ve hayatta kalır.

Önceliğimiz o bölgedeki ağaçların tohumlarını kullanarak gençleştirme yapmaktır. Eğer ormanlaştıracağımız alana başka bir bölgeden tohum ya da fidan getirmek zorunluluğumuz varsa her tür için belirlenmiş olan Tohum Transfer Zonlamasına dikkat edilir. Tohumlar bu belirlenen bölgenin dışında kullanılmaz. Kızılçam örneğin Akdeniz, İzmir ve Hatay’da var fakat buralarda iklim farklı, dolayısıyla genleri de farklı.  Tohum Transfer Zonları yıllık sıcaklık ortalamaları, maksimum ve minimum sıcaklıklar, yağış, yükselti, jeoloji gibi çeşitli ekolojik özelliklerine göre belirlenir.  Antalya kızılçamını nerelere götürebileceğimiz bellidir, Kısmen Mersin’e kısmen Muğla’ya götürebiliriz ama İzmir’e götüremeyiz. Sahilde yetişen bir kızılçam ağacının tohumunu (ya da bu tohumla üretilmiş bir fidanı) dağda 1000 metre yüksekliğe götüremeyiz.

Küresel ısınmanın yol açacağı şartlara uyumu sağlamak için daha spesifik çalışmalar da var. Bunlar özellikle tarım için yapılıyor; laboratuvarda kuraklığa dayanıklı türler yetiştirilmeye çalışılıyor. Yurtdışında bazı ülkeler orman ağacı ve tarım bitkilerini farklı bölgelerde yetiştirmeyi deniyorlar; örneğin Almanya bizim fındığı deniyor. Isınan koşullarda fındık yetiştirebilir miyiz diye çeşitli denemeler yapıyorlar. Kızılçamı da deniyorlar, 80 yıl sonra Almanya ısındığında kızılçam gibi türler orada yetişebilir.

Fakat bu tür müdahalelere ihtiyati yaklaşmak gerekli, ormanlarda tarım bitkilerine göre çok daha uzun yaşam süreleri söz konusu ve insanın müdahalesi tarım gibi yoğun değil. Tarım alanını suluyorsun gübreliyorsun ormanlarda bunu yapma şansımız da yok o yüzden mümkün olduğunca doğal şartlara uygun davranmamız gerekiyor. Bazen fidan da dikiyoruz fakat fidan türü nedir, nerde yetiştirilmiş, tohumu nerden toplanmış gibi birçok ayrıntıya bakarak yapıyoruz bu işi.

Orman yangınları doğal olarak çıkar mı?

Dünyada hiç insan olmadığını düşünün. Akdeniz iklimi dediğimiz iklimde yaz ayları sıcak ve kuraktır. Yaz aylarında yıldırımdan veya fırtınalı havalarda ağaç dallarının birbirine sürtmesi gibi nedenlerle yangınlar çıkabilir. Çok sıcak olduğu için bir yangın çıktı mı alabildiğince yer yanar. Bunlar 20-30-40 yılda bir tekrarlayan yangınlardır.

Kızılçam bu şekilde sürekli yandığı için bu yangınlara en iyi uyum sağlamış türdür, çünkü yangınlarda tohumlarını iyi koruyan bireyler hayatta kalmıştır. Düşünün ağaçlar yanmış fakat bir ağacın kozalakları açılmadan kalmış, tohumlar canlı. Yangından sonra bu ağaç neslini devam ettirecek, bu ağacın fidanları yangına daha dirençli olacak.

Başka bir ağaç var onun kozalakları açılmış, tohumlar yanmış bu ağaç artık neslini devam ettiremez. Yangından daha az etkilenen tohumları zarar görmeyen, kurak şartlarda tohumları çimlenebilen ağaç türleri neslini devam ettirir, diğerleri yavaş yavaş elimine olur. Doğal seçilimle yeni nesiller yangına daha dirençli hale gelmiştir.

Sıcak, kurak iklim koşullarına uyum sağlayabilmiş bitki toplulukları Kızılçam ormanları ve makiliklerdir. Makilikler de yanar fakat kökleri zarar görmez. Toprak kötü bir ısı iletkenidir, yüzeyden birkaç santimetre derinlikte normal sıcaklıklarda kalır. Kökler zarar görmediğinde yangından birkaç hafta sonra kök sürgün verir ve hayatına devam eder.

Haziran 2022’deki Marmaris-Bördübet Yangını sonrasında sürgün veren mersin çalıları (Fotoğraf: Eylül 2022, Doğanay Tolunay)

Yangınlardan sonra ormanlaştırma nasıl yapılır? 

Ağaç yanmışsa fakat üzerindeki kozalakları yanmamışsa ve içindeki tohumlar canlıysa bunlar yangın sonrası ormanın gençleştirilmesi için önemlidir. Yangından sonra ilk önceliğimiz o ağaçlarda yeterince tohum olup olmadığına bakmaktır; tohumlar zarar görmüş mü tespit ederiz.  Buna toprak üstü tohum bankası deriz.

Bir de toprak tohum bankası diye bir kavram var. Orman ekosistemi oluşurken yetişmiş bazı bitkiler, ağaçlar büyüdüğünde orman altına fazla ışık gelmediğinden yok olur fakat tohumları toprakta kalır. Bunlar onlarca yıl toprakta kalabilir. Yangın olduğunda ve toprak üstündeki örtü ve ağaçlar yandığında, o tohumların zarar görmeyenleri hemen tekrardan çimlenmeye başlar.

Kızılçam ormanlarında ölü örtü çok kalındır, yangın çıkmasının nedeni de biraz bu. Yapraklar reçineli olduğundan parçalanıp humusa dönmesi uzun zaman alır ve çabuk tutuşur. Yangın olmadığında tohumlar ölü örtüye düştüğünde, toprağa ulaşamazsa çimlenme olmaz. Yangın olup ölü örtü yanınca açılmayan kozalaklardaki canlı tohumlar külün üzerine düşer, toprağa ulaşır.  Kül aynı zamanda besin maddesidir; kalsiyum, magnezyum, potasyum, bakır, çinko, nikel gibi elementleri içerir, besince zengindir. Toprağa ulaşan tohumlar çimlenir.

Yangından sonraki sonbaharda yağışlar başlayana kadar yanmış ağaçlar kesilir, kozalaklı dallar toprağın üstüne serilir, tohumların külün üzerine eşit olarak dağılması sağlanır.

Bazen yangın o kadar sık oluyor ki genç ağaçlar yanıyor; genç ağaçların henüz kozalakları olmuyor. O zaman çevredeki yanmamış ormanlardan tohum toplanır.  Tohum stoklarımız da var, yangından sonra ağaç tohum bankasında yeterince tohum yoksa yakın bölgeden toplanmış tohumlar araziye atılır. Ya da tohum transfer zonlarına dikkat edilerek yakın bölgelerden tohum toplanabilir.

Yangın sonrası ilkbaharda fırça gibi metrekarede 50-100 kadar fidanın geldiğini görebiliriz. İlkbahara kadar bekleriz. Uğraştık bütün gerekenleri yaptık, fakat fidanlar çıkmadıysa, doğal olarak gelmediyse ağaçlandırmayla 10 yıl sonra bile oraya fidan dikebilirsiniz.

Ağustos 2019’da çıkan Seferihisar yangınından sonra yanan alanlara tohumdan gelen kızılçam fidanları (Fotoğraf: Eylül 2022, Doğanay Tolunay)

İşin içine insan faktörü girdiğinde işler değişiyor. Yangından sonra hemen ağaçlandırma yapalım deniyor. Beklemeden fidan dikmeye kalkışınca araziye makinalar giriyor, kepçeler giriyor, makinalar toprağı mahvediyor. Maki bitki örtüsünün kökleri zarar görüyor.

Yanan orman alanlarına otel yapılacak endişesi var. Ağaç kampanyaları baskısı bundan kaynaklanıyor. Bu da faydadan çok zarar getiriyor. İnsanlar fidan bağışında bulundum diyerek vicdanlarını rahatlatıyor, ya da fidan dikersek arazi otele verilmeyecekmiş, başka uygulamalara devredilmeyecekmiş gibi düşünülüyor.  Oysa bir yerde otel yapabilmek için ormanı yakmaya gerek yok, sadece Turizm Bakanlığı’nın “turizm gelişim bölgesi” ilan etmesi yeterli; Orman Bakanlığı’nın onayına bile gerek yok.  Bugün Ege ve Akdeniz’de gittiğiniz otellerin çoğun ormandan izin alınarak ve ağaç kesilerek yapılmıştır.

Anayasanın 169. Maddesinde “yanan orman alanları yeniden orman haline getirilir” diye bir şart var. Tarihte tek bir kötü örnek var, Bodrum Güvercinlik’te meşhur bir otel. Bu otele izin aslında yangından önce veriliyor, ağaçlar kesilip otel yapılacakken yangın çıkıyor.  Anayasaya aykırı olmasına rağmen burada otel yapılmasına izin veriyorlar. Gerekçe olarak da otel önceden izinleri almış olduğundan kazanılmış hak olarak görüp başka hiç yanmamış, zarar görmemiş bir orman arazisi için izin alabileceği gösteriliyor.  10 yıldır bu konu sürekli karşımıza çıkıyor.

Her yıl yangınların yaptığı tahribatın 3-4 katı kadar bir orman alanına maden, enerji nakil hatları, yenilebilir enerji tesisi, havaalanı, yol vs için izin veriliyor. Yanan orman alanlarını anlattığımız tekniklerle yeniden orman haline getiriyoruz.

Bugüne kadar yanmış ama yeniden orman haline getirilmemiş alanımız yok, o konuda başarılıyız. Fakat başka türlü kullanıma açılan ormanlarımız ilelebet orman olmayacak. Yangınlar çok korkutucu olaylar ve yangına karşı çok hassasız ve tabii ki yangınlar önemli fakat asıl ormanlara kalıcı olarak zarar veren başka uygulamalar var bunlara da dikkat etmek gerekiyor.

2021 Mega yangınları sonrası Muğla Milas Zeytin koyu (Fotoğraf: Ağustos 2021, Doğanay Tolunay)

Yangınların ne zaman olacağını önceden tahmin edebiliyor muyuz?

Yangın havası diyebileceğimiz bazı ekstrem meteorolojik koşullar vardır. Bu şekilde 3-5 gün önceden yangın riskinin yükseldiğini söyleyebiliriz. Sıcaklıklar, hava nemi ve rüzgâr önemlidir.

Orman Genel Müdürlüğü sıcaklıklar 20ᵒC üzerine çıktıysa, hava nemi %20’nin altındaysa, rüzgar hızı 30 km/saate ulaştıysa bunu yangın riskini yükselten koşullar olarak değerlendirir. Bunu 30-30-30 olarak da düşünebiliriz. Sıcaklıklar 30ᵒC’nin üzerine çıktıysa, nem %30’un altına düştüyse ve rüzgâr hızı 30 km/saatin üstüne çıktıysa alarm vermek gerekir, ormana girmenin yasaklanması vb. gibi önlemler almak gerekir.

Riskli hava koşulları yangın çıkmasını sağlamaz, çıkan yangınların hızlı bir şekilde büyümesine yol açar.

Yangının çıkabilmesi için “yangın üçgeni” denen, üç faktör gerekli: yanıcı madde, kıvılcım ve hava. Bunlar yangının çıkması için gerekli koşullardır, yayılması ise hava koşullarıyla ilgilidir.

Dünya genelinde yangınların kabaca %90’ı insanlar tarafından çıkarılıyor. Bilerek veya bilmeyerek. İzmariti camdan atmak, mangal,  anız yakmak yangına neden olabilir, kuru otun olduğu bir yerde aracınızı çalıştırdığınız anda bile kıvılcım çıkabilir ve bu şekilde yangına neden olabilirsiniz.

Ülkemizde yıllara göre baktığımızda her yıl çıkan yangınların sayısının arttığını görüyoruz. 80’li yıllarda yılda 1000-1500 civarı yangın çıkarken son 10 yılda 2500-3000 ortalama yangın çıkıyor. Bir yılda 3500 yangın her gün 10 yangın anlamına geliyor. Kış aylarında yangın pek olmadığına göre yaz aylarında günde 100 civarı yangın çıkıyor demek bu. Bu sayının neden arttığını sorgulamak önemli.

Neden artıyor bu yangınlar? İklim değişikliği mi?

Bu sayının artmasının iklim değişimiyle bir ilgisi yok, daha önce de değindiğim gibi meteorolojik koşullar yangınların çıkmasına neden olmaz büyümesine neden olur.  Bu sayının artmasının insan-orman etkileşimin artmasıyla ilişkili olduğunu düşünüyoruz. Son yıllarda orman içindeki yerleşimler, maden tesisleri arttı, bunlara bağlı olarak da yollar ve elektrik nakil hatları da arttı. İnsan ormanın içine ne kadar girerse risk o kadar artıyor.

Yangın istatistiklerine baktığımızda nedenler arasında özellikle elektrik nakil hatlarının, yolların ve baz istasyonu gibi jeneratörü olan unsurların olduğunu görüyoruz.

Elektrik nakil hatları ormanın ortasından geçiyor. Bakımları yapılmazsa yaz aylarında rüzgarla kabloların birbirine çarpması kıvılcıma ve yangına neden olabiliyor. Tarla açmak gibi nedenlerle kasıtlı olarak da yangın çıkartılabiliyor.

Yangınların neden çıktığını bilmek çok önemli, ona göre tedbir alınması sağlanabilir. Nasıl depremde afet risk yönetiminden yani afeti önleyici çalışmalardan bahsediyoruz,  ormancılıkta da önleyici çalışmalardan birisi yangınların neden çıktığını tespit etmek.

2020’deki Gelibolu yangınlarının balya makinalarından çıktığı tespit edilmişti. Sıcak havada balya makinaları samanı sıkıştırıyor, sıkıştırırken teller kullanılıyor ve teli keserken çıkan kıvılcımla önce tarla yanıyor, oradan da ormana sıçrıyor. Ertesi sene balya makinalarını kullananlara eğitim ve bir yangın söndürücü verildi; bir daha böyle bir yangın çıkmadı.

Yangınların %50’sinin neden çıktığını bilmiyoruz. Yangın çıkış nedenini iyi bilmemiz ve buna göre önlem almamız lazım.

Örneğin yangın anızdan çıkıyorsa, jandarma geliyor, tarla sahibine anızı yakmışsın diyor. Anız yakmak zaten yasak,  yok ben yapmadım diyor. İspatlanamazsa bu yangınlar “nedeni bilinmeyen” olarak kayda geçiyor. Faili meçhul deyip anızdan çıktığı söylenmiyor, çünkü faili meçhul dosyalar kapanmıyor, davalar sürüyor, sonuçlanmıyor.  Nedeni bilinmeyen olduğunda bir fail olmadığından dosya çabuk kapanıyor. Bunun da değişmesi lazım. Yangın çıkış nedenini iyi bilmemiz ve buna göre önlem almamız lazım.

Orman yangınlarına karşı nasıl önlemler alınabilir?

Elektrik nakil hatlarının ormanlardan geçmemesi, geçecekse kenarından geçmesi, geçenlerin altının temizlenmesi, yeraltından geçirilmesi gibi önerilerimiz var. Yeraltından geçirilmesi çok pahalı fakat orman da çok değerli. Şirketler maliyetlerini azaltmak için hatları en kısa yoldan geçirmek istiyorlar, onlar maliyetlerini azaltsınlar diye ormanları riske atmak doğru bir yol değil. Bu hatların bakımı ve kontrolleri de bu şirketlerin sorumluluğunda fakat denetimlerle ilgili sorunlar var.

Yangın üçgeninden bahsetmiştik: Yanıcı madde, kıvılcım ve hava.

Havaya müdahale edemiyoruz, müdahale edebileceğimiz iki şey var kıvılcım çıkmamasını sağlamak (balya makinası örneğindeki gibi) ve bir diğeri de yanıcı maddeyi yönetebiliriz.

Yanıcı madde dediğimiz şey ormanın kendisi, bütün organik maddeler yanıcıdır, canlı ağaçlar da yanıcıdır ama aslında bütün yangınlar ağaçlardan dökülmüş ve yerde birikmiş kuru yaprakların oluşturduğu ölü örtüden başlar, izmarit de atsan kıvılcım da düşse ölü örtü reçineli olduğundan çok kolay tutuşur, buna örtü yangını deriz, bu nispeten kolay söndürülebilen bir yangındır, riskli olan örtü yangının tepe yangınına dönüşmesi yani ağaçların tepesine sıçramasıdır.  İklim değişikliği nedeniyle karşılaştığımız uzun yağışsız dönemler, ölü örtünün daha çok kurumasına neden oluyor, bu da çıkan yangınların çok hızlı yayılmasını sağlıyor.

Burada yanıcı maddenin miktarını kontrol edebilirsek riski düşürebiliriz. En basitinden yol kenarlarındaki  ölü örtüyü tırmıkla almak, çıplak toprak yüzeyi bırakmak gibi yöntemler etkili oluyor ve uygulanıyor. Bunu elektrik nakil hatları boyunca da yapmak önemli.

Denetimli yakma da yanıcı maddeye bir müdahale. İnsanların yoğun olarak kullandığı yerleşim alanlarının çevresi veya yollar gibi yangın riskinin yüksek olduğu alanlarda kış aylarında ölü örtüyü bilinçli olarak yakmak yangın önleyici bir yöntem. Bu işlem sıcaklıklar fazla yükselmeden ve ölü örtü daha nemliyken yapılmalı, yoksa yangının kontrol edilmesi zorlaşır.  Bu yöntem Türkiye’de uygulanmıyor.

Esas konu insanların çok bilinçsiz olması, hiç yangın çıkmayacak gibi davranıyorlar oysa iklim değişikliği risk yönetimini yani yangın çıkmadan önlem almayı çok daha önemli bir hale getirdi.

Orman Genel Müdürlüğü (OGM) eskiden yangınlarla başarılı bir şekilde mücadele edebiliyordu, yangın çıktığında çok kısa sürede müdahale ediyorlar ve söndürebiliyorlardı.  10-15 yılda birçok büyük yangınlar çıkıyordu.

Ağustos 2019’da çıkan Seferihisar yangınında yanan kızılçam ve meşe ormanları (Fotoğraf: Ağustos 2019, Doğanay Tolunay)

OGM’nin alışık olmadığı şartlar geçerli artık. OGM yangın sayısının neden arttığını bilmiyor, personel sayısı artmamış, uçak-helikopter sayısı artmamış. Günde 100-150 yangın çıkıyor, yetişmek zorlaşıyor. İklim değişikliği de devreye giriyor, çıkan yangınlar kısa sürede büyüyor, müdahale edene kadar kontrol edilemez boyuta geliyor. İklim koşulları çıkmış olan bir yangının daha geniş alana daha hızlı yayılmasını sağlıyor; ölü örtünün, hatta canlı ağaçların tutuşma süresini ve sıcaklığını düşürüyor.

Bunu şöyle anlatabilirim. Fırına diyelim ki bir börek attınız, içinde peynir, yumurta vs. var.  200ᵒC’de  1 saat tutarsanız yanar.   Böreği fırına kuru halde verirseniz 20 dakikada yanar. Sıcak ve kurak koşullarda yanıcı maddelerin nemi kısa sürede biter, tutuşmaya hazır hale gelir. Organik madde nemliyse 220-230ᵒC de tutuşur, çok kuruysa 200ᵒC’de tutuşur.

Sıcak ve kuraklık tutuşma süresini de azaltıyor. 2021 Yangınları sırasında hava sıcaklığı gölgede 45ᵒC’yi bulmuştu. Kuru organik madde 200ᵒC’de kıvılcım olmadan da tutuşur. Yangın çıkması için sıcaklığın 45ᵒC’den 200ᵒC’ye çıkması gerekiyor. 30ᵒC’den 250ᵒC’ye çıkmasındansa, 45ᵒC’den 200ᵒC’ye çıkması çok daha kısa zaman alıyor.

Yangın çıktıktan sonra alevlerin sıcaklığı 600-800ᵒC’lere çıkıyor rüzgâr ısıyı ileriye iletiyor ve yangının olmadığı bir yerde kıvılcım olmasa yanıcı madde kendi kendine tutuşabiliyor. 2021’deki Manavgat yangınında ihbardan sonra 8 dakikada müdahale ediliyor, ilk müdahale ettikleri yer yangının çıktığı noktadan 2 km uzakta, yangının 1 saatte 8 km ilerlediği yönünde resmî açıklama var. Bu kadar kısa sürede bu kadar büyüdüğü zaman artık helikopter falan işe yaramıyor. Su atsanız daha yere düşmeden buharlaşıp gidiyor.

Özetle iklim değişikliğini de göz önünde bulundurarak alacağımız önlemlerle yangının hiç çıkmamasını sağlamamız gerekiyor.

Doğanay Tolunay
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi


Bu eser Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır. İçerik kullanım koşulları için tıklayınız.


Exit mobile version